TÜRKİYE KADERİMİZ / Enver ÇAPAR



Coğrafya kadermiş,
Bize Türkiye düştü.
Ne güzel bir hediye,
Şükür rabbimize.

Kanımız karıştı, terimiz bulaştı.
Bin yıldır işledik toprağını.
Hasadımız dolu bereket,
Bedeli ödenmez, şehadet.

Türkü yaktık dağlarına,
Irgat olduk ovasına,
Bir ferahlık var havasında,
Sıcacık bakış Anadolu.

Mazlumların son umudu,
Yükselip bayrak oldu.
Son kalesidir İslam’ın,
Yıkılmaz gavurun sarhoş narasıyla.

Sıcak ekmeğimiz, gülen yüzümüz,
Bölüşünce iner ancak yükümüz.
Kıymeti yoktur dünya malının,
Gönül muhabbetten ırak olmasın.

Türk zor zamanlarda belli olur,
Ortaya çıkınca namert kaybolur.
Dara düşenler hep bizi bulur.

Derdi derdimizdir, payidar olsun devletimiz.
Ağır yüktür Türkiye, yüreği yeten gelsin beriye.


      

Fakirden Hazret’e / Hasan Can BİTTİ



Dost, seninle büyüdük biz
Birlikte gittik onca yolu
Sual ettik büyüklerden
Diz dize belledik onca mevzuyu

Az mı kalayladın bizleri
Az mı besledin yüreklerimizi
-Eğri kaç karış, doğruya ne kadar var?-
Yaşamak denen şu sürünmek zilletinden
Birlikte almadık mı boyumuzun ölçüsünü?

Bir yanımda bağlamam, bir yanımda çantam
Bir yanın güler, bir yanın ağlar
Yılkı atı misali koştuğum bir kış gecesi var
Kadıköy haramzadelerinin içinde
Peki ya bunu hatırladın mı?

Gırtlağımıza kadar necise boğulduk
Sonra tozun toprağın bahanesiyle gül bahçesine girdik ya...
O zaman, af buyur bunca yılın hatrına:
Yazın sıtmalar, kışın terlemeler,
Zindanlara hapsettiğin gönlüne bunca işkencen yetmedi mi?
Fakir çalıp söylemekten usandı da
Sen canından usanmadın mı?
Çocukluğun eczacı köşelerinde çürüdü hadi
Gençliğine inadın ne?
Bir gün dayanalım kapısına:
-Yetime bunca zulüm 
      reva mı, 
          çoluğundan çocuğundan bulasın 
                ocağı batasıca!-  diyelim amma
Zalimde merhamet ne gezer
Bunun ettiğini Züleyha Yusuf’a etmedi
Deme ki onlar kavuştu
Sen Yusuf olursun da, o Züleyha olabilir mi?
Amma içini ferah tut
Elbet kurur bir gün bu soykaların soyu
Varsın olsun, bu da böyle olsun
Baş koyacağın yer ela gözlününki değil de ananın dizi olsun.


Kudüs Ağrısı / Yasin MORTAŞ





Ey Mescid-i Aksa
yaslanıp da baksam sana
Muallak taşına








Küdüs’ü bir örtü gibi
çekelim üzerimize
üşümesin sonsuzluğun kıblesi

Ateş kıyısında su içen Fatma’nın
gözleri rüyalar damıtıyor

ve İbrahim'in
kaynayan yüreğinden
kaç Kudüs atlısı geçiyor

görmüyor musunuz

Ey Kudüs/sevgilim
senin saçlarını
bir geceyle ördüm
bir gündüzle ördüm

Yine de
uzadı mı beliklerin
hüznün siyahıyla


Orucunu açamamış
kuşlar tünüyor Ramallah ağaçlarına

Elif'imin azığında aşk taneleri
yüreğini silkelemeye gidiyor

Anne
gerçekten Kudüs’ün yüzü
Yusuf'a mı benziyor


Demiri kül eden mânâm
taşı kül eden bilincim
ve külü ateşe çeviren direncim
secdelerle gökler devindiren esrarım
her ' Bismillah'la sevinçleşen sevgilim
gidelim diyorum sana
Bak saklandılar yine bir gargat ağacının arkasına


Kalp dağının göğsünde
ısırgan yangını
kaşıdıkça kabarıyor acı
şeytanlar kanımı ısırıyor

Ve Kudüs ağrıyor
kalbimizin üstünde



Ruhları sağırlara karşı

bir ezan El Aksa'da

Görüyorum seni/korkma
"Allahu Ekber" dedikçe Bilal
islenmiş ufuklarını görüyorum
bir Türkiye yaşmağıyla silmeye geliyorum
hıçkırık saatlerini

İçime kazmalar vuruldukça
gök tünelleri açılıyor/korkma
duyuyorum sesini ey El Aksa
ve kan-ter içindeki nefesini

Ey ilk kıblegâhım /miracım
gözyaşı mihrabım
bak cerağ vaktine doğru
    ve gör
ellerinde keskinleştirilmiş hilal
ve bakışları mermi gibi gelenleri


Zamanın kalbinde ve kalbimde
bir Kudüs elması saklı
tel örgüleri kesen ve büken
bir anne bakışı saklı
bir Türkiye bakışı saklı

Ben seni unutur muyum sevgilim
sadağımızda minare minare
İntifadalar saklı


Uzaklara-yakınlara
çığlıklarımı çıldırtarak
sesleniyorum:
Kudüs bir iç yankılanmasıdır
alnın çatılan seslerinden

Toprağın seğiren yanlarında
buldum senin ağlamalarını
artık korkma sevgilim
 derisini sıyırdık uzaklığın
denizlerini yüzdük /
hilali bileyledik geliyoruz

Sana kurban olduğumuzun
bayramlarına çağırıyorum herkesi


Ve Mahya tepelerinde
kanaması başlayan
sevinçlerle bekliyorum

Çünkü yine
Fatıma'nın yarasında
bir kanama var

Uyumamak için
gözlerimize tuz basmaya
çağırıyorum
sizleri



Zaman
kemiğe işlediğinde
kan iliğe geçtiğinde
ve et olduğunda acı
senin vücudun olmalıyım Filistin

Senin için
düğmesiz ve dikişsiz
elbisemi giymeliyim

güneşli günler doldurmalıyım
delinmemiş ceplerine

İblisin
körelten duvarlarına
ve göğüs ortasına
kılıç dikmeliyim


Sen "Allah" ile baktıkça
bıçak gibi kesen
bakışın var/korkuyorlar

Ve kan kaybedenler korkusu var
o kuruyasıca ellerin

Sen
göğe tut gözlerini
asılı duran Kamer'e bak
hep sınırsız bak göğe

Ve bekle
bir cuma çiçeğiyle
sana gelenlerin fecrini

Ve ağlama sevgilim
aşkı sana
sabah -akşam zarflayanlar var


Kudüs aynasından
yüzüme bir sır yansır
ve
ağrır
tenimden içeriye giren mânâ

Sonra
günüm güneşim dökülür
toplayamam can kırıklarını

artık toparlanalım sevgilim



Bakın/Kudüs bulutu
sıyrılıp geçti
Fatıma'nın gözlerinden

Ve vakit sustu
buğulandı yer-gök

Sonra
çığlık çığlığa
bir anne sessizliği yağdı
gözlerimize


Bahtının encamında
bir güz bildirisi var:
Uzat ellerini Kudüs'e/diyorsun

Ben de
yaprakları dökülmeden
secde avlusundaki ağaçlarına
su taşıyorum/biliyorsun

Ellerimiz koynumuzda değil sevgilim


Gözlerimizi yakan ateşe
serpilsin zemzem
Bir Hacer sevinci aksın aksın
Kudüs çeşmelerinden

Dudaklarının çatlağını
Besmeleler onarsın

Ve Kudüs tepesinde otursun
abdestini tazelesin İsmail
anneler sevinç emzirsin
gün dönsün dönsün
silkelensin karanlığın üzerine

Ben bir say'ım
senin incelen sevincine
çelikler öğütüyorum


Küdüs’ü aç bak
Mekke-Medine'ye aktığını gör ruhunun
bir daha bak ve dokun tenine
ağrısının irkilttiği acıyı sür
alnına/her yerine

Güneş
bir Kabe'ye
bir Kudüs'e bakar
alınları kaşındıran ışık
eğilir toprağa

Ve uzun bir fecir
aydınlığıdır vaktimiz
saf saf


Yürekten göze çıkan ateşe
gözden yüreğe inen suya
kulağa fısıldanan tan ritmine
yürümenin kutlu silsilesine
Mekke Kudüs simetrisine
Züleyha 'nın Yusuf siluetine
sesin sessizliğe çekilmesine
kar'ın çiçeğe dönüşmesine
toprağın yağmur ilişkisine
bakmadım mı sanıyorsun
senin Kudüs pencerenden

Hayır baktım baktım
Filistin'i sırtladığını gördüm
Peygamberle yürüyenlerin


Rüzgarını öpmenin
gülünü koklayıp güldürmenin
dikeninle kalbe kandil çizmenin
aşkımı aşk ile sezdirmenin
durdurulmaz kanaması var içimizde

Biliyorsun
göğe çiçek ekenlerin üzerinde
Misk-i amber kokusu var

Biz
baharları bohçaladık
bir Havva menekşesini
bir Adem karanfilini
ve şehit-gazi ilişkisini
buketledik terli avuçlarımıza

Anlasana ey
El Aksa
çözdük sana kalbin
sevincini
cesaretini
ve kilitlerini

Yurdumdan selam sana


Kuşları üşüyen ağaçların
rüzgara küsmüş /öyle mi

Gün sökülünce gömleğinden
Yusuflara küsmüşsün/öyle mi
Yıldızlar unutunca göğünü
karanlıkta kalmışsın /öyle mi

Ah canım sevgilim
Mekke yüzlüm/ Kudüs’üm


Bizi
gelmeyecek sanıp
gözlerini yağmurlara
çevirmişsin/öyle mi

Öyle olmasın/olmasın
görmüyor musun
ellerimizdeki yüzyıl çiçeklerini


Zeytin ağacında
işlemeli düşleri asılı Fatıma’nın
incir ağacında
kurumamış yeminleri

Ey
Eyüp’ün gözlerinde
gülümseyen acının
bakış kapısı Fatıma
andolsun Küdüs’ün Burak rüzgârına ki
senin için çıktık içimizin dağlarına

ağlamalar bölüştük

İşte bak
sana ördüğümüz merdivenler
bir aşk basamağıydı
tek tek çıkıyoruz
birlik olmanın yüksekliğine

Ey Fatıma
bekle kardeşlerini
bize küsme.