Yoksa bu
insanların harici öteki insanlar, caddeye çıkmayınca, sokaklara çıkmayınca,
bankalara gitmeyince vs. vs. kendilerini daha mı özgür hissediyor? Birçok
bölgeleri kendi deyimleri ile tehlikeli alan (mayınlı bölge) olarak mı
görüyorlardır?
Yani bu
insanlar nootii. Dağa gidip bağ evlerinde oruçla boşalan midelerini tıka basa
doldurup huşu içinde dinlenebiliyorlar mı? Yemeklerini yedikten sonra sigara
içenler sigarasını içebiliyorlar mı? Ot atanlar otlarını atabiliyorlar mı?
Yoksa dağın doruklarına çıkıp aşağıya doru taş mı yuvarlıyor. Balığa
gidebiliyorlar mı? Orada etrafla hiç konuşmadan sadece sessizliği dinleyerek
akşama kadar olta başında bekleyebiliyorlar mı? Kitap gazete okuyabiliyorlar
mı? Sadece isimleri bir kâğıda yazılsın diye Çeşitli derneklere başkan, ya da
üye olabiliyorlar mı? Hatta gece sahurda kendisini ve hepimizi rahatsız eden
davulcuya git kardeşim burada çalma diyebiliyorlar mı? Daha ileri giderek davulcuyla
tartışıp davulcuyu evin önünden, oradan kovabiliyorlar mı? Davulcunun ökçesi
tutmamışsa kaça bilmesi için yer müsait mi, yani davulcunun hareket
kabiliyetinin ölçüsü ne?
Notin ede? Derken ede mutlaka bir işler mi
tutuyor, yapıyor. Yani hareket halinde mi, bir eylem fiil hazırlığında mı?
Yoksa durgun vaziyette mi? Burada, edeye yoldaş olan nootiin (nasılsın, iyimi
sin, ne yaptın sen, ne yapıyorsun,) kelimesi, kinetik enerjimi, potansiyel
enerji (durağan ya da hareket halinde) mi Yani yurt içinde yurt dışında, uzayda
şehir içinde şehir dışında Ede’nin hareket kabiliyeti var mı?
Yani
fertlerimiz rahat mı? Hareket kabiliyeti gönüllerine göre şekillene biliyor mu?
Derdim o. Benim fertlerin hareket
kabiliyetinden, yani nootiin ede? lafından kastım bu. Yoksa bir sürü problem
var yazacak hatta çizecek onları yazar çizeriz. Bizim ne haddimize insanların
hareket kabiliyetlerini daraltmaya veya genleştirmeye. Hem gücümüz yetmez hem
de dahlimiz geçmez. Yeter ki insanımız rahat olsun. Bizim tasa ve kaygımız o. “insanı
yaşat ki devlet yaşasın” öyle değil mi ama?
Tek amacımız
başlarken tüm fertlere ayrım yapmadan topluca hal hatır sormak olsun dedik
Kusurumuz varsa af ola
Sağlıcakla
kalınız efendim.
***
İTİKİ GÜLLERİ
Sabah
şafakla kalk
O
saate
köpekler uykuda olur
O
saate dünya uykuda olur
Bütün
uyuyanları
orada bırak
Sabah
şafakla kalk
Çiğdem
açmış
çalılar içinde
Çimenler
onu çevreler
Çalılar
onu korur
Kokular
henüz bize çok uzak
Çiğdem
açmış çalılar içinde
Gülleri
kopar itiki güllerini
Onlar
baharda kokar
Onlar
baharda açarlar dağ eteklerinde
Güneş
yaylaları kavurmadan
Gülleri
kopar itiki güllerini
İtiki
gülleri sarı olur, pembe olur, mor olur
Onlar
rengini ebemkuşağından alırlar
Onlar
bir çobanın kavalıyla açarlar
Kurtlar
sürülere girerken
İtiki
gülleri sarı olur, pembe olur,mor olur.
***
GUZDAKİ ÇOCUK
Çocuğum sen guzda kaldın
Güneş vurmadı sana
Soldun
Ben ise güneşin kucağında
Kavruldum
Yaşayamadık beraber
Çiçekli dağ eteklerini
Anamın mor fistanında
Kör düşlere saplandık
Her ikimiz de yıllarca
Bozkırdaki hayal meyal
Yaylar gibi gerilip
Yayılan taylarda
İşte çocuğum sen guzda kaldın
Ben ise güneşin tam ortasında
Kavruldum
***
TEK KİŞİLİK
Tamam, minareden atarım da kardeşim aşağı inip tutmam
Hayat sana nasıl açık kapılardan baktı ise, bana tam tersini değil de, dörtebir tersini yaptı, yani hayat bana hep ığdırık duran kapıdan baktı. Şimdi ığdırık da ne diyeceksin. Evet, bilmemende haklısın. Sanırım yerel bir kelime.
…
Tamam, bu yöresel bir kelime bilemeyebilirsin. Ama Maraş’ın da doğuakdeniz bölgesinde olduğunu bilmen gerekmez mi? Ne ararsın Türkiye haritasının taa doğusunda
…
Tamam, anlıyorum yıl 1981 (bindokuzyüzseksenbir) yani onyedi yıl sonra sizin milenyuma giriyoruz ama modernizenin ölçüsü ne ki? Çağdaşlığın, uygarlığın ölçüsü ne olabilir ki. Hem ben çağdaşlıkla medeniyetin aynı şeyler olduğuna inanmıyorum.
…
Az mı? Fakültenin birinci sınıfına başlamışsın. Ekmek elden su gölden, oh bolca baba parası. Bol Kordon sefası, kafeler, barlar gel keyfim gel. Sonrada sosyalist geçinirsiniz. Moda ya, birilerinin bir sınıftan olması. Mesela ploreter sınıfı.
Sahi sen Hıristiyan-Rum olduğunu söylemiştin. Babanda sayılır ihracatçılardanmış, yani pamuk falan ihraç ediyormuş. …
Senin neyine gerek solculuk molculuk, yanındaki arkadaşını desen neyse o biraz benziyor. Tabi sosyalist olmanın da gözü kulağı var. Böyle şeylerle uğraşma hayatını yaşa gitsin!
…
İster inan ister inanma ben Maraşlıyım, hem de Maraşın köyündenim.
…
Oturuyoruz ya. Ben o tür yerlere alışamadım. Sen çok istiyorsan git. Partiler pırtılar falan. Ben onları sadece Türk filmlerinde görmüşümdür. Sadece özgür olmak istiyorum.
…
Tabiî ki. Benim özgürlük anlayışım farklı. Benim için özgürlük sorumluluktur. Birilerine karşı sorumlu olmak başka bir değer. Bunu ne sayarsan say anaya babaya karşı, memlekete karşı hatta şimdi seninle otururken sana karşı sorumlu olabilmek. En güzeli de insanın toprağına ve topraklarında yetişen şahsiyetlere karşı sorumlu olmak. Ben o zaman mutlu oluyorum o zaman kendimi daha özgür hissediyorum.
…
Olabilir. Sana göre gayet saçma gelebilir. Bireyci bireylerde bu görüş çok yaygın. Ama toplumcu bireylerde her zaman toplumun değer yargıları ön plandadır. Buna ister töre de ister gelenek de ister dini saplantılar de. Sizin kendinize göre bu tür değerlere söyleyiş şekilleriniz var. Elbette senin söylediğin saçma şeylere bende karşıyım. Bu tür tartışmalar çok basitte kalıyor artık.
…
Ya kardeşim bu ciddi şeylere nereden girdin ki, konulara yani, şurada güzel güzel konuşuyorduk. Bana ne Soljenistinden, Gulak Takımadalarından, Jak Landın dan, Vahşetin Çağrısından. Ya da senin bale dersinden. Falan.
…
Farkındayım sıkıldın.
…
Konuşmalar; akşamın alaca karanlığında yakamozları çoğalmaya başlayan denizin üzerine doğru uzayıp giderken bir ses gidenin arkasından hafiften bağırır gibi yaparak;
“Kristin; Kemal Tahir’i de oku, Yaşar Kemal’i, Cemil Meriç’i, hatta Necip Fazıl’ı da oku.”
Sonrada;
“Ya bu kız Hıristiyan Rum olmasına rağmen bizim hakkımızda çok şey biliyor, ortak paydamız çok fazla” diye mırıldandı.
…
O anda üçüncü demir kapının çok hızlı çarpan şakırtısı geliyordu. Kocaman kocaman sürgülere geçirilen kocaman kocaman kurbacık anahtarlarının açılışları ve kapanışları.
Ve “ oniki sayımı. Haberin var mı demir kapı kör pencere ?” diyordu.
27.09.2007
***
AKILLI MEHEMT AGA -1/MUSA YILDIZ
Memleket meselelerini! Değişik şekillerde çözüme ulaştırma yolları bulunmaktadır. Aşağıdaki anlatacağımız vaka da geçmişte ve günümüzde memleketimizde problem çözme yollarından biridir.
…….
Köylü; çobanlar aracılığı ile köyün üst tarafındaki dağın tepesindeki kayanın yıllar sonra farkına varırlar. Bunun üzerine köyden birkaç çoban görevlendirilir. Kayanın tehlike derecesi, yani zamanla köyün üzerine heyelan olarak gelip gelmeyeceği çobanlar tarafından araştırılır. Konu orada bir düzlükte çayır üzerine yatırılır, şifahi raporlar hazırlanır. Konu tekrar köylüye sözlü bir rapor olarak sunulur.
Kaya tehlikeli. Bir kış günü heyelan olarak köyün üzerine gelebilir. Taşın çapı, kütlesi köylüler tarafından çoban heyetine sorulur. Onlarda gerekli incelemeyi daha önce yaptıkları için hemen sözlü olarak bildirirler.
Zaman önlem alma zamanıdır. Kayadan kurtulmak için Baş çoban (eke) den ivedilikle ar-ge çalışması istenir.
Baş çoban (eke) günlerce düşünüp taşındıktan sonra araştırmalara başlar. Tabi önce çok düşünüp taşınıp, danışmıştır. Birkaç yere baş çarptıktan sonra. Aklına; köyün kıranda (kenarında) oturan “akıllı Memmet ağa” lakaplı Zebiklerin Memmedi gelir. Baş çoban Hızır’ı bulmuş gibi sevinir. Yandaki köylü ekâbir takımı ve diğer çobanlarla “bu işi çözse çözse Akıllı Memmet Aga çözer” diye sevinirler.
Memmet Agaya varırılar ve durumu izah ederler bazı köylülerin ağlayımsı tavırları Memmet Agayı çok etkiler, çok duygulandırır. Kendiside bu durum karşısında çok müteessir olduğunu ve hemen problemi çözeceğini söyler. Köylüler; problemi nasıl çözeceksin diye sorduklarında.
O da anlatır.
“Ben şimdi kayadan aşağıda bir yerlerde bir çalının, bir ağacın arkasına saklanacağım”.
Eeee sona
Eeesi var mı? “Siz kayayı yukarıdan hepiniz birlikte manivelalarla, yani büyük ağaç manivela alacaksınız onunla” der, ama o an aklına bir bilimsel teori gelir. “Hani” der “tarihte zevatın biri “bana bir kaldıraçla destek versinler dünyayı kaldırayım demiş”
Bir kısım köylüler hakkaten bu Memmet ağa lakabına laik biri diye mırıldanırlar.
“Ben çalının arkasına puslandığımda siz o manivelalarla kayayı aşağıya doğru yuvarlayın, bende kaya yaklaşınca birden çalının arkasından çıkar kayayı ürkütürüm ve kaya yolunu değiştirir başka yöne yönelir” der.
Ahalinin içinden; “doğru ya biz böyle bir çözüm yolunu hiç düşünemedik” diyenler olur.
Teori uygulamaya geçirilir ve kaya aşağıya doğru yuvarlanır.
Kaya aşağı köye kadar doludizgin yuvarlana yuvarlana gider ve birçok köy damını parçalayıp geçerek aşağı Karderesi’ne kadar iner.
Köylü kaygı ile yıkılan evlerini, höyük damlarını umursamadan Akıllı Mehmet Agayı aramaya başlarlar. Gizlendiği çalının yanına geldiklerinde birde ne görsünler?. Akıllı Memmet Aga’nın gövdesi var kafası yok. Köylü terettüde düşer.
…
“Ya kardeşim bu Memmet Aganın kafası var mıydı yok muydu. Ne yapalım?
“ En iyisi gidip ayalı (karısı)’na soralım”. “Tamam soralım”
Gelirler Akıllı Memmet Ağanın hanımına “Ya bacı bu Memmet Aganın sabah evden çıktığında kafası var mıydı yok muydu”? Kadın cevaben;
“Ne bilem edem sabah evden çıkmadan önce şora içerken sakalı mirt mirt ediyodu” der.
Sağlıcakla kalın efendim.
***
AKILLI MEHEMT AGA -2/MUSA YILDIZ
Memleket meselelerini! Değişik şekillerde çözüme ulaştırma yolları bulunmaktadır. Aşağıdaki anlatacağımız vaka da geçmişte ve günümüzde memleketimiz de problem çözme yolarından biridir.
…
“Oğlum Kudret, öküzler çiftten geldi aç ve susuz; onları yemle, sularını da ver!”
“Olur, baba” der ve öküzlere doğru gider Kudret.
Ne var ki öküzlerden biri çok çevik davranır ve kıvrak bir hareketle insanların içeceği su dolu küp’e doğru yönelir. Kudretin çabalarına rağmen, öküz çam ağacından yapılmış küpün içine kafasını daldırır. Öküzdür bu! Laf mı dinler? Güğüme kafasını sokar ve güğümdeki suyu kana kana içmeye başlar. Babası ve Kudret olanca gayretle öküzü engellemeye çalışır ama nafile.
“Vay namusuz, bizim içeceğimiz suyu içiyor” diye hayıflanır Kudret.
Babası: “Koma oğul koma suyu içiyor. Şimdi anan gelecek bize bağırıp çağıracak. “Taa aşağı pınardan getirdiğim suyu da öküze içirmişler” diyecek. Hatta “Ulan herif seninle oğlun öküzünüzün derisine çekilin, bir öküze sahip çıkamıyorsunuz!” diyecek. Aman Kudret öküze koma ha…
“Ama baba kocaman öküz! Ben nasıl zübdedeyim” Der ama öküz kafasını güğümün içine daldırır. Güğümde ne kadar su varsa mübarek öküz mas mas somurur çıkar. (öküze afiyet olsun.)
Olan bundan sonra olur, öküz küp den kafasını çıkarmaya çalışır. bir türlü çıkaramaz. Kafasını sağa sola sallamaya başlar. Ama nafile. Öküzün kafası küpten çıkmıyor. Sonra öküz; çift sürmenin yorgunluğu üstüne bir de bu hali yaşayınca iyice yorulur ve pes eder.
“Ne yapalım Kudret” der babası.
“Bilmem ki baba. Şimdi küpü kırsak küpe yazık olacak, öküzü de kesemeyiz ne yapalım?” der Kudret.
“Ne yapacağı var mı oğlum, köylüye haber ver, onlar bir çaresini bulur.
“Olur, baba” der Kudret. Hemen gider köylüye haber verir. Köylü duruma bakar, aynı zamanda durumdan vazife çıkarmaya çalışır.
Herkes bir küp bir öküz uzmanı kesilir.
“En iyisi biz bu işi Akıllı Mehmet Ağaya bırakalım, en iyi çözüm yolları ondadır, o nede olsa birçok problemimizi çözdü. Her sıkıştığımıza ona gittik sağ olsun altı defa gidip yedi defa gelenlerden daha iyidir.” Derler.
Akıllı Mehmet Ağanın evine doğru yol alınır. Eve doğru yaklaşıldığında yanık bir türkü sesi gelir.
Akıllı Mehmet Ağa dama Oturmuş.
Atımı bağladım delikli taşa
Yükümü yükledim şanlı Maraş'a
Yavruyu kaptırdım alıcı kuşa
Zalim felek bir başımı zora getirdin
Ne olduysa bana Mevla'dan oldu
Aktı gözyaşlarım deryalar doldu
Kendime acımam yar yetim kaldı
Zalim felek bir başımı zora getirdin
Diye türkü söylüyor…
Çoban Mustafa “Ulan atı delikli taşa değil, öküzü küpe bağladık, sen onun türküsünü söyle” diye mırıldanır.
Neyse, olay Akıllı Mehmet ağaya kısa yoldan izah edilir. Akıllı Mehmet Ağa “hemen” der “hemen öküze ulaşalım, ben o öküzleri çok iyi bilirim mutlaka öküzlükten öte şeylerde yaparlar” der.
Vaka yerine gelindiğinde Akıllı Mehmet Ağa köse sakalını yoklar gibi elini çenesine götürür ve hiç düşünmeden kararını verir. Çünkü Akıllı Mehmet Ağa o tür öküzleri çok iyi tanımaktadır.
Öküze bakar bakar...
“ kesin şu öküzü” der
Öküz kesilir ve öküzün kafası küpün içinde kalır.
“Olmadı kırın şu küpü” der.
Küp kırılır.
“İşte oldu” der.
Köylü durur düşünür. Sonra kendi kendine mırıldanırlar.
“Vay be Akıllı Mehmet Ağa olmasa biz bu işi beceremeyecektik”
***
YAĞMUR TAŞI/Musa YILDIZ
Daha baharın ilk günlerinde gökyüzü ayaz, yağmur bir türlü yağmaz.
Yalvarır köylü Gökgüllü Hüseyin Emmiye.
- Ya Hüseyin emmi çıkar artık şu yağmur taşını. Oku-üfür götür göm pınarın önüne derler.
Gökgüllü Hüseyin Emmi; kimseye zararı olmayan, masum, pek dolaşmayı sevmeyen, kendi işinde gücünde olan yani kendi halinde, halim selim bir tip. Birazda eringeçtir, Hüseyin Emmi biraz kapris, biraz naz falan. Gökgüllü Hüseyin emminin portesi bundan ibaret gibi. Ama ayrıcalığı lakabından da anlaşılacağı gibi bazen derin mevzulara takılır.
- Çok işim var kardeşim, şimdi ben taa Fakıoğlu pınarına kadar gidip de yağmur taşı gömemem pınar önüne der.
Köylüler;
- Ya Hüseyin emmi ekinler daha yeşermeden kuruyor. Bu sene yağmur, bak işte
Yağmıyor. Mutlak bunda bir hikmet vardır. Belki de Rabbim senden dua bekliyor. On sene öncede böyle olmuş sonra sen taşı okuyup pınar önüne gömmüşsün yağmur yağmış. Derler.
Gökgüllü Hüseyin Emmi;
- On sene önce köy muhtarı falan kişi idi, bakın şimdi kim? Filan kişi! Diye bilgiç bir tavırla köylüleri başından savmaya çalışır.
- Ne ilgisi var Hüseyin Emmi.
- Yok, öyle değil işte
- Hem artık taş Fakıoğlu Pınarına gömülmeyecek. Mustucak Pınarına gömülecek.
- O niye Hüseyin Emmi, Orası Daha uzak sen işi zora sokuyorsun.
- Yook ben işi zora koşmuyorum. Muhtarlar değişti. Taşı gömdüğümüz pınarda değişir. Hem kardeşim benim çok işim var. Daha eşeğin semerinin keçesi yırtılmış onu yamayacağım.
- Ya Hüseyin emmi biz her türlü işini yaparız. Tarlayı da biz süreriz. Keçeyi de biz yamarız. Yeter ki sen taşı çıkar oku-üfle. Tek biz gider gömeriz.
- Olmaaz, der Hüseyin emmi heyecanlı bir şekilde “olmaaaz” diye tekrar eder.
- Benim gidip gömmem gerekir. Siz daha yeni yetmesiniz neyin ne olduğunu bilemesiniz.
Oradaki köyün ekâbir takımının bu sözler kanına dokunur ama yapacak bir şey yok. Hüseyin Emmi yi herhangi bir şekilde ikna etmek gerekir.
Gün tepededir, öğle ezanı okundu okunacak. Hüseyin Emmi köylülere;
- Siz gidin tamam hallederim der.
Hüseyin emmi gider sakladığı yerden taşı itina ile çıkarır. Camiye doğru yönelir. Camiye varana kadar ezan okunur ve Hüseyin emmi namazı kılar. Yukarı Mustucak pınarına doğru yola koyulur. Pınara gelir ve taşı pınarın önündeki arka gömer. Kendisi de yavaş yavaş köye doğru yola koyulur.
İkindi olmak üzeredir hava birden kararır ve yarım saate kalmaz sağanak şeklinde yağmur yağmaya başlar. Köylüler çok sevinçlidir. Ama yağmur gitgide şiddetini arttırmaktadır. Önce arklar sonra köyün içinden geçen Kötüdere dolmaya taşmaya başlar. Dereyi geçmeye çalışan küçükbaş hayvanlar bir bir suya kapılmaya başlar. Asıl yukarı dağdan gelen aşağıdaki Kardereside coşmuş önüne koca koca kütükler mi gelir, kayalar mı gelir sürükleyip götürüyor.
Köylüler;
- Tez zamanda Hüseyin Emmiyi bulup taşı gömülü yerden çıkarmamız gerekir diye bağrışıyorlar.
Herkeste bir panik… Can korkusu. Dereye yakın evler bir bir duvarlarından yıkılmaya başlıyorlar. Hüseyin emmi ortalıkta yok. Köyün üst tarafındaki evler Mustucak pınarına doğru yürürler. Bağırıp çağırmalar.
Hüseyin Emmi çıkar şu taşı gömü yerinden. Diye avaz avaza bağırmalar. Ama nafile Hüseyin emmi ortalıkta yok. Köylü korkar. “acaba” derler. “acaba”
- Sakın Hüseyin Emmi sele kapılmış olmasın. Çok yakınlarından bir ses
- Buradayım lan zındıklar buradayım. Taşı tekrar bulana kadar ne çektim. İyi ki tam pınarın gözüne, suyun çıkan yerine gömmüşüm yoksa Allah Muhafaza yağmur durmayacaktı. Her yeri sel alacaktı. Bir daha taş maş gömmem ben. Ne haliniz varsa görün.
Hüseyin emminin yağmur iliklerine kadar işlemiş. Sırılsıklam. Üzerindeki gömlek ve yelek o zayıf vücuduna yapışmış, su, elbise, vücut tehvitlenmişti.
Sonra Gökgüllü Hüseyin Emmi hüzünlü bir şekilde sakalına doğru süzülen suları silerek;
—Gerçi filanca kişi! Muhtar oldu. Bundan daha büyük musibet mi olur!.