Türkler olarak kelimelerle olan münasebetimizi
hudutların üstünde bir ehemmiyetle sürdürdük. Çok şükür. Bizim kelimelere olan
düşkünlüğümüz her zaman şiirle ve şiirin sahasında var olmuştur.
Şiir dedik diye küsüp gitmeyin. Türk için şiir,
lafz içinde mevzuu, mevzuu içinde mana, mana içinde ses, ses içinde ahenktir.
Türk için, bir tasavvuru işlemeden izah etmek, tarhanalık yoğurt sohbetinden
farksızdır. Mürekkep israfıdır. Ceviz kabuğuna az gelen kuru lakırdıdır.
Ondandır ki İzmirli nâsir Halit Bey’in bir fanus mürekkep harcadığı mavili
siyahlı eserinde dahi şiirin havasını sezmiştik.
Helen felsefeyle anlattı meramını. Türk’se hep
şairdi. Şiirle var olmuş, şiirle ölmüş, şiirle susmuş yine şiirle coşmuştu.
Fakat artık yağı yakıp murdar etmenin bir faydası yok…
Urfalı şairin dediği gibi “Mahmûr olarak lezzet-i sahbâdan usandık.”
Söyledik söyledik usandık.
Divanlar sökülüp kaldırıldı, burada itiraz edemeyiz
fakat sonra kırılıp şöminede yakıldı. Horlandı, çamurlandı, yok sayıldı. Başka
ne beklenirdi sanki? Artık taklit ile tefekkür eden şuursuzlardık; yelesiz
aslanlar…
Neyse efendim, Aziz Nesino’nun gerici listesine
girmeden sükût-u hayal edeyim şimdi.
Yunus’a selam olsun.
“Bir sinek
bir kartalı, salladı vurdu yere
Yalan değil
gerçektir bende gördüm tozunu”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder