EŞİĞİN ÖBÜR TARAFI / Gizem AKTÜRK
















Bir banka otursam,
Tanımadığım o kişi dönüp baktığında;
‘Renklerim, renksizliğim,
Hissedip hissedemediklerim,
İçime yuva yapıp içime sığdıramadıklarım,
Uzun ince yolum’
Dilimde can bulsa.

Eşiğin öbür tarafında güçlü adımların ritmine ayak uydurmaya çalışan yorgun pabuçlar görüyorum.
Yağmur yüklü bulutları kıskandıran sisli gözler var mesela.
Zemheri kışları aratan sözler bile var.
Bunlar hep var ve var olmaya da devam edecek.
Olsun.
Eşiğin öbür tarafında bir uçurtmanın sevinciyle dünyayı gülümsetebilen yüzler de görüyorum.
Mesela çıplak ayaklarıyla toprağın tüm alçakgönüllülüğünü özümseyen birileri de var.
Papatyaların, frezyaların güzelliğine bu dünyayı daha yaşanılır gören güzel gözler de var.

Gözler neyi görmeye niyetlenirse onu görür.
Sen neye niyet edersen o sana kendini gösterir.
Sen sevgiyi görmek istersen o kendini aşikâr eder.
Sen güzellikleri görmek istersen ama gerçekten istersen evet göreceksin.
Çünkü sen niyetlerinde gizlisin.
İster geceyi görürsün ister yıldızları,
İster yağmura söversin ister toprağın bereketini, kokusunu çekersin içine,
Hiç mi olmadı bir şemsiye açar yine yoluna bakarsın.

Eşiğin öbür tarafında bir hayat var.
Pek afili yalnız.
Bir banka sığdırılamayacak kadar da detaylı ve destansı olanından bir hayat.
Koşalım o vakit.
Niyetimiz sağlam olsun biz koşalım, bir yerlerde yolumuz kesişir elbet.
Bir yerlerde varır buluruz kendimizi.
Bir yerlerde görürüz görmek istediklerimizi.
Biz koşalım.



***
ESİR KUŞLAR


Topraktan geldik ama fevkalade betonlaşıyoruz diye düşündüm. Dört bir yanımızdaki kolonlar değil sadece bahsettiğim. Öze dokunmayan sözde birtakım hareketler, hatır gözetmeyen kalpler, selam dahi almayan gönüller. Bir canlının başını hiç okşamamış eller, Hiç şiir okumamış diller...

Öyle işte, durdum yine düşüne durdum düşünmekten imtina ettiklerimi.

Bazen bir yerlerde kilitli kuşlarım varmış gibi gelir. Sanki salabilsem onları şu görünmez çarkı durduracağım. 

Özgürleşemeyen kuşlar ötmüyor buralarda. 

Hepsi aynı renk olmuş, yalpalayarak uçuyorlar. 

Ne acayip hepsi aynı ağaca tünemiş. Biri de demiyor mu ben az öteye gideyim, bir fark olsun. Kuşların işi çok zor. Bense hala anahtar arayışındayım.


***
İKİ RENK













Dünyada sadece iki renk olduğunu hayal ettim bir an.



İkisi de ayrı ayrı o kadar güzel ve anlamlılardı ki.
Ama yine de bir araya geldiklerindeki kadar büyüleyici olamıyorlardı.



Beyazı beyaz yapan beyaz olmayanlardı.

Beni ben yapanın benden olmayanlar olduğu gibi zira.

...
Siyahın yanına en çok yakışan beyazın, ona en "zıt" olması ne de anlamlı.
Zıt dedim ama emin değilim.
İki ayrı uç denilen aynı şey olabilir miydi?
Birbirine en uzak gördüklerimiz birbirine en yakın mıydı yoksa?
Birbirinden en farklı gördüklerimiz birbirine en çok benzeyenler mi yoksa?
...
Kendimizi tanımak istiyorsak hiç konuşmadığımız insanlarla konuşmayı denemeliyiz sanırım.
Sahi o insanla niye hiç konuşmadık?
Kendimizi tanımak istiyorsak önyargıyla yaklaştığımız ve her defasında yüzümüzü çevirdiğimiz o insanların yüzüne bu sefer daha cesurca bakmalıyız belki de.
Belki de biz en çok onlarda kendimizle yüzleşeceğiz.
Biz en çok onlarda tanıyacağız bizi.
...
Şükür ki her insan ayrı bir renk.
Şükür ki dünya sayamayacağım kadar renk ve tonuna sahip.




***

BU MEKÂN

















Bu mekân,
Dilini bilmediğim bir yabancı.

Bu mekân, 
Mağrur bakışlara bir hayli kırılgan.
Bu mekânın ötesizliğinde yaşam vardı.

Her hecesine hesap sorar gibi dile gelen bir kelime,
Gelmek fiilinden türetmekti seni.
Gördüğüm,
Gözlerime inen bir perde.
Ve göreceğim,
Camın ardındakiyse son çare.

Bu mekân,
Mavi, umut yüklü bir inanca gebe.
Bu mekân,
Pusulasız bir fırtına huşusu içimde.

Bu mekân,
Derinliğince toprak, bir tek tohum, diriliğince güneş
Ve bir belalı mefhum.

Bu mekân,
Sabahın nurlu yüzünü bulaştırırken gözlerime,
Yarılsın toprak, boy versin tohum, bilensin güneş
Ve anlamını bulsun tüm hakikat.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder