Çok güzel bir kitap olmuş. Kitapta her ne kadar “İnsan, yüzüne karşı bu kadar methedilmez.” diyorsa da göz önündeki gerçeği söylemeden geçmek olmaz. Gözü, zihni yormuyor, kitap. Güzel bir cümlenin olmadık bir yerinde sizi hers-marak edecek, çileden çıkaracak anlamsız bir uydurukça kelime çıkmıyor karşınıza. Kaldı ki romanın kahramanları Sakallı ve Burhan da yeni yazarlara şüpheyle yaklaşan insanlar. Her ikisi de daha çok eski yazarların kalburdan, elekten geçmiş kitaplarına rağbet ediyorlar. Evlerinde, kütüphanelerinde bu kitapları bulunduruyorlar. “Esasen bir okur olarak ben de eski yazarları daha çok tercih ediyordum. Sözüm ona yenilerin birçoğunun yazdıklarını okuduktan sonra harcadığım zamana üzüntü duyanlardanım.” diyor Burhan. Sonra “Yine bazı tanınmış yazarların bir yılda birden fazla kitap çıkarmasını da bir edebi çalışma değil, ticari faaliyet olarak kabul ediyorum.” Ne kadar güzel bir tespit; bu gibi kitaplar olsa olsa meslekî kitap olur. Son yıllarda o kadar çok kitap çıkıyor ki ardından yetişmek imkânsız. Fakat isminin güzelliğine, üzerindeki veya arka kapağındaki resme bakarak aldığımız bir sürü kitap okuyucuyu hayal kırıklığına uğratmaktan öte işe yaramıyor. Hele bizim gibi eline aldığı bir kitabı mutlaka sonuna kadar okuyup bitirmek huyu olanlar için, kitabın yarısına varmadan akıl almaz bir işkenceye dönüşüyor, okumak. Koca koca insanlar, yerine kullanabilecekleri o kadar çok kelime varken birilerinin “para karşılığı” uydurup Türk Dil Kurumuna pazarladığı kelimeleri kullanıyorlar. “Durumu öykülüyor.”, “dönenip duruyor” hele hele şu “devinmek” yok mu, karşısına çıkan normal bir insanı devindirip devirir! Bu dili kullananların bir kısmı serbest, onları okurken insan kendisini ona göre hazırlıyor zaten. Fakat öyle bir grup türedi ki bu grup güya millî, ha, bir de yerli. Kitap yazdığı dille insan içine çıkamaz, konu komşusuyla konuşamaz bu dediğim yazarlar. Denemesi bedava; gidip babalarına, “Baba bugün devindin mi, yoksa akşama kadar evin içinde dönenip duran anamın öyküsünü mü izledin?” diye bir sorsunlar! Bakalım babalarından nasıl bir küfür yiyorlar…
Birilerine laf saymak için bahane
arayan adamlar olur ya, işi oraya getirmeden konuya dönecek olursak, Van İle
Süphan son zamanlarda okuduğum en güzel kitaplardan biri. Şahin Savaş’la
Ankara’da Mehmet Yılmaz’ın öğrenci evinde tanışmıştık. Yirmi küsur yıldır
görüştüğümüz bir dostun kitabının çıkması ve imzalı olarak elimize geçmesi bizi
ziyadesiyle memnun etti. Birkaç gün içerisinde; bir kitabı okumadan ziyade
kahramanlarının yanı sıra dolaşıyormuş hissiyle, eskilerin deyimiyle taallüm
ettim. Her sayfasında, her paragrafında, birçok cümlesinde bir tanıdığa,
tanıdık bir şeye rastladım.
“Aşk acısı nasıl geçer, Dede?”
…
“Geçmez, oğul!” “… insan yaşarken âşıksa
ölürken de âşıktır.” diyor, Dede, yani Sakallı. Ve her ikisi de
sevdiğinden uzakta olan iki âşığın macerası bu soru-cevapla başlıyor. Sakallı
ile Necibe’nin Bodrum’da yaşadıkları kısa aşkları, Süphan Dağı’nın silueti
yansımış Van Gölü’nün kıyısında dile geliyor, kelimelere dökülüyor. Macerayı
dinlerken, yani okurken bazen aklıma Yusuf Hayaloğlu’nun Suphi’si geliyor,
“Tekneye martılar konardı./Yüreğim Suphi’ye yanardı, ağlardım.” diye
geçiriyorum içimden. Bazı cümlelere takılıyorum, tekrar okuyorum, seviniyorum: “Gözlerimi
üzerinde unutmuştum.” “Sesine yine her şeyi bağışlayıcı bir ton
verdi.” “Sonra bu şekilde oturup Süphan’a bakmak noksan yanıma iyi geliyor.” Bazen de
hedefini bulan taş çıktığı oluyor yazarın
kelimeyle dolu heybesinden. “O zamanlar dürüst insanlara idarecilik
verildiği olurdu.“
“Savaşta, bir de
aşkta hile mubahtır derler.” diyor Nazan Bekiroğlu, buna rağmen asla hileye
başvurulmamış bir aşkı anlatmış Şahin Savaş Van İle Süphan’da.
Bu arada, kitabı okuyanların ve naçizane
bu yazıya tesadüf edenlerin dikkatinden kaçmayacaktır; Şahin bey özgeçmişini
yazarken doğum gecesini yazmış ama tâbiri câizse laf kalabalığına getirip doğum
yılını yazmamış. Fakat ben biliyorum! Bir meczup dosta
“Kaç yaşındasın Salman Abi?” demiştim. Salman Abi parmakları açık vaziyette iki
elini havaya kaldırdı “Melek’in Omarı’ı benim taydaşım, hesapla bakalım” dedi.
Hani olur ya merak edenler için, Şahin Savaş da KSÜ öğretim üyelerinden Dr.
Mehmet Yılmaz’ın taydaşı…
Van İle Süphan
ARK Kitapları’ndan çıkmış, iki yüz elli beş sayfa. Okuru bol olsun.
Şahin yazara söylemek istediğim ama edebi şekilde nasıl ifade edebilirim düşüncesini yazınızda buldum teşekkür ederim.yormadan okunabilen ve içinizden bir şeyler mutlaka bulabileceğiniz bir roman
YanıtlaSilEstağfurullah. Bu güzel kitabı okuduğunuz için biz size teşekkür ederiz. Hasan Keklikci
SilHımmm
YanıtlaSilBu kadar duygulusunu ancak bir balık burcu yazabilirdi...
YanıtlaSilMerhaba,
YanıtlaSilBende size bir başka ayrıntı yazayım.
Her ne kadar yeni kimliklerde doğum yeri yazmasa da 3.Kitabı yayımlanan yazar Şahin Savaş'ın resmi doğum yeri Adıyaman / Gölbaşı' dır.
Bende yazara ve
yazarın taydaşı olarak mimlenen Mehmet Yılmaz'a ilişkin kıyıda köşede kalmış bilgi çok...
Ha ikisinin de kalemi kuvvetlidir.
Selametle
Yani "ikisinin de kalemi kuvvetli" dedikten sonra fazla karıştırmamak gerekir sanırım. Kalem kuvvetini gönülden alır çünkü. Veselam.
Sil