ÂŞIKLAR YANDI “GOZ” ENVER AĞADA GALDI/H. Ahmet ERALP

Bu metin, bir akşam bir grup yazışmasından H. Ahmet ERALP tarafından derlenmiştir

Aylardan ağustos gelmiş, günlerden Cuma olmasına sadece saatler kalmıştı…

Mavi gök altında, bereketli toprakların değişik yerlerinde bulunan ve birbirine ezelden bağlı olan dostlar ‘’Bir hocam’’ı ve dükkanı düşünüp özleyerek nefes alıp vermeye devam ediyorlardı…

Payitaht’ta ikindi ezanı yeni okunmuş, Oflu Süleyman sırtını Ayasofya’ya yüzünü Sultan Ahmed’e dönüp ‘düşmüşem elden ayaktan tut elimden kaldır beni dost’ diye gönlünden geçirirken karşısına Savaş Hocamın yigeni çıkmıştı tamda o anda,

Aynı saniyelerde mesaide olan Dr.Mehmet Ceran’ın odasına Savaş hocamın başka bir talebesi giriyordu: ‘’ Amerikaya gitsem gene bir akrabası çıkar Savaş hocam’ın’’ diyordu,

Ferhat Ağca: Süleyman ilk gördüğün 60 yaş üzeri Adamı çevir. Talebesi çıkar’’ diye ekledi,

Yine aynı vakitlerde çalışmakta olduğu kütüphanenin girişinde bulunan ve kor muhabbetlere kor gibi yürekleri ile koşa koşa gelen gençlerle birbiri ardına yakıp içtikleri tütünlere mekan olmuş merdiven basamaklarına doğru giden Hasan Ejderha şöyle diyerek eşlik etmişti Süleyman’ın sevinçle karışık hüznüne:’’ Niye şasırdın ki Süleymanım Afrika'dan Yoldaki Kalemleri takip eden birine bakıyoruz ki şavaş hocamın talebesi. Bir şey daha; o kadar uzakta olduğu halde hocamdan korkuyor adam.’’

Memleketi Somali’den çok çok ‘yakınlara!’ okumaya gelmiş ve bulunduğu üniversite kampüsünde peşinden elinde fotoğraf makineleriyle koşmakta olan kalabalığa dönüp: ‘’lütfen telaşe etmeyin hepinizin flaşlarının benim için patlamasına fırsat vereceğim’’ diye konuşarak hayranlarını sakinleştirmeye çalışan Mahmut’ta sahne programlarından arta kalan vakitlerde arada bir gördüğü bu dostlara şöylece eşlik etmişti: ‘’Birkaç kez yolda kalmıştım biri çıkıp nereye gideceğim sordu, gideceğim yere söyledim arabada hasbi hâl ederken ben savaş hocamın telebesiyim dedi, yine bir gün o duruma düştüm bindiğim de direk sordum evet savaş hocamın telebesiyim dedi. Birgün de sınava neredeyse kaçırıyordum İsmail hocam yetişti. ‘’

Mahmut’un bu sözleri üstüne Tayfun Göktürk:’’ Sonuncusu iyiymiş, keramet bende savaş hoca da değil diyorsun yani’’ demiş ve Mahmut’a zırhlı zarfını yollamıştı,

Mahmut:’’ Yok ağabey yanı ismail hocamın yetişmesi, savaş hocamın bir mesajı vardı orada ve şöyle buyurdu hocam " artık tanıdıklarını gönderiyorum". İlk iki kişi tanımıyordum. ‘’ diyerek devam etti,

Tayfun Göktürk: Bu iş çok su götürür,

M.Raşit Küçükkürtül: Tayfun abi sen bu işten ne anladın sonuç olarak biz tedbiren Mahmut'tan da korkalım mı yani?

Tayfun Göktürk: Ben şahsen korkuyorum

Mahmut: Estağfurullah, Haşa ve kella tayfun ağabey, zatıaliniz ile karıştırmayın. Fakir normal yaşam sürdürmek istiyor.

Vakit Yatsı ezanına hazırlanıyorken her hafta dükkan meclisinde de yaptığı en güzel ve en ilmi faaliyetini en fikirli şekli ile yapmakta olan Enver Çapar, ilme verilmeye çalışılan bu zararı engellemek maksadı ile bir uyarıda bulunacak ama bu uyarının engellemekten çok körükleme olduğunun farkında olmadan şöyle diyecekti:’’ Arkadaşlar sizin hiç işiniz yok mu? İki gündür goz çırpmak tan kolum koptu.’’

Bu engelleme niyetli cümleye Hasan Ejderha hemen ceylan derisine sardığı kayayı atarak cevap verdi: ‘’Hani ki goz çırpasın, ellerine sağlık enverim’’

Maksadını daha sonraları aşikar edecek olan Uzman Mehmet Yaşar: ‘’Çağır da yardım edelim Enver Abi ‘’ diyerek dahil olmuştu muhabbete,

Enver Çapar hemen Mehmet Yaşar’ın bu karanlık zarfına düşmemiş ve: ‘’Siz gelene kadar iş biter’’ gibi yumuşak bir geçişle sıyrılmaya çalışmıştı’’

Hasan Ejderha yeğenlerine kıyamamış ve: ‘’Enverim bari kavlatma işinde yardım etsin arkadaşlar; hem firik de getirirler... ‘’ diyerek bir küçük taş daha atmıştı,

Eniştesinin etkisinde kalarak kurduğu cümle ile sohbete yeniden dahil olan Ferhat Ağca: ‘’Mehmet Yaşar koz yemek için "yardım" kozunu kullanıyor gibi’’ dedi,

Hasan Ejderha: Eee Ceyhanlıyı hemen anladım ben. Ama bunu enver de yemez.

Mehmet Yaşar :’’Abi ben de seni hem bizim yer fıstığı hem de Mübarek devletlu sultan Hz. Kayınbabamın antep fıstığı hasadında yardıma çağırırdım, ödeşirdik’’ diyerek yumuşak geçişlerle ikna çabasına devam ederken,

Ferhat Ağca: ‘Şimdi de "kayınbaba" kozu mu?’ cümlesi ile ortalığı kızıştırmaya çalışıyordu

Enver Çapar: ‘’Goz çok yemek serbest’’ gibi pekte inandırıcı olmayan bir cümle ile yüreklere hafif bir su sermeye çalıştı ama daha tebessüm için yanaklarda gamzeler bile beliremeden ‘’yalnız ,şehirlileri delisi tutar’’ dedi,

Pek anlamadığımız bi soru ile Hüseyin Aksu muhabbete dahil oldu: ‘’Goz reçeli yapıyor musunuz enver abi’’

Hasan Ejderha: ‘’Harikasın Mehmet Yaşar. Bu Andırınlı’nın hahından ancak Ceyhanlı pardon Antepli gelir. Af buyur se nereliydin Mehmet? ‘’

Ferhat Ağca: ‘’Daha çok Kayseri gibi Emmi’’

Hasan Ejderha: Gayın babasının bağındaki fıstığı Enver'e goz olarak kullanmak gerçekten Kayserililik yeteneği.

Mehmet Yaşar hala denenecek birkaç şansım vardır heyecanıyla: ‘’Enver abi garpıza da çağırrım ha’’ diyerek çabalamaya devam etti,

Muhabbetten pek keyf almış olduğu anlaşılan Hasan Ejderha : ‘’Ohooo!!!Mehmet Yaşar’a bak; iyice kuşatıldı Enver. ‘’ cümlesi ile ortalığı kızıştırmaya devam etti,

Mehmet Yaşar mevzuyu şiir ile tatlandırıp Enver Çapar’ı farklı bir yoldan ikna çabasına girmiş ve yüksek sesle Âşık Kara Mehmet’in ‘Karpuz’ isimli şiirini okumaya başladı:

Bu sene bir karpuz ekdim Ceyhan’a
Satmak için her tarafa bildirdim
Acep daha ham mı yetti mi diye
Bir yanını matkap ile deldirdim

Kabak dalı gibi çiçekler açtı
Salladım birinden bin arı uçtu
Kökeni beş tarla öteye geçti
Irgat tuttum uçlarını yoldurdum

Güzel karpuz verir bizim burası
İnanmayan gelsin karpuz sırası
Birisi yarılmış aktı şiresi

Suyu ile dokuz varil doldurdum

Satın almak için çok tüccar geldi
Kırkı ortak olup beş karpuz aldı
Birisini oyduk bir cami oldu
İçinde bir hafta namaz kıldırdım

Birisini kesdik yetti bir köye

Bir dilim hediye gönderdim beye
Çok korkdum yerinde kalacak diye
Vinç getirdim teker teker kaldırdım

Sattım Kara Mehmet ikili birli
Gene zarar ettim çıkmadım karlı
Doksan bekçi tuttum eli mavzerli
Ne fayda ki bir tanesin çaldırdım

Mehmet Yaşar’ın şiir ikramı ortalığı hafifçe sakinleştirmişken Hasan Ejderha: ‘’Bu arada İsmail hoca akşam düğünde nasıl konuştu Yücel hocam'ın aleyhinde. Neymiş efendim. Şu yiğit özel kuvvetler komutanımız var ya şehit Halisdemir'in komutanı Erzurumluymuş. Aleyh neresinde bunun?

İsmail hoca diyor ki: "Nerde Erzurumlu iyi adam varsa sahip çıkıyor. Halbuki Erzurum'dan çıkan kötü adamlar da var"

Uzun ve uzak gurbetten Memlekete ve mağaraya dönüş hazırlığı yapan Mustafa Günalan : ’’Çıktım erik dalına/ Anda yedim üzümü/ Bostan ıssı kakuyup/ Der ne yersin kozumu’’ diyerek muhabbete katıldı,

Mehmet Yaşar goz uğrunda olan hevesini yitirmişçesine Hasan Emmi’ye cevaben: ‘’Amma Emmi Alvarlı Efe Hz. "Erzurum kilidi mülk-i İslam'ın" diyerek mevzuyu kapatmış ne diyek.’’ dedi ve belki de Enver abi bu Moğollar gibi 3-5 tanecik gozunun peşine düşmüş dükkancılardan tamda sıyrılmıştı ki ilme vurulan darbenin verdiği mahmurluktan olsa gerek

‘ Çıktım gozun başına

Kıramadım taşınan’ diyerek tamda meclisin ortasına goz çuvalını attı ve devam etti:

‘Galli aldı götürdü

Yağmur gibi döküldü’ dedikten sonra ilim mahmurluğu geçmiş olacak ki

‘’Erzurum nereden çıktı’’ cümlesi ile atom bombası gibi meclisin ortasına attığı goz çuvalını unutturmaya çalıştı ama nafile,

‘’Fıstık para etmiyor diyorlar Mehmet ‘’ cümlesi ile de farklı bir goz unutturma operasyonuna girişse de artık atom bombası gibi gelen goz çuvalı her bir dükkancının iştahını fazlası ile kabartmıştı,

Hasan Ejderha: ‘’Şiir iyiydi Enver hocam. Hele içinde "GALLİ" geçmesi... ‘’ cümlesi ile Enver hocayı yumuşatmış birazdan kopacak fırtınaya hazırlama çabasına girmişti,

Vakit artık bi hayli geçmişti, yatsıyı kılıp dolma ve tatlı talimlerini yapanların yatacağı süre de dolmuş ve peşinde fotoğraf makinası ile koşuşturan hayranlarına verdiği ‘hepinizin flaşı bu siyah tenimi aydınlatacak merak etmeyin diyen Somalili Mahmut’ta sözünü tutmuş olmanın sevinci ile evine gelip rahatça koltuğa kurulmuş şöyle bir dostlara da selam edeyim bari edası ile: ‘’GOZ nedir diye takıldım, yoksa ben de iki uç beyitlik yazardım.’’ diyerek teknik kılıflı bu soruyla muhabbete girmişti,

Hasan Ejderha:’’ Mahmut bunu sana Enver ya da Raşit ‘’

Tayfun Göktürk: Cevize goz derler bizde

Hasan Ejderha: Gördünüz değil mi mollayi dört kelimede anlattı. Raşit bir paragraf izah yazardı.

