GÜN BATIMI KIZILLIĞI/ Hasan Can BİTTİ

Alışkanlıktan da öte adeta günün o saati için hazırlanır, çayını demler, sigarasını sarar ve o gün batımı kızıllığının gelmesi için beklemeye koyulurdu. Aylardan mayıs olması hasebiyle "dizlerim üşür mü?" diye düşünmesine gerek kalmadan geçecekti camın kenarına. Mevcut yaşı itibariyle bu bile ona büyük bir keyif vermekteydi.
      
Gene oradaydı, her gün okuldan bir kavgayla gelen çocuk; Ali beyin oğlu Burak. Asla yerinde duramayan bir çocuktu o. Arada müziğin sesini fazla kaçırdığından uyutmaz insanları ama gençtir deyip pek ses de çıkarılmazdı. İşte, şu taraftaki Ayşe Hanım, manavdan almış olduğu sebzelerle birlikte apartmana doğru geliyor. Çok takdir ettiği bir kadındır Ayşe. İnsanlar öz evlatlarına bile tahammül edemiyorken o bir başka evin çocuklarıyla ilgilenir ve günün bu saatlerinde de evine erken girebilmek adına hızlıca yürürdü. Bu acele ve vakur adımların sahibi asil anneyi gördükçe de hatıralara dalardı: “Ne kadar da çok benziyor rahmetlinin gençliğine” diye düşünürken yüzünde beliren o acı tebessümle birlikte gamzeleri de belirginleşirdi.

Kaç yıl olmuştu, kaç bayram geçmişti onsuz?

Hafızası mı zayıflıyordu yoksa vakit mi çok hızlı geçiyordu, pek umurunda da değildi aslında.

Torunu aklına geldi bir an için. Onun vefat ettiği günün akşamına doğmuştu.

Demek on iki yıl olmuş.

Hanımının hasretinin üstüne bir de torunun hasreti eklenmişti şimdi. Sessiz, sakin, uysal ama inatçı bir çocuktu bıdık baba. Adeta dayısının çocukluğu gibiydi, hık demiş burnundan düşmüş derler ya, öyleydi işte.

Oğlu küçüktü o zamanlar, henüz ilkokula başladığı zamanlardı. Memlekete gidiyorlarken dağın başında arabanın lastiği patlamıştı da ne çok ağlamıştı çocukcağız korkudan. Hanımla çocuğu sakinleştirdikten sonra bagaja doğru yöneldiğinde yedek lastiğin de patlak olduğunu anımsamasıyla birlikte sesli bir şekilde gülüvermişti. Bu dikkatsizliği yüzünden de yiyecek olduğu fırça farz olmuştu ya, o da ayrı mesele. Oğlunun yorgun düşüp annesinin kucağında uyuya kalmasıyla birlikte yardımın gelmesine de en az dört saat olduğunu fırsat bilip gönlünü aldıktan sonra hanımıyla uzunca sohbet etmişlerdi o gece.

Rahmetliyle sohbet etmek en büyük zevkiydi ve bu sebepten ötürü ne çalışırken ne de emekliye ayrıldıktan sonra evlerinde asla televizyon bulunmamıştı. Zaten, bilhassa gençliklerinde, çocuklardan fırsat kaldıkça karşılıklı iki bardak çayı bile zor içerlerken bir de televizyona tahammül edemezlerdi.

Derken bir anda bir ses, ezan sesi duymaya başladı...


Meğer hava kararmış, insanlar evlerine çekilmiş, tükenmiş olan çay ve sigarası yine ağzında o acı tadı bırakmıştı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder