Karanlıktan aydınlığa uzanan yolların ilk hüzmelerinde başlar bu hikaye. Yılların anımsattığı zamanın, bugüne taşıdığı birçok hatıra dile gelir. İnsan bazen de bu zaman yolculuğunda kendini seyreder. Eskiden buna insanın kendi mağarasına çekilmesi yani münzevileşmesi denirdi. Şimdi ise kendini bulunduğu ortamdan soyutlaması gibi anlamalara gelen cümleler ne kadar da yabancılaştırıyor, özellikle insanı kendine…
Aydınlığa çıkan bir yolculukta başlar bu hikaye. Özellikle insanın kendini anladığı ve sevdiği bir zaman diliminde.. Yani zihnindeki bulutları güneşle sildiğinde, gözlerini açtığında başlar bu hikaye…
Ezgi işine gitmek için evin bahçe kapısını örterken gözleri köşedeki gül ağacına takılır. Aylardan kasım ve günlerden pazartesi. ..Mevsim en soğuk hava şartlarına sahip olsa da bu soğuk havaya inat gül ağacında bir tomurcuk gül olmaya niyet etmiştir. Ezgi kapıyı yarı aralık bırakıp gülü dalından zarif bir şekilde kırıp çantasına yerleştirir. İş yerine geldiğinde ilk işi çantasındaki gülü masasına bırakmak olur. Gülün rengi kırmızı, yaprakları ise yeşil ve tozludur. Peçeteyi suyla ıslatarak sanki bir dostun yüzünü siler gibi incitmeden yeşil yaprakların tozunu temizler.
Odasında aylardır sahibine ulaştırmayı isteyip de randevu alamadığı bir tablo vardır. O tabloyu sahibine teslim etmek için paketleme kağıdını çekmecesinden çıkarır. Beyaz bir kağıda da bu zamana kadar tabloyu ulaştıramama sebebi adına duygularını ifade eden birkaç not düşer. Kağıdı katlayıp zarfına bırakır. Zarfı kapattığı noktanın hizasına bahçeden kopardığı gülü bırakır, onu da oraya sabitleyerek yerleştirir. Genelde not kağıtları paketin dışına küçük mandal veya bant ile sabitleştirilirken, Ezgi gül dalındaki beyaz zarfı paketin içine yerleştirir.
Uzun zamandır randevu alamadığı kamu kurumuna gider ve sekretere hediye paketini bırakır. Görünürde paketlenmiş bir tablodur ve üzerinde notu olmayan bir hediyedir. Ezgi yolları adımlarken üzerinde çalıştığı tablonun beğenilip beğenilmeyeceğini düşünse de birden gül gelir aklına. Acaba gül bekleye bekleye kurur mu? Hediye sahibine ulaşırsa gül de vazonun dibindeki suda hayat bulur mu? Ezginin dünyasında tablo bir yana gül bir yana iki ayrı dert olur.
Ne gariptir ki insan da bir kuş misali bir kalbe sahip, kuşlar da insan misali bir nefese… Kuştaki kanat çırpmalar insandaki heyecanın bir tezahürüdür. Heyecan ve bekleyiş insanı sabırdan ziyade imtihana sevkeder. Oysa verilmiş bir hediyenin akıbetinin derdini taşımak ise bir yetersizlik belirtisi olabilir mi?
Ezgi yerine ulaşmasını beklediği hediyenin derdine düşmeden sadece gülün kaç gün içinde o pakette canlı kalabileceğini düşündü. Eğer bir köşede beklerse, yerine ulaşmazsa gül önce yapraklarını solduracak sonra da küflenip, kuruyup değersiz bir çöp edasına dönüşecekti. Bu gibi düşünceleri zihninden silse de gülün derdini taşıdı içinde, bir kuş misali belki de bir bülbül edasıyla.
Tablo tam zamanında sahibine ulaşırsa bu aynı zamanda emanet bıraktığı sekreterin görevini fazlasıyla yerine getirdiğinin bir işareti olacaktı. Bir nevi Ezgi güle bekçilik görevini vermişti. Akşam olduğunda Nagehan hanım tablo hakkında teşekkür için aradığında Ezgi, gül adına mutlu olmuştu.
Aydınlığa çıkan bir yolculukta başlar bu hikaye. Özellikle insanın kendini anladığı ve sevdiği bir zaman diliminde.. Yani zihnindeki bulutları güneşle sildiğinde, gözlerini açtığında başlar bu hikaye

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder