Ferhat'a
Ferhat'a
Döngel Köyü İlkokulun dan 1980 yılının mayıs ayında mezun
oldum. Aynı yıl komşu köyümüz Tekir'de bulunan Tekir Ortaokuluna kayıt oldum.
Bizim köyden benden başka ortaokula kayıt yaptıran öğrenci olmadı. İhtilalden
iki gün sonra 14 Eylül 1980 tarihinde ortaokula başladım. Okula gitmeden önce
ortaokul binasını zihnimde laboratuvarları olan, derslikleri kocaman,
bahçesinde futbol, voleybol sahası bulunan gelişmiş modern bir bayındırlık
yapısı olarak hayal ediyordum. Okula başladığım gün okuyacağımız derslikleri
görünce hayalî hüsrana uğradım. Ortaokulun kendi binası yok. Eğitim Tekir Köyü
Camisinin bodrum katında bulunan dersliklerde devam ediyor. Derslikler yirmi
metrekare genişliğinde. Tuvaletler caminin dış kısmında yer alıyor. Cami
cemaati ile öğrenciler aynı tuvaletleri kullanıyor. Müdür odası caminin giriş
kısmının sağ tarafında yer alıyor. Müdür, müdür yardımcısı, memur, hizmetli ve
öğretmenler aynı odayı kullanıyor. Dersten geç çıkan öğretmene müdür odasında oturacak
sandalye kalmıyor. Okul olarak kullanılan yer fiziki yönden çok vahim durumda.
Okul bahçesi bir voleybol sahası büyüklüğünde ancak var. Bütün imkânsız
şartlara rağmen, Tekir’de ortaokul olması bizim için büyük bir imkân, büyük bir
şanstı. Eğer Tekir’de bu ortaokul olmasaydı hiçbirimiz şehre gidip okuma
imkânına sahip değildik.
Birinci sınıfa başladığımız ilk gün sınıf arkadaşlarımızla
tanıştık. Aradan yarım asra yakın süre geçtiği hâlde hepsinin ismi dün gibi
aklımda. Sınıfımızda Tekir Köyü merkezinden Erol Aygün, Gülcan Gözükara, Metin
Gözükara, Şükrü Kayıran, Ali Terlik, Veysel Coşkun, Muazzez Akçadağ, Emiş
Bacak, Alaçayır Obasından Yakup Kaşık, Ramazan Kara, Adnan Akkoyun, Yakup
Ceyhan, Gösteren Obasından Bekir Akçadağ, Hacıveliler Obasından Âdem Karaca,
Döngel Köyü merkezinden Teyfik Karadaş, Kocalar Obasından Şahin Çaka, Mehmet
Çaka, Yeşilgöz Obasından Yılmaz Demir, Yıldırım Demir olmak üzere toplam on
sekiz öğrenci vardı. Okulun toplam öğrencisi elli kişi civarındaydı.
Bu öğrencilerden Şükrü Kayıranın babası ilkokul müdürü,
Veysel Coşkun'un babası sağlık memuru ve Muazzez Akçadağ'ın babası orman
muhafaza memuru olarak görev yapıyordu. Emiş Bacak ise orman muhafaza memuru
olan dayısının yanında kalıyordu.
Diğer on dört öğrenci o yörenin insanıydı. Köylerimiz farklı
bile olsa bazı arkadaşlarımızı yakinen, bazı arkadaşlarımızı şahsen tanıyorduk.
Adnan Akkoyun ve Âdem Karaca ilkokuldan sonra ara verdikleri için yaş olarak
bizden biraz büyüktü. Ortaokula geldiklerinde sakal tıraşı olmaya
başlamışlardı.
Okulumuzda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni ve Okul
Müdürü Bekir Ayhan, Sosyal Bilgiler Öğretmeni ve Müdür Yardımcı Cemal Çiçek,
Sosyal Bilgiler Öğretmeni Kâmil Aşık, Türkçe Öğretmeni Mehmet Kurtar, Matematik
Öğretmeni Yaşar Tutar, Matematik Öğretmeni Necati Alpay ve Fen Bilgisi
Öğretmeni Ali Turan olmak üzere toplam yedi öğretmen görev yapıyordu.
Okulumuzun kâtibi İbrahim Yılmaz ile emektar hizmetlimiz
Ramazan Kara abiden bahsetmeden geçsem vefasızlık yapmış olurum. Ramazan abi
okulun her yerini temizler, sobaları yakar, öğretmenlerin çaylarını demler ve
okulun her yerini yılda en az bir kere boyardı. İbrahim abi ise ihtiyacımız
olursa daktilo ile dilekçelerimizi yazardı. Okulumuz öğretmeni öğrencisi ve
diğer çalışanlarıyla birlikte büyük bir aile gibiydi.
Okulun ilk günü bismillah diyerek derslere başladık. Mehmet
Kurtar Türkçe ve Resim derslerimizi okutuyordu. Branşı Türkçe olduğu halde
Resim dersinde müfredatta uygun şekilde işliyordu. Kara kalem, sulu boya, pastel
boya çalışmalarını usulüne uygun olarak yaptırıyordu.
Yaşar Tutar Matematik ve Trafik derslerimize geliyordu.
Trafik dersini de Matematik dersi kadar ciddiye alıyordu. Bu ciddiyetin yıllar
sonra sürücü belgesi alırken büyük faydasını gördüm. Kâmil Aşık Sosyal Bilgiler
ve Beden Eğitimi dersimizin hocasıydı. Sosyal Bilgiler dersini bir tiyatro
oyuncusu edasıyla zihnimizden çıkmayacak şekilde anlatırdı. Beden Eğitimi
dersinde şınav, barfiks gibi zor olan hareketleri bile usulüne uygun olarak
yaptırdı. Ali Turan Fen Bilgisi öğretmenimizdi. Köyde elektrik olmadığı için
caminin aküsünü kullanarak deney yaptırırdı. Cemal Çiçek İngilizce dersimizi ve
Müzik derslerimizi okuturdu. İngilizce dersinde bir yılda bin kelime öğrenerek
iki sayfalık kompozisyon yazabilecek seviyeye ulaştık. Müzik dersinde ise bol
bol türkü söyledik Bekir Ayhan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini gayet ciddi
şekilde işlerdi. Necati Alpay İş ve Teknik dersinde erkek öğrencilere ecza
dolabı, sınıf kitaplığı gibi kalıcı eserler yaptırırken, kız öğrencilere makrome,
seccade gibi işe yarar çalışmalar yaptırdı.
Okulun her tarafı buram buram disiplin kokuyordu. Disiplin
konusunda hiçbir öğrenciye taviz verilmiyordu. Ben biraz haylaz öğrenci olduğum
için disiplin cezası almasam bile iki öğretmenden dayak yediğimi
hatırlıyorum. Bana tokat atan
hocalarımızın ellerinde gül bitsin. Derslerine çalışmayan, devamsızlık yapan
öğrenciler kesinlikle sınıfta bırakılıyordu.
Birinci sınıfın sonunda Ramazan Kara, Ali Terlik, Erol Aygün
ve Metin Gözükara sınıfta kaldı. Yakup Kaşık ve Veysel Coşkun yatılı okul
sınavını kazanarak Kahramanmaraş Gazi Ortaokuluna gittiler. Sınıf mevcudumuz bir anda on iki kişiye
düştü.
Ben okula gitmek için altı gidiş altı geliş olmak üzere
toplam on iki kilometre yol yürüyordum. Yesilgöz ve Hacıveliler Obasından gelen
arkadaşlar on kilometre, Alaçayır ve Gösteren Obasından gelen arkadaşlar altı
kilometre yol yürüyorlardı. Toros dağlarının engebeli arazi ve soğuk hava
şartlarında ayakta bot, sırtta mont olmadan yoğun kar yağışı altında yol
yürürken çektiğimiz zorlukları hatırlayınca bazen mutlu oluyorum. Bazen de
duygulanıp ağlıyorum. Öğle yemeği saatinde bakkaldan yarım ekmek, yüz gram zeytin
alarak karnımızı doyurduğumuz yoksul günlerimiz belki de başarımızın ilham
kaynağı olmuştur.
Ortaokul ikinci ve üçüncü sınıfta da aynı azim ve
kararlılıkla okulumuza devam ettik.
İkinci ve üçüncü sınıfta sınıfımıza gelen ve giden arkadaşların
isimlerini hatırlamıyorum. Okulumuzda sadece derslerde değil, sosyal
faaliyetler dede başarılı üç yıl geçirdik. On Dokuz Mayıs Gençlik ve Spor
Bayramlarında yaptığımız gösteriler fevkalade güzel olurdu. Biz ateş çemberinin
içinden atlarken bizim yerimize seyirciler yanacağız diye korkardı. Münazara
yarışmasına hazırlanırken yaptığımız araştırmalar ve can alıcı konuşmaları
bugünkü üniversite öğrencileri dahi beceremez.
Jandarma Karakolunun arkasına devlet vatandaş iş birliği
çerçevesinde yapılan ortaokul binasının inşaatında amele olarak çalıştığımız
günleri unutmak mümkün mü? Orman yangınını söndürmeye götürülmemiz akıl işimi.
Şimdi hangi veli çocuğunun orman deposundan kamyona okulun odununu doldurmasına
razı olur. Biz Suçatı Orman Deposundan kamyona okulun odunu nu doldurduk. Orman
yangını söndürmek için dağlara gittik. Belki de şu anda hatırlamadığım başka
işlerde yaptık. Mantık olarak yanlış olsa bile yaptığımız bu işler bizim hayata
hazırlanmamıza katkı sağladı.
Üç yıl okuduktan sonra Tekir Ortaokulundan zor şartların
başarılı öğrencileri olarak mezun olduk. Mezuniyet töreninde;
Ayrılık günleri geldi yaklaştı
İçime bir sızı düştü arkadaş
Üç A sınıfına elveda olsun
Üç yılımda burda geçti arkadaş
Dörtlüğü ile başlayan hüzünlü bir şiir okuduğumu biliyorum.
Ortaokul bittikten sonra arkadaşlarımızın kimi Endüstri Meslek lisesine, kimi
Ticaret Meslek Lisesine, kimi Kahramanmaraş Lisesine giderek memleketten
ayrıldılar. Çeşitli ailevi sorunlar nedeniyle lise eğitimine devam edemeyen
arkadaşlarımızda oldu. Her arkadaşımızın
hayat hikayesini uzun uzun anlatmadan kısaca bugün ki durumlarını anlatarak
konuyu bitirmek istiyorum.
Adnan Akkoyun ortaokulu bitirdikten sonra yurtdışına gitti.
Şu anda yaşamına Fransa’da devam ediyor.
Âdem Karaca liseyi bitirdikten sonra infaz koruma memuru
oldu. Halen Türkoğlu Açık Cezaevinde infaz koruma memuru olarak çalışmaktadır.
Bekir Akçadağ liseyi bitirdikten sonra polis memuru oldu. Şu
anda emekli polis memuru olarak İzmir'de ikamet etmektedir.
Yıldırım Demir liseyi bitirdikten sonra röntgen teknisyeni
oldu. Şu anda Kahramanmaraş Diş Hastanesinde röntgen teknisyeni olarak
çalışmaktadır.
Mehmet Çaka liseyi bitirdikten sonra özel sektörde çalışmaya
başladı. An itibariyle Kahramanmaraş’ta bulunan bir tekstil fabrikasında
yönetici olarak görev ifa etmektedir.
Şahın Caka ortaokuldan sonra ticarete başladı. Alanya'da uzun
süre marketçilik yaptı. Şu anda Kahramanmaraş’ta yaşamaktadır.
Yakup Ceyhan askerlikten sonra Tekir Belediyesinde memur
olarak görev aldı. Halen Kaski’de muhasebe memuru olarak çalışmaktadır.
Teyfik Karadaş Eğitim Fakültesini bitirdikten sonra Millî
Eğitim Bakanlığına bağlı çeşitli okullarda öğretmen ve yönetici olarak çalıştı.
Kurumlar arası nakil yoluyla Gaziantep Üniversitesine geçti. Kahramanmaraş
Sütçü İmam Üniversitesinden şube müdürü olarak emekli oldu.
Şükrü Kayıran Üniversiteden Jeoloji mühendisi olarak mezun
oldu. Mezuniyet inden sonra Kahramanmaraş’ta serbest Jeoloji mühendisi olarak
çalışmaktadır. Kurak arazileri yeşertmek için sondaj çalışması yapmakta ve
aktif siyasetle uğraşmaktadır.
Yakup Kaşık üniversiteden maden mühendisi olarak mezun oldu.
Anadolu üniversitesinde memur olarak göreve başladı. Halen Kahramanmaraş AÖF
şube müdürü olarak görev yapmaktadır.
Veysel Coşkun Üniversitesi den sağlık bilimleri lisansiyeri
olarak mezun oldu. Halen Erdemli Sağlık Meslek Lisesinde meslek dersleri
öğretmeni olarak çalışmaktadır.
Yılmaz Demir Üniversiteden metalürji mühendisi olarak mezun
oldu. Çeşitli kurumlarda metalürji mühendisi ve yönetici olarak görev yaptı.
Botaş Doğalgaz Bölge Müdürü iken emekli oldu. Halen Türk Akım A.Ş de üst düzey
yönetici olarak çalışmaktadır.
Bayan arkadaşlarımızla ilgili olarak kesin olmamakla
birlikte;
Gülcan Gözükara’nın türban nedeniyle liseden ayrılarak
Kahramanmaraş'ta tekstil sektöründe iş yeri açtığını, Emiş Bacak'ın ortaokuldan
sonra okuyamadığı ve evlenerek Konya'ya yerleştiğini, Muazzez Akçadağ'ın
hemşire olarak görev yaptığını bilgisine ulaştım.
Tekir Ortaokulundan sınıf arkadaşlarımın eğitim ve iş
hayatında gösterdikleri başarıdan her zaman iftihar ettim. Bundan sonra da
iftihar etmeye devam edeceğim. Bizden önceki ve bizden sonraki sınıflarda aynı
başarının olmadığını biliyorum. Bu nedenle sınıf arkadaşlarımla gurur
duyuyorum.
Dersimize gelen hocalarımızdan Yaşar Tutar’ın memleketi Elâzığ’da
genç yaşta vefat ettiğini öğrendim. Yaşar Hocama Yüce Mevla’dan rahmet
diliyorum.
Bekir Ayhan hocam ve Mehmet Kurtar hocam Kahramanmaraş'ta,
Cemal Çiçek hocam Malatya'da, Ali Turan hocam Kocaeli’nde, Kâmil Aşık hocam Konya’da
ve Necati Alpay hocam Kütahya da emekli olarak hayatlarını devam
ettirmektedirler.
Hocalarının hepsiyle sık olmasa da görüşüyorum.
Bütün hocalarımızdan Allah razı olsun. Hepsinde sağlıklı uzun
ömürler diliyorum.
Her şey bir hayal ile
başlar. Ortaokuldaki sınıf arkadaşlarım ve hocalarımla bir yaz günü Tekir'de
bir araya gelip hasret gidermeyi hayal ediyorum. Bu hayalimin çok kısa bir
sürede gerçekleşeceğine inanıyorum. Sürçü lisan etmişsem şimdiden özür
diliyorum.
Hocalarımın ve sınıf arkadaşlarımın hepsine de ayrı ayrı
selam ve sevgilerimi gönderiyorum.
Geçmiş zaman olur ki hayalî cihan değer.
Kırkikindi
geçti üzerinden
Kerpiç
evler yağmur damıtırken
Nazlanmadı
Sitem
etmedi
Dizlerini
kırarak göçebe çadırını
Kurdu
bozkıra
Alnını ve
karnını doyurduğu
O hep
bilindik sofraya
Kırkikindi
geçti üzerinden
Bir zırh
gibi kuşandı
Kıbleyi gösteren
rüzgârı
İbrikteki
son suyu da
Ağaçlara
bağışladı
Taştan ve
topraktan ve kumdan
Alnını
mahrum eden
Seccadeyi
kaldırdı
Alnında
kırk izle Kâbeye vardı
Kırkikindi
geçti üzerinden
Eğildi
Toprağın
bağrındaki yangına su taşıyan
Kırk
karıncayı saydı
Çoktular
Gökteki
yıldızlar kadar
Kırkikindi
geçti gökteki hicreti
Anlayana
kadar
H. Ahmet ERALP'e
Enver ÇAPAR: İkinci şiir kitabınız “Ceylanla Ağlamak” nedir şairi ceylanlarla beraber ağlatan, yaralı bir ceylanın gözleri mi vurdu sizi?
"olan olmuştur, olacak olan da olmuştur. -ahmed amiş efendi"
çoktan öldün bu satırları okurken
bir ses duydun ve cem oldu kemiklerin
hesabın görüldü
zaten söylenmişti
senin için söylenmesi gereken ne varsa
geldiğin gün ayrılmıştın buradan
ölsün diye doğurmuş
yıkılsın diye yapmıştın
bir toz parçası gibi derin
bir yolculuk gibi yorucu
birkaç saniye geçirdin
sevgili kâri'
bak her şey zaten başladığında bitmişti
sen bu satırları okurken
zaten ölmüştün
diriltildin sonra bir ses duyup
hesabın görüldü
Kahramanmaraş Kayseri Karayolu bizim köyün sağ tarafından
geçerdi. Karayolu Çağlayan Köyünü geçip bizim köye doğru doğru gelirken iki
yüz-üç yüz metre kadar uzunlukta bir heyelan bölgesi karşılardı onu. Heyelan
bölgesinden geçen yolu, karayolları her yıl tamir ederdi ama yol yıl bitmeden
yeniden bozulurdu. Şoförler heyelanlı bu bölgeden geçerken analarından emdiği
süt burunlarından gelirdi. Çok sıkıntı yaşarlardı. Heyelan bölgesinden hemen
sonra önce sağa sonra sola doğru yılan gibi kıvrılan ardışık üç keskin virajla
karşılaşırdınız. Bu virajlardan en tehlikelisi en sonda yer alan Baltacı Virajıydı.
Yeşil Vadi Virajında ve Narlı Seki Virajında zaman zaman trafik kazası yaşansa
da pek can ve mal kaybı olmazdı. Baltacı
Virajında meydana gelen trafik kazalarında ise her yıl onlarca insan canından,
yüzlerce insan malından olurdu. Bu virajda meydana gelen her iki kazanın
birinde mutlaka bir insan ölür, mutlaka can kaybı yaşanırdı. Özellikle Göksun
istikametinden gelip Kahramanmaraş istikametine giden yüklü kamyonların, yüklü tırların
rampaya aşağı inerken balataları ısınıp frenleri tutmazsa; şoförler
ustalıklarıyla Yarma Virajını, Aşığın Deresi Virajını kurtarsalar bile, keskin
olması nedeniyle Baltacı virajında kesin olarak takla atarlardı. Baltacıda Virajında
takla atan arabalar genellikle yolun sol tarafındaki Tekir çayına doğru
savrulurdu. Sağ taraftaki kayalık uçuruma çarpan arabalardan zaten kolay kolay
sağ olarak insan çıkmazdı. Arabaların Tekir çayına düşmesi sonucu büyük bir can
pazarı yaşanırdı. Kaza sesiyle birlikte Kötü Pınarda bağda çalışan, Ayvalıda
hayvan otlatan, Kabir Üstünde ekin biçen ve Kovuk Çınarda bahçede uğraşan
vatandaşlar kaza yerine koşar ilk müdahaleyi yaparlardı. Civardan toplanan
insanlar kazaya müdahalede yetersiz kalırsa köye haber gönderirlerdi. Bizim
köyün halkı yediden yetmişe kaza haberinin duyulmasıyla birlikte gönüllü bir
kurtarma ekibi sorumluluğuyla Baltacı Virajına koşar, kazaya müdahale eder, kazazede
insanları kurtarmaya çalışırlardı. Bazı insanlar kaza anında sağ olduğu halde;
kazadan sonra Tekir çayının coşkun sularının içinde boğularak can verirlerdi. O
günkü şartlarda kaza yerine güvenlik güçlerinin ve ambulansın gelmesi bazen bir
bazen iki saati bulurdu.
Kaza yerine gelen köy halkı önce insanları kurtarıp, sonra
kaza yapan araçları yola çıkarmaya gayret ederdi. O zaman bizim köyde traktör
dahi yoktu. Köy halkı öküzlerini arabalara koşarak kazazedelere yardım etmeye
çalışırdı. Kaza yapan araçların yükünü başka bir araca naklederler, bu
hizmetlerinden dolayı ücret almaya ar ederlerdi. Baltacı Virajına bisküvi yüklü
tırın, şeker ve salça yükü kamyonların devrildiğine canlı olarak tanıklık
ettim. İnsanlar için coğrafya kaderdir. Bizim köyün arazisinin engebeli, dağlık
ve taşlık olması nedeniyle standartlara uygun düzgün bir karayolu yapılamayacağını
ilk görüşte anlarsınız zaten. Bu coğrafyadaki zorlukların bedelini bazı
dikkatsiz şoförler bazen hayatlarıyla öderlerdi. Ben doğmadan öce bin dokuz yüz
atmışlı yıllarda Çukurova’ya amele götüren bir kamyonun bizim köydeki Yarma
Virajından evlerin üzerine doğru takla atması sonucu otuz üç yolcunun tamamının
vefat ettiği kazayı, o günü yaşayan büyüklerimiz bizlere çocukluğumuzda ağlayarak
anlatırlardı. Bizlerde destanlara konu olmuş bu büyük acıyı aynı hüzün ve aynı
üzüntüyle kendi çocuklarımıza anlatmaktayız. Türkiye genelinde trafik kazasının
yaşandığı bin üç yüz kara noktanın en az beş tanesi bizim köyün sınırları
içinden geçen karayolundaydı desem mü bağla olmaz. Doktorun Lokantasının
altındaki virajdan mezarlığa doğru takla atan arabaların onlarcasına ortaokula
giderken bir zat şahit olmuş bir insanım. Ala cayırdaki Çukurhisar köyü yol
ayırımındaki virajdan takla atan nice arabalara ilk müdahaleyi yapan
insanlardan biriyim.
Köyümüzden geçen karayolundaki virajlar kazalara davetiye
çıkartırken rampalarda trafiğin akışını olumsuz yönde etkilerdi. Afşin Elbistan
Termik Santrali yapılırken iki tırla taşınan devasa parçaların nakli sırasında
şoförlerin çektiği rezilliği bir ben, birde Allah bilir. Ağır yüklü kamyonlar
Baltacı Virajını dönerken yavaşladığı için Alaçayır Rampası başlamadan birinci
vitese, Yarma Virajına vardığında ise takviyeye düşerdi. Biz ortaokula giderken
bu ağır yüklü kamyonlarla hızlı adımlarla yürüyerek yarış ederdik. Köyümüzden
geçip Kayseri’ye ve Kahramanmaraş’a giden karayolu anlatmaya çalıştığımdan bile
on kat vahim durumdaydı.
Ben bu yolun Döngel Köyü ile Tekir Köyü arasındaki altı
kilometrelik kısmını ortaokulda okurken üç yıl süreyle her gün yaya olarak
gittim geldim. Rampasını, virajını, menfezini, yokuşun, düzünü ve etrafındaki
ağaçların çeşidini elimin içi gibi bilirim. Her metresinde, her virajında, her
rampasında mutlaka tanık olduğum bir olay veya yaşadığım bir anı, bir hatıra
vardır. Şimdi sizlere bu yolda yaşadığım hatıralardan birini anlatmak
istiyorum.
Ortaokul birinci sınıfın son günleriydi. Ailem hayvanlarımızı
otlatmak için Oymaklı Yaylasına göçmüştü. Ben köyde dedemin evinde kalıyordum.
Nenem yaşlı bir insan olduğu için benim hizmetlerimi yeterince yerine
getiremiyordu. Ben de bu nedenle bazen anne annemin yanına gidiyordum. Anne
annem baba anneme göre daha genç ve evin hizmetlerin gören iki teyzemde anne
annemle yaşıyordu. Teyzelerim ihtiyaç olması halinde elbiselerimi yıkıyor,
kahvaltımı hazırlıyor ve beni saatinde okuluma gönderiyorlardı. Baba annem
elinden geleni yapsa da yaşlı olması nedeniyle bazı hizmetlerimi zamanında
yerine getiremiyordu. Baba anneme de anne anneme de Allah rahmet eylesin.
Mekanları cennet olsun. İkisi de beni kendi çocuklarından daha çok severdi. Bir
gün akşam anne annemin evine geldim. Anne annemin evinde akşam yemeğimi yedim.
Yemekten sonra arkadaşlarımla saklambaç oynamak için köy meydanına gittim. İsimlerini
hatırladığım kadarıyla Levent, Alper, Sefer, Oktay ve Taner’de köy meydanına
geldiler. Köy meydanına bizi izlemek için gelen başka arkadaşlar da varsa bile
şu an isimlerini hatırlamıyorum.
Köy meydanına gelen altı arkadaş üçer kişilik iki guruba
ayrılarak saatlerce saklambaç ve uzun eşek oyunu oynadık. Ayın dolunay olması
nedeniyle gece gündüz gibi aydınlıktı. Saat on bir olmuş eve gidip yatma
saatimiz gelmişti. Ben arkadaşlara “Hayırlı geceler ben yatmaya gidiyorum”
dedim. Alper bana” Hiçbir yere gidemezsin. Şimdi yola gidip kamyondan karpuz
indirip yiyeceğiz” dedi. Ben ise “ben gitmem. Kamyondan karpuz indirip yemek
hem ayıp hem de günah olur” dedim. Benim ağzımdan çıkan söz biter bitmez hep
birlikte “Bizimle gelmezsen seni döveriz, öldürürüz” gibi sözlerle beni tehdit
etmeye başladılar. Ben gitmezsem kendilerini annelerine babalarına şikâyet
ederim diye korkuyorlardı. Bu nedenle beni mutlaka suça ortak etmeye
çalışıyorlardı. Ben köyün ortaokul birinci sınıfta okuyan tek öğrencisi idim.
Herkes bana gıpta ile bakıyor ve sevgi gösteriyorlardı. Bizim köyde o zaman ki
ortaokul öğrencisinin sosyal saygınlığı bu günkü doktora öğrencisinden daha
fazlaydı. Ben de karpuz çalmaya gittiğimiz duyulursa saygınlığıma leke gelir,
babam beni evlatlıktan reddeder diye düşündüğümden dolayı arkadaşlarımla yarım
saatten fazla tartıştım ama onları bir türlü ikna edemedim. Neticede baktım ki
bu işten kurtuluş yok. Yaşları benden büyük olduğu için kaçsam tutarlar. Kavga
etsem döverler. Çaresiz vaziyette “Sizinle gelirim ama çaldığınız karpuzdan
yemem” dedim. Arkadaşlarda “Tamam. Bizimle gelmen yeter. Karpuz yemesen de
olur” dediler.
Arkadaşlarla birlikte köy meydanından yürüyerek, Maraşlı
Durdu’ nün evinin önünden geçip Yarma Durağına çıktık. Fırsat bulursam kaçarım endişesiyle
arkadaşlar beni esir düşmüş asker gibi tam ortalarında yürütüyorlardı. Yarma
Durağından Tekir istikametine doğru dönüp yolun kenarı sıra yavaş yavaş
yürümeye başladık. Bu esnada gece yarısı olmuş, köyde ışığı yanan bir tane ev
kalmamıştı. Köy ile yol arasındaki görüntüyü Alaçayır Deresinin kenarında
yetişen çınarların dalları bir tül perde gibi kapatıyordu. O zaman köyümüzde
elektrik olmadığı için aydınlatma gaz lambası ile sağlanırdı. Televizyon olmadığı için insanlar yatsı
namazını kıldıktan sonra hemen yatarlardı. Karayolu ile köyümüzün arasından
geçen Alaçayır Deresinden akan bir değirmen yürütür büyüklükteki suyun
çağıltısı ile köydeki köpeklerin havlama sesi, an itibariyle gecenin
sessizliğini bozmaya yetiyordu. Biz ise yolun karşısında evleri bulunan İspir
Ali, Çirkin Osman Apış Usta gibi büyükler sesimizi duymasın diye kendi aramızda
konuşmadan işaret diliyle anlaşmaya çalışıyorduk. Bu arada köye tali olarak
giren Gedik Oba yol ayırımına vardık. Burada arkadaşlardan kaçarak kurtulma
şansı yakaladım ama mezarlıktan korktuğum için bu şansı değerlendiremedim.
Gedik Oba yol ayrımından elli atmış metre ileride yolun sol tarafında köy
mezarlığı vardı. Bende o yaşlarda mezarlıktan çok korkuyordum. O günlerde de
mezarlığa yeni bir cenaze defnedilmişti. Bende yeni defnedilen adamın
cenazesini yıkanırken gördüğüm için çok etkilenmiştim. Bu nedenle korkumdan mezarlık
tarafına koşamadım. Çaresiz bir vaziyette arkadaşlarla yola devam ettim. Yol
ilerledikçe rampanın eğimi artıyor, kamyonlar bu rampada iyice yavaşlıyordu. Bu
arada yukarıdan aşağıya doğru gelen yolcu otobüsleri, aşağıdan yukarıya doğru
giden yakıt tankerleri, çimento ve saman taşıyan kamyonların ışıklarını
gördükçe rahatsız olmuyoruz desem yalan olur. Allah sizi inandırsın sıkıntıdan
terliyorum, terledikçe üzerimdeki gömlek sırtıma yapışıyordu. Arıtaşı Deresinin
suyunun aktığı menfeze vardığımızda katırlarına kereste yüklemeye çalışan
üç-dört tane orman kaçakçısı bizi görmüş olmalılar ki “Kaçın. Ormancılar
geliyor” diye bağırarak yıldırım hızıyla gözden kayboldular. Yarım dakika sonra
hayvanlarının nal seslerini Kara Ömer deresindeki taşlık kesimde duydum.
Kaçakçıların bağırma sesini duyunca bizde korkumuzdan kendimizi yolun
şarampolüne atarak yattık. Adamların bölgeden uzaklaştığını fark edince
toparlanarak tekrar ayağa kalktık.
Aşağıdan inleyerek gelen bir BMC kamyon bize doğru yaklaşınca
üzerindeki yükün ağırlığıyla iyice yavaşladı. Kamyonun kupası kırmızı, karoseri
mavi boyalıydı. Karoserin üzerinde yeşil renkli bir çadır çekiliydi. Alper bu
kamyonu görür görmez “Karpuz kamyonu geldi” diye bağırdı. Ağaca tırmanmış bir
sincap edasıyla arka taraftan kamyonun üzerine çıktı. Alper oldukça atik, atik
olduğu kadarda korkak bir arkadaşımızdı. Sekiz yıl ilkokula gittiği halde okulu
bitirememişti. Köyde başı boş gezerdi. Kamyonun üzerine çıkar çıkmaz geri indi.
“Karpuzun üzerinde yatan bir adam var. Kunduranın topuğuyla başıma vurdu” dedi.
Halbuki karpuzun üzerine insan yatamaz. Yatarsa karpuzların hepsi kırılırdı.
Alper’in korkak olduğunu bilen Oktay sağ arka taraftan kamyona çıktı. Elinin
biriyle dengesini sağlamaya çalışırken diğer eliyle çadırı açmak için kancadan
kendiri boşandırmaya çalışıyordu. Çadırı tek başına açamayınca “Bir kişi daha
gelsin” diye bağırdı. Oktay’ın bağırmasıyla Sefer orta taraftan kamyona çıkmak için
koştu. Elini karoserin kapağından tutup ayakları yerden kesilir kesilmez
dengesi bozuldu. Dengesi bozulunca da bir çuval un gibi ağzı üstü asfalt yola
çakıldı. Yola çakılmasıyla birlikte “Ölüyorum anam” diye bağırmaya baladı. Ben aşağıdan
gelen başka bir araba Seferi tepelemesin diye jet hızıyla koşup Seferi
kucaklayarak yolun banketine çıkarttım. Seferin yaralandığını gören Oktay’da
kamyondan indi. Sefer ölecek diye hepimizde çok korktuk. Kimsenin aklında
karpuz kavun kalmadı. Seferin yüzündeki deriler çizilmiş, burnundan hafifçe kan
akıyordu ama Sefer “Oy dizim, oy dizim ölüyorum” diye bağırıyordu. Eşek çamura
çökerse sahibinden yiğidi olmaz diye boşa dememiş atalarımız. Sefer benim yakın
akrabam olduğu için sırtıma alarak aşağıya doğru hızlı adımlarla yürümeye
başladım. Bu sırada Sefer “Anam ölüyorum” diye hem bağırıyor hem de ağlıyordu.
Bizde hep birlikte büyük bir telaşa kapılmıştık. Ne yapacağımızı bilmiyorduk.
Aşağıdan yukarıya doğru gelen kamyonlar bize selektör yapıyor, el
hareketleriyle ne yaptığımızı sormaya çalışıyorlardı.
Biz de bu esnada can havliyle karayolundan uzaklaşmaya
çalışıyorduk. Yarma Durağına inmemize yüz metre kadar mesafe kalmıştı. Karakol
Komutanı irfan Astsubay özel otomobiliyle yukarıdan aşağı gelmez mi. Bizi
görünce frene bastı ama arkasından otobüs geldiği için duramadı. Ben Karakol
Komutanını görür görmez Seferi birdenbire sırtımdan yere attım. Yarma Durağının
üst kısmındaki patika yoldan “Karakol Komutanı” diyerek köye doğru koşmaya
başladım. Diğer arkadaşlarda benim peşimden koşmaya başladılar. Karakol
komutanını gören Sefer korkusundan iki yüz metrelik yolda depar atarak
hepimizin önüne geçti. Biz patika yoldan koşarken Alaçayır Deresinde löküz
ışığıyla balık avlayan bir adam” Kimsiniz ulan. Ne koşuyorsunuz” diye bağırsa
da biz aldırış etmeden yolumuza devam ettik. Bize bağıran o adamın Muharrem Abi
olduğunu tahmin ediyorum. Köy meydanına çıktığımızda evinin bahçesindeki
tuvaletten çıkan Hamza Amcada bizi görünce irkildi. Karakol Komutanına
yakalanmamamız büyük bir şanstı. Biz köy meydanında birbirimizden ayrılarak
evimize giderek sessizce yataklarımıza yattık.
Ben sabahleyin erkenden yürüyerek Tekir Köyünde bulunan okuluma
gittim. Okula giderken bizi görünce ormancı olduğumuzu sanıp hayvanlarıyla
birlikte kaçan insanların bıraktığı keresteleri gördüm. Kamyondan düşen Sefer’in dizine zeytin
büyüklüğünde taş battığını ve bir hafta hastanede yatığını bir ay sonra
Oktay’dan duydum. Ben o arkadaş gurubuyla ondan sonra hiç oyun oynamadım. Haram
kapuz yemek ne bana nede arkadaşlarıma nasip oldu.
Devletimiz kamyonların gidemediği, arabaların takla attığı
virajlı, heyelanlı, tehlikeli Kahramanmaraş Göksun Kayseri Karayolunu iki
viyadük on bir tünelle geçerek duble yol haline getirdi. Yola da Edebiyat Yolu
adını koydular. Her tünele, her viyadüğe Kahramanmaraşlı bir şairin ismini
verdiler. Şehirler arası mesafeler kısaldı. Yeni yol açılınca eski yol viran
oldu. Şimdiki duble yolda ne takviye düşen kamyonlar ne de yürüyen kamyonun
üstünden karpuz çalan çocuklar kaldı.
Bayramda düğünde bu çocukluk arkadaşlarımızla
karşılaştığımızda, yaşadığımız anıyı bana anlattırıyorlar, kendiler de
kahkahayla gözleri yaşarıncaya kadar gülüyorlar.
Yatağa yatınca kimi zaman geçmiş günleri düşünüyorum. Geçmiş
günleri düşündükçe bazen ağlıyor, bazen gülüyorum. Bir musibet bin nasihatten
hayırlıdır diyorum. Hepinize huzurlu sağlıklı yarınlar diliyorum.
Garnı ağrısın ağrıması gereken ne varsanın
Şehir, üzerine yapışan bu bedduanın ne zaman sonlanacağını sorgularken, ben mecalimi yitirdiğim bir gece; bir kitabın kapağının göz kapağıma galip gelmesine izin verdim. Daha önce okuduklarım gibiydi. Yaşanmadan yazılmış, samimiyetsiz. Oysa benim babam öyle bir adam değildi. Gideceği yeri bilmese de inadı haritayı sererdi önüne. Geç giderdi ama hedefi belliydi. Mesele de gitmek değil miydi ?
Ve hiç sindiremedim
Cuma
akşamları okuduğum şiirleri
Aç karnıma
oturan bir yumruk gibi
Hep bir
şeylere hazırlanırken
Çağlar
öncesinden çağlar ötesinden
Zihnime
çakılan
Yirmi yedi
yıllık antik çivi:
“Putlar
kendi insanlarını yaratıyor şimdi”
O balçık
suratlıların
Yüzlerini
hiç unutmadım.
Hafta
sonları
Tiyatroda,
sinemada, operada
Kendini
adlandıran, tanımlayan, Konumlandıran
Sabahı hep
ıskalayan
Akşam
apartman boşluklarında
Kendini
sallandıran
Putları
dahi kıskandıran çağın insanı
Gökyüzünü
şahit kılmak için
Açık
havada
Tam üç kez
okudum bu şiiri
Parmaklarımın
arasındaki
Putlar
dökülsün diye
Elimde
çekiçle, balyozla okudum
Anladım
Elimdeki
putmuş damıtan
Bu şiiri
Kahramanmaraş'ta gerçekleştirdiğimiz bütün kültürel etkinliklere davetlerimizin hiç birine hayır demedi. O Maraş'a gelince, Türkiyr Yazarlar Birliği Kahramanmaraş Şubesi (Dükkân) 'nde olağanüstü sevinçli bir gün olurdu.
Her program sonrası Dükkân'da sohbet etmekten çok hoşlanır, TYB Kahramanmaraş Şubesinin mütavazi hâlini çok sever, bizimle gece saat 02-03' lere kadar oturur, orada dönen muhabbetin yıllardır içindeymiş gibi hiç bir kopukluk olmadan süregelen sohbete katılırdı.
En son gelişi biraz acıydı. Zira Dükkândan; Ahmet Doğan İlbey ağabeyi, Güzel adam Ferhat Ağca'yı ve Başkan Fazlı Bayram'ı depremde kaybetmiştik. Mezarlık ziyareti yaptık. Mezarlıkta dostlarımızı D. Mehmet Doğan ağabeyle birlikte ziyaret ederken, Şube Başkanımız Enver Çapar, Şube Yönetim Kurulu üyemiz H. Ahmet Eralp dâhil hiç birimizin ağzını bıçak açmıyordu. Hepimiz dostlarımızı o gün kaybetmişiz gibi acılar içindeydik.
Asla unutamam D. Mehmet Doğan ağabeyin 6 Şubat Depreminde gün boyu aralıklarla arayarak nasıl çırpındığını. Ahmet Doğan İlbey Ağabey, Ferhat Ağca ve Fazlı Bayram enkaz altındaydılar ve D. Mehmet Döğan ağabey nerdeyse saatte bir arayıp enkaz altında olan dostlarımız ile ilgili haber almaya çalışıyordu. Telefonda konuşurken nasıl çaresizce çırpındığı telefonla konuşulurken bile anlaşılıyordu. Baba gibi, öz ağabey gibi feryat ediyordu. O depremin il gününde D. Mehmet Doğan ağabey telefonu kapatır kapatmaz TYB İstanbul Şube Başkanımız Mahmut Bıyıklı dostum arıyordu ve o da Mehmet ağabey gibi İstanbul'da çırpınıyordu Maraş ve dostları için.
Hemen sonra anladık ki 6 Şubat günü bizim için Kahramanmaraş için çırpınan D. Mehmet Ağabeyin de hastalığının ilk zamanlarıymış. Tedavisi başladı hemen sonra da. Bazı zamanlar iyi olduğu ve iyi olacağı haberini aldık, bazen de hastalığının ilerlediği haberini. Tedavisi boyunca elimiz kalbimiz üstünde dua edip, şifasını bekledik. Bekledik ama Rab'bim son zamanlarda güzelleri hep yanına alıyor ve D. Mehmet Doğan Ağabey'i de aldı. Rahmetler olsun. Mekanı cennet olsun. Ağabeylerin ağabeyinin.
Köyümüz doğal güzellikleri bakımından dünyanın saklı
cennetlerinden bir köşe olduğu halde; dağlık, taşlık ve ormanlık bir coğrafyada
yer aldığı için geçim kaynakları bakımından oldukça fakir bir yerdi. Bizim
köyün, bizim yörenin insanlarının bu zor şartlardan kurtulup, rahat bir ortamda
yaşayabilmesi için okumaktan başka çaresi yoktu. Babam beni ilkokuldan sonra ortaokula
kayıt ettirerek, güzel Döngel’in zor şartlarından kurtulmam için bana büyük bir
şans tanımıştı. Köyümüzdeki diğer çocukların çoğunun şartları benden daha
kötüydü ama onların aile büyükleri arkadaşlarıma bu şansı tanımamışlardı.
Benden daha zeki çocukluk arkadaşlarım aileleri tarafından Döngel’in zor
ekonomik şartlarında yaşamaya adeta mahkûm edilmişlerdi. On iki yaşında
arkadaşlarımın kimisi çobanlığa kimisi ırgatlığa başlamıştı. Gaz lambasının
ışığında ve ekmek tahtasının üzerinde ders çalışsam da altı kilometrelik yolu
yürüyerek ortaokula gitsem de köyümüzün
eğitim konusunda en şanslı insanı bendim. Ben ortaokula giderken köyümüzdeki
herkes beni parmağı ile gösterir, gıpta ile bakardı. Zor şartlar altında acı
zulüm komşu köyümüz Tekir’de ortaokulu bitirdim. Kahramanmaraş Endüstri Meslek
Lisesine kayıt yaptırdım. Lisede okumak için köyden şehre geldim. Köyden şehre
lise okumak için geldiğim yıllarda evinde kalabileceğim ne amcam nede dayım
vardı. Birinci derece akrabalarımın tamamına yakını köylerde yaşıyordu. Şehirde
olanlarında beni evlerinde barındırma imkanları yoktu. Okuduğum lisenin yatılı
olarak kalacak pansiyonu da bulunmuyordu. O tarihlerde halkın imkânları kısıtlı
olduğu gibi devletimizin olanakları da çok yetersizdi.
Lise birinci sınıfta okurken Karamanlı mahallesinde iki katlı
bir evin bodrum katındaki bir odalık yerde kaldık. Ev arkadaşım Abdurrahman’la
aynı ortaokulda okumuştuk. O benden bir sınıf üsteydi ve dünyadaki en iyi
insanlardan biriydi. Ev sahibimizden, komşularımızdan ve mahalle halkından çok
memnunduk ama kaldığımız evin rutubetli olması nedeniyle o yıl çok büyük
sıkıntılar yaşadık. Köyden getirdiğimiz tonlarca odununu yaktığımız halde evi
bir türlü ısıtamadık. Nemden etkilenerek ev arkadaşımla ikimiz birden
rahatsızlandık. Doktorunun yazdığı İlaçları kullanarak, bitkisel çayları içerek
hastanede yatmadan ayakta tedavi olduk şükür. Evi değiştirmek için Maraş kazan
biz kepçe her tarafı sokak sokak, cadde cadde dolaştık ama kış ortasında
kaldığımız evden daha iyi bir ev bulamadık. Hastalandığımız günlerde okula
gidemediğimiz için derslerden geri kaldık. Yaşadığımız bu kötü şartlar altında
ikimizde bütünlemeye kalmadan sınıfı geçtik. Kronik bir hastalığa yakalanmadan,
bütünlemeye kalmadan öğretim yılını başarıyla bitirdiğimiz için yine de şanslı
sayılırdık. Karnemizi aldığımız gün ev sahibimiz ve komşularımızla helalleşerek
nemli olsa da bir yıl boyu bize kucak açan, bizleri bağrına basan ve bize
birçok güzel anılar yaşatan evimizden göz yaşları arasında ayrıldık. Kaldığımız
evin nemli olması nedeniyle ayrıldığımız Karamanlı Mahallesinin sıcak kanlı insanlarıyla
halen irtibatım devam etmektedir. Abdurrahman yaşasaydı onun irtibatı da devam
ederdi diye düşünüyorum.
Lise ikinci sınıfa geçince birinci sınıftaki ev arkadaşım
dünyalar tatlısı kıymetli insan Abdurrahman ile ayrılmak zorunda kaldık. O
ekonomik şartlar nedeniyle şehre yakın Kumaşır Köyündeki tanıdıklarının evinde
kalmaya başladı. Abdurrahman tanıdıklarının evine gidince bende kendime kalacak
başka bir yer araştırmaya, aramaya başladım.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Kahramanmaraş Meslek
Yüksekokulun motor, elektrik gibi bazı bölümlerinin öğrencileri uygulama
derslerini bizim okulun tesviye atölyesinde görüyorlardı. Birinci sınıfın son
günleri tesviye atölyesinde Enes isimli Kütahyalı bir öğrenci ile tanıştım.
Enes Meslek Yüksekokulunun motor bölümünde okuyordu. Öğle arası beni evine
yemeğe götürdü. Evde gidince Enes’in Zübeyir ve ihsan isimli ev arkadaşıyla da
tanıştım. Evleri Uzunoluk Caddesindeki Çınarlı Cami civarında tarihi ahşap
yapılı bir konaktı. Yemek esnasında benim nerede kaldığımı sordular. Ben ise
Karamanlı mahallesinde bodrum katı, nemli bir evde kaldığımı söyledim. Benim
kaldığım evin sağlıksız olduğunu öğrenince üçü birden kendileriyle birlikte kalmamı
teklif ettiler. Bu tekliflerinden çok memnun oldum ama an itibariyle
Abdurrahman’ı yalnız bırakmamak için tekliflerini kabul etmedim. Kendilerine
teklifleri için teşekkür edip dönem sonuna kadar gelme şansım olmadığını,
önümüzdeki yıl için burada kalmayı düşündüğümü söyleyip tekliflerine açık bir
kapı bıraktım. Yaz tatilinde Abdurrahman köyde kalmaya karar verince, bende
kabul etmeleri durumunda birinci sınıftayken tanıştığım üniversitede okuyan
öğrencilerle aynı evde kalmaya zihnimde karar verdim.
Enes bana yaz
tatilinde Mimar Behzat Beyin ofisinde desinatör olarak çalıştığını söylemiş ve çalıştığı
ofisin yerinde kaba taslak tarif etmişti. Kendileriyle birlikte kalmak
istediğimi söylemek için Enes’in çalıştığı ofise gittim. Ofisin yerini elimle
koymuş gibi buldum. Enes beni ofiste muhabbetle sevgiyle karşıladı. En iyi en
güzel şekilde ağırladı. Ben Enes’e “Uygun görürseniz bu sene sizinle kalmak
istiyorum” dedim. Enes’te bana “Ben bugün arkadaşlara telefonla görüşeyim,
yarın sana haber veririm” dedi. Ben Enes’in beni aramasına fırsat vermeden
sabah erkenden yanına gittim. Enes “Kardeş tamam. Ben arkadaşlarla görüştüm.
Bizimle kalabilirsin” dedi. Enes’ten bu cevabı duyunca nasıl mutlu olduğumu,
nasıl sevindiğimi sizlere kelimelerle anlatamam, izah edemem. Enes’in yanında bir çay içip hazırlık yapmak
için izimin üzerine köye geri döndüm.
Birinci sınıftan tecrübeli olduğum için yatak, yorgan,
kıyafet, kitap, defter çanta gibi ihtiyacım olan tüm eşyaları iki gün içinde
eksiksiz olarak hazırladım. Eşyaları
hazırlarken anamın o kadar iş içersin de benim için gösterdiği gayreti hiç
unutamam. Hazırladığım eşyaları usta bir tezgahtar edasıyla paketledim.
Eşyaları paketlerken de küçük kardeşim Adem’in yardımı da çok oldu.
Paketlediğim eşyaları cumartesi günü yakın akrabam Hacı Polat Amcanın otobüsüyle
şehre getirdim. Otobüsün yol darlığı nedeniyle kalacağım konağın olduğu sokağa
girme imkânı yoktu. Otobüsteki eşyalarımı Eski Halde sepetli bir motosiklete
yükleyerek kalacağım eve götürdüm. Enes’in yardımıyla eşyalarımı kalacağım
odaya nizami bir şekilde yerleştirdim. Kalacağım odadaki daha önce hiç
görmediğim kaliteli çam tahtasından yapılmış gömme ahşap dolap eşyaları
yerleştirirken işime çok iyi yaradı. İki gecede konaktaki odamda yatıp hem eve
alıştım hem de ev arkadaşlığı yapacağımız Enes’i yakından tanıma imkânı buldum.
Enes’in babası yokmuş. Kendisi yaz tatilinde ve hafta sonları tuğla
fabrikasında yaşı küçük olduğu için kaçak olarak çalışarak ailesini
geçindirmeye çalışıyormuş. Maraş ’tada okulun olmadığı gün ve saatlerde Mimar
Behzat Beyin Ofisinde proje çizimi yaparak harçlığını çıkartıyormuş. Enes’in
durumu öğrenince ben kendi halim için Yarabbi şükür dedim. Okulun açılmasına
iki hafta zaman olduğu için tekrar köye döndüm. Köyde aileme yardım etmek için
harman, hasat, bağ ve bahçe işlerinde tekrar çalışmaya başladım. Ben köyde
çalışmaya devam ederken Tekir Ortaokulundan yakın arkadaşım Bekir Akçadağ bir
gün yanıma geldi. Biraz muhabbet edip çay kahve içtikten sonra bana “Maraş’tan
bir ev kiralayıp, bu sene birlikte kalalım” dedi. Ben ise Bekir’e “Ben kalacak
yer ayarladım” dedim. Ben kalacak yer ayarladım deyince lisanı halinden
Bekir’in üzüldüğünü fark ettim. Bekir’e “Kardeş benim kalacağım yer iki katlı,
haramlık ve selamlık olmak üzere iki bölümden oluşan, altında kullanılmayan
müştemilatı bulunan devasa bir konak. Bizimle birlikte kalmak istersen senin
için Enes ile konuşayım” dedim. Benim bu teklifi duyunca Bekir’in gözlerinin
içi güldü. Bana “Bir konuş bakalım ortağım” dedi ama sevinçten uçacak gibiydi.
Bekir ile bir gün sonra şehre gittik. Enes’i ziyaret ettik. Enes diğer
arkadaşları ile görüştükten sonra Bekir’inde bizimle kalabileceğini söyledi.
Bekir bu cevap için çok mutlu oldu. Hemen köye gitti. İki gün sonra eşyalarını getirip
konağa yerleştirdi. Aynı gün birlikte köye döndük. Bindiğimiz otobüsten ben
Döngel’de indim, Bekir kendi köyü Tekir’e gitti.
Okullar açılmadan bir gün önce Bekir ile kalacağımız konağa geldik.
Bekir Ticaret Meslek Lisesinde okuyordu. Enes yaz tatilinde Maraş’ta çalıştığı
için zaten konakta kalıyordu. Meslek Yüksekokulu açılmadığı için diğer
arkadaşlar gelmemişti. Enes, Bekir ve ben meslek yüksek okulu açılıncaya kadar
iki hafta birlikte kaldık. Bu iki haftalık süreçte Enes Bekir’i tanıdı. Bekir
Enes’i tanıdı. Ben daha önceden ikisinde tanıdığım halde iki haftalık süreçte
onları daha yakından tanıma imkânı buldum. Birbirilerimizin zayıf ve güçlü
yönlerini öğrendik. Ailelerimizin sosyolojik yapıları ve maddi imkanları
hakkında bilgiler edindik. Anlayacağınız iki hafta içerisinde birbirilerimizle
horasan harcı gibi kaynaştık. Ayrıca Çınarlı Caminin müezzini Ökkeş Hoca
sayesinde Postane kavşağından başlayıp Uğrak Pastanesine kadar uzanan Uzunoluk
Caddesindeki bütün esnaflarla baştan sona kadar tek tek tanıştık.
