Acının
son çeyreğinde hüzne doğru yol alıyorken, sözcüklerin üzerinde bir boğanın
üstüne binmiş gibi sağa sola sallanıyorken, dünya avuçlarımızın üzerinde bir
yunus gibi çırpınıyorken ve umurumuzda olmazken yörüngesi; bahar kışa merhaba
diyebilmek için aylarca kışın bağrında yaşarken, bembeyaz bulut yaz yağmuruna hoşça
kal diyebilmek için günlerce sırtında yağmur damlasını taşımışken, arılar
çiçeklerle görüşmek umuduyla gidiş yörüngesini çizmiş, haritalardaki çiçeklere
konmuş polen toplamışken, ben dönüp bakmamışken gece gündüze gökyüzün aydınlık
olsun, üzerinde karanlıktan dahi bir leke olmasın temennisiyle kendini
yeryüzüne saklamışken, gündüz yüzündeki karanlık lekelere aldırmamışken; düşünceler kemikleşmiş kelimelerden
yontulurken bir nalbandın elinde, kelimeler demir, sert bir balyoz gibi
vururken kafamıza, duygularım bahar rüzgârını karşılamaktan uzak, kuzey
poyrazından gelen deruni ve soğuk iklim tabakalarına hoyrat tavırlar
takınırken; yürüdüğümüz hüzün yürüyüşlerinden tekrar geçerken, gülme krizleri
zamanı esir alırken ve kendi hüznümüze dâhî bakmadan bir kurşun gibi
fırlatırken kahkahalarımızı; yeldeğirmenlerine savaş açmayı dahi bırakmışken ve
kime ne için nasıl bir savaşın ortasında olduğumuzu bilmeden hatta ve hatta
kendimize savaş açtığımızın şuurunda olmazken; kendi benimize başka benlerle
saldırılar düzenlediğimizin sarhoşuyken, yaralar alırken yüreğimizin suskun
taraflarında halen anlaşılmaz bir halde kahkaha çiçeklerini koklarken. Gideceği
yolu bilmeyen ve düz ovada dâhî şaşırmışken, dünyaya şaşkınlıkla bakma
becerisini kaybetmişken ve hatta kendine dâhî şaşırmamışken; önümüzden geçen
serçelerin kovalamacasına takılmadan yürümüşken ve sesimiz çıkmamışken; sorumluluk
hissine feryat figan etmeden, korkunç yalnızlıklara çare olalım derken fakat
kendi ruhumuza zulüm yaparken; kendi benliğimize ulaşamamış ve bunu
sorgularken, kendi önümüzü görememiş ve hayata vesveselerle bakarken, her şeyi
hayatın normal akışı gibi sanki bir makinenin dişlisi gibi görürken aynı
zamanda suskunluğumuzun ateşten kızarmış kelimelerine boyun eğerken ve bu
kızarmış ateşten kelimeler her değdiğinde bağırmayı lütuf zannederken; bir sona
doğru gidildiğini fakat tarif edemediğimiz anlayamadığımız sonlar ile
karşılaştığımızda kendi sonumuzu hesap etmeyen, her türlü bilgi beceri çağın
gerekleri ilgimizi çekerken fakat acının tonları teknolojinin ritmine göre
hareket ederken; beklemek usulca yanı
başımıza sessizce sokulan farkında dâhî olmadığımız, ömrümüzün her anında
yanında olan hayatımız ile yan yana sürekli akan, yavaşlamayan ve canlı cansız
herkese adaletli davranan zaman. Ne istediğimizi bilemezken hayattan,
nedensizce kulak tıkamışken sağır olmadığımız halde nedensizce görmezken, ölüm
ile yaşam arasındaki acının her türlü renkli renksiz tonlarını, nedensizce
görmezken yer ile gök arasında yağmurun yağdığını kalbimize ve usulce gökkuşağı
oluşturduğunu. Usulca yağmurun yağdığını ruhumuza hissettirememişken, ıslandık
sadece yağmur damlasının hüzün taraflarında.
Yüzlerimizi
gizlemişken birbirimizde, gizledikçe gecenin gizini bulamadık dolunayın mehtap
dolu gecelerinde, mehtap dolu gecelerde ışığa yürüdükçe gecenin karanlığını
kaşağılamışken ve avuçlarımıza döküldü aydınlıkta kavrulmuş siyahlık. Bütün
bedenimiz aydınlıkta kavrulmuşken siyahlık, hangi çağın ağıdı söylenir üzerimizde
belli değil.
Körebe
oynarken düşüncelerimiz diğer düşüncelere karşı, suskunluk işareti yapamaz
elleri hamur, gönülleri acıdan kavruk analar. İşaret parmağımız ile cümlelerin
sonunu göstermişken söyleyeceklerimiz, yazacaklarımız, devrik ruh hallerimiz bitmemişken.
Gözlerimiz ile suskunluğun acı görüntüsünü izlerken ve gözlerimizden yaş
gelmezken; yaş gelse dahi kuzey poyrazının yüzümüzü çalgına çeviren soğuk
esintisinden ağlamaklı olurken. Ve cümlemin sonunda noktayı koyacakken geriye
dönüp baktığımda bir hayalden, kuruntudan, anların gidip gidip gelen
çırpınmasından geriye hiçbir şey kalmazken; ne kaldı ki şu gök kubbenin altında
ellerimizde çırpınan şiiri yazmaktan başka? Ne kaldı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder