Ahmet Doğan İlbey
Batı’nın,
yâni modernlerin tertip ettiği “günlere” meylim yok. “Anneler Günü” nü de
modern düşünce mahsulüdür. Batı’nın, insanları sınıflara bölüp sanayi
cehenneminde ezdikten sonra sözde gönül almak için çeşitli “günler…” tertip
ettiği malûm. Hâsılı, gönlümüze analarımızı düşüren iki şair dost
var, bu bize yeter: Hasan Ejderha ve Memduh Atalay.
İki
şair de anacıldır, analarının yüreğiyle yaşar, “ana” mevzu
olunca yürekleri titrer ve sıla duygusunun en ileri derecesi neyse, bu iki şair
de analarından öylesine çokça bahsederler. En yüreksizlerin bile yüreğine
titreme gelir.
Öyle
ki, şair Memduh Atalay, dostluğumuzun nişânesi olarak “O benim
anam gibidir” demesinde bile ana ateşinin onda hiç sönmediğini
anlarım. Şu birkaç mısra ile Memduh Atalay’ın nasıl bir anacıl olduğunu,
analarını unutmayanlara ithaf ederim:
“Gözü
yaşlı bir annenin yüreğinde büyüdüm / Hüznü giyindim ezgilerinde / Beni yalnız
anlayanlar sevdi / Anladıklarımı sevdim ben de / Gözü yaşlı bir annenin
kalbinde büyüdüm / Gurbeti giyindim ezgilerinde”
Şimdi
sıkı durun, şair ve hikâyeci Hasan Ejderha’nın, memleketin
bütün mekânlarına tablo gibi asılması gereken “Hasta Anneler Ülkesi” adlı
şiirini okuyacaksınız. Yüreğiniz bulutlanırsa bulutlansın hüzünce. Analar
için akan gözyaşlarınız nasıl da çoğalacak, analar için eriyen kalbinizde muhabbet
nasıl da kabaracak, coşacak ve güzelleşecek; okuyun da yüreğiniz
merhametten titresin.
Hastası
anasından ayrılamadığı için Efendimiz Aleyhisselâtüveselâmı görmeye
fırsat bulamayan, fakat bu âli mazeretine rağmen “Üveysi”
unvanını kazanmış Hz. Veysel Karanî’yi yâd edin bir daha…
“ (…)
Çığlığı üşümüş anneler, sıcak dualarla
ısıttı yavrularını
Karnı burnunda kurduğu hayal gerçek şimdi
Aşermiş gibi yakın, toprağa ve yaprağa ve ağaca
Onca yalnızlığın sonunda, kalabalık serviler uğuldar
Çok aşk, tarla bereket, zümrüt yeşili yaprak
Korkarak attığım adımlarıma yol süvari
Cümle sahabe, o kadar sabi, kalabalık ortasında annem
Bir görsem en derin rüyalarda yari
Havari kesilir, beynimi yol eden düşünceler
Bir kere, bir kere daha haykırıyorum anne gel
Geceler yolculuk, ardınca karanlık bırakmayan
dervişlere.
(…)
Hasta anneler ülkesinde yetimdir yüreğim
Üşüyeceğim anne baksana yüzüme
Ellerim ve yüreğim ve aklım üşüyecek
Düşleyecek ne varsa düşledim.
Şimdi hasta anneler ülkesinde bir prensim
Dersim, annemin gözlerini ezber etmek
Okumak ne varsa orada
Ankara’da bir hastane avlusunda
Biriktirdiğim gözyaşlarıma karıştırmak okuduklarımı
Dilekçemi sunmak, uyuşan dizlerimden çekilen kanla
Canla başla biriktirdiğim umutlarıma bir yenisini
katmak
Haykırmak içimin derinliklerine sonra
Annemin elinden öptüğüm duaların üstüne
Tüm bunların üstüne umutlarımı, gözyaşlarımı
koymak
Doymak, anne bakışlarının en derinine
Zayıf ferine aldırmadan gözlerinin, bebekliğimi
görmek orada
Bir tebessümle büyüyüp, aldığım şefkati iade etmek
cömertçe
Mertçe yaptığım sokak kavgaları dönüşü ve bir
bisikletten düşüşü
Dizimdeki yara ile anneme sunduğum acıların;
İleriki yaşlarda çektiğim sancıların, anne şefkatiyle
tedavisinin,
Bedelini öder gibi, sunmalıyım kat kat şefkati.
Bayati bir şarkıdan alınmış bir mısraı, ya da
hüzzam bir faslı
Dinler gibi geçmeli çocukluğum gözlerimin önünden.
Hasta anneler ülkesinde ölmekten korkarım
Her yer soğuk donarım
Lakin yüreği sıcak, ıpılık bakar gözleri
annemin
Ninemin saçlarını mı almış ne! Apak
Korkarak bakışımdan, ben bile ürkerim, saçlarına
annemin
Ninemin gidişi gibi el sallamakta beyazlığı
“Saçları ak olunca nine olur anneler
Nine olunca ölür anneler” diye bir söz duymuştum
Hayır! ben uydurmuştum; yok böyle bir söz
Öyleyse içimdeki köz, neden yanar ha bire?
Sedire uzanmış babam neden kaygılı ve üzgün?
Dünyanın bütün anneleri hasta gelir bana
Dayana dayana biriktirdiğim acılar ve sancılar
Birlikte saldırır bütün azalarıma
Neden acı çekilince bitmez? Dayandıkça birikir?
Zikir çeken dervişler gibi kaplar ruhumu cezbe
İzbe bir köşesinden odanın, ağlarım göklere ve yere
Annelere adanmış şiirler söylemeliyim ve bebeklerine
hasret annelere.
(…)
Hasta anneler ülkesinde çocuk olmaktan korkarım
Oyuncaklarım ne ki annem olmadan
Annem olmadan artık çocuk olamam ben
Ney gibi inleyen sesi annemin
Ah anne... Hep üzerimde olsun isterim ellerin
Türkülerin en acıtan yerinde
Sen gelirsin aklıma
Duaların kaplamalı varlığımı
Kanımı dondurmalı ikazla bakınca gözlerin
Sözlerini takıp kulaklarıma, yollar aşmalıyım.
Hasta anneler ülkesinden gelmekten korkarım
Yanımda olmadan annem, çıkamam hiçbir yola
Her şeye hasta annemin gözlerinden bakarım
Korkularım cam kırığı, bir aşure tası kadar bereketli
Umutlarıma koşmalıyım, haykırmalıyım sonra habbe habbe
Tesbihi arşınlayan parmaklarım akmalı zamana
Çocuk oluversem, biliyorum annem taze gelin olacak
Salıncak, oyuncak hepsi emrime sunulacak
Annem hasta olmayacak.
Yeniden öğrenecek olsam da cüzü
Gecelerinden korktuğum gündüzü
Annemle yaşamak vardı
Geçirdiğim güzel günlerin hepsi
Annem kadardı.
Mevsimler;
Annem hastalanınca kış,
Annem iyileşince bahardı.
(…)”
-----------------------------------------
FİKİR DÜKKÂNI’NDAN…
Ey azizan!
Başımdan
geçenleri anlattığımdan dolayı, fakiri yadırgamayın ve vecdine bağışlayın. Ağır
maişet mekânınızda akşam sonrası, kafanız efkârlı, gönlünüz dost diline olan
gurbetle buruk, diliniz, halkın arasında ahraz olmuş haldeyken, birkaç dostunuz
çıkıp gelince dünyalar sizin olmaz mı? Gönlünüz şifa bulup, diliniz açılmaz mı?
Fakir,
böyle bir hâli ayniyle yaşadığı için bu hafta da bahtiyardır. Bir Hocam’ın “Evliya
adayım” dediği, gönül dostum M. Âkif Şen, beraberinde Mehmet Yaşar,
H. Ahmet Eralp, Derviş Ali Yıldırım ve Ahmet Yıldız’la kucaklarında su
şişeleriyle ağır maişet mekânıma duhul ettiler.
Âkif Şen,
Dükkânın türküdarı şair Fazlı Bayram’la bir olup, fakire götürülebilecek
en fikirli hediye olarak, büyüklü küçüklü birkaç pet şişelere Türküdar Fazlı
dostun, dergâh ve İstiklâl Marşı dediğim cinsten bin miligramlık
türkülerimizi okuduğu suları doldurmuşlar ve şişelerin üzerine kuşak
şeklinde sanatkârane bir şekilde “TÜRKÜSU” ismini yazmışlar. Ve
“Suyun içindekiler” başlığında: Yemen Türküsü, Kırmızı Gül Türküsü, Seher
Yeli, Aslanım Eller, Celâl Oğlan, Hümâ Kuşu gibi on
kadar aziz türkülerimizin ismi yazılı. Şişenin kuşağında, yâni
şeritte, en şedit edebiyatçının dahi kıskanacağı, su ve türkü üstüne bedii ve
anlamlı kısa bilgiler var. Şeridin ortasına bağlama resmi konmuş. “Türküsu’nun adresi
şöyle: Türkü mah. Türkü sok. Türkü Apt. Kat: Türkü, No:
Türkü, Türküşehir / Türkiye…
Hâsılı,
“Türksu’nun hikâyesi böyle… Türküsu’ya, şahsî mağaramın, yâni odamıns insan
yüzlü sâdık bekçileri olan başucu kitaplarımın yanına
kaidesi ile yer verdim.
Bu
meselenin elbette bedii ve fikrî yânı var, yani mazrufu… Dostlar
bu mazrufa bir zarf yapmışlar ki, hiç de malâyânilik yok. “”Türküsu”
şişesi bir madde bir zarftan ibaret sanmayın. Fakirin nezdinde derini hüzünlü
ve fikirli mânası var.
Size,
böylesine anlamlı bir hediye getiren oldu mu demek yakışık alır mı bilmem. Özü
şu: Türkü ve su kelimesi yan yana, terkip olmuş. Türküdar tarafından
okunmuş Hz. Su, yüreğimizin nağmesi aziz türkülerimizle dost olmuş, bir
olmuş… Şerhi uzundur. O dostlardan râzıyım, fakiri gönlünü tasavvufâne şenlendirdiler.
www.habervaktim.com/Ahmet Doğan İlbey