Çayhane ile pastane arası o yere ne zaman gitsek, o da camın ününde
beliriveriyordu. Daha biz çaylarımızı yarılamadan o orada oluyor, çayhanenin
camından bize bakıyordu. Bize değil de bana bakıyordu sanki. Daha çok benim
ilgimi çekiyordu bu sır dolu konuğumuz. Arkadaşlar ilk başta birkaç kere ona
bakarak “kim bu ya! Neden bize bakıyor?” demişlerse de ilgilerini çabuk
yitirmişlerdi.
O çayhaneye her oturuşumuzda camın
önündeki o masayı ben özellikle seçiyordum ki konuğumuz da gelsin. Geliyordu.
Beni bekletmeden orada bitiveriyordu. Hep aynı duruş ve aynı bakış ile yerini
alıyordu. Biz de kendisine baktığımız zaman hemen kayboluyor, lakin biz tekrar
sohbete dalar dalmaz yeniden camın önüne gelip dikkatle bize bakıyordu. Hayır
bana bakıyordu. Sadece bana bakıyordu.
Bir defasında çayımı alıp dışarı çıktım
ona vermek veya içeri davet etmek için. Ama daha ben çayhanenin kapısından
dışarı çıkmadan o kayboluvermişti bile. Ben ise üzgün bir şekilde geri
dönüyordum. Yerime oturduğumda ise daha bir dakika bile geçmeden yeniden camın
önünde beliriyordu.
Bir dost ile bir yerlere oturup birkaç çay
içip, iki laf edeceksek ben artık hep o çayhaneyi tercih ediyordum sırlı
dostumuzu göreyim diye. Her gelişimde de aksatmadan orada oluyordu ve camın
dışından bana bakıyordu. Üzerindeki elbisesi de değişmiyordu; başında yeşil bir
şapka, üzerinde kamuflaj desenli asker parkası ve siyah pantolon… Şapkanın
anlında ve asker parkasının omuzlarında askeri armalardan ziyade eğreti
tutuşturulmuş, daha çok güvenli görevlisi armalarına benzer armalar vardı.
Ayakkabılarını göremiyordum ama pantolonunun paçalarını çorabın içine koymuş,
ayakkabılarının kenarı çamurluymuş gibi bir his ile kıyafetini tamamlıyordum.
Belki de çamurlu değildi ayakkabıları. Belki de pantolonunun paçalarını
çoraplarının içine koymamıştı. Yüzünde sürekli hüzünlü bir tebessümü vardı.
İçeriden el sallayan insanlara karşı hiçbir tavır göstermişliği yoktu.
Yüzündeki ifadesi hiçbir zaman değişmiyordu.
Birkaç kere çamın önünden ayrılıp,
çayhanenin giriş kapısının yanında bekledikten sonra aniden dışarı çıktım onu
yakalayıp konuşmak için. Ama dışarı çıktığımda gördüm ki yeniden sır olmuştu.
Birkaç ay içinde her o çayhaneye
gelişimizde sırlı dostumuzu içeri çağırdık gelmedi. Çeşitli hilelerle dışarıda
yakalamaya çalıştık gene olmadı. Her çıkışımızda camın önündeki yerini boş
buluyorduk.
Çayhanenin sahibine, çayhanede bulunan
diğer insanlara sorduk bu kim diye, bilen çıkmadı. Çayhanenin sahibi “birkaç
aydır burada peyda oldu. Ne bir şey alıyor ne kimse ile konuşuyor. Yanına doğru
yeltendiğinde de kayboluyor” dedi. Çayhanenin sahibi “birkaç aydır burada peyda
oldu” der demez benim merakım ve heyecanım daha da artmıştı. Zira biz bu
çayhaneye gelmeye başlayalı da o kadar olmuştu.
Ben arkadaşlardan “nedir bu sırlı durum?”
diye yardım talebinde bulundumsa da kimse fikir yürütmek istemedi. Sadece
içlerinden birisi “Yahu delilerden bir deli işte! Azizim sen de bu delilerle
fazla ilgileniyorsun, bir gün sen de deli olursan karışmam” dedi.
Bir gün o civardan Tuncay eniştem ile
geçerken, biraz da sırlı dostumuzu görmek gayesi ile “Gel şurada hem birer çay
içelim hem de oturup konuşuruz” diye o çayhaneye gidip oturduk.
Biz cama yakın masadaki yerimizi alır
almaz sırlı konuğumuz da gelip camın önünde yerini aldı. Gene aynı sırlı bakış
ve gene aynı duruş… Tuncay enişteye “çaktırmadan bak. Camın önünde duran sırlı
dostum” dedim.
Tuncay Enişte baktıktan sonra güldü ve
“Abi ben bunu tanıyorum” dedi.
Hayretler içinde kalmıştım. Sırlı
dostumuza tanıyan biri vardı. “Eee” dedim. “Peki kim bu?” Tuncay “Bu bizim
fabrikada çalışıyor. Şu senin cezbelilerden işte. Tanımıyor musun? Abi sen bu Maraş’ın
cezbelilerinin kitabını yazmadın mı? Bu da onlardan birisi. Engelli kadrosundan
girmiş. Aramızda idare ediyoruz. Çok kişiden de iyi iş yapar ha!” dedi ve
ekledi “Abi bak şimdi”
Tuncay sağ elinde silah varmış gibi camın
dışında duran sırlı dostumuza doğrultup, şehadet parmağını tetiğe dokunuyormuş
gibi yaparak “ççiiivvv” dedi. Bu hareket karşısında sırlı dostumuzun yüzüne
hafif bir tebessümün yayıldığını ve sonra tekrar ciddileştiğini an içinde
gördüm. Yüzüne tebessümün yayıldığı o an zaten güzel ve masum olan yüzü nasıl güzelleşmişti
anlatamam.
Sırlı dostumuz, yüzüne daha da ciddi bir
tavır takınarak, yerinde şöyle bir sağa sola sallandı. Sonra da hafif sola
eğilerek elini sağ beline attı ve oradan bir şey almış gibi yaparak iki elini
havada birbirine yaklaştırarak tuttu. Sol eliyle sağ elindeki hayali el
bombasının pimini çekerek bize hafif sırtını döndü ve attığı yere bakmadan
nereye düşeceğini daha önceden hesaplamış, kendisinden gayet emin bir eda ile
üzerimize attı. Sonrada göğsünden bir Türk Bayrağı çıkararak dalgalandıra
dalgalandıra caddeye doğru koştu zaferini kutlayarak.
Tuncay enişte gülüyordu ama ben şaşkınlık
ile keyfi bir arada yaşıyordum. “Eee noldu şimdi?” dedim. Tuncay: “Görmedin mi
abi adam imha etti bizi” dedi.
Sırlı dostumuz gözümde daha bir büyümüş ve
onunla ilgili merakım iyice artmıştı. Lakin bir daha ne ben o çayhaneye
gidebilmiş ne de sırlı dostuma başka bir yerde rastlamıştım. Sadece Tuncay
enişteye ara sıra sorup iyi olduğunun haberini alıyordum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder