NAR ÇİÇEĞİ RENGİNDE BİR ŞEMSİYE/ Hidayet BAĞCI


Sen her zaman gönül dünyamda kıymetlimsin, Anneciğim… 

Annemin mutluluğunun sesini sabah kahvaltısında limonlu çayını karıştırırken duyardım. Ben o zamanlar çocuktum ve çayım hep şekerliydi. Ne zaman büyüdüm hangi ara değişti alışkanlıklarım bilmiyorum ama uzun zamandan beri çayımı şekersiz içiyorum. Dikkat ettim zaman ilerlese de annemin çayı hep şekerli, kahvaltı sofrasında da olsa mutlu olalım diye…

Geçenlerde bir üniversite öğrenciyle karşılaştım. O kendi annesini anlattı bana. Sessiz, sakin ve sabırla aynı zamanda üzülerek dinledim. Üzüldüğüm gerçek şu ki; gençlerimizin çoğu annesinin kıymetini bilemiyor. Daha doğrusu kimse kimseye sevgi ve ilgiyle yaklaşamıyor. İşte o öğrencinin dilinden bir gün:

“Sabahleyin erken bir vakitte evden nasıl çıktığımı bilemedim. Stajıma gitmek için otobüs durağında bir süre dalgın dalgın bekledim. Annemle her zamanki kavgamız beni güne yorgun başlatmıştı. Sonunda beklediğim otobüs geldi. Elimdeki siyah şemsiye de sanki içimdeki dünyanın yansımasıydı. Bu hayatta hiçbir zaman kendi zevkime göre bir eşyam olmadı ki şemsiyemin rengi umut olsun. Staj yapacağım okula geldiğimde üzerimde bir hafiflik hissetim. Sonradan farkına vardım, siyah şemsiyemi otobüste unutmuştum. Bu unutkanlık, bu dalgınlık eve gittiğimde annemin öfkesi ve aşağılaması şeklinde bana dönecekti. Belki de saatlerce onun iğneleyici sözlerine maruz kalacaktım. Çok efkarlı bir dünyam vardı. En iyisi bugünkü stajımı iptal etmeli, ev yerine üniversiteye formasyon dersi hakkında hocamla görüşmeye gitmeliydim. Zaten dünyam bitkin ve yorgundu. Üniversiteye gitmek için otobüse bindiğimde şemsiye konusunda anneme ne diyeceğimi nasıl ifade vereceğimi düşündüm bir süre. Evet, ben birkaç yıl sonra Milli Eğitimin herhangi bir okuluna öğretmen olarak atanacaktım ama yirmiüç yaşında genç bir eğitimci olarak annemden korkuyordum. Otobüsten indiğimde ellerimi yalayan acı soğuk havayı hissettim. Üzerimdeki kaban yine annemin zevkine göre alınmış ve ben onu istemeyerek de olsa giymiştim. Herkesin annesi mi böyleydi yoksa benim annem gerçekten beni sevmiyor muydu? Bir türlü anlamış değildim. Zaten onun sevgisini de hiçbir zaman hissedemedim. Annemle barışık biri de değildim. Sorunlu bir ailede büyümüş olmanın ezikliği içinde, ayağımla ezdiğim solmuş çınar yaprakları gibi hissettim kendimi. Banka oturdum ve hocamı aradım. O, öğle arası yemeğine çıkmıştı. Ben de bir süre bahçedeki bankta oturdum. Telefonumla vakit geçirerek hocamı beklerken sıcak bir sesle kendime geldim.

“Merhaba, size meyve versem alır mısınız?”

Hiçbir tepki vermeden peçeteye bir hediye paketi gibi sarılmış meyveyi aldım, çantama bıraktım. Çünkü sabah kahvaltısını yapmadan çıktığım için açtım. Halimden anlamış olmalı ki kendini tanıttı. Bana selam veren bu kişi özel öğrenci olarak geldiğim bu üniversitede bir hocaydı. Ben de kendimi tanıttım fakat onu dinlemiyordum. Gideceği an arkasını döndü bana çay ikram etmek istediğini söyledi. Ben de istemeye istemeye tamam dedim. Ne de olsa eve geç gitmeyi planlıyordum. Karşımızda üniversite gençlerinin boş vakitlerini değerlendirdiği, iki katlı bir bina varmış. Kendime ilk defa hayret ettim. Dört aydır bu üniversitedeydim ve bu binayı ilk defa bugün farketmiştim. Kışın ayaz soğuğunda bahçede otururken içimdeki öfkenin karanlığı, karşımdaki binayı görmeme engel oluyordu. Önümde nezaket dolu bir edayla yürüyen, ruhu benden genç olan bu hocayı takip ettim. Bir anda:

“Melike, bir sorun mu var?”

İçim o kadar doluydu ki nereden başlayacağımı bilemiyordum. Belki anlatacaklarım bu genç kadına göre incir çekirdeğini dolduramayacak türdendi, önemsizdi ama benim dünyamı altüst eden bu ruhsal durumun beni ne kadar etkilediğini ve önemsediğimi bilmesi gerektiğini düşündüm. Önüme bıraktığı sıcak demli çay dahi içimi ısıtmıyordu. Çünkü içimdekiler soğuktu ve ben çok üşüyordum. 

“Hocam, sorun siyah bir şemsiye.” dedim ve başladım annemi anlatmaya. O beni sessiz sakin bir edayla sabırla dinledi. 

“Haydi gidiyoruz, beni takip et!” dedi. İstemeyerek de olsa onu takip ettim. Odasına nasıl gittik, nereden gittik bilemiyorum ama masaya sıcak bol köpüklü menengişli kahveyle birlikte yeni gibi duran, nar çiçeği renginde şemsiyesini bana armağan olarak verdiğinde onun bu dünyaya ait olmadığını anladım. Korkudan titreyen gözbebeklerim bir anda gözyaşlarımı damla damla yanaklarıma doğru akıttı. Kendimi tutamadım.

“Hocam, inanın sorun şemsiye değil, annem.” diyerek onun önüne istemeyerek de olsa şemsiyeyi bıraktım. Bana hediye ettiği şemsiye o kadar çok güzeldi ki iade edilemeyecek derecedeydi. Bir kere çok beğenmiştim ve sonradan hediyeyi kabul ettim. 

İkram ettiği sıcak bol köpüklü kahvemi yudumlarken içimin ısındığını hissettim. Çünkü içimde nar çiçeği renginde bir dünya oluşmaya başlamıştı. Şemsiyeyi alıp odasından çıktığımda geldiğim yolları unuttuğum için asansöre kadar eşlik eden bu genç kadın, darda kalan insanlara yardım edenlerin hala var olduğunu kanıtlamıştı.”

1 yorum:

  1. Elinde sihirli değneği olan bu peri benim de hayatıma dokundu. Neyle , nasıl diye sormayın. Anlatılmaz, yaşanır.

    YanıtlaSil