(Ey azizan! Bu nâçiz yazının tashihli hâlidir)
Gönlümüzü iyilik ve merhamet yönünde tâlim ettiren
şu kıssayı milletimiz çeşitli veçhesiyle sevmiş ve şifahî kültürümüzün en çok
anlatılan hikâyesi olmuştur.
Hz. Yusuf, kardeşleri tarafından kuyuya atılırken
kumru kuşu olanları yüreği kanarcasına görüyor ve zâlim kardeşlerin büyüğünün
“Yusuf’u tutun kuyuya atın” sözünü duyuyor.
Dinî kıssaların içinde kuyu vak’ası olarak
adlandırılan bu hüzünlü vak’ada Hz. Yusuf’un mâsumluğu ve mazlumiyeti sembolize
edilir. Zâlim kardeşin dehşet veren sözü
kumruların dilinde insanlar yaşadıkça ibret olsun diye söylenegelir.
Müslümanlar içinde Türkler kumrulara “Yusufçuk Kuşu” demişler. Kumrunun, yâni
güvercin etinin dinen olmasa da yürek safiyeti yönünden haram olduğuna
inanmışlar.
Yusufçuk Kuşu hikâyelerini dinlerken duygulanırım
hep. Duymayanlar için anlatmak istiyorum:
Üvey ana elinde Yusuf adlı bir çocukla ablası
varmış. Evden uzak yerlerde koyun otlatırlarmış. Bir gün oyuna dalmışlar, akşam
olmuş ve koyunlar kaybolmuş. İkisi de analık korkusundan “Allah’ım bizi ya taş
et, ya kuş” demişler. Koyunları ararken birbirlerini kaybetmişler. Hem kardeşi
Yusuf’u, hem koyunları arayan abla dağ tepe durmadan haykırmaya başlamış:
“Yusuf koyunları buldun mu...?”
Yürekleri dağlayan bu nida ile sabah olmuş.
Otlakların bir yerinde Yusuf’u ve koyunları birer taş olarak bulmuş. Abla da
kederinden kuş oluvermiş. İşte o hüzünlü zamandan beri kuş olan ablanın
haykırışı hiç kesilmemiş. “Yusuf, koyunları buldun mu?”
Evimin balkonunda ne zaman bir Yusufçuk Kuşu
görsem, Necip Fazıl üstadın “Yusufcuk Hikâyesi” aklıma gelir ve yüreğimi ulvî
bir hüzün sarar:
“Benim ismim Yusuf... Bu ismi bana bir kuş taktı.
Ağaçlık bir yerde oturuyordum. Öylesine dertliydim. Kulağıma bir ses geldi:
‘Yusufcuk, Yusufcuk!’ Ses bana doğrudan doğruya ‘Yusufcuk’ diye hitap
etmiyordu. Dünyada ve benim hâlimde kim varsa her birini ayrı ayrı öz ismiyle
çağıran bir ses: ‘Mehmetçik! Ayşecik! Osmancık! Sonradan bana bu kuşun
‘Yusufcuk’ ismini taşıdığı söylenince, öz adımı tanımaz oldum. Yusuf bendim.
‘Yusufcuk! Yusufcuk!’ Annemi öldürmeye gidiyorum, kuş yolumu kesiyor: ‘Sakın
ha, sakın ha!’ Ne kadar cinayet ve maddî ne çapta perişanlığım varsa muhasebe
saatinde kuş hazır:
‘Çok yazık, çok yazık!’ İçimden bu kadar merhamet,
niyaz ve ihtar tüten bir ses işitmedim. Üç heceli ve her mânaya yatkın bir
çığlık: ‘Gel etme, gel etme!’ Bir parçam, öbür parçamın dizilerine kapanıyor ve
ebedler boyu ağlamak istiyor. Kuş hemen tepemde: Hep ağla, hep ağla!”
Bundandır ki âhir ömrümde saraylara pâdişah değil,
gönüllere Yusuf olmak isterim; dağda kurt değil, kuyu başında Yusufçuk kuşu
olmak dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder