-Merhum ve biricik Nâime Teyzemizin hüzünlü hatırasına
"Hatırlamak ne güzel şey ama ölürdük unutmasak."
İşte
Nâime Teyze, bu iştiyakla unutmak istediklerini zaman zaman hatırlamak için bu
kadim aynaya bakardı. Bakardı ve maziye güzide yolculuklar yapardı.
Âh
Nâime... O bakışlar, derin ve hüzünlü... O ne alım o ne eda. Nâime, hayranlık
uyandıran endamı, yüz kadını cebinden çıkaran becerisiyle bambaşka bir kadındı.
Ona doyamadı hiçbir insan evladı. Onun yürek acısı ise derin bir muamma...
Bir
erkek gölgesinde beli bükülmüştü Nâime Teyze’nin. Onun acıları süslemeye gerek
kalmayacak kadar büyüktü. Hangi insanoğlu vardı ki zaten dertten beli
bükülmemiş olsun. Nâime Teyze’nin altın kalbi girdiği tüm hayatları
yeşillendirip bahtiyar eylemişti ama kendi kırık gönlü gülmek bilmemişti.
Bu
ayna, altmış beş yıldır yüzünü eskittiği bu ayna yüreğini de yaşlandırmıştı,
acı tatlı bütün hatıralarına şahit olmuştu. Bir de Limon isimli kanaryası
yıllardır şahitti ya her şeye, onun da kuşdili anlatmaya kâfi gelmiyordu
olanları.
Tatlı
ve heyecanlı gençlik anılarını düşünürken, aynanın içinde o günlere gider,
yanakları utangaçlıkla pembe pembe olurdu. Sıkıntılar düşüp de aklına baktıkça
aynaya, yüzündeki çizgiler kat kat derinleşir, gözleri aynadan açılan kapıyla
geçtiği mazinin derinliklerinde kaybolurdu.
Bir
mektuba rastladı bu bahar temizliğinde, sahibine ulaşamamış bir mektup ya da
bir günlükten bir parça, masal tadında ama sonu hüzünlü. Aldı eline oturdu
kadim aynasının karşısına:
"Bir
varmış bir yokmuş, vay gönlüm…
Yüreğinde
onca merhamet yüküyle dolu bir insan varmış. Savaşlar ve acılarla dolu bir
dünyada yaşarmış. Boğazında düğümlenen onca sıkıntıyla elinden geldiğince
muhtaç insanlara yardım etmeye çalışır, hiç durmadan koşturur, yüreği yanar da
yanarmış. Söyleyemedikleri ile yüreği pare pareymiş. Elinden gelen önünde ama
elinden gelmeyen çareler yüreğinde dertle koşarmış oradan oraya. Davasında
samimi, kavline sadık yiğit bir insanmış. Dost bildiği yakınlarıyla yaralara
merhem olmaya and içmiş. Bu çekilen acının, dökülen kanın sonu gelmeyeceğini
bilirmiş bilmesine ama Müslüman kanı dökülüp durdukça Türk-Müslüman kanı
taşıyan bu yiğit insana durmak yokmuş. Bir cana derman olabilse, bir yetim
evladı mutlu edebilse dahi son nefesine kadar mücadeleye devam etmeye and
içmiş.
Bir
küçük deli kız varmış masalın öbür yakasında. Nasıl olduysa, devran dönmüş, bu
iki insanın yolu kesişmiş. Tüm dışa dönüklüğünün, hoyratlığının yanında aslında
naif ve zayıf bir kızcağızmış bu kız. Elleri kalem tutmaya, gözleri kitap
okumaya, kulağı musikiye âşinaymış. Kız daha bakar bakmaz görmüş ve tutulmuş
adamın içindeki ışığa. Ne diyeceğini ne yapacağını bilememiş. Onca yarayla ve
düş kırıklığı ile yaralı ruhu bir cezbeyle dile gelmiş. Bildiği en güzel
şiirleri ona okumak istemiş, en sevdiği romanları okusun da o dinlesin istemiş,
sevdiği şarkıları o da bilsin istemiş, kalemi onun hikâyesini yazsın istemiş
istemiş istemiş... Önünde duramadığı heyecanı onu korkutmuş, hayatın iplerini
hep elinde tutan temkinli hâli uçup gitmiş. Onca yaşadığı, onca gördüğünden
sonra, artık olgun bir kadın olduğunu, heyecanını kaybettiğini düşündüğü kırgın
bir anında bir dokunuş yüreğini cana getirmiş. Ne görmüş, ne bilmiş yüreği de
akıp gitmiş acaba. Yüreği yanında olan kız, çaresizliği karşısında yüreğine
güvenmekten başka yol olmadığını biliyormuş. Biliyormuş çünkü onun yüreğinin
evet dediğini Allah istemedikçe hiçbir şeyi değiştiremezmiş.
Yaralarla
dolu iki insan, iki yürek. Biri birine az fazla dokunsa diğeri kâğıt gibi yanıp
gidecek. Felek ne türlü imtihan etmek istermiş bunun sırrına varsalarmış keşke.
Nasıl yaklaşmalı, adım atmalı; öyle bir dokunmalı ki, sanki küçük bir bebeğe
dokunur gibi, kanayan yaraları açmamak ve daha çok kanatmamak için. Durdan
anlasa dil, yürek susmazmış. Yürek sussa, tabiat susmaz bir işaret gönderirmiş.
Yanmak var işin ucunda bilseler de, akıp yatağını bulacak su gibi kesemezlermiş
önünü.
Dilsiz
bir nağme uzar gidermiş kızın yüreğinden güzel insana: 'Sana geldim, sana sen
olduğun için geldim ve seni sen olduğun için sevdim. Benim için zerrece
yolundan saparsan seni sevemem. Beni zerrece yolumdan saptırırsan seni göremem.
Ben ben olduğum için beni sevdin, sen sen olduğun için seni sevdim. Yüreğim
akıp gelirken yüreğine beklentilerin ve hayallerin ötesinde anlaşılmaz bir
bağlılıkla teslim oldu sana. Senden gönlü şâd eden insanî şeyler değil, gönlü
şâd eden vicdanî şeyler istiyorum. Mektup yazarım sana, sadık bir gönülle oku
isterim mesela. Uzağımda olsan da hiç önemli değil, gönlüme yakınlığını
hissettiğim gönlünü isterim. Ağlarsam, gülersem hisset yüreğinde isterim. Sana
tutunduğumda kalbimin sesini hisset isterim. Beni incitebilirsin ama dokunurken
bana yaralı bir Ceylan'a dokunduğunu bilip şefkatli olmanı isterim. Uzağında
olsam da senin yalnızlığında kalırsam yorulurum. Derinliğimizde buluşalım tüm
gözlerden ırak, kimseler bilmesin. Gönlün yakın olsun bana, bunu bileyim ömür
boyu beklerim. Hoşgörülüyüm, sabırlıyım ama sadık bir yürek isterim. Sevsen
beni, yollarıma güller döksen, yıllarca beklesen, yüreğimi hoş etsen, kırk yıl
geçse aradan; ya da beni yüzlerce kez kırsan senden vazgeçmem; ama sevgisizlik
eşiğini geçersen, bununla vurursan yüreğimi biterim ben. Leyla'yı bekleyen
mecnun olmazsan vesselam, aşkımdan ölsem de olmam yanında.
Ben
buyum, bu kadarım, gözü karayım ama naifim. Suskun adama bu gönül tutkun. Ya
kabul et beni, ya da incitmeden sessizce çekil git hayatımdan...' "
Mektup
gözlerinden dolup da usulca akan yaşlarla ıslanır, yüzünde kat kat derinleşen
çizgilere esefle bakar. Bir "Âh..." dökülür nağme gibi dilinden,
gönlünden neler geçer neler... Bitmeyen ve gönlü kırık hikâyelere şahit kadim
aynanın yüreği bilmem kaçıncı kez yine burkulur.
Bilge hocam yüreğinizi yakan birini dillendirmişsiniz belli ki. Bu kişi hâlâ hayatınızdaysa yangın sönmeyecektir.
YanıtlaSil