Bizim kaldığımız konağa komşu bir evde kalan Ökkeş Hoca bizim
üçümüzün birden akşam namazı için camiye geldiğimizi görünce nasıl mutlu oldu,
nasıl sevindi anlatamam. Çünkü camide üçümüzden başka genç yoktu. Cemaatin yaş
ortalaması elli yaşın üzerindeydi. Ökkeş Hoca namaz biter bitmez caminin içinde
bizimle tanıştı. Üçümüzün birlikte kaldığımızı öğrenince sevinci bir kat daha
arttı. Bizi Uzunoluk Caddesinde faaliyet gösteren fırın, bakkal, manav, berber
gibi alışveriş yapacağımız esnaflarla tanıştırmaya götürdü. Ökkeş hoca bunlar benim komşum, bunlar öğrenci
diye bizi esnaflara takdim ettikten sonra, “Paraları olmasa bile bu gençlerin
ihtiyaçlarını karşılayın. Kendiler ödemezse ben öderim” şeklinde tembihte buluyordu.
Esnafları hepsi de “Baş üstüne Hocam.
Ödemeseler de olur Hocam” şeklinde cevap veriyorlardı. Zaten esnafların
kapısından içeri girerken Ökkeş Hocaya olan saygı, sevgisi ve muhabbetleri ilk
bakışta hissediliyordu. Ökkeş Hocanın bu naif davranışı karşısında nasıl bir
duyguya kapıldığımı, gözlerimin nasıl dolduğunu görseydiniz inanıyorum ki
hepiniz birden hüngür hüngür ağlardınız. Ökkeş Hocanın bizi esnafla
tanıştırması pozitif manada önemli bir kazanımdı.
Meslek Yüksekokulunun açılmasına bir gün kala Zübeyir ve
İhsanda memleketlerinden geldiler. Onların memleketten gelmesiyle beş kişilik
kocaman bir aile olduk. Aramızda hiçbir ayrılık olmadı. Doğduğundan beri bir
arada yaşayan kardeşler kadar birbirimize saygılı davranıyorduk. Ev işlerinin
düzenli bir şekilde yürümesi için kendi aramızda görev taksimi yaptık.
Yaptığımız görev taksiminde bana alışveriş yapma işi düştü. O günden itibaren
kahvaltıda yiyeceğimiz ekmekten tutunda akşam yemeği yapmak için kullanacağımız
ete kadar her türlü ihtiyacı ben almaya başladım. Ökkeş Hoca sayesinde
fırıncıdan ekmeği yarı fiyatına manavdan sebze meyveyi indirimli olarak almaya
başladım. Tatlıcı Mehmet Abinin yarım kilo lokma istediğim zaman bir kilo lokma
verdiği o günleri hiç unutamam. Tamirci Şevket Amcanın ayakkabılarımızı beleş
kadar ucuza tamir ettiğini hatırladıkça hüzünlenirim. O konakta kaldığım iki
yıllık süreçte Uzunoluk Caddesindeki esnaflardan yardımını görmediğimiz hiçbir
insan yoktur desem yalan olmaz. Ökkeş Hocanın camide okunan mevlitlerde,
mahallede sakinleri tarafından verilen cenaze ve nikah yemeklerinde bizleri
nasıl himaye etmeye çalıştığı aklımdan hiç çıkmaz. Babaoğlu Bakkalın sahibi
Mehmet Abinin dükkânın önünden geçerken onurumuzu rencide etmeden elime verdiği
içi gıda maddesi dolu poşetler hafızamdaki canlılığını o günkü gibi
korumaktadır. Mahallenin o günkü esnaflarından bugün bir elin parmakları kadar
azda olsa yaşayanlar bulunmaktadır. Ben zaman zaman bu esnafların ziyaretine giderim.
Beni gördüklerinde kırk yıldır hasret kaldıkları bir evlatları gelmiş kadar
mutlu olurlar. Onlarla geçmiş günleri yad ederiz. Ölenlerinde ruhuna Fatiha
okuruz. Allah hepsinden de razı olsun.
Üniversite öğrencileriyle birlikte kaldığımız için evdeki
sosyal yaşantımız oldukça disipliniydi. Sabah namazından sonra ben hemen ekmek
almaya giderdim. Zübeyir çayı pişirir, kahvaltıyı hazırlar. Nöbetçi olan
arkadaş bulaşıkları yıkardı. Kahvaltıdan sonra ben Sütçü İmam Çeşmesinin yanından
Kahramanmaraş Kalesinin arkasından geçer Dükkân Önü Çarşından Batı parktaki
okuluma giderdim. Okulda öğle yemeğini yedikten sonra Cezaevinin önünden geçer,
Karacaoğlan Halk Kütüphanesin yanından Uzunoluk Çarşısına gider bakkaldan,
manavdan akşam yemeği için gerekli malzemeleri alır eve bırakır, izimin üzerine
yeniden okula giderdim. Bütün arkadaşlarda evle ilgili görevlerini eksiksiz
olarak yerine getirirdi. Akşamları herkes dersine çalışır, ders çalışırken
kimsenin ağzından çıt çıkmazdı.
Ev ortamımız oldukça huzurluydu. Başlangıçta beş kişi olarak
başladığımız ev arkadaşlığı iki yıllık süreçte ayrılanlar yeni gelenlerle
birlikte on kişiyi geçmiştir. Bu arkadaşlarla benim hiç küslüğüm veya gönül
kırgınlığım olmadı. Diğer arkadaşlarında kendi aralarında husumet yaşadıklarına
tanık olmadım. Kardeşlik ortamı içerisinde geçindik gittik. Evimize ders
çalışmaya veya ziyarete gelen arkadaşlarımızın arkadaşlarıyla da güzel
dostluklar kurduk. Günlerimiz yaşadığımız zor ekonomik şartlara rağmen mutlu bir
şekilde geldi geçti. Ev arkadaşlarımızın hepsiyle temeli sağlam kalıcı
dostluklar kurduk. Bunlar arasından Enes ile olan muhabbetimiz biraz daha
fazlaydı. Enes’i bazen ben bazen Bekir köye götürürdü. Bu nedenle Enes bizim
annemizi, babamızı, kardeşlerimizi hatta yakın akrabalarımızı bile tanıdı.
Ailemizin bir bireyi gibi oldu. Anlayacağınız Enes Bekir ile benim manevi
kardeşi oldu. Bu nedenle Enes yarıyıl tatilinde mezun olup memlekete giderken
bana” Ben sizin çok yardımınızı gördüm. Evinizde kaldım. Tuzunuzu ekmeğinizi
yedim. Sizde Bekir ile birlikte üniversite ikinci basamak sınavına Eskişehir’de
girin. Bende sizleri Kütahya’da ağırlayayım misafir edeyim” dedi. Ben de”
Kısmet ise olur kardeşim” dedim. Enes’i soğuk bir kış günü Aksu Otobüsüne
bindirerek memleketine uğurladım.
Enes’in mezun olup memlekete gittiği yıl biz lise son sınıf
öğrencisi idik. Nisan ayında yapılan üniversite basamak sınavını kazandık. O
zaman Kahramanmaraş’ta ikinci basamak sınavı yapılmadığı için ikinci basamak
sınavı için Eskişehir’i tercih ettik. Sınav giriş belgelerimiz gelince sınava
Eskişehir’de gireceğimiz kesinleşti. Durumu telefonla Enes’e haber verdim. Enes
haberi duyunca çok sevindi. Dünyalar kendinin oldu. Ümmi bir insan olan babama
sınav için Eskişehir’e gideceğimi söyleyince “Bu devletin işine akıl yetmez. Bu
çocuk için Adana’da, Ankara’da, İstanbul’da sınav için yer olmasında ta
Eskişehir’de olsun. Ben bu işi anlayamadım arkadaş” diye tepki göstermesini hiç
unutamam. Babam sert şekilde tepki gösterince tercihi benim yaptığımı bile
söyleyemedim. Sınava gitmek için hazırlıklarımızı tamamladık. Harçlığımızı
ayarladık. Eskişehir’e gitmek için gün saymaya başladık. Yola çıkmamıza iki gün
kala köy meydanında köyümüzün öğretmenlerinden Yusuf Bey’le karşılaştık. Yusuf
Bey’le dostluğumuz iyi olunca ayak üstü muhabbet etmeye başladık. Yusuf Bey’in
abisi Hanefi Demirkol Eskişehir Valisiydi. Yusuf Bey’e “Hocam üniversite sınavı
için Eskişehir’e gidiyorum. Abinize göndereceğiniz bir şey varsa götüreyim”
dedim. Yusuf Bey ise “Göndereceğim bir şey yok ama bir mektup yazayım da size
baksın” dedi. Eliyle benim orada beklememi işaret edip kendisi evine çıktı. Beş
dakika sonra bana sarı bir zarf getirip” Bunu götür abime ver” dedi. Bende
“Teşekkür ederim hocam” diyerek Yusuf Bey’den ayrıldım.
O zaman Kahramanmaraş’tan Eskişehir’e direk otobüs yoktu.
Çarşamba günü akşamı arkadaşım Bekir ile otobüse binip Kayseri Kırşehir
üzerinden Ankara’ya gittik. Ankara Otogarında otobüsten indikten sonra Kızılay,
Gençlik Parkı, Ulus gibi merkezi yerleri gezdik dolaştık. Öğle yemeği için
gittiğimiz lokantada hesap öderken su parası almaları çok tuhafımıza gitti. O
zaman Maraş’taki lokantalarda ne şişelenmiş su, nede su için alınan ücret
vardı. Herkes sürahilere doldurulmuş musluk suyunu istediği kadar içerdi. Sürahide
su biterse garson yeniden su getirirdi. Ankara’da böyle bir durumla
karşılaşınca kelimenin tam anlamıyla şok olduk. Yemekten sonra Ankara’ya
geldiğimizi Şeref abiye haber verdik. Şeref Abi arabasıyla gelip bizi Ulustan
aldı. Aile dostumuz olan Eczacı Şeref Yetkin Abi akşam bizi evinde misafir etti.
Şeref Abi akşam yemeğinden sonra da bizi çarşıya gezmeye götürdü. Atatürk Orman
Çiftliği, Anıtkabir, TBMM gibi yerleri arabayla gezdirip dolaştırdı. Böylelikle
yıllarca hayalimizde yaşattığımız başkentimiz Ankara’yı ana hatlarıyla tanımış
olduk. Cuma günü sabah saat sekizde bir otobüse binerek Eskişehir’e hareket
ettik.
Ben o güne kadar gittiğimiz yerlerden sadece Kayseri’yi
görmüştüm. Bekir ise Maraş dışına hiç çıkmamıştı. Otobüsün geçtiği yerleri
öğrenmek için gözlerimizi camdan ayıramıyorduk. Okumakla görmek arasındaki
farkı öğrenmiş oluyorduk. Sivrihisar’daki Nasrettin Hoca Heykelinin yanından
geçerken nasıl etkilendiğimi anlatamam. Dört saatlik zorlu bir yolculuğun
ardından Eskişehir’e vardık. Eskişehir’e girerken gördüğüm fabrikalar,
fabrikalardan sonra gördüğüm modern binalar dikkatimden kaçmıyordu. Eskişehir’in
modern ve kalkınmış bir şehir olduğunu ilk bakışta ele veriyordu. Eskişehir
otogarında otobüsten indik. Zaman kaybetmeden bir belediye otobüsüne binerek
valilik binasına gittik.
Valilik binası kesme taştan yapılmış tarihi bir yapıydı.
Kapıdaki güvenlik sorgulamasından geçerek Vali Beyin makamına çıktık. Özel
kalemde Vali Beyle görüşmek için çok sayıda insan vardı. Hatta bunlardan iki
tanesi milletvekiliydi. Normal şartlarda Vali Beyle görüşmek için bize sıra
gelmeye bilirdi. Ben Vali Beyin sekreterine “Hanım Efendi biz Kahramanmaraş’tan
geldik. Vali Beyin tanıdıklarıyız. Kendisine mektup getirdik. Al bu mektubu
kendisine takdim et. Görüşmeyi kabul ederse görüşürüz. Yoksa çeker gideriz”
diyerek Yusuf Bey’in yazdığı mektubu verdim. Sekreter mektupla içeri girdi. Bir
dakika kadar sonra dışarı çıkarak “Vali Bey sizi bekliyor” diyerek bizi içeri
aldı. Vali Hanefi Demirkol bizi ayakta karşıladı. Bizleri kucaklayarak “hoş
geldiniz yeğenlerim” dedi. Hâl hatır sorduktan sonra misafir olarak yanında
bulunan Bilecik Valisine bizi tanıttı. Bilecik’te yaşanan bir olayla ilgili
istişarede bulunuyorlardı. Hanefi Bey bunlar yabancı değil dedi ve istişareye
devam ettiler. Hanefi bey konuyla ilgili mevzatı ve uygulamayı baştan sona
kadar anlattı. İstişare bitince bana “Buraya ne için geldiniz” diye sordu.
Bende “Efendim pazar günü üniversite sınavına gireceğiz” dedim. Üniversite
sınavı için geldiğimizi duyunca çok memnun oldu. Valilikte görevli bir müdürü
yanına çağırdı. Yanına çağırdığı müdürü bizi ağırlamak ve rehberlik yapmak
üzere görevlendirdi. Bana da “pazar günü sınavdan sonra eve gelin bir kahvemi
için “diye talimat verdi. Müdür Bey bizi modern bir otele yerleştirdi. Otelin
yanındaki bir lokantada karnımızı doyurdu ve pazar gününe kadar bu lokantada
yiyip içeceksiniz dedi. O lokantada yediğim çiğböreğin tadı damağımdan halen
silinmedi. Emrimize resmi plakalı bir araç tahsis etti. Müdür Bey yemekten
sonra bizden ayrıldı. Şoför bizi iki saat kadar Eskişehir’in tarihi
mekanlarında dolaştırdıktan sonra otele bıraktı. Aradan yıllar geçmesine rağmen
Kurşunlu Cami ve Alâeddin Camiyi daha dün görmüş gibi hafızamda canlılığını
korumaktadır. Şoför bana “Yarın saat
kaçta geleyim efendim” dedi. Bende “saat ikide gelirsen yeter” dedim. Cumartesi
günüde Eskişehir’in Porsuk Çayı etrafındaki parklarını, Odunpazarı Semtindeki
konaklarını ziyaret ettik. Bu sırada Vali Beyin yakın ilgisi ve sağladığı
imkanlar nedeniyle mutluluktan uçuyorduk sanki. Sınav öncesi moralimiz zirveye
çıkmıştı. Pazar günü sınava gireceğimiz için cumartesi erkenden otele geldik.
Pazar günü sınava gireceğim Eczacılık Fakültesi binasının olduğu kampüse
girerken bekçinin diğer araçları durdurup kontrol ederken benim bindiğim araca
selam durması gururumu okşamadı desem yalan olur.
Pazar günü Enes bizi karşılamak üzere Eskişehir’e geldi.
Sınavdan sonra Enes’i otogardan aldık. Vali Beyin evine ben, Bekir ve Enes
üçümüz birlikte gittik. Allah var Vali Bey bizi evinde de en iyi şekilde, en
üst seviyede ağırladı. Memleket üzerine güzel sohbetler ettik. Kahvemizi
içtikten sonra Kütahya’ya gitmek üzere konuttan ayrıldık. Görevli şoför bizi
Eskişehir Otogarına götürdü.
Allah razı olsun biz Kütahya otobüsüne bininceye kadarda yanımızdan ayrılmadı.
Otogardan bir otobüse binerek Kütahya’ya hareket ettik.
Kütahya’ya girerken çiniden yapılmış devasa bir vazo karşıladı bizi. Kütahya
Kalesi karşımızda selam durdu. Enes’in kalenin eteğindeki evlerine gittik.
Enes’in annesinin bizi karşısında görünce ne kadar mutlu olduğunu anlatamam.
Enes bizi Kütahya’da on gün misafir etti. On günlük sürede Afyon Kazlıgöl Kaplıcalarında,
Kütahya Yoncalı Kaplıcalarında sıcak suya girdik. Yürüyen merdiveni ilk defa
Kütahya’da gördük. Çinili camiyi ziyaret ettik. Kaledeki döner gazinoda çay
içtik. Tavşanlıda görev yapan ortaokul matematik öğretmenimiz Necati Alpay’ı
ziyaret ettik. Bir gece evinde misafir olduk. Kütahya’da dondurmacılık yapan
Recep Karsıkan (şişman) Ustayla tanıştık. Kütahya’da her biri diğerinden güzel
geçen on gün geçirdik. Onuncu günün sonunda arkadaşımız Enes ve Enes’in aile fertleriyle
vedalaşarak gözyaşları arasında Kütahya’dan ayrıldık.
Sınav sonuçları açıklandı. Eskişehir’de girdiğim üniversite
sınavını kazandım. Hiç beklemediğim
halde Vali Beyin bizi misafir etmesi bir anda moral ve motivasyonumuzu
yükseltti. Sınavı kazanmamda Vali Beyin bize göstermiş olduğu ilgi ve alakanın
önemli ölçüde katkısı oldu diye düşünüyorum. Eskişehir ve Kütahya içinde
yaşayan insanlar farkında olmasalar da ruhu olan şehirlerdir. Ben bu iki
şehirde de bu ruhu gördüm. Bu ruhtan etkilenerek gönlümün manevi
derinliklerinde Kahramanmaraş’tan Eskişehir’e, Eskişehir’den Kütahya ya
ayakları sağlam bir gönül köprüsü kurdum. Bu köprünün üzerinden bugüne kadar nice
temiz kalpli, yüce gönüllü güzel insanlar geldi geçti. Ben ölünceye kadarda
sayıları artarak geçmeye devam edeceklerdir.