Bir Sayfanın Eşiğinde “ALTI ÜSTÜ ŞİİR” / Hidayet BAĞCI




“Her ömür bir şiirdir. Acısıyla, tatlısıyla, bütün muhtevasıyla… Bazen bir dizeyle anlatılabilecek kadar sade, bazen de sayfalar yetmeyecek kadar derin bir şiir…”

Bu metin Kahramanmaraş’lı şaire hanım Nurcihan KIZMAZ’ın hayat ve gönül tecrübelerini şiirselleştirdiği kitabına ait 2025 yılı ilk baskısının belki de ilk kitap tahlili olacaktır. Kitap yedi bölümden oluşmaktadır. İlk bölümün ilk şiirine başlamadan önce sizi kapı eşiğinde misafirini bekleyen bir hanımın evine buyur etmesi gibi bir sunuş metni karşılar. Bu metni okumadan sayfanın eşiğini geçemezsiniz. Elbetteki ilk bölüm su üstüne değil gönül üstüne yazılan yirmiiki şiirden oluşmaktadır. Bir gönüle girmenin ilk adımı sevgidir. Sevgi üstüne yazılan şiirlerin yer aldığı bu ilk bölümde iklim şiiri bu gönül hanesinin atmosferini tasvir eder gibidir. Sanki sayfanın eşiğinde küçük bir kız çocuğunun neşesini duyumsarsınız. Kızmaz’ın şiirlerinde her şiirin içeriği kadar şiirlerinin başlığı dikkat çekmektedir. Özellikle A.Ş.K. şiiri sanki Amine Şuara Kızmaz’ın bir aşk hikayesinin çocuğu olduğunu okuruna fısıldar.

İkinci bölümde tabiat üstüne yazılan şiirler mevcuttur. Bu bölümde Kızmaz, kitap okuma dünyasında etkilendiği yazar ve şairlerin isimlerine atıfta bulunmuştur. Özellikle Bahar, Nergis, Babam ve Biz şiiri Kızmaz’ın dünyasında model olan babasının izlerini görürsünüz. Nergise olan sevgisi Kızmaz için baharı ve babasını anımsatmaktadır. Tabiat üstüne yazılmış şiirlerin çoğunda hatırların yer aldığı aşikardır.

Üçüncü bölümde Beşer üstüne yazılmış şiirler mevcuttur. Bu bölümün ilk sayfa eşiği ise cemreyle başlar. Cemre bir dönemecin sonu diğer yeni dönemecin ise başlangıcıdır. Bu şiir de okuyana yeni bir nefes aldıracak ve yeni bir başlangıçlara adım attıracak türdendir. Bir sonraki sayfanın eşiğinde ise Kahramanmaraş’ın 6 Şubat depremine vurgu yapan bir zaman dilimini anlatır. Bu şiirde herkesin bir hikayesi vardır. 4.17 şiiri enkaz altında kalan vatandaşlarımızı yad edecek türdendir. Dünya üstünde her ne varsa ve onu tanımlayan nesnelerin üzerine yazılmış şiirler size Anadolu’nun kokusunu duyumsatacaktır. Bu bölümün son şiiri Bir Zamandan önce yine bir geçmiş, yine bir hikaye ve yine bir nefes sahibinin dünyadan gidişini sözcüklerle fısıldayacaktır.

Dördüncü bölümde Kızmaz artık misafirliğinizin yavaş yavaş gitme vaktinin olduğunu söyler. Onun şiirlerinde siz mi onu dinlersiniz yoksa o mu sizin hikayenizi dinler ? Evet, misafirlikler böyle başlar. Eğer arada sevgi ve vefa varsa her iki kişi de bu duygulara and içmişcesine birbirleriyle yaren olur, dost olur. Dördüncü bölümün sayfaları birer birer parmaklarınızın arasından kayıp giderken bir bakmışsınız beşinci bölüme gelmişsiniz. Anlatacak hikayesi olan insanlar gibidir sayfalar … Ne siz gitmek istersiniz bu gönül hanesi olan dünyadan ne de o sizin gitmenize izin verir.

Beşinci bölüm dualar üstüne yazılmıştır. Dualar ve umutlar üstüne yazılmış bir üretkenlik bir yaratılış vardır. “İlla Hu” üstüne yazılmış bir şiir O’nun varlığını bir kez daha hatırlatır. Ve size Amenna ve Sadakna! ‘yı içtenlikle söyletir. Mihman şiiriyle taçlandırır dostluğunuzu. Kızmaz’ın şiirlerini okurken hüzünlerinizi dökersiniz bir ummana, o da akıp gider dünyanızdan, bir su misali…

Altıncı bölümde ise Kızmaz’ın bu şiir kitabını kimler için basıma verdiğini, onlara bir hatıra bırakmadaki niyetini hissedersiniz. Yine babası ve annesini yad etmiştir. Komşu kızının hikayesini dahi şiirlerine iğneli bir şekilde konu etmedeki kelime işçiliğini alkışlamalısınız. Yedinci bölümde şiire adını veren şiirini saklamıştır. Bu şiirde şiir yazma hevesini aşk edenleri ve etmeyenleri yine perdeli bir dille ifade eder. Bu şiir kitabı onun hayattayken çıkardığı ilk kitabıdır.

