Her
insanın iki göz odası vardır. Fakat her insanın ağırlıklı olarak yaşadığı oda farklıdır. Bazıları ömür
boyunca aklının hüküm sürdüğü
ve pragmatist kişiliğinin ön plana çıktığı doyumsuzluk odasında kalır.
Bazıları ise ruh âlemini keşfettiği odada hayatını yaşar. İki odanın ortak noktası iki
bileşenin kesişim kümesi olan insan gönlüdür
yani evinizin salonudur. Gönül evi insanın sahip olduğu en muazzam yerleşkedir. İnce düşünülmüş fikirler çoğu zaman insanın kurtarıcısı
olabilir. Aynı şekilde
duygularınız anlık olarak hayattaki rotanızı çizebilir. Fakat bir insanda ikisinden
birisi ağır
bastığı zaman
yahut duygu âleminiz ile aklınız farklı odalarda gizli
kaldığı vakit hayatın
sırrını çözmek için herkes ve her şey
yetersiz kalır. Gönül evi, insanın biricikliğinin ve mucizelerin işlendiği tek nokta olduğundan evinizin ortak kesişim alanıdır. İnsan tek bir odada hayatını
sürdürdüğünün
farkında olmadan çoğu
zaman kendisini unutur. Sizin şatonuz
veya sarayınız kaç odadan oluşuyor
bilemiyorum ya da bir yaylada kuruduğunuz
çoban çadırınız. Benim gördüğüm
iki göz odaya sahip olduğunuz.
Sahip olduğunuzun
farkında olup salonda oturabiliyorsanız ve salonunuza sizin gibileri ağırlayabiliyorsanız ne mutlu
sizlere hayatta zamanın öldüremediklerindensiniz. Yolunuzu bulmaya çalışıyorsanız eğer hayat lâbirentinden
çıkmanız ve kimliğinizi
bulmanız insanlık için müthiş
bir ümittir. Sarayınızın, şatonuzu
yahut çadırınızın ortak noktasını fark etmeli farkına vardıkça etrafınızdakilere
inşasında
yardımcı olmalısınız.
BİZE YAZILANLAR...
GÖNÜL EVİ / Azize Bati
ARKA BAHÇEYE AÇILAN PENCERE / Hidayet BAĞCI
Celal bey masasının
üzerinde dosyaları incelerken bir an kapının tıklanmasıyla kendine geldi.
Odasına gelen, diğer kişiler gibi dünyalığa ait ne varsa masasına arzu halini
bırakıp gidecekti. O bunları bilmesine rağmen gelen kişiyi yine sabırla
dinledi. Celal bey odasına gelen her kişiye olduğu gibi bu gelen kişiye de
dünyalık işin bir çözümü varsa yapacağını yoksa da uygun bir dille işini
halledemeyeceğini söyleyecekti ama hayır kelimesini kullanmadan. Hayır
kelimesini kullanmak mı kolay yoksa kullanamamak mı?
Celal bey odasına gelen
bu kişinin de dünyalık işini hallettikten sonra masasından kalktı. Odasının
içinde birkaç adım da olsa yürüyüş yaptı. Derin düşünceler içindeyken kulağına
gelen kuşların sesleri Hüd Hüd kuşunun sesi gibi olmasa da bu ötüşler onu başka
bir dünyaya davet ediyor gibiydi. Pencereye doğru ilerledi ve perdeyi elinin
ucuyla kaldırdı. Dünya, odasındaydı. Pencerenin dışındaki hayat onun
dinlediklerine göre tam bir cennet havasıydı. Pencerenin dışı dediği şirketinin
küçük gül bahçesiydi. Güller kırmızılı, beyazlı rengarenkti. Kuşlar ise her bir
ağacın dalları arasına saklanmış şarkı söyler gibiydi. Celal bey bakımsız
bahçesinin bu denli güzelleştiğini görünce onun kendi gül bahçesi olduğu aklına
geldi ve gururlandı. Sekreterini arayıp bahçıvanı çağırmasını söyledi.
Sekreter;
“Efendim, bahçıvan Cemal
efendi gül bahçesinin bakımını yaptığı için kıyafet olarak pek müsait değilmiş.
Ancak bir saate kadar gelebileceğini söyledi.”
Celal bey bu cevap
karşısında şaşırmıştı. Cemal efendinin odasına gelmesini beklemeden kendisi
takım elbisesiyle bahçeye indi ve bir adımda ayakkabısı çamur oldu. Bunu gören
Cemal efendi, Celal efendiye;
“Aman efendim, kusura
bakmayın bugün bahçedeki zararlı otları toplama zamanımdı. Bir de gül
çitillerimin dibindeki toprağı havalandırıp biraz
gübre biraz da su vermeliydim. Ben genellikle bu mevsimde ve zamanın bu
saat diliminde bu tür işlerimi yaparım. Siz ne zahmet ettiniz de geldiniz. Ben
gelecektim zaten.”
Celal bey, Cemal
efendinin gül bahçesindeki bakım şifresini çözmüştü. Her işin bir iç disiplini olmalıydı.
İçinden Cemal efendiyi takdir etti ama şifre bir anda verilmemeliydi bunu da
not etti kalbine. Celal bey;
“Cemal efendi, bu bahçe
ne hale gelmiş!”
Cemal efendi;
“Aman efendim en son
bu bahçeye iki sene önce gelmiştiniz.
Onda da ben göreve yeni başlamıştım. Ne olmuş bahçemize?”
Celal efendi;
“Bahçemiz de kuşların
sesi bir başka öter olmuş, güller desem onlarda da ayrı bir güzellik!”
Cemal efendi;
“Efendim, kıymet ne
tevazu ister ne de para. Onun istediği sadece bilinmektir. Evet, kıymet
bilinmek ister. Bu güllerin biraz bakıma ve ilgiye ihtiyacı vardı. Ben sadece
kıymet verdim.”
BELÖREN’ DE BİR BEYOĞLU (Adnan Menderes Kurtbeyoğlu)/Teyfik KARADAŞ
Beldede
yüz bin dönümden fazla tarım arazisi bulunmaktadır. Üzüm bağları
ve fıstık bahçeleri belde tarımında önemli
bir yer tutar. Bağ
ve bahçe yapılmamış
boş kalmış tarlalara da buğday, arpa, nohut gibi tahıl
ürünleri ekilir. Arazi yapısı engebelidir. Beldenin ortalama rakımı, bin metre
civarında olup yükseklik doğudan
batıya doğru
azalır. Beldede üretilen üzümler kurutularak, çerezlik Besni Üzümü olarak
piyasaya arz edilir. Ekilen buğdaylar,
başakları
kurumadan yeşil
iken yakılarak firik yapılır. Elde edilen firikler Gaziantep’te işlendikten sonra Irak ve
Suriye gibi ülkelere ihraç edilir. Bu nedenle belde halkı ülke ekonomisine
önemli katkılar sağlamış olur. Belören’de yeteri
kadar da büyük ve küçük baş
hayvan beslenir. Beslenen hayvanlar elde edilen süt ve yoğurt gibi ürünler Gaziantep
pazarlarında satılır. Belde idari yönden Adıyaman’a bağlı olduğu halde ticari ve sosyal ilişkiler yönünden daha çok
Gaziantep ile irtibatlıdır. Belören’li iki- üç minibüsçü günlük olarak
Belören’den Gaziantep’e yolcu götürür ve getirir. Belören beldesi Gaziantep,
Adana ve Kahramanmaraş
gibi yakın illere on binlerce insanını göç vermiştir.
Belören
Beldesinde market, manav, marangoz, terzi, kaynakçı, demirci, kasap, kahvehane,
postane gibi iş
yerleri mevcuttur. Ayrıca Gölbaşına
yakın olması nedeniyle acil olan günlük ihtiyaçlar sipariş sistemiyle ilçeye gidip
gelen minibüsçüler tarafından karşılanır.
Beldede sadece içme suyu sıkıntısı bulunmaktadır. İçme suyu haricinde başka bir sorun yoktur.
Belde
halkı yardımlaşmayı
çok sever ve çok tutkundurlar. Aralarında husumet olan insanlar bile
birbirlerinin düğünlerine,
cenazelerine katılırlar ama daha sonra küskünlüklerini devam ettirirler. Okul,
cami, kuran kursu gibi kurumların ekonomik ihtiyaçlarını belde halkı karşılar. Asayiş yönünden önemli bir sıkıntısı
yoktur beldenin.
Belören’
nin doğusunda
yer alan Yukarı Nasırlı, Gedikli, Aşağı Karakuyu köyleri, Güneydoğusunda yer alan Aşağı Nasırlı ve Kuzeyinde yer
alan Çelik köyleri asayiş
yönünden Belören Jandarma Karakoluna sağlık
yönünden Belören Sağlık
Ocağına bağlıdır. Belören’in güneyinde
yer alan Yumaklıcerit beldesi Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesine bağlıdır. Batısında ise Gölbaşı’nın Kösüklü, Çatalağaç ve Haydarlı köyleri yer
alır. Belören’e ait tarım arazisi, etrafındaki beş altı köyün tarım
arazilerinin toplamından daha çoktur.
Civardaki
tarihi kalıntılara bakıldığında
Belören bölgesinde binlerce yıldan beri çeşitli medeniyetlerin yaşadığı tahmin edilmektedir. Yukarınasırlı
Köyündeki Büklüm şehri
kalıntıları, Kızkapanı Mağaraları
ile Yumaklıcerit tarafındaki Kent harabeleri Belören belde merkezine yürüme mesafesindedir.
Yavuz sultan Selim Mısır seferine giderken ordularıyla konakladığı Karkamış yakınlarında Belören’den
giden bir Türkmen Heyetinin padişaha
bağlılıklarını
bildiren mektubu Yavuz sultan Selim’e verdikleri kesin olarak bilinmektedir. Bu
nedenle bu coğrafyada
en az beş yüz
yıldan beri kesinlikle Türkler yaşamaktadır.
1968 yılına kadar Nahiye Müdürlüğü
olan beldede 1968 yılında Belediye Teşkilatı
kurulmuş tur.
Nahiye Müdürlüklerinin iptal edilmesi nedeniyle Belören Beldesi bir kasaba
merkezi olarak Türk İdari
Teşkilatı
yapısı içinde yerini almaya devam etmektedir.
Van’da
öğretmen olarak
çalışırken memleketime
yakın olması münasebetiyle Adıyaman’a tayin istedim. Tayinim Adıyaman’a
çıktıktan sonra il içi atamam yukarıda anlatmaya çalıştığım kadim belde Belören’de
bulunan Belören İlköğretim Okuluna yapıldı.
Belören İlköğretim Okuluna atamamın
yapılmasına yardımcı olan zamanın Adıyaman Vali Yardımcısı Celalettin Beye ve
Gölbaşı
Kaymakamı Turan Beye ömür boyu müteşekkirim.
Yaşadığım mücbir bir sebepten
dolayı Van’da ki görevimden zamanında ayrılamadım. Bu nedenle Belören İlköğretim Okulundaki görevime
geç başladım.
Göreve başladığımda okulda sınıflar dağıtılmış, ders programı yapılmıştı. Okulda derse girmeyen dört beş tane joker öğretmen vardı. Bende
bunlardan biri oldum. Adıyaman’ın o günkü şartlarda olağan Üstü Hal Bölgesi içinde yer alan en batıdaki
il olması ve güvenlik sıkıntısı olmaması nedeniyle, her okulda norm kadro
fazlası öğretmen
vardı. Norm kadro fazlası öğretmenin
çok olmasının bir başka
sebebi ise Olağan
Üstü Hal bölgesinde görev yapan bütün memurlara tazminat adı altında fazladan
bir para ödenmesiydi. Bu paranın hatırına zorunlu hizmetini tamamlayan memurlar
Olağan Üstü
bölgesinde çalışmaya
devam ederdi. Bende bu memurlardan birisiydim. Zorunlu bölge hizmetini tamamladığım halde Adıyaman’a tayin
istediğim için
derse girmeyen joker bir öğretmen
durumuna düştüm.
Bu arada memleketten eşyalarımı
getirdim. Lojmana yerleştim.
Okuldaki öğretmenlerle
çok güzel bir şekilde
kaynaştık. Okul
Müdürümüz Ali Kaya aslen Pazarcıklıydı. Ailesi Gölbaşında yaşıyordu. Ali Kaya’nın ailesi
Gölbaşının en
saygın ailelerinden biriydi. Kendisi de çok mütevazi bir insandı. Müdür
yardımcısı Ahmet Tuğlu
Konyalıydı. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerini okuturdu. İnandığı gibi yaşayan hakiki bir Müslümandı.
Müdür Yardımcısı Adnan Menderes Kurtbeyoğlu
Osmaniye’nin Düziçi ilçesindendi. Benim okulumdan benden beş yıl önce mezun olmuştu. Bu nedenle üniversite öğrencisiyken namını duymuştum. Yeğenlerinden biri sınıf arkadaşımdı. Eşi Mesude Hanım ise okul
arkadaşımdı.
Adnan Bey öğrencilik
yıllarında inandığı
dava uğruna
hapislerde yatmış
gözünü daldan budaktan esirgemeyen yiğit
bir insandı. Okulun bütün yöneticileriyle çok güzel anlaşıyordum. Belde halkı beni,
bende onları seviyordum.
Ama
derse girmeden boş
oturmak çok zoruma gidiyordu. Ara sıra idari çalışmalarda müdür yardımcılarına
yardım etsem de boş
oturmaktan çok huzursuz oluyordum. Gölbaşındaki
bütün okullarda fazla öğretmen
olduğundan başka bir okula atanma şansımda yoktu. Atansam da
gittiğim okulda
da derse girmeden boş
oturacaktım. Ben derse girmiyorum diye kendi kendime huzursuz olurken, ilçe milli
eğitim müdürü, okul
müdürümüz Ali Kaya’ya bizim okuldaki joker öğretmenlerden geliş sırasına göre ikisini başka okullarda görevlendireceğini söylemiş. Geliş sırasına göre o okuldan
ayrılacak ilk öğretmen
ben olacaktım. Çünkü en son göreve başlayan
öğretmen
bendim. Okul Müdürümüz Ali Bey durumu bana söylemeden Müdür Yardımcıları Adnan
Menderes ve Ahmet Tuğlu
Beylerle istişare
etmiş. Müdür
Yardımcısı Adnan Bey “Teyfik Bey bu okuldan giderse ben çok üzülürüm. Buna bir
çözüm bulmalıyız.” demiş.
Müdür Bey “Nasıl bir çözüm buluruz Adnan Bey” demiş. Adnan Beyde” Ben müdür
yardımcılığı
görevinden istifa edeyim. Teyfik Bey müdür yardımcısı olsun. O zaman Teyfik Bey
bu okulda kalır” demiş.
Müdür Beyde “Sen kabul ettikten sonra olur.” demiş. Bu kararı aldıktan sonra
mesai bittiği
için müdür ve müdür yardımcıları okuldan ayrılarak evlerine gitmişler.
Adnan
Menderes Kurtbeyoğlu
sabahleyin erkenden okula gelip ders başlamadan
önce müdür yardımcılığı
görevinden istifa ettiğine
dair dilekçeyi yazarak Müdür Beye vermiş.
Müdür Bey istifa dilekçesini İlçe
Milli Eğitim
Müdürlüne sunmak için gerekli üst yazıyı hazırlamış. O dakikaya kadar bu gelişmelerden benim hiçbir
haberim yoktu. Ben öğretmenler
odasında oturuyordum. Müdür Bey beni yanına çağırttı. Benimle ilgili durumları anlattı. Adnan
Beyin fedakârlık yaparak istifa ettiğini
söyledi. (Ben birdenbire şok
oldum. Öğretmenler
bir müdür yardımcılığı
kadrosuna atanmak için, bin türü sıkıntıya girerken, Adnan Beyin benim için
istifa etmesine hem üzüldüm hem de sevindim. O gerçek bir dost, yiğit bir insandı. Böyle bir
fedakarlığı
ondan başka bir
arkadaş
yapamazdı) Müdür Bey istifa dilekçesini üst yazıyla birlikte elime tutuşturdu. Bu işi bugün hallet gel dedi. Ben
yazıyı elime almadan Adnan Beyin odasına geçtim. Adnan Beye “Abi neden istifa
ediyorsun. Ben başka
bir okula giderim. Size karşı
çok mahcubum. Zaten iki aydır üç öğün
yemeğin iki öğününü senin evinde yedim.
Bir de benim için makamından feragat etme” dedim. Adnan Bey ise bana “Kardeş biz sevdiğimiz arkadaşlarımız için değil makamımızı, canımızı feda
ederiz. Senin gönlün rahat olsun. Yeni görevin hayırlı olsun” dedi. Adnan Abi ile
görüştükten
sonra Müdür Beyin masasındaki yazıyı alıp bir zarfa koyarak yarı sevinç, yarı
üzüntülü vaziyette okuldan ayrıldım. İlçeye
giden ilk minibüse binerek Gölbaşı’na
hareket ettim. Hareket ettim ama benim beynim entegreleri yanmış bir bilgisayar kadar karışıktı. Adnan Bey benim için
niye istifa etmişti.
Adnan Bey benim durumuma düşse
ben böyle bir fedakârlık yapabilir miydim? Vaziyeti okuldaki öğretmenler nasıl karşılayacaktı gibi yüzlerce
soru zihnimde dolaşıyordu.
Zihnimde dolaşan
sorulara cevap veremiyordum. Ben böyle karışık duygularla boğuşurken
minibüsün Gölbaşı’na
vardığını
yolcular inmeye başlayınca
fark ettim.
Dilek
Marketin önünde minibüsten inerek Turan Özdemir Caddesinden koşar adımlarla yürüyerek
hükümet konağına
vardım. Yazıyı yazı işleri
bürosuna teslim etmeden doğrudan
İlçe Milli Eğitim Müdürü Ali Kuşağlı Beye verdim. Konuyu da
kendisine şifahi
olarak, detaylı bir şekilde
anlattım. Konuşmamız
biter bitmez, Ali Bey derhal personel şefi
Mehmet Koyun abiye talimat vererek Adıyaman Valiliğine gidecek yazıyı
hazırlattı. Paraf işlemleri
tamamlandıktan sonra yazılan yazıyı imzalaması için Kaymakam Beye ben götürdüm.
Kaymakam Bey konudan kısmen haberdar olduğu
için yazıyı hemen imzaladı. Benim hükümet konağına varmam, yazıyı hazırlatıp, imzalatarak
çıkmam toplam on beş
dakika sürdü ya da sürmedi. Yazıyı Adıyaman’a götürmek için hükümet konağından çıkar, çıkmaz hiçbir
yere takılmadan acilen otogara gittim. Otogarda hareket etmek üzere olan bir
otobüse binerek Adıyaman’a hareket ettim. Otobüs Ankara’dan gelip Adıyaman’a
gittiği için,
içinde az sayıda bir yolcu vardı. Diğer
yolcular Kahramanmaraş,
Pazarcık ve Gölbaşı
otogarlarında inmişlerdi
sanırım. Ben bu fırsattan yararlanarak, arkadaki beşli koltuğa tek başıma oturdum. Gölbaşı’ndan Adıyaman’a varıncaya
kadar beş-altı
tane sigara içtim ama heyecanım bir türlü yatışmadı. Bir dostum, bir arkadaşım, bir abim durup durduğu yere beni tayin işinden kurtarmak için
görevinden istifa etmişti.
Şaka değil gerçekti bu. Bu yüzden kendimi
suçlu hissediyordum. Adnan Beyin benim için yaptığı bu büyük fedakarlığı kabullenmekte
zorlanıyordum. Bir saat süren yolculuğum
esnasında zihnimden neler gelip geçtiğini
sizlere anlatsam çoğunuzun
kalbi çarpar ölürsünüz. Otobüs Adıyaman’a vardığında saat biri geçmiş devlet dairelerindeki mesai
çoktan başlamıştı.
Otobüsten
iner inmez jet hızıyla otogar yakınlarındaki bir camiye gittim. Camide öğle namazını eda ettim.
Camiden çıkar çıkmaz Hükümet konağına
geçtim. Gölbaşından
götürdüğüm
yazıyı Valilik Yazı İşleri
Müdürlüğü
aracılığıyla İl Milli Eğitim Müdürlüğüne havale ettirdim. Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri Adnan abinin
Belören İlköğretim Okulu Müdür Yardımcılığından istifasının kabul
edildiğine dair
prosedürü tamamlayarak bir saat gibi kısa bir sürede Valilik Makamından onay
belgesini aldılar. Onay belgesinin bir suretini de imza karşılığı bana teslim ettiler. Milli
Eğitim Müdürlüğünde işlerin bu kadar hızlı
ilerlemesini aradan otuz yıl geçmesine rağmen
hala anlamış değilim. Zaman zaman düşünüyorum Adnan Abinin
niyetinin halis olmasından kaynaklı Allah’ın bir sırrı olduğuna inanıyorum. Başka türlü işin içinden çıkamıyorum.
Milli
Eğitim Müdürlüğünden ayrılmadan Okul
Müdürümüz Ali Bey’i telefonla aradım.
Adnan Abinin istifasının kabul edildiğini söyledim. Konuyla ilgili Valilikten alınan
olurun tarih ve sayı numarasını kendilerine verdim. Ali Bey bana “Müdür
Yardımcısı olarak görevlendirilmene dair yazıyı hazırlıyorum, Gölbaşı Hükümet Konağında buluşalım” dedi. Müdür Beyle görüşmemiz biter bitmez alel
acele Adıyaman’dan bir minibüse binerek Gölbaşı istikametine doğru hareket ettim. Minibüse
binince yorgunluk nedeniyle hemen uyumuşum.
O bir saatlik yolculuk esnasında bir bilseniz uyurken neler yaşadım, neler gördüm. Bazen
yüksek bir dağın
zirvesinden bir kuş
gibi uçuyorum, bazen arkamdan gelen düşmanlardan
canımı kurtarmak için maraton yarışmasına
katılmış bir
atlet gibi engebeli yamaçlardan koşuyorum,
bazen de yüksek kayalardan aşağı düşüyorum ama yaşadığım her olayda canımı sağ olarak kurtarıyorum. Gördüğüm hadiseleri tam olarak
hatırlayıp yazabilsem yok satan bir macera romanı olur. Minibüs Gölbaşı Otogarına geldiğinde bir simsarın Adıyaman,
Kahta, Gerger diye bağırdığını duyarak uyandım. Uyandığımda hamama girmiş bir insan gibi kan ter
içinde kaldığımı
fark ettim. Yaşadığım hadislerin rüya,
korkularımın kâbus olduğunu
anladım. Elimi yüzümü soğuk
bir su ile yıkayıp kendimi toparladıktan sonra Otogardan ayrılıp, koşar adımlarla Hükümet konağına gittim. Hükümet Konağındaki kararlaştırdığımız yer olan adliye
koridorunda Ali Bey’le buluştuk.
Ali Bey bana “Görevlendirme onayın tamam. Hayırlı olsun hocam.” dedi.
Kaymakamlıktan alınan oluru bana çantasından çıkartarak gösterdi. Benim telefon
etmemden sonraki bir buçuk saatlik süre içinde okuldan yazıyı yazıp
Kaymakamlıktan onay çıkartmak her yiğidin
harcı değil. Bu
işin
prosedürünü ve değerini
kamuda memurluk yapanlar bilir. Kimi zaman on beş gün geçer sıradan bir dilekçenin cevabı ulaşmaz elinize. Ali Bey’de
gerçekten candan ve samimi bir insanmış.
Bu onayı kısa bir sürede çıkartmak için ne kadar çaba sarf ettiğini siz tahmin edin. O ana
kadar bu kadar candan bir insan olduğunu
fark etmemiştim.
Ben de Ali Bey’e “Teşekkür
ederim. Allah razı olsun abi” dedim. Adıyaman’dan getirdiğim evrakı Kaymakamlığa teslim ettikten sora Ali
Bey’le birlikte Hükümet Konağından
ayrıldık. Ali Bey’in kardeşinin
dükkanında birer bardak çay içip, birbirimizden ayrıldık. Ali Bey evine gitti.
Ben Belören minibüslerinin kalktığı
durağa gittim.
Duraktaki minibüsün kalkmasına bir saat vardı. Belören’de aynı lojmanda oturduğumuz, can dostum, yakın arkadaşım Kooperatifçi Ahmet
Göksu’nun arabasına binerek Belören’e gittim.
O
gün işlerin çok
telaşlı cereyan
etmesi nedeniyle yemek yeme şansım
olmamıştı.
Sabahtan akşama
kadar aç alavan dolaştım
ama ancak Belören’e vardığımda
acıktığımı fark
ettim. Açlıktan karnım zil çalıyordu. Lojmanda oturduğum kata çıkarken Adnan Abi kendi
evinin giriş
kapısında yolumu çevirdi. “Hoş
geldin Pehlivan. Benim istifa işimi
ne yaptın?” diye sordu. Bende “İstifa
işi tamam.
Allah razı olsun. Hakkını helal et” abi dedim. Adnan Abi “Helal olsun kardeşim. Yemek hazır. Üzerini değiştir de bize gel” dedi. Eve
çıktım. Üzerimdeki takım elbiseyi çıkarttım. Kot pantolon, kazak gibi rahat
kıyafetler giydim. Elimi yüzümü yıkadım. Biraz derin nefes alıp rahatladıktan
sonra Adnan Beyin evine indim. Aile efradının tamamı sofranın başında benim gelmemi
bekliyordu. Hiç unutmuyorum. Yemekte mercimek köftesiyle, ekşili turşu vardı. Bu yemekleri ben
çocukluğumdan
beri çok severdim. Mesude Hanımda yemekleri çok güzel yapardı. Köftede, turşuda çok güzel olmuştu. Karnım iyice doyuncaya
kadar yedim.
Yemekten
sonra çayımızı içtik. Adnan Beye istifa dilekçesini okuldan götürdükten sonra
ilçede ve ilde yaşadığım süreçleri anlattım. Müdür
Yardımcılığı
onayının alındığını
duyunca Adnan Beyin sevinçten gözlerinin içi güldü. Okulda yapacağım işler konusunda bana bazı
bilgiler verdi. Bana “Pehlivan hiç korkma. Sen Müdür Yardımcılığı görevini en güzel şekilde yaparsın. Sıkıntı
olursa ben yardımcı olurum” diyerek moral verdi. Adnan Bey beni kardeşi gibi, bende onu öz abim
gibi seviyordum. Yatma saati gelince ben evime gittim. Gece haberlerini dinler
dinlemez uyudum. Sabah erkenden okula gittim.
Okula
vardığımda okulda
hizmeti Osman Efendi ve Müdür Beyden başka
kimse yoktu. Okul Müdürümüz Ali Kaya elleriyle çayımızı doldurdu. Çayımızı
içerken Adnan Abide geldi. Ali Bey Adnan Abiye görevden ayrılış yazısını, bana da göreve başlama yazımı tebliğ etti. Böylelikle ben müdür
Yardımcılığı
koltuğuna
oturmuş oldum.
Müdür Bey, Adnan Abi Müdür Yardımcısı odasındaki misafir koltuğunda, ben Müdür yardımcısı
koltuğunda
otururken öğretmenler
yavaş, yavaş gelmeye başladılar. Diğer Müdür Yardımcısı Ahmet Tuğlu odasına girmeden nöbetçi
öğretmenlerle
birlikte dışarda
sabah töreni için asayişi
sağlamaya çalışıyordu. Akşam giderken Adnan Beyi Müdür
Yardımcısı koltuğunda
görüp, sabah geldiklerinde beni müdür Yardımcısı olarak gören öğretmenler kelimenin tam
anlamıyla şok
oluyorlardı. Konuyu Müdür Beye sormaya çekinen öğretmenler kıyıdan köşeden bilgi edinmeye uğraşırken, öğretmenler derse girmeden
Okul müdürümüz Ali Bey öğretmenler
odasına giderek Adnan beyin müdür yardımcılığı görevinden ayrıldığını, benim müdür yardımcılığına atandığımı ilan etti.
Öğretmen arkadaşların kahir ekseri yatı
derse girmeden önce bana hayırlı olsun dileklerini ilettiler. Hadisenin
kimsenin haberi olmadan çok gizli ve acele şekilde cereyan etmesi öğretmen arkadaşların dikkatini çekiyordu
ama yapabilecekleri bir şeyde
yoktu. Görevlendirmeyle ilgili her şey
yasaya ve prosedüre uygun şekilde
yapılmıştı. Ben
böylelikle Müdür Yardımcılığı
görevin başlamış oldum.
Adnan
Bey eşinin
sınıfını okutmaya başladı.
Adnan Beyle Belören ilköğretim
Okulunda bir yıl birlikte çalıştık.
Bir yıllık süreçte birbirimizin gönlünü kalbini kıracak veya bunları ima edecek
herhangi bir durum yaşamadık.
O bana abi, ben ona kardeş
oldum. Sırt sırta dayadık. Oradaki her günümüzü mutlu yaşadık. Bir yıl sonra
memleketine, yani Osmaniye’nin Düziçi ilçesine tayin oldu. Ben Belören’de
kaldım. Adnan Abinin bana teslim ettiği
bayrağı yere düşürmeden şerefle şanla yedi yıl taşıdım. Belören ilköğretim Okulunda yaptığım hizmetler, halen Belören
halkının hafızalarında tazeliğini
korumaktadır.
Adnan
Beyle birbirimize karşı
olan sevgi ve muhabbetimiz o günden bugüne kadar artarak devam etmektedir.
Birbirimizi acı ve tatlı günlerimizde mutlaka ziyaret ederiz. Aylık olarak
telefonla bile olsa birbirimize hâl hatır sorarız. Bizim birbirimizi sevdiğimiz gibi, ailelerimiz ve
kardeşlerimizde
birbirlerini tanır ve severler. Benim ne zaman Adana’ya Mersin’e veya o
istikametteki başka
bir yere yolum düşse
mutlaka Düziçi’ne uğrar
Adnan Abiyi ziyaret ederim. Allah razı olsun Adnan Abide zaman zaman
Kahramanmaraş’a
benim ziyaretime gelir. Ben bu dünyada olduğu gibi öbür dünyada da Adnan Abiyle ebediyen
arkadaş olmak
isterim.
Atalarımız
“Dost kara günde belli olur” demişler.
Adnan Bey gerçek bir kara gün dostudur. Tanıdığım ilk günden beri ne zaman başım dara düşse öz kardeşlerim gibi yanımda yer alır.
Onun gücünü her zaman bir karlı dağ
gibi arkamda hissederim. Yüce Mevla’dan herkesi güzel arkadaşlarla tanıştırmasını dilerim.
BİR GÜN HİKAYESİ / Ali Rıza Karakale
“Gecenin geçi”
Seçebildiğim en belirgin renk; koyu lacivert. Genele göre
siyah...
2,5’luk gözlük camlarıyla laciverti
görebilmem de bir şükür
sebebidir. Hem görürüm hem görmez bir körüm.
“Piramit”
Uğultulu
bir dehlizdir son zamanlarda ayak bastığım tüm
yazımlar. Bu yolculuğun bir
piramite dönüşme olasılığı oldukça yüksek. Bazı tesadüfler bu olasılığı temsil eder. Reklam panolarında gördüğüm bir dizinin ölüm tonlu tanıtımları… rüyamda
gördüğüm babam tarafından keskinlenmesi
beklenen üç demir kör bıçak… mülteci bir çocuğun
ana dilinden uzak bir dilde, kendine hakaret anlamı taşıyan beşir dilinin
ayıpları…
“Agâh’ın
Karıncası”
Bugün tüm bunlarla beraber ayakta
yolcu sayısını aşan bir
otobüs kalabalığında, oğlumu özlerken, geleceğimi inşa edebilme
ümidinin düştüğü o su birikintisinde boğulmak üzereydim. O tuzlu su çukurunda oğluma karıncaya su içirmeyi öğretecekken oldu tüm olanlar. Gelenler oldu.
Gelenler az değildi. Az
gelmezlerdi. Gözümden yaş, sesimden
yas, dert has geldi. Adil bir geliş değildi. Temyizde değişen hükümdü, zira adalet değişmezdi. Sığındığım
adaletten yana zerre kaygı taşımadım. Ve
zira Allah taşımayacağım yük yüklemezdi...
“3
Mendil, 1 Sedan”
Durağa
geldim. Oniki adım ötede bana göz kırpan beyaz sedanın önünde, yırtık postacı
yelekli bir çocuk, poşetindeki
son üç mendili satmak için gözlerime bakıyordu. Bir yandan hayalini kurduğum sedan, diğer yandan
hayalini kurduğu 3 mendil
parası.
Biraz önce üç mendil parasına bir
araba sahibi oldum. Yarın oğluma söz
verdiğim bir gelecek hayali için gözümü
açacağım. Gerekirse bir çiçek buketi, bir
rus ruleti … neyse işte.
Gördüğüm kadarıyla lacivert genele döndü.
Bu döngüyü aklım almaz oldu. Neme lazım… kurda akıl güneş doğana kadar
lazım…
- karakale’m
LEVH-İ MAHFUZ / Nurcihan KIZMAZ
Ne
zaman bir yıldız kaysa
yüreğime
gider ellerim,
Çünkü
orda saklı en kıymetli
kelimelerim,
Taneleri
eksik tesbih misali
tamamlanmayı
beklerken
şiir
olmak için,
Her
cümlesi helalinden
Her
hecesi melalimden
Kimi
zaman otuz üçlü
Kimi
zaman doksan dokuz,
İmamesi
kemâlimden,
Ne
zaman bir yıldız kaysa
göğe
açılır ellerim,
Çünkü
orda saklı
tamamlanmış
cümlelerim,
Kimi
zaman dua,
Kimi
zaman niyaz,
Her
hecesi melalimden
Ne
dedimse ahvalimden.