Mahmut: Anladım tayfun ağabey, sözlüğe bakıyorum bulamadım.

Somalili Mahmudun yoğun geçen gün sonrası sorduğu teknik sorusu da cevaplanmıştı,

Ferhat Ağca Enişte asimilesinden sıyrılmış olacakki yazdığı şu dörtlükle cümle dükkancılara çok tahrikkar bir ayak verdi:

‘Kullandı kozları Mehmet Yaşar ikili birli
Yer mi kozları Enver Çapar dili sifirli
Bize nükte lazım olsun fikirli mikirli
Gursaktan geçmeyen gozu nedim yesin galliler’

Hasan Ejderha: Yaşa ferhat

Mehmet Yaşar: Hıh Ferhat diline sağlık

Hasan Ejderha: Mahmut GOZ'un diğer manasını Raşit anlatsın sana

Mahmut: Tamam Emmi

Artık Enver Hoca Gozları kurtarmak için çok geç olduğunun farkına varmış ve usul usul sözlerini ballamaya başlamıştı: Yol üstünde kilitli sandık, Mahmut

Mahmut: Eyvallah Enver hocam,

Ferhat Enver hocanın bu yılgın düşmüşlüğünü fırsat bilerek tekrar vurdu teline tanburunun:

‘ Yol üstünde kilitli sandık
Enver abi de yedirir sandık
Tarhanayı bekmeze bandık
Hele de Uyu Enver ağa galliler girsin rüyana’

İsmail Göktürk’te bu selamlaşmaya dahil olacağı şu dörtlükle selam etmişti muhabbete :

’ Bir küçük galli olsam
Enverin gozlarını alsam
Paketleyip mahmuda salsam
Goz nedir ögrense derim’

Enver hoca artık gozlardan geçmişliğin verdiği ağlamaklı sevinçle daha bir de tebrikler yağdırmaya başladı: ‘’Maşallah in var Ferhat ‘’

Hasan Ejderha: Aldı aşık ismail

Mustafa Günalan: Bu galliler emperyalist olabilir mi? Enver abinin kozlarını alıyorlar. Britanya da da Galliler var ya:) dedi ve devam etti: Şu sıcak havada soğuk espri iyi gider:)

İsmail Hocam sazı eline almıştı birkere bırakırmı hiç:

‘Dündar da olmuş müdür
Mahmudun gözleri kömür
Dostlara dilerim uzun ömür
Gozun geri elimizde olsa derim’

Ahmet Eralp: Emmi Ferhat bu tarz espiriler konusunda ustadır, eniştesinden dolayı, bir iki örnekleme sunsa gurubu kapatmak zorunda kalabiliriz

Mustafa Günalan: Geri aldım o zaman, uyarıyı anladım dedi ve bir facia kısa sürede bertaraf edilmiş oldu,

Enver hoca devam ediyordu hemde her tür gıdadan olmak üzere:

‘Çürük çıktı yarısı
Yumurtanın sarısı’

Hasan Emmi artık daha fazla dayanamamış ve tesbihdar parmaklarını vurmuştu tele:

’Gozlar düşmüş yola
Dündar da enstitü müdürü mü ola
Enver gençlere goz yedirmezse
Seneye hepsini galliler yola’

Mahmut yorgunluktan ötürü geç alıyordu zarfları ve cevabı veriyordu bir ara: ‘’Eyvallah ismail hocam,

Benim mısralarım geri çektim’’

Mustafa Günalan da dahil olmuştu atışmaya artık:

‘Gozun geri zor çıkar
Gozu ustası çırpar
Müdürlük zor iş emmi
Allah ola sana yar’

Aldı İsmail Hocam:

 ‘Dündar olmuş myoda müdür
Mustafa marasa gelir gürül gürül
Enver andırında goz çırpar
Birazı dükkana dökülür’

Ve Enver Hoca artık muhabbetin efsununa kapılmış goz derdini unutmuştu:

‘Geri çıktı elime
Kemer taktım belime’

Hasan Emmim eyice keyiflenmişti:
‘Enver andırında goz çırpar
Memmet ona göz kırpar
Dündar'ın myo sekreteri eyi değilse
Dündar Müdürün kafasında kıyamet kopar.’

Aldı Ferhat :

‘Galliye de goz mu gabil
Hocam kuş olsun adı babil
Olur Mahmud'a o zaman herşey sebil
Bu fakiri de bir duyun derim’

İsmail Hocam vurmaya devam ediyordu sazın teline:

‘Yücel istanbulda geziyor
Fakir hayattan beziyor
Dükkana bir halbur goz gelecek
Dükkancılar bunu seziyor’

Mahmut medyatikliğini ve şöhretini Uzman Mehmet Yaşar’a sataşarak unutturmaya çalışıyordu: ‘Mehmet yaşar abi, piyasa şiirin nerede bugünlere gerek sana. ‘

İsmail Hocam Ferhat’ın klavyeye atacağı imla hatasını gözden kaçırmamış ve vurmuştu yine sazın teline yukarıdan:

‘O kuşun adı bir kere ebabil
Koz oymayı bilir mi şeyhşamil
Eskiden bıçak taşırdım
O kadar kozu oymak ne kabil’

Hasan Ejderha yokluğunu hissettiği yoldaşını artık anmalıydı ve başladı söylemeye:

‘Amanın enver de dükkana goz getirir mi

Hacı da onu herkese yetirir mi
Acep keklikçi de dükkana gelse
Gozları çalıp götürür mü’
Dündar Kök geldi meydane:
‘Myo sekreteri benzer galliye
Acemi müdür goz gorünür gözüne
Garibim bilmez goz maraşın gozudur’

Hasan Ejderha: Aha Dündar da geldi Gönlüne bereket

Aldı Hasan Ejderha:

 Aşık Hasan der ki noldum nolayım
Enver goz getirmezse keklikçinin gozunu yolayım’

Ahmet Eralp’te yetişmişti muhabbete:

‘Dündar abim olmuş müdür
Haydi gel goz yüzleri güldür
Gelen gozu herkese yetirrim
Bana derler mesul müdür’

Enver Çapar:

‘Tarhana sız goz molur

Bahar geçer yaz olur’

Mustafa Günalan dönmüştü tekrar muhabbete:

‘Babil kulesinden attım gozu
Ferhat'ın gözüne kaçtı tozu
Denizlililer anca bilir horuzu
Dündar Emmim hepisinen baş eder’

Gün cumaya dönmek üzereydi, senelerdir kendi memleketinde, ana baba evinde dükkan gurbeti, mağara hasreti çeken Oflu Süleyman’da girdi aşıklar sözüne:

‘Aşık vurur sazin teline
Pirler almış sözü eline
Hani benim sadık arkadaşım Nerede’

İsmail Hocam devam ediyordu:
‘Bu gozun piri de memmed yılmaz
Goz çırpılınca oturup sayılmaz

Bir halbur dükkana dökmeden
Gozun kabuğu soyulmaz’

Mehmet Yılmaz goz diyarının az bulunan gönül insanı olarak aldı sazını eline:

‘Çıpkıcı bulamadım başında galdı gozum
Bertiz gabarcığı derler adına bir üzüm
Dündar müdür olmuş diyorlar
Hayırlı olsun iki gözüm.’

Hasan Ejderha: Var ol süleyman

Ahmet Eralp:

‘Duyulmadı mı sesimiz Payitahttan
Payımıza sâkilik düşer saltanattan
Gozun bahtı garadır ezelden
Firikte gelse yerdik tezelden’

Hasan Ejderha: Aldı sazını aşık hacı

Ve Yücel Ayrıçay’hocamda uzaklardan selam etmeye başladı hikmetli sözleri ile:

‘Aksakallı gozum var benim
Aleyhe de sözüm var benim
Erzurumlum amma
Maraş'ta özüm var benim’

Siyah tenli beyaz adam halen şöhret afetinden kurtuluğunu ispat çabasında aldı fotoğraf makinesini eline ve bastı denklanşöre:

‘Yücel hocam payitahta hoşgelmiş

Gözlerimiz yolarda kaldı
Aksakallı komutan da Erzurumluymuş
Ne güzel komutan gözlerinden öpülesi’

Hasan Ejderha: Gönlüne bereket yücel hocam

Mehmet Yılmaz İsmail hocama mutlak seslenmeliydi:
‘Anamızı acile götürmüşsün
Lafı da bana getirmişsin
Hele bir soluklan
Emmi geçmiş olsun’

Aldı İsmail Hocam:

‘Firik dedin narlı geldi aklıma
İki çedene goz düşsün hakkıma
Bir cift goz paylasmışlığım var
Yücelin de gelir mi ola aklına’

Ve Serhad’dan duyuldu Türk’ün sesi

Ufuklarda görülmemiş böylesi
Şiirleri göz dağlar yürek yakar
Ama afişlerde yoktur bir isimlik yeri:
‘Büyükler toplanmış ederler muhabbet
Bize düşen gurbette müebbet
Gozlardan yemek bize de nasip olur elbet
Sabret gönül sabret.’

Aldı Oflu Süleyman:

‘Elim yavaş elinden
Dilim yavan dilinden
Selamını almışım yadigar-ı Fatihten

Hasan Emmi pek sevinmişti Ufuk Türk’ün meclis gelişine: Yaşa Ufuk

Aldı Dündar Kök:

Bertizde bulduyduk gozun iyisin
Amanında dutmuştu hacı ağabeyi bir zaman delisin
Bulup da verseniz Mehmet Yılmaz’a kötüsün
Gene de hayırlı olsun der iki gözüm’

Hasan Ejderha en keyifli cümlelerinden birini kuracaktı:

’ Amanın goz olsa da kırsam
Keklikçi grupta olsa da vursam’

Mustafa Günalan’da duayı unutmamıştı İsmail Hocamın annesine:

Anamızın duasını almıştık
O çileli ellerinden öpmüştük
Allah acil şifalar versin
Bize goz kırsın da yedirsin’

Aldı Mehmet Yılmaz:
‘Gozlar olmuş çıpkıcı gerek
Gavladak da dama serek
Haftaya Ankaraya gidiyom
Aleyhçilere lafı biz verek’

Aldı Hasan Ejderha:

‘Narlı da Dündar da olmuşlar müdür
Hocamlar da emekli olmuş pınarbaşında oturur
Onlara da mırt mırt bakar bu fakir
Çok dertliyim enver goz getir’

Hasan Ejderha:

‘Keklikçi yok ismail hoca. Keyf ile aleyhinde konuşabiliriz. Sövücüm de hocam görür

Mustafa Günalan Keyif ile devam ediyordu:

‘Birazdan yatsıyı kılar yatarım
Herhalda rüyamda goz gırarım
Yarın akşam Cuma kapısından girince
O kozları firiklere sararım’

İsmail Hocam sordu: Mesul müdür keklikciyi niye eklemiyor ?

Ferhat Ağca: Teknolojisi yeterli değil sanırım Hocam

Ahmet Eralp:

‘Keklikçi emmimin akıllı telefonu yok
Girse guruba heç muafiyeti yok
Hasan emmim dört gözle bekler
Keklikçi guruba eklense diller neler söyler’

Ahmet Eralp sordu meclise: Ali hocamı ekleyeyim mi ne der dükkan ahalisi?

Hasan Emmim Keklikçi yoldaşının yokluğundan olsa gerek ceylan derili taşlarını atmaya devam ediyordu:

Memduh hocam da yatsıyı kılıp yatmış
Ejderha da Keklikçi'ye laf atmış
Aslında telefonu vardı da Keklikçi'nin
Tatlı almak için satmış’

Hasan Ejderha: Hocam eklenmedi mi?Ben hoca var diye keklikçiye sövemedim

Oflu Süleyman metropolde kendine bir kaldırım ve sokak lambası aramak üzere divane geziniyor ve söylemeye devam ediyordu:

‘Bu goz beni deleyledi
Cigaramı kül eyledi

Sultan Ahmet’te gezer iken savaş hocamı görür oldum
Şubeye döner iken dükkana varır oldum’

M.Raşit Küçükkürtül de gelmişti yeniden meclise başlamıştı söylemeye :

‘Hasan abi keklikçiye sövemez
Firik, goz olmadan yenemez
Söz vadisinde gezinme boşuna raşit
Muzaffer hoca olmadan yahşi söz söylenemez’

Hasan Ejderha: Varol Raşit

Hasan Emmim sadık arkadaşımla aramıza bir taş daha atmak istemiş: Süleymanım sende halk şiiri damarı var. Hacı kıskanabilir

M.Raşit Küçükkürtül: Ferhat nereye kayboldu, beni çağırdı, kendi kayboldu.

Hasan Ejderha: Ferhat namaza durdu herhalde

Oflu Süleyman:

Emmim bana selam etmiş
Mesul müdür noter olmuş
Hocamgili sorar olmuş
Keklikcisiz hasan olmaz
Bu goz beni epey yakar
Hocamgilsiz dükkan olmaz

Hasan Ejderha: Diline bereket süleyman

Ferhat Ağca:

‘Bugünlük kalmadı verecek ayak
Sabah olsun hele bir bahak
Aşıklar aldı sazı bizden
Kaldık öyle yalınayak’

Hasan Ejderha: İkinci mısranın kafiyesi "DAYAK" olsa iyi olurdu Ferhat

Ahmet Eralp: ‘Ali hocamı eklerim guruba

Herkes ondan sonra tehennili ola

Klavyede harf bulunmaz o vakit

Diller susar eller yazmaz bir beyit’

Hasan Ejderha: Hacı,Rasit!Ferhat'tan şöyle başlayan bir mısra beklenir değil mi? "Ah yine gece oldu gönlüme hicran doldu

Hasan Ejderha: Has şiiri Hacı yazdı. Çünkü içinde hocam geçiyor.

M.Raşit Küçükkürtül: Öyle şiiri ümit yaşar veya mehmet yaşar yazar, biz de öyle bayat mısra olmaz.

Enver hoca gozlardan olduk olmaya, bari ilmimize daha fazla darbe vurulmaya diyerekten :

‘Sabah erken kalkılacak
Çok iş var tutulacak
Avaralar kalacak
Ben artık yatacak.

Hasan Ejderha: Mehmet yaşar şimdi şu türküyü söylüyordur: "Kendim ettim kendim buldum"

Hasan Ejderha: Cümleten hayırlı geceler

Ferhat Ağca dertlerin en büyüğünün ahtılatılması üzerine bugün kalmadı artık dediği dizeleri ardarda sıralamaya devam etti:

‘Yine gece oldu gözüm dolunayda
Ses etmemişsin deli gönül ne fayda
Gelip geçti böyle bu baharda
Anama ayakkabı alsamda gız ohici derler ‘

Hasan Ejderha: Ooo ferhat/hadi artik git yat

Ferhat Ağca:

‘Gece oldu uyku demlenecek
Bu söylenenleri kim derleyecek
Hocam duysun bakalım ne diyecek
Yarın cumadır kapıya herkes gelecek ‘

Her zaman olduğu gibi Tayfun abi, izlemiş dinlemiş ve noktayı koymuştu geceye:

‘Herkes olmuş şair
Yazmışlar goza dair
Köreltmiş nefsini fakir
Zuhuratta böyleymiş zahir’

Tercüman vazifesini unutmamış ve gün dönüp cumayı bulmuş olsa da eklemişti:

İşit Ahmet abi tercüman sözü
Bir hocamdır bu sazın virtüözü
Aşıklar yandı kaldı size közü
Bunu bilmeyenin nârı beyhude imiş



ADEM’İN KEKLİĞİ VE CHOPIN KİTABI/Hasan EJDERHA


“Adem’in Kekliği ve Chopın” Mustafa ÇİFTÇİ’nin nefis hikâye kitabının adı. ÜLKE Edebiyat’ın 26. Edebiyat Dizisinin 7. kitabı olarak Haziran 2012’de çıkmış.
Kitabın 2. Baskısı İLETİ- ŞİM Yayınları’ndan çıkmış yakınlarda. İletişim baskısını görmedim. İlave Hikâyeler var mı bilmiyorum.  
Raşit Küçükkürtül getirdi ÜLKE Edebiyat yayınlarından çıkan kitabı bana. Zevkle okuyuverdim bir solukta. Kendi çocukluğumu, köyümüzü, köydeki evimizi, tarlamızı takımımızı,  köyden şehre gelişimizi okudum aslında. Onlarca yüzlerce “Biz”i okudum. Ne kadar bizden bir kitap. İçinde ne kadar çok “biz” var. Ayrıca çok tatlı bir dili var kitabın…
            Üniversite kütüphanesindeki odamda (Ahmet Doğan İlbey’in tabiri ile “Dergâh yayın bürüsu”nda) Ferhat AĞCA ile sohbet ederken dert yanmıştı Ferhat. “Ağabey önümüzdeki dönemlerin Mustafa KUTLU’sunu yetiştiremeyecek miyiz?” demişti. Mustafa ÇİFTÇİ’yi okuyunca Aklıma Ferhat’ın bu sözü geldi ve okuyucuya müjdeliyorum işte bir Mustafa KUTLU daha.
            Kitapta 15 hikâye yer alıyor.
            “Adem’in Kekliği ve Chopın” hikâyesi kitaba adını veren hikâye. Kitap bu hikâye ile başlıyor. Başlıyorsunuz da bırakamıyorsunuz. Okurken gülüyor musunuz ağlıyor musunuz fark edemiyorsunuz. Kitabın yarıya yakınını evde sesli okudum. Odada bulunanlar da sebeplensin istedim. Ben kitabı kısa sürede bitirince odada bulunanlar kitabı okumak için sıraya girdiler. Hafta sonu boyunca gece-gündüz mesai yaptı kitap evde bulunanlara.
ADEM’İN KEKLİĞİ VE CHOPIN :“Galeride İpek Abla var. Bora’nın sekreteri, ona soracak oldum. Sorarken ter sırtımdan aktı. Gülümsedi İpek Abla
– Ah Adem Usta keşke bilsem de söylesem ama buraya akşama kadar kaç kişi gelir sen de bilirsin...
Bilirim ya bilmez olayım, bilirim de...
Anlaşılan o ki adını bile öğrenemeyeceğiz.
Eh o zaman ben de “kekliğim” derim, “Adem’in kekliği” derim, “kekliğim” diye severim...
Kekliğim dedim başka bir şey demedim. Resmin karşısına geçip yine günlerce bekledim. Bir gün aklıma geldi, şu resmi ben alsam. Fiyatını İpek Abla’ya sordum. Benim altı aylık maaşımdan fazla.
Para gözün kör olsun.
 Resmi alamadım.
Epeyce baktım sadece. Nasıl olduysa aklıma geldi, çıkardım cep telefonunu resmin fotosunu çektim. Yüreğim daraldıkça çıkarıp cep telefonundan resme bakıyorum. Sonra dedim ki bu galeride her daim bir müzik çalar, o müzik benim telefonda da çalsa. Hemen İpek Abla’ya gittim. Allah razı olsun “Tamam,” dedi “atarız senin telefona bu müziği”.
– At tabi abla at tabi, kendisi yok adı da yok, bari müziği olsun kekliğimin.
Gece oluyor, yatağa uzanıp açıyorum telefonu. Bir yandan resme bakıyor bir yandan müziği dinliyorum. Müzi- ği çalan adam yaşamıyormuş, eskilerden bir adammış, adı da Şopenmiş. Adamın kendi yok burda, Allah’ı var iyi çalı- yo, dertli çalıyo, belli ki o da sevdalık çekmiş. Söz yok, sadece müzik var. Sabaha kadar dinliyorum, ne zaman uyuyorum bilmiyorum. Kekliğim rüyama gelsin diye dua edip uyuyorum...
            Gelelim “ESE DAYI” hikâyesine…
            “Ankara’ya dönünce dedim ki hayırdır Ese Dayı benimle ne işin var?
Elinde incecik bir kitap
-Bak bu neymiş dedi.
-Kur’an rehberi, Ali Haydar Elif Ba’sı
-Abdest al da gel
Abdest alıp diz çöktüm Ese Dayı’nın önüne. ‘Rabbi yesir’ okuttu önce.
-Bu ne ki Ese Dayı?
-Rabbim kolaylaştır zorlaştırma, demek”
(…)
“Sonra elini uzattı ‘bak bu Elif’ dedi
‘Bak bu Elif’
(…)
“Bu Elif de ne güzelmiş arkadaş. Şöyle incecik. Yazan da ustaymış ha, baksana hiç saptırmadan nasıl da güzelce yukarıdan aşağı çekmiş. Ben inşaatçı adamım. Düzgün iş benim hoşuma gider. Baksana şu Elif’e dal gibi, fidan gibi. Ne güzel incecik.
Elif’le kalmadık. Cim’e kadar geldik
Ese Dayı her gün bir harf belletiyordu.”
(…)
Tavşan gibi “Mim” kamburca “Dal” derken hepsini öğrendim. O yaz sonunda kur’an’a geçtik ki sorma, sevincimden deli olacağım.Vay ese Dayı, kölesi olduğum Ese Dayı. Oğlum Üsüyün kim derdi ki sen Yozgat’tan çık gel, inşaata bekçi dur da orada birisi çıksın sana Elham öğretsin.’“Elif’ desin ‘Be’ desin’ ”
Eee bu kadar. Hikâyenin burdan ötesinden zırnık koklatmam. Hazır yeni baskısı da çıkmışken herkes kendisine bir “Adem’in Kekliği ve Chopın” alsın.





AŞKINA YANDIĞIM / Mevsim Vesile !/Alirıza KARAKALE










Korkuluklardan seyrediyorum evreni.
İmkanım kısıtlı , görüş açım dar.
Bir ses anlamaya yetiyor beni,
Vakit seher,
Semada tefekkür havası var.

Bu esen Rabbim mükâfatın mıdır ?
Ki merhametin aşikâr , rahmetin belli.
Bu doğan Rabbim bize fırsat mıdır?
Dokunsun kalbime filizlensin mi... ?

Kurumuş dudağım susuzluktan,
Müjdenden mi Yâ Rabbi mahmurluğum?
İnsan sadece yaşıyor , habersiz yalnızlıktan
Haberin mi Yâ Rabbi ?
Anlamıyorlar, anlamıyorum.

Ufacık bir sebep kalbimin mezarını deşer,
Unutturma kul olduğumu sana varayım.
Kan çekiliyor bedenlerden anlamıyor beşer.
Aşkına ulaştır, korkundan ve sevginden yanayım.

Bu mevsim susuz kalırsam anlar mıyım hallerini,
Göster ki Yâ Rabbi dirayetim artsın
Yetime, öksüze uzatayım ellerimi,
Nasibime ver Yâ Rabbi,
Sen sebep eyleyen Yârsın.

Nefsin azaba değil , dizgine ihtiyacı var.
İzinden Yâ Rabbi ayırma kulunu.
Gönlüm aşkınla dolu yanar ha yanar,
Bu har mükâfat ;
Sebep ile, affeyle kulunu.

Ellerimle, gözlerimle vs. oldum haddi aşan.
Affının büyüklüğüne sığınırım Rabbim.
Nefsim mi , ben mi bilmiyorum şeytanlaşan ?
Salih bir kul eyle elinde ve izinde kalbim.

Şerefli Ay hürmetine eyleme kalbimi med cezir
Gelsin ve sende kalsın kulunun yolu.
Evrenin padişahı sensin , emrinde vezir.
Leyli Kadr ‘de af istek ve şükür dolu.

Velhasıl

İnna enzelnahu fi leyletil kadr


SECCADEM / ESRA BALCI









Bir yaş günü hediyesi
Sekiz yaşımdan beri
Günün beş vakti
Okşarım seccademi.

Namaz kılan çocukları
Allah çok seviyormuş
Melekleri yolluyormuş
Sevgili peygamberimiz
Rüyalarına giriyormuş.

İyi ki namaza kılıyorum
Peygamberimi görüyorum
Allah beni seviyor
Seccadem can yoldaşım.
Kahramanmaraş 5 Nisan Ortaokulu



HAYAT YAVAŞTI YAVAŞ YAŞARDIK ESKİDEN

Ahmet Doğan İlbey
Hayat yavaştı yavaş yaşardık modern olmadan önce. Hız nedir bilmezdik. Yavaş yaşandığı için dünya eskiden güzeldi. Hızlı yaşandığı için modern dünya çirkin ve gürültülü.

Yavaş yaşamalıydı Müslüman. Dinimiz emrettiği için ceddimiz yavaş yaşardı. Çünkü yavaş hayat Müslümanca hayattı. Gün doğumundan gün batımına kadar Allah’ın her gününü yavaş yaşadıkları için âsûde ve huzurlu olurlardı.

Yunus Emre yetmiş iki millete bir göz ile bakmayı, gönüller yapan dervişliğini yavaşlığın dergâhında kazandı.

Hacı Bayram-ı Veli yavaş hayatın huzur ü sükûn ikliminde yetiştirdi müridlerini.

Mimar Sinan yavaş yaşadığı için hayâl ve tasavvur etti yavaşlığın ve sükûnetin muhteşem eserlerini…

YAVAŞ YAVAŞ ÖLMEK İSTİYORUZ

Hızlı, yâni modern hayat kanserden daha öldürücü bir düşman; insanı insanlıktan çıkarıyor. Bir insan düşünün, ağır maişet mesaisine yetişmek için hızlıca kalkıyor, def-i hâcetini hızlıca yapıyor, hızlıca giyiniyor, yemeğini çok hızlı yiyor, dolayısıyla her defasında hıçkırık tutuyor. Dakikalar bitmek üzere, asansör her defasında olduğu gibi geç geliyor. Yola iniyor, fakat karşıya geçmesi gerek. Caddede hızlıca seyreden arabalar kafilesinin ardı kesilmek bilmiyor. Tükenen dakikalar napalm bombası gibi beynine beynine iniyor. Adam, “ah, bol zaman!” diyerek inliyor ve olduğu yere çöküyor…

Bu insanı ne kurtarabilir? Yavaş hayat…

Modernliğin başımıza belâ ettiği hız kültüründe yavaşlığa yer yok. Hazret-i insan olarak biz yavaş yaşamak, yemeği yavaş ve telâşsız yemek, def-i hâcetimizi yavaş yapmak, abdestimizi yavaş almak ve yavaş yavaş ölmek istiyoruz…

HIZLI HAYATIN KALBİ VE İRFANI YOK

Hızlı hayatın kalbi ve irfanı yok. Hız toplumu durup düşünen, dinleyen, sâkin bir toplum değil, sükûnetini yitiren asabi ve bencil bir güruh…

Batı medeniyetinin ürettiği modern hız toplumu hızla büyüyor. Yeni bir hastalık ve tehlikeyle karşı karşıyayız. Bu canavar tıpla, tüfekle durdurulacak bir canavar değil. Devlet ve toplum çapında başlatılacak yavaş hayat inkılâbıyla yok edilebilir ancak. Çâre: Yavaşlığın ve sükûnetin sesi İslâm medeniyeti...

HIZLAN ACELEMİZ VAR!

Küresel hız hayatımızın her karesini kuşattı artık. Hâne halkıyla görüşmeler hızlı, akraba ziyaretleri hızlı. Tâziye ve hasta ziyaretlerimizi hızlıca yapıyor, bir başka yere yetişiyoruz. Câmiden olabildiğince hızlı çıkıyor, namazın sünnetleri tehir ediliyor, zamm-ı sûreler bire indiriliyor, tesbihat olmasa da olur. Çünkü acelemiz var.

Dijital haberleşme araçlarıyla ferman buyurduğumuz lokanta yemeği en hızlı şekilde ulaştırıyor. Çünkü yemek en hızlı şekilde gelmeli ve yenmeli. Acelemiz var! Ecdâdımızın “yavaş yavaş yiyin” nasihatini bilmiyor hız çağının nesli…

Hız çağının mabudu reklâmlar hızlı olmayı telkin ediyor: “En hızlı arabaya, en hızlı cep telefonuna sahip olmak için hızlı davran!” Ne kadar hızlı olursan o kadar çok kazanma şansın var. Yavaş davrananlar, yavaş mekânlar hızlı hayatın saldırısıyla defterleri bir bir dürülüyor…

Modernizmin çocuğu teknolojiden sâdır olan hızlı hayata göre hızlı olan verimlidir. Hız ağının dışında kalmak fırsatları kaçırmaktır. Bundandır hız kültürünün ifsad ettiği toplum fazla verimlilik için daha da hızlanıyor, ruhunu dinlemekten, tefekkür etmekten kaçıyor.

Hız çağı yavaş konuşana da izin vermiyor, her şey hızlı konuşulmalı! Atalarımızın, zihnî ve ruhî ahengimizi sağlayan “Tane tane konuşun” öğüdünü silindir gibi ezip geçti hızlı hayat.

“HIZ BİR UYUŞTURUCUDUR”

Prof. Dr. Kemal Sayar, “Yavaşla!” kitabında daha hızlı sloganlarına kulaklarımızı kapatmamızı, hızın bir uyuşturucu olduğunu, ruhumuz için yavaşlamamızı, ahlâkı, merhameti, vicdanı hayatımıza katmak için hızlı olan her şeyi reddetmemizi, şifayı durup dinlenmekte, yavaşlıkta aramamızı söylüyor.

Ali Yurtgezen hocanın “Namaza Durmak” yazısının idrakleri sarsıcı kelimesi “Durmak” fiilini hayatımızın bütününe teşmil etmeliyiz: “Durmak gerek, durmayınca durulamazsınız.” Durmak, insanın fıtratına yaraşır müthiş bir fiil. Ah, durmak!

Hayatının her karesinde hız bağımlısı olan Müslümanın ders çıkaracağı bu yazısında “tevakkuf etmeyen”, durmayı unutan insanı târif ediyor ki kendimiz, biziz bu insan:

“Modernizm veya ‘çağdaş uygarlık’ tüketmeyi, kazanmayı, bunun için durup dinlenmeden koşturmayı gerektiren bir anlayış. Modernizmin inşa ettiği insan tipi, mütemadiyen hareket ederek, telaş ve endişe ile oradan oraya koşturarak, kendini çağın hızına kaptırıp sürüklenen, nefes nefese koşuşturmaktan ‘Peki ya sonra?’ diye sormaya fırsat bulamayan, hiç durmadan çalışmak, kazanmak ve tüketmek zorunda olan bir makine.”   
                                                                                                                                
HIZLI HAYATTA GÖNÜLLER YAPMAĞA VAKİT YOK

Hız çağının yok ettiği mukaddes bir kıymet: Vakit... Kimsenin vakti yok. Modern teknolojinin en hızlı arabalarıyla daha hızlı gitmemiz gerek. Çünkü vaktimiz az, işimiz çok! Oysa Müslümanca hayatın sırrı ve gayesi sükûnettir, yavaşlamaktır…  
                                                                                                                                          Hızlı hayatta gönüller yapmağa vakit yok. Hızlandıkça birbirimizden kopuyor, daha da parçalanıyoruz. Hayatımız daha da seküler hâle geldiği gibi, ruhî yabancılaşma artırıyor, mensubiyet şuuru zayıflıyor.

Yüz yüze olmayı engelleyen de bu musibettir. İnsanlar birbirinin gözüne bakmadığı, birbirini yeterince dinlemediği için muhabbet hâsıl olmuyor, herkes birbirine nesne gibi bakıyor.

Yavaş hayatı özledik. Telâşsız ve acelesiz hayat nerede, bilen var mı?







ŞİMDİKİ ZAMAN KANAMALARI/Fazlı BAYRAM










yanlış anlama aşkın ta kendisi bu benimkisi
renk değiştirdim çarmıha çıkarken çünkü
cennet bakan gözlerde sevdayı ararken
sen kokulu çöl kartalı getirdi ellerinden
ellerin değdi

sen çakıl toplardın o sıra
benine ateş sarardı ta benin
seni çok övdüm kirli ağızlarımla ağrılarımla
sevdaya çağırdım kaç kere
gelmedin
ten değiştirdim toprağa sıçrarken

‘’at değiştirdim dere geçerken’’
gözlerin değişse ne ki
görmezden gelip yönünü dönsen ne ki
can değiştirdim dünyaya gelirken
alışkınım

çekiç çalardın örslere o sıra sen
altında ben çekicin
sırma saçlarını fırlatırdın geceye
okun ucunda bağrım
o sıra sen yirmili yaşlarda
güven tazelerdin güzelliğine
kırklı yaşlar başka

‘’günaydın çocuklar’’diyen öğretmene
çelme takardım
çocuktum daha
aleme bakıp bir daha bakıp bir daha bir daha
gül değiştirdim
şimdi kırmızıyı seçiyorum
aşk da kırmızıyı seçerdi
seçmiş

durup dururken ‘’neyin peşindesin’’ dedin
sen dedim
duydun
şimdi sorsan gene sen derim
hep sen
çocuk da değilim aklım yetiyor artık
sen derken titreyip kan değiştirdim
şimdi kırmızı
daha vakit varsa beklerim
amma gel dersen yüzüm karadır benim

keşke desen gel diye
usandım beklemekten
ya da sen gelsen keşke
seni bir kez görmüş olmak için yaşıyor olsam dahi
boşa yaşamış sayılmam
gördüm
buna değdi
hemde bin kere değdi


IŞILTILI GÜNEŞ/ Senanur ÇAM












Güneş dağın başından el sallamış
O ışığıyla etrafa mutluluk saçmış
Sabahleyin kırmızı güller açmış
Güzel güneşim mutlu güneşim.

Evimizi aydınlatmış
Yüzümde gülücükler açtırmış
O güzelliğiyle beni sarmış
Güzel güneşim mutlu güneşim.

Akşam oldu batacaksın
Ama sabah doğacaksın
Mutlu yüzünle açacaksın
Güzel güneşim mutlu güneşim.
                                 5 Nisan Ortaokulu-Kahramanmaraş


GÖMÜ / Alirıza KARAKALE


Yanı başımda duran pazartesisin hafta sonundan kalma.
Dinlenmişliğimin sonunda yorgun gözümsün.
Yorulduğumu düşündüğün an gitme kal, ama.
Baharı gösterip kıştan vurma, gözümsün!

Bak! şiirler yazılır, kalır şairin namı dillerde.
Toprağa girmedim ama bilirim dünyadaki ölümü
Bu şiir, özellikle senin kağıdına yazıldı, sana aziz de,
Diğer her canlıya saklanan bir gömü.

Heceli başlayıp, hecesizim ortalarında gecenin.
Yağdı yağmurdan başka her şey çaresizim.
Nefesi, kâğıdımda ıslak mürekkep ecelin.
Derdimle farklıyım, dermanımla eşsizim.

Bugünün öncesinde çakıştı saatteki mekanizma.
Enerjisiz hiçbir şeydir zaman, anlaşıldı.
Günün sonunda yarın olmaya çalışıyoruz mekanımızda
Yarın olamadık, yarım kaldık, yarına kalarak aşıldı.

Seninle aynı mevsimdeyiz, ben kışa daha yakın sen yaza
Yürüdük anlaşamadık, koştuk hasrete nefes nefese
Yanı başımda duran pazartesisin hafta sonuna kalma
Çarşamba son gün, tıkayıp bırakma şiiri kafese.



***
KULELERDE BAYRAM SABAHI

Bayram sabahından akşamına kadar, çatlamış ellerimize narince dokunan zeytin kolonyası ve "Hadi bitane daha al" denilerek ikincisine büyük bir mutlulukla yeltendiğimiz çikolata haricinde bizi mutlu eden nadir şeyler vardı hatırladığım. 

-Estağfirullah
Mutlu olabilmek tefekküre bağlıydı ve yaradan bize bunun sonsuz izzetlerini sunuyordu. 

-Gocunduğum için değil, bu zamana kadar yaşadığım bayramlarla kıyaslamanın hissi uyandı içimde.

Hoş, Barut ve çelik kokusu zeytin kolonyasının ve özlediğimiz o bayram kokusunu yaklaşık 57 saniyede yok etmişti.

Yedisu'da bayram, aklımda mütevazi bir yer edinecek. (Yedisu’da halk, bayram namazından sonra neredeyse aileleriyle bayramlaşmadan askerlerine sahip çıkıyor, bayram tebriklerine bizlerle başlıyor ve 40 yıldır bu geleneği evlatlarına yaşatmaya devam ediyorlar.)

Şimdi bir bayram bulalım yerleşebileceğimiz. Tüm hasretlerden kaçabileceğimiz, mecburi ama gururlu.

Çocukların ellerinde farklı renkte bugün için günler öncesinden hazırlanmış süslü çantalar (Asıl olan diğer çocuğun yalnızlığına dokunalım, dokunmalı ama minik yüreğini acıtmadan ! ) içlerinde bin renk karışımı şekerler. Her evden kaç tane aldıklarını gözüm seçemedi pek. Karın ağrılarına aldırmadan her verilen şekerde eve gidip yeme heyecanıyla dolu musmutlu gülen yüzler.

En çok kız çocukları ...
Küçük hanımefendi edasıyla salınan pıtırcıklar. Bayramcılıklarının(Kahramanmaraş'a ait bir söylemdir) içinde süzülen tertemiz yürekli melekler. Babalarının ellerini bir an olsun bırakmayan ve her adımlarında içlerinde dua eden Derya'lar.

En çok erkek çocukları ...
Bir beyefendi ağırlığıyla klasını konuşturan küçük adamlar. Hala modası geçmeyen ve hala benim bile bazen giyinmek istediğim (samimiyim) ışıklı ayakkabıları,renkli pabyonlarını beyaz gömleklerine kombinli Bayram'lar.

Dünyadan göçünü kurtuluş saymış ve ebedi huzura kavuşmuşların dünyadaki yakınları, huzurda en çok lazım olacak muhabbeti kuruyorlar ahiretle aralarında. Sonsuz merhamet sahibine sığınıyorlar. ( Bu durum tüm coğrafyada aynı elhamdulillah. )

Ve bayramı ellerinden geldikçe en iyi kutlamaya çalışan, hasret çekmek fiilini sonuna kadar yaşayan, yoldan geçen herhangi birinin tebessümüyle tüm gününü bayram geçirmesine ve aynı zamanda gözleri, Allah'ın bu yıl, bu ay, bu saatlerde (09.30) aziz vatanın bir parçasını koruma görevine layık görülen aslanlar.

Kule 1, bizi biz yapan değerlerin vücut bulmuş halini, Allah'ın rahmetinin insanlar üzerindeki doyulmaz etkisini, bir bayramda yaşanılması gereken bize ait bu topraklara ait ne varsa nakış nakış gönüllere işlenmiş halini yansıtır.

"Bazı şehirleri özlemek, tek gözlü odaya toplanıp, annenin yaptığı sıcak tarhana çorbasıyla ısınmak gibidir" der Tarık Tufan.

Her harfine samimiyetle katıldığım bir paragraf bu günlerde ve onlarca gün daha devam edecek gibi.

Sözün akışını bozup güzel tümceler aramaktansa güzel tümceleri bozup sözümün akışına uydurmayı daha doğru buldum bu bayram ve nasiptir önümüzdeki bayramdada.

Bence her insanın ömrü boyunca ezberinde tutacağı bir bayram olmalı. Anne yüzü kadar, yârin parmakları kadar akılda tutabilmeli bu bayramı.

Sanıyorum bu bayram, o bayram...
Mübarek olsun.


karakale 'm


***
MEHMETCİĞİN BAYRAMI


İYİ Kİ"

Bir Türk Askeri, yalnızca bir çocuğun tebessümü için ailesinden uzakta ve aynı çocuğun huzuru için vatan müdafaasında.
Tüm çocukları düşündüğünde canını seve seve feda etmekten çekinmeyecektir ve bu yüzden bu dağların eteklerindedir.
Bu çocuklar Allah'ın merhametinin tecellisidir...
Hz. İsmail gibi...

Ki kiminin adı gerçekten İsmail, kiminin adı Ebubekir kiminin adı Hamza kiminin Muhammed.

Ebubekir soruyor :
Asker abi siz bizim için mi burdasınız?
Evinize hiç gitmiyor musunuz ?
Siz her bayramınızı burda mı geçiriyorsunuz?

Ardından ekliyor:
Benim annem her vakitte size dua ediyor. Allahım askerlerimizi koru onları sevdiklerine bağışla diyor. Ben de hep amin diyorum. İyi ki Yedisu'dasınız.

Bu bayram, tam içimizde burukluk, yüzümüzde hasret mimikleri belirmeye başlayacağı sıralar söylenen "İyi ki burdasınız" sözleriyle tekrar irkilip "Vatan Sana Canım KURBAN" diyerek bayramımızın birinci günü geçirdik.

Hz. İbrahim'in kınalı İsmail'leri vatana KURBAN olmak için müdafadalar.

Kurban Bayramınız Mübarek Olsun !
karakale 'm


***

NÖBET 


Dağların sırdaşlığına muhtaç bir komutanlığın, içerisine saklanmış şiirleri çıkarıyoruz her gün gün yüzüne. 
Her biri dört dörtlük olan kahramanların dörtlüklerinde, VATAN ön planda.

Kafiyeli, yürekleri gibi;

Ezan kulağımıza okunan ilahi çağrı.
Dağlarda, umursamadık çekilmez ağrıları.
Dinmesin diye Allah'ın daveti yeryüzünden.
Çok çektik dağların çekilmez güzünden.

Her şiirin ardından nefes alışverişlerine doymuş bir oruçlu gibi şükrediyor yiğitler.
Annelerinin kulaklarına mırıldandığı kalp ritmini düzene sokan ninniler, geceleri uyuyacakları bir kaç saatlik uykuyu hazineye çeviriyor. Nadiren görülen bol yıldızlı büyüklerinin ültimatomları arasında kimi ve geneli ve çoğu ve hatta hepsi Annelerinin "Hoppalacık Oğluma" tekerlemelerini yüreklerinde hissedip yarı ağlamaklı düşüncelere dalıyorlar.

Aralara şiirler serpiliyor çarpar gibi suyu yüzümüze.

Yüce dağlar sıra sıra ardımızda önümüzde.
Bugünümüzde şanlı şerefli dünümüzde.
Şükrediyoruz Mevla'ya her günümüzde.
Korkutur zalimi dirimizde, ölümüzde.

Aromasında biraz deterjan biraz gül kolonyası karışımı ellerine hasret duyulan ve şehadete kadar o kokusu unutulmayacak Anneler...

Yazının ANA konusu Vatan.
İnanın her Mehmetçik, geceleri rüyalarında annelerinin o yukarıda anlatmaya çalıştığım ellerini öperek dua isteyip sayıklıyorlar. Görseniz ne kadar samimiler. Çünkü bilinir ki duygular çoğunlukla rüyalarda en samimi hallerini alırlar.

Bu yazı bir varmış bir yokmuş hikayelerinin özeti mahiyetinde görünüme sahip olabilir fakat;

Ne karşımızda duran Kaf Dağı ne de üzerimizde uçan Anka Kuşu.

Ne şiirdir ne hikâye.

Şeytan dağlarının karşısında, arazinin tam ortasında bulunan Mehmetlerin gerçek yaşamlarıdır ve kişi ve kurumlar tamamen gerçektir.

Ve Mehmetçik her sabah şöyle haykırır karşıki dağlara:

BİR ÖLÜR BİN DİRİLİRİZ!

karakale 'm



***
HİLAL - YILDIZ

Hilal hiç ayrılmadı gökyüzünden o gün. Ve bu kez yıldızlar yeryüzün- deydi. Yeryüzü al bayrağın iki misafirine ev sahipliği yapıyordu. Al kan yanında, yıldız. Bu kez yalnızca Hilal yansıdı yeryüzünün iki şerefli misafirine. 

Değişmedi, değişmeyecekti. 

Namusumuz aynı ihtişamıyla gözlerini alıyordu "kanı bozukların". Hilal, hangi kanın üzerine yansıyacağını bilir. Buyurulmuştur ona. Ki kansızın en fazla iki damla kanı vardır. Birinci damlası İRİN ikinci damlası HAİN. 

Şerefli damlalar arasında geceyi aydınlatan Hilal'di. Yıldızlar yeryüzünde onlara verilen görevi yerine getiriyorlardı. 

İlk yıldız Ast. Kd. Bşçvş Bülent Aydın'dı. Gecenin ilk yıldızı, ilk şehidi. 

Öğle yemeğini beraber yediği kişiler, şerefsizce şehid ettiler onu. 

Bülent Komutan eşi Şehnaz ablaya : "İşim uzadı " demişti. İşi mahşere kaldı Şahnaz abla. İntikamı hem burada hem mahşerde en acısıyla alınacaktır. 

Yıldızlar nasıl parlarlar bilirsiniz. Eşsiz benzersizdirler güzellikte. 
Hele o geceki yıldızlar. Göz kamaştırıyor. 

15'lileri de bilirsiniz. Hani ecdattan bu güne hiç bitmeyecek olan 15'liler. Cesaretleri iki cihanda da örnek gösterilecek 15'liler. Bazan çocuk deyip fikirleri önemsenmeyen 15'liler. Hatrınıza acı acı geldi değil mi ? 

Ümmetin son kalesini kurtardı işte onlar. 

Babalarının, annelerinin önünde vatan savunmasına gelen o çocuklara o cesaret abidelerine o yiğitlere nasıl imrenmem, nasıl kıskanmam onları ?  

  • Sen evde kal !
  • Sen nereye ben oraya baba. Şehadetten beni mahrum bırakma. 

Abdullah Tayyip. Babasına Erol abiye böyle söyleyerek çıkıyor evden. Nasıl kurban olmam ki senin yüreğine.  

Ya Engin (Tilmaç)

Yiğidim !

Karşıdan gelen tank mı ?

Tank kardeşim. O gelen içinde şerefsiz barındıran demir yığını tank. Birazdan şehadetine sebep olacak. 

Yiğidim tankın altında kalıyor. Yüzü tanınmaz halde. Şu yeryüzü mü senin yüzün mü deseler senin yüzün daha pak derim. Senin yüzünden daha pak bir yüz görebilecekler mi ?

Engin'im. 

Kimliğin evde kalmış kardeşim. Annen baban çok aramışlar, çok merak etmişler seni. 

Bu abinin gözleri ahirette seni arayacak. Nolur beni bul !

15 Temmuz, 15'lileri bağrına basmıştı. 

Halil'im (İbrahim Yıldırım)

Kalk hadi kardeşim. Bak hainler ateş ediyorlar dört bir yandan. Engel olmamız lazım kalk hadi Halil'im! 

Vurulmuş temiz alnından uzanmış yatıyor ... 

Mahir'im (Ayabak)

Aya bak kardeşim. Tam üzerinde Hilal. Ne güzel yakışıyorsun yıldız olarak. Mücadeleni olur da bir hain okursa imana gelir. Havalimanında kurşunlar senden korkmuşlar kaç kez. Duydum şanını. Son kurşuna da sen müsade etmişsin. Şehadete kavuşmak İçin. Ve şehadet parmağın havada şahitlik ederek kapatmışsın gözleri. 

ŞAHİDİM. 

Ve iki yıldız. Coğrafyada adı Çift yıldız. Hiç ayrılmıyorlardı. Çok yanyanaydılar. Diğer yıldızlara göre çok benzerdiler. 

Ahmet - Mehmet Oruç, 

Kimlikleri tespit edilemedi bir çok şehid gibi. 

Enes Bin Malik (r.a) geldi hatırıma. 

Uhut'ta Efendimizin şehadetini duyduğunda, yanındakilere : "O öldükten sonra yaşayışta ne yapacaksınız, kalkın ve onun gibi ölün" demişti. Ve savaşın en yoğun olduğu yerde şehid olmuştu. Kız kardeşi yalnızca parmaklarından tanımıştı onu. 

KURBAN OLAYIM. 

İlhan(Varank) hoca bağırıyordu hainin arlanmaz yüzüne. 

Burası ÇANAKKALE! 

Hain, İlhan hocayı çok iyi anlamış olacak ki zamanın gavuru gibi saldırdı ve İlhan hoca son sözlerinden sonra şehid oldu. 

Mustafa (Cambaz) abi hakkında evladı diyor ki "Şehide en yakışan yerinden vurularak iki kurşunla şehid oldu babam."

Hilal, al kan ve yıldızları bağrına basıyordu o gece. 

Halil (Kantarcı) abi bunu biliyordu. Ailesini ümmete emanet ederek çıkmış evden. 

Zeynep Serra(Babasının güzel kızı) , Ömer Tarık (Bakın bir ömer daha geliyor) , Ali Cihad ( Cihadı Allah İçin olacak) üç melek , ümmete emanet. 

Anneler vardı. En çok parıldayan onlardı şüphesiz. Hilal'in yanına nazik ve zerafet içinde nasıl da yakışıyorlar. 

Demet (Sezen) Abla ...

Anneydi, yürekli bir polisti. 

Evladını, meslektaşı eşine bırakarak çıkıyor evden. Koşar adım şehadete ilerliyor. Ve Allah kabul buyuruyor. 

Şimdi Demet ablanın evladından da korkun. 

Demet abla ile birlikte kaç yiğid kadın tanıdı Hilal. 

ŞAHİDİM. 

Başını koyarak çıkmıştı belli ki vatan müdafaasına. Niyeti hâlismiş Cuma (Dağ) abinin. 

Evinden çıkmadan eşine diyor ki : " Rukiye, oğlumla şöyle güzel bi fotoğrafımızı çek. Hatıra kalsın. 

Sonra oğlunu göğsünde uyuttu. Çıktı evden. 

Sicim gibi yağan kurşunlara aldırmadı. Saat: 01.00 

Büyük bir gürültüyle bomba düştü. Cuma abi o aralar ne kurşunlar ne bombalar gördü bilmiyorum ama tankların hemen önünde yalnızca gövdesi vardı. O kurban olunacak "Başsız Şehid" Cuma abiydi. 

Hilal hiç ayrılmadı gökyüzünden bu gece. Ve bu kez iki misafirine ev sahipliği yapıyordu. Al kanın yanında yıldız. Bu kez yalnızca Hilal yansıdı yeryüzünün şerefli misafirlerine. 

Aynı ihtişamıyla dalgalandı o gece ve dalgalanacaktı ilelebet. 


karakale 'm



***
KILIÇ, KALEM VE ŞİİR


Olur,
Bir şiir yazılır inanınca kavgaya.

Kimileri kılıçlarını çeker, kimileri kalemlerini.
Her dava, geçer savunmaya kendi alemlerini.

Bir şiir yazılır inanınca kavgaya.

Kiminin hakkı batıl görünür,
Kiminin batılı hak.
Kuşanırlar doğrularını meydanlarda,
Çıkar yüreklerden yorgun bir ah,

Ben bir tek doğruya inanırım o da Allah!

Olur,
Yazılır bir şiir inanınca kavgaya

Çıkarılır konur masalara düşünceler.
Kim kimin duygularına yazarsa şiiri,
Bu da siyasetin en mucizevi sihri.

EVET, Yeni şeyler söylemek lazım cancağzım.
karakale 'm



***
YÜREĞİM BİR ŞEHİRDİR BUGÜN

Yüreğim bir şehirdir bu gün, yağmurlu , 9 °C

7 Milyar insan 193 devlet küresel ısınma safsatasıyla insanlık için çalışıyoruz imajı vermekten çok bir mazlumun çığlıklarını duysaydı da insanlık ölmemiş deseydik.
İnsanlık mecazını çıkarıyorum lügatımdan, "insan" gerçeğini anlamanız kaç dünya savaşı sürecek.

Normal zamanlarda 1.5 milyar insanın ayrıca yeri olmasına rağmen şehrimde,
"Yaradılanı severim yaradandan ötürü" düşüncesiyle,
7 Milyarlık en temizinden yer ayırmıştım kalbimde.

Öyle yağmur yağıyor ki yüreğimde
9 °C nin çok altında, çok üstünde
Mevsimler önemsizleşiyor
Bir şehir size habersiz küstüğünde.

Bu gece yüreğimde yaşayan kadınların feryatları uyandıracak sizi
İntihar için fetva beklerken şehrin o ak pak bacıları
Tüm küreye eşit miktarlarda dağılacak gözyaşları.

Belki hayatta kalırız diye ekmek ve su isteyen yüreğimin çocukları
Nasiplerine düşüyor şarapnel parçacıkları

Mevla'ya sadık bir hemşehrim "Allah böyle diledi böyle olacak. Allah'a hamd olsun. Siz üzülmeyin" diyor.
Selamı var size ...
Bir somun ekmeği 5 aile paylaşıp yiyor
Yalvarmıyor, boyun bükmüyor merhametsize

yüreğim(HALEP) yanıyor !
yüreğim (HALEP) dağlanıyor !

Ya Rabbi
Yazacaklarımda hata kusur varsa affına sığınıyorum ;

Kul'dan hayır yok
Ebabillerini bekliyoruz RABBİM !
karakale 'm




***AŞKINA YANDIĞIM 


Korkuluklardan seyrediyorum evreni.
İmkanım kısıtlı , görüş açım dar.
Bir ses anlamaya yetiyor beni,
Vakit seher,
Semada tefekkür havası var.

Bu esen Rabbim mükâfatın mıdır ?
Ki merhametin aşikâr , rahmetin belli.
Bu doğan Rabbim bize fırsat mıdır?
Dokunsun kalbime filizlensin mi... ?

Kurumuş dudağım susuzluktan,
Müjdenden mi Yâ Rabbi mahmurluğum?
İnsan sadece yaşıyor , habersiz yalnızlıktan
Haberin mi Yâ Rabbi ?
Anlamıyorlar, anlamıyorum.

Ufacık bir sebep kalbimin mezarını deşer,
Unutturma kul olduğumu sana varayım.
Kan çekiliyor bedenlerden anlamıyor beşer.
Aşkına ulaştır, korkundan ve sevginden yanayım.

Bu mevsim susuz kalırsam anlar mıyım hallerini,
Göster ki Yâ Rabbi dirayetim artsın
Yetime, öksüze uzatayım ellerimi,
Nasibime ver Yâ Rabbi,
Sen sebep eyleyen Yârsın.

Nefsin azaba değil , dizgine ihtiyacı var.
İzinden Yâ Rabbi ayırma kulunu.
Gönlüm aşkınla dolu yanar ha yanar,
Bu har mükâfat ;
Sebep ile, affeyle kulunu.

Ellerimle, gözlerimle vs. oldum haddi aşan.
Affının büyüklüğüne sığınırım Rabbim.
Nefsim mi , ben mi bilmiyorum şeytanlaşan ?
Salih bir kul eyle elinde ve izinde kalbim.

Şerefli Ay hürmetine eyleme kalbimi med cezir
Gelsin ve sende kalsın kulunun yolu.
Evrenin padişahı sensin , emrinde vezir.
Leyli Kadr ‘de af istek ve şükür dolu.

Velhasıl

İnna enzelnahu fi leyletil kadr

İndirilen Kur’an hürmetine
Kabul eyle aşık sana bu şair !

***
ELVEDA

Şimdi gidiyorsun ...

Ey kaybettiklerimi geri kazanmama vesile
Hem oruç, hem Kuran hem namaz ile
Gönlümün en buruk en hazin haliyle
Şimdi gidiyorsun
Bıraktığın hoşgörü aşk ve muhabbet ile
Yüzlerde tebessüm nur şevk ile
Sevenin sevdiğine zakirliğiyle

Şimdi gidiyorsun

Sabrınla doyurduğun fikirler ile
Şükürle yücelen fakirliğimle
Elhamdulillah diyen şakirlerinle

Şimdi gidiyorsun

Gözlerde geceden kalma mahmurluk ile
Akşamlara yansıyan sevinçler ile
Sabır,sebat, şükürler ile

Bırakıp gidiyorsun bizi...

Doğacak güneş yeni günlere
Yine beklenecek o günler özlemle
Ha bu gün ha yarın diye diye
Bekledik bekleyeceğiz günlerce
Dualarla ulaşalım Ramazan-ı Şeriflere


***AŞIKSAN 

Âşıksan

Bakabilirsen bu şehrin eşsiz yerlerden hediye edilen gece süslü yeline
Hissedebilmen kaç şiire şahitlik ettiğine bağlı

Âşıksan

İstanbul sahillerindeki palmiye ağaçlarının birbirlerine benzeyen ahenkleri gibi
Başkaca yerlere planlı serpilmiş çınar ağaçlarımızın aynı topraktan olduğunu anlarsın

Âşıksan

Uyumaya çalışma,
Uykusu tutmayanlar şair oldular.

Kaç gün döndü geceden sabaha Pınarbaşı'nda
Kaç demlik çay devrildi masalarda
Bir de muhabbet aşk olunca
Şâhidi de çok olur ya!
Başlar şair olanlar mısraları ağlamaya
Dönmesi umut edilenlerin hatırına
(Özrünüze sığınır şair bir de sigara yakar)

Âşıksan

Kabul görülür ahali tarafından bağrışmalar
Bilirler buralarda bağımlılık şiiredir.
Şiir sessiz haykırılır, acı çünkü ciğerdedir.
Kimine göre Leyla'ya kimine göre Şirin'edir.
En çok da dönmesi umut edilenleridir.
(Özrünüze sığınır şair bir yudum çaylanır)

Âşıksan

Bir kabak kemane tercüman oluyorsa hislerine
O da sözsüz şairdir kimilerine göre
Üflerken rüzgâr kavakların tellerine
O da Ney’in sesi olur âşıkların hürmetine
(Allah'a sığınır şair koyar başını secdeye)

***
İÇİNE KAPANIK GÜL




Yüzsüzleşmiş o şekilsiz korkular, kapımı alacaklı gibi üst üste zalimce çalıyor.
Ya alacak ya da çalacak.
Tüm ürkekliğimle kıstım sesimi
İçine kapanık bir gülüm şimdi.
Bu tam yuvarlak olmayan âlemin hiçbir nimetinde gözüm olmadığından
Çalıp günaha girmesin diye kendi ellerimle teslim ettim kendimi.

Zaman akıp gitti, hiç direnmedim
Ol dedi oldum!
Bağışladı bana süku(tu)neti.

Herkes bir yerlerden bir şeylerimi alıyor anı diye
Sen beni, dünya ömrümü, sigara canımı.

Tüm yaylı çalgıların söylemek istediği
Ne olabilir ki acıdan başka?

Kulaklarımın çınlamasını hiç bu kadar istememiştim.
Tek kapılı tek göz odada
Uyku mahmurluğundan korsanları andıran tek gözümle
Ya beni anmanı ya da kapımı senin alacaklı gibi çalmanı bekledim.
Kapımı çalmadan aklımı hangi ara nasıl aldın?

Sen,
Titreyen mülteci çocukların yanaştığı Ateş
Mendili mi yoksa geleceğini mi gözümüze sokuyor
Telaş etme
Rüzgâr ve melekler kaplıyor
Mendilden kazandığıyla aldığı 100 yaprak kareli metot defteri

Şimdi ise eski bir yolsun artık kimsenin geçmediği.

Aralıkta unutulmuş pencereyi fırsat bilen
Soğuk gibisin önce ensemden giren.
Çok üşüdüm, çok yoruldum
Şu dert ne kadar da düşkünmüş meğer bana.

Seni mahcup ve sadakatliyken gördüm, daha güzeldin
Sen ey samimiyet gel otur soframa.

Senin diğerlerinden eksik olan her şeyin
Bana dünyaları bağışlıyor bilsen.
Beni görmen için için yaşıyorum
Sabır bu aralar bir uçak bileti.

Beni tanımaz tebessüm
Çünkü varsayımına göre çok çektirdim dünyaya
Ters çevirsen aslında
Hiç ülke yok, hiç tebessüm yokmuş o ortamda.

Çok uyuyorum, aksi halde nazı çekilmez buraların
Bir de en çok uyurken nazım geçiyor Yaradana.

Şiirin hammaddesi ya derttir ya hüzün
Bana bunu yazdıran yalnızca gülüşün

Biraz önce beni gömdüler
Hissedersen üzülme, sen de gel!

***
SOYKIRIM

Eksildildikçe eksiliyor her şey ve dahi ben. 
Günün doğmayı reddettiği bir geceden ve şehirden yazıyorum hasretimi.
Yakınım ama hiç sen yok buralarda.
Ki kim sen olabilir yeryüzünde.
Bir kelime yasamazsam sanki tarih beni reddedecek.
Titriyorum, ne yazmışsam her harfin birer öpücüğü var buz gibi.
En son düşüşümde, saldırılmayan tek mevziim de bombalandı.

Ben kolay incinirim bilirsin.
Yavaşça sar yaralarımı, yavaşça.

Kolay hasta olurum, 
                        kolayca vazgeçerim zor olan ne varsa.

Basit adamım kimseye fark ettirmem yokluğumu.
Hatırlarsa bir annem, bir de sen.

Aldığım nefesin yarısı zehir.
Bak bu şiirde; dördüncü Murat'a inat, dördüncü sigara

Nasıl kolay incinirsem kolayca da ölürüm.
Zamansız ölürüm.
Seni de zamansız gördüm mesela.
Zamansız kör oldu gözlerim.
Zamansız beyazladı saçlarım.

Yine zamanı değil belki; ama gitmek istemezsen bir şiir miktarı otursak... 

İstemezsen sadece elimi tut.
O da değilse sadece yüzüme bak.
Yüzüme bak!
Gözlerime bak!

Gidelim buralardan
Sakallarıma ve saçlarıma düşen beyazlıkların özlemişliğime şahitliğinden bahsederim sana.

Senin masumiyetini ve sadakatini, benimse sana nasıl imrendiğimi anlatacağım dört köşeli bir dünyaya gidelim.
Haritaya lüzum yok.

Gidelim!

Bir şiir buluruz yerleşebileceğimiz.
Evrensel inatlarımı anneannemin her sabah ben uyanmadan yaktığı, bilmem kaç yıllık sobaya atar, nasıl yandığını kaydeder izletirim sana bir ara.

Bak bunlar sadece bir kaçı ;

Elimi tut!

Elimi tutmazsan ben altı yaşına düşerim.
Duraklı mahallesine.
Siyah bir duvarın beni karşıladığı o şimdi olmayan mahalle bakkalına düşerim.
Geleceğin karanlık tarafını o gün anladığım, kaybolmaya ramak kala ağladığım o siyah duvarın kucağına düşerim.
Dik yokuşlarda ağlamalara düşerim.

Elimi tut!

Elimi tutmazsan beş yaşına düşerim.

Nizam-ı cedid sokağına.

Rampada kimseye aldırmadan futbol oynayan çocukların ayaklarının dibine düşerim.
Murat'ın beni çağırmak için çıktığı beş metrelik asma dallarının yorgun üzümlerine.
Elimi tutmazsan, yirmi dakikalık yolu kaçırılma korkusuyla üç dakika on beş saniye rekorum kırılır, halsiz düşerim.

Başım çok ağrıyor bu aralar biliyor musun?

Kalbimi, beynime soykırım yapmakta hiç bu kadar aceleci ve kararlı görmemiştim.


karakale 'm

***
GÜÇ VE BELA


Gidersen

Bu gecenin ninnisi ağıt olur.
Yazık olur zar zor aydınlanmış gözlerime.
Hadsiz şarkılar elçiliğe soyunur derdime.
Ritimsiz sözlerle uğraştırma beni,
düşman etme kendime.

Gidersen

"Elalem ne der" diye deyimler çıkar halkın dilinden.
Simsiyah mürekkep akar kararan gözlerimden.
Sana şiirler biriktirmek varken ilkokul defterinde
Küfürbaz silahlara kurşun olurum dertlerimden.

Gidersen

İsyan eden hiçbir harfe engel olamam
Tevbelerini kabul etmek bana düşmez bıkanların
Günahkârı olursun silahtan çıkanların
Ve ustasını kaybeder masallarındaki çırakların.


karakale 'm



***
YEMİN


Misafir gibiyim bu kadar kalabalığın içinde. 
Hiç bir ferdin şahsi malı değil bu hava sahası biliyorum.

Ortak kullanalım diye varedilmiş bu toprak üzerinde,
küresel ısınma gibi dayatmaların , kutup ayısı kadar tedirgin ediyor insanlığı.

Ben senin benim dünyama kararında gönderdiğin güneş ışınlarını sevdim.
Sıcaklığına razı oldum fazlasıyla.

Hatırlaki sen yaklaştığında yakan, ortalamada dayanaksın.
Sırtımı yüzüne dönsem piriketten duvar
Yüzümü gözüne dönsem ahşapsın
Baktığın yerleri alev olup yakacaksın.
Bu kez gözyaşlarınla söndür bu alevi, dayan aksın.

Bak vallahi ilk kez senin haricinde zamir kullanmadım bu şiirde.
Gizliden ve açıktan özneleri de attım.
Tek yüklemle yazıyorum,
Seni seviyorum.

karakale 'm / 16.11.2015



***
YARGIÇSIZ İNFAZ

Umudum; ya infazları kesilsin sevgilinin ya da yargıçları ölsün. 
Kalbinde değilsem de hiç olmazsa olayım umurunda.
İçindeki tüm hukukçuları çıkar mahkemene, adaletten anlamayan sürünsün.
Hesap versinler boynu bükük halde bu şiirin huzurunda.

"Karar" diye sert bir üslupla vursun tokmağını şair.
Titresin adaletsiz sözlerin, vicdanı öğrensin.
Kafiyeler uzaktan şahit, inatlarına dair.
Kesmez olsun sözlerin, öldürecekken körelsin.

Yanlışsam izin vermesin Azrail, çizik attırmasın.
Bu davanda kâğıt galip desin ayrılsın salondan.
Suçum bir şiirse, üç şiir desin açıktan arttırsın.
Baş harfini dahi kullanmam, istemem haber gelmesin ondan.

...


Ve bu şiir bundan sonra bir daha okunmayacak tarafımdan.

karakale 'm / 17.11.2015



***
MİSAL-İ ÖRÜMCEK




Burkulan bileğiyle yağmuru bekler ağaç
Üzülür ahvaline örümceğin, son zamanlarda ağa aç.
Öreceği kaç ağ kaldı ki saysan en fazla birkaç.
Onları da yağmurla birlikte benim hatrıma etrafa saç.

Üzme ne hirayı ne herhangi mağarayı.
Yorulmadın mı bu dağı arayı arayı.
Çevirmedin mi mağarayı saraya.
Hüznü mürekkep eyledim, ak eyledim karayı.

Sana yakışmaz güçsüz kalmak ben de iyi durdu.
Ben de yıkılmaz kaleydi en sağlam surdu.
Olma kahrı perişan bu piyango bana vurdu.
Alıp bir dağdan bir dağa savurdu.

Senin aşkının zerresi olsa ben de, kaç vagon olurdum trenlere.
Kalemle nakış nakış örmüştüm ağları tenlere.
Saygım toprağa aşık tohum ekenlere.
Bu şiir aşık bedenden yanlızca senlere.


karakale' m / 16.11.2015
***
22.55 ANISI


En çok uyumayı seviyorum ne de olsa ölümün yarısı.
Kapanacaksa siyahla kapansın gecenin yarası.
Böyle düşünen canlılar arasında muhtemel son türüm.
Martılardan ödünç aldım ama bu vesileyle döküldü tüyüm.

Onikiden vurduğun her başarının arkasında sürüm sürümüm.
Bak bu hallerimde güncellenmiş halim, son sürümüm.
Hedef tahtasındayım ya sayende nereye çekersen oraya yürürüm.
Bilmiyorsan öğren ben sana bağlanan en sıkı tüğümüm.


karakale 'm / 15.11.2015

***
EYLÜL'DE CIRCIR BÖCEĞİ

Gözlerimin ele verdiği yüzümde sensiz ilk tebessüm provası. 
Denemek ihanetten sayılır mı ki?

Sana da değil...

Eskiden kötü kokan Haliç'e.
Sarıyer'de yarım kalmış kâğıt helvaya.
Kadıköy'de simit attığımız martıya.

Soruyorum sizlere;
Birazcık tebessüm acıtır mı geçmişi?

Dediler ki; gelecek çantası büyümüş bavul olmuş.
İçinde, anarsan küçük küçük mimiklerle dolu hayret.
Bak dostum bu dünya güzel gayet.
Kimse üzülmez küçük bir tebessümle, birazcık gayret.
Unut demiyoruz zaten ki unutursan şayet ;
Hatırladığında hayırla yad et.

...

karakale 'm

***
MEŞHUR İĞDE KOKUSU

Sürüklenir her düşlediğin iğde kokan yaz yolunda.
Acısı, ilkokulun zorunlu aşı uygulaması kolunda.
Aşkı en iyi anlatan Cemal Safi'dir bence.
O da şiirin başlangıcında ve sonunda.

Tüm ağırlığını işaret parmağıma verdiğim dert çantasında
Tek parmağıyla fiyaka satan bi adamdan
Sırtının acıdığını kalbinin ağrıdığında anlayan
Dolaylı, saçma ama seni unutamayan...

Şair gibi ama biraz deli
Sanırım bu deli yalnızca seni sevmeli...


*** ÇEKİMSER FİİL

İnsafsız bir yolun sulu şakalarına maruz kalanlar bilirler,
Bilirler, yalnızca yollar insafsız değiller.

Hep bir çoğul eki var can yakıcı fiillerde
Araba lastikleri bile insanın yüzüne tükürmekteler.

Hep iyi gelecek değil ya yağmur,
Biraz da biz istemeden yağsın.
Biraz muzdarip, yağmur biraz mağrur,
Bırak, gökyüzü sütünü, biz istemeden sağsın.

Hatırladıkça kahroluyor insan geçmişte sevdiğini,
Anlamış değilim hâlâ neyin muhasebesi bu?
Sevdiysen ki bir sürü geçmiş zaman eki var,
Şiirlerde çekilen acı, geçmişin en abes fiili.

Her dörtlük, dört dörtlük değil işte sevgili,
Sen varsın diye bu kadar naif yazılarım.
Bu mahcup ülkede sadece sensin bu kadar kafiyeli,
Haricinde yazılanların günahı azalarımın.


*** 
MÜNACAAT 



Olurda senden başkasına muhtaç olacak hâle gelirsem,
beni hâle bürünmeden al nolur Rabbim.
Bu en samimi duamdır.
Bu mektubumun başlangıcı,
şiirimin sonudur.
Aşkım, senden başkasına fazla gelmeden al beni Rabbim.
Bu en derin derdimdir.
Bu, şairin gözyaşları, özlemenin haddidir.



***
GEL ÖLELİM
 



Güneş tam yerinde bugün, gel ölelim.
İzinsiz yalnızlıklarımızın gölgesi vursun zemine.
Tahrip gücü yüksek kelimeler olsun sebebi
Olmazsa olmazlarımız kayıtsız kalsın bu ölüşe.

Gece tam siyah bugün, gel ölelim.
Vaktin önemine binaen, siyaha beyazla yazalım şiirimizi.
Yalnızca sabahçı kahvelerindeki berduşlar okurlar hem.
Hem sabah olunca ifşa etmemiş oluruz bitmişliğimizi.

Güneş tam sabahlık bugün, gel ölelim.
Duymaz hiç kimse şehrin gürültüsünden.
Salına salına gideriz beraber kimseciklersiz.
Anlamaz kimse son şiirimiz olduğunu.

Gece tam kimsesiz bugün, gel ölelim.
Şairi ölmüş bir memleket umursamaz bizi.
Belki üç gün sonra üçüncü sayfa haberiyiz.
Ama sadece belkili bir ömrümüz var işte.


Ve güneş tam doğmadı bugün, ölünecek an, gel ölelim.
İşte tam zamanı sensizliğin…
Ki sensiz bir ömre yakışan olur soluşum.
Ben bir şiirim, şair katilim.

***

LEYLA İLE Mİ MECNUN?


Bendeki hüzün birikirse kar olur.
Yağar dağ yürekli sana

Sendeki dağda erir karım kaybolur.
Yanar yâr kor olur suretin bana.



Gocunmam.



Bendeki özlem benzemez kumrulara
Yarar dağları belli etmez sana.

Sendeki Leyla olsa Mecnunlara
Sarar bedenimi nakış olur bana.



Gocunmam.



Bendeki sen kıvrılır kâğıtlara.
Adına imkânsız der ekşir kalemim sana.

Sendeki imkânsızlığa ömür biçilse
Düşmanımdır imkânsızlıklar ömrümce.



Yine de gocunmam.