“velhasıl bu kitap, yalnızca kelimelerden ibaret değil. İçinde hayatımdan izler var. Belki bir satırında çocukluğunuza rastlayacaksınız, belki bir dizesinde eski bir hatıra canlanacak. Ama en çok da yüreğinize dokunmasını dilerim. Sevgiyle.”

Sevgili Şaire hanım Nurcihan Kızmaz’a hayırlı ömürler diliyorum. Şiirlerin baki olsun ve okurunu bulsun.


Döş Cebi Üzerine Küçük Bir Tetkik/Burak ÇIRAK

 


Mehmet Yaşar'ın Döş Cebi Köşesine Hürmeten


Efendim, şu “döş cebi” dedikleri müessese, insanın göğsüne en yakın duran, fakat çoğu zaman aklına en geç gelen bir cevher mahfazasıdır. Ceb-i sadr da diyebiliriz ama öyle deyince işin tadı kaçar; biz yine mahalle ağzıyla konuşalım: döş cebi.


Hani bir hocam, Tekel 2000 kırmızı uzun cuarasını aheste aheste çıkarıp bir meddah edasıyla çakmak çakmadan önce göğsüne şöyle hafifçe vurur ya… İşte o cebi söylüyoruz. Oraya konan şeyin hükmü ayrıdır efendim. Oraya konan kâğıt, “kâğıt” olmaktan çıkar;bir vasiyet, bir sır, bir mahcup hatıra kesilir.


Bir vakit biz de bir yazıyı ıslak ıslak kaleme almıştık da, “Bunu aman ha, döş cebime koyayım da sesi güzel bir abiye okuturum,” diye saklamıştık. Çünkü diğer ceplerin hepsi “harcıâlem”dir; ama döş cebi, insanın kendi kendine edep dairesi kurduğu tek yerdir.


Mustafa Çiftçi ağabeyin anacağzını camız yoğurduna benzetmesi misali,
bizim şu döş cebi de öyle mübarek, öyle kendine has bir benzetmeyi hak eder.

Camız yoğurdu nasıl kaşığı dik tutarsa,
döş cebi de insanın gönlünde dik tutulan hatırayı taşır. Yani döş cebi biraz yoğurt küpü, biraz hatıra mahzeni, biraz da gönlün kendine ayırdığı mahrem bir raf gibidir.


Oraya giren şey, kolay kolay dışarı çıkmaz; kimini yıllarca taşır, kimini bir ömür saklar. Bazılarımızın gönlü döş cebinden büyüktür ama bazılarımızın döş cebi gönlünden daha sadıktır o da ayrı mesele.


Velhasıl efendim, döş cebi dediğiniz,
pantolon cebinin delikli hâlinden, arka cebin unutkanlığından, çantanın izdihamından bıkan insanın, hatırasına “yer” olarak seçtiği mütevazı bir sığınaktır.


Kimine sigara, kimine kalem,
kimine gönül yarası taşır.
Ama her ne taşırsa taşısın,
kendine göre bir vakarı vardır.


Zira döş cebi, insanın üzerindeki en küçük yer, ama içindeki en büyük yükü taşıyan tek cüzdür

YILDIZLI GÖKYÜZÜ/ G. Hasan EJDERHA







Sobaları tütüyor karlar altında kalmış bir şehrin

Bembeyaz örtülmüş bütün suçlar, yalanlar ve günahlar

Noeli bekliyorlar bir gökdelenin üst katlarında

Küçük çocuklar gökyüzüne bakıyorlar 

Bütün kurduğu hayalleri getirecek birine

Babalarını bekliyor bazı cocuklar

Onlar da bakıyor aynı gökyüzüne 

Aynı gök fakat yıldızlar farklı

Birinde kayan yıldız, birinde savaş uçağı

Hepimizin göğü aynı gök fakat

İçimizdeki temiz duruyor mu ?

Yasa mıdır icimizdeki yoksa başka mı ?

Nedir gökyüzünden bomba yağdıranın içindeki ?

Kimdir yasayı koyan ve kimdir koruyacak olan?


Paris'te bir sanat müzesindekiler

Ya da Vegas'ta renkli ışıklarda kör olanlar

Hiç gördüler mi Vegas'ın altında, Paris'in sokağında yatanları

Duydular mı hiç karanlık sokakta silah seslerini ?

Ellerindeki Aristo kitabını okudular, fakat anladılar mı ?

Bayat bir ekmeğin kokusunu duydular mı?

Bayatlamış yüreklerinin içinde 


Üstümde yıldızlı gökyüzü fakat içimizdeki ne?

Yasa yürektedir, kara kalplilerde  ise nefiste

Gökyüzüne İbrahimce bakar yüreğiyle görenler

Diğerleri ziyan içindekiler...


Anlamasaydım yıldızları belki bir silah alnımda

Tetiği çekecek parmaklar benimkilerdi

Barınamazdım bu kadar adaletsizlikle

Boş bakardım göğümdeki yıldızlara

Eyerleri bağlanmış kırbaç vurulan bir at

Ona sarılır yok olurdum belki de

Dudaklarımda "Vel Asr" olmasa.