DÜKKÂN MEKTUPLARI-24 / Enver ÇAPAR


KURU EKMEK 

Vakti zamanında bir kadıncağızın üzerine pek titrediği bir oğlu varmış. Çocuğun eğitim çağı geldiği için onu alıp Gavs’ul ÂzamSeyyid Abdülkadir Geylani Hazretlerine götürüp emanet etmiş. Aradan belli bir zaman geçtikten sonra kadın çocuğunu görmek için dergaha gelmiş. Yemek vakti imiş. Kadın bakmış ki oğlu bir köşede oturmuş kara kuru bir ekmek yiyor. Öbür tarafta ise Abdülkadir Geylani hazretleri kızarmış tavuk yemekte. Kadın bu durumu görünce dayanamayıp Abdülkadir Geylani Hazretlerine şöyle demiş : “ Sen nasıl bir şeyhsin benim yavrum orada kuru ekmek yerken sen burada tavuk yiyorsun.” Şeyh gülümsemiş ve önündeki kemikleri birleştirip “Biiznillah” deyince tavuk canlanarak kalkıp gitmiş. Kadın olanları görünce şaşkına dönmüş. Hazret kadına dönerek şöyle demiş : “ Senin oğlanın bu mertebeye gelebilmesi için o kuru ekmeği yemesi gerekiyor.”

Her kıssadan mutlaka birkaç hisse alınır. Biz bu kıssayı günümüze uyarladığımız zaman payımıza yüzde kaç hisse düşer ona bakalım. Paylaşım sırasında sen çok aldın ben az aldım şeklinde bir dövüş çıkmalı ki mesele tamam olsun.

Her Cuma namazdan önce Savaş hocamın kırk kişiye dağıttığı halde yine de bitmeyen kuru ekmek kıssada bahsedilen ekmektir. Bu mevzudan benim acizane “çıkarımlarım” ve “kazanımlarım” kısa ve renkli olarak şöyledir: Adam olmak için bir fırın ekmek yemek yetmez belki ama helal kazanılmış bir lokma yeterli gelebilir. Hepimiz evimize ekmek götürmekle yükümlüyüz. Dünya telaşını kısaca böyle tarif ediyoruz. İnsanınyiyip içtikleri ona sirayet ediyor malum. Hocam burada bir mesaj veriyor bize. Ekmeğinizi helalinden kazanıyor musunuz? Zira haram lokma kalbi öldürür der büyükler. Kalbi yanında değilse bir kişinin yaşadığı söylenebilir mi. İnsan hayatı boyunca helal ve harama dikkat ederek yaşamalı yoksa bir ömür ziyan olur gider. Bereket kavramını hatırlatıyor hocam bizlere. Modern dünyanın ve insanların bir türlü anlamadığı ve anlayamayacağı. Geçimi bir sır haline getiren de o bereketti aslında. O gidince çok para kazanılmasına rağmen geçimsizlikler başladı. O sırrın koruyucuları da evin kendisi olan annelerimizdi.

Eskiden misafir ağırlayan yediren içiren insanlar için kullanılan “ekmek sahibi” diye bir tabir vardı. Unutulmaya yüz tutmuş bu kavramı hatırlatıyor hocam bizlere. Ekmek sahibi olun ve sahip olduğunuz şeyleri dağıtın ki karlı çıkın diyor. Varlıklı,her şeyi fazlasıyla elde etmiş fakat mutlu olmayan günümüz insanı bu ayrıntıyı anlayamıyor. İnsan başkalarını mutlu eder ve ihtiyacı olanın bir ihtiyacını karşılarsa mutlu olur. Şunu bilmemiz lazım bedensel ihtiyaçlarımızı yeme içme vs. karşıladığımız zaman tatmin oluruz, mutlu olmayız. Esas mutluluk iyilik etmekle ve iyilerle beraber olmakla oluyor.

Ekmek sahibi deyince nedense aklıma hemen mübarek Muzaffer hocam geliyor.  Geçenlerde Dükkandaki aç ve gariban talebelere sordum: “Hocam lahmacun sofrası kursa yer misiniz?” diye. Hepsi birden ağlayarak: “ Hani ki” dediler.Burası çok önemli ama biz yine konumuza dönelim.

Savaş hocamı tanımayan yoktur. Türkiye’nin hatta dünyanın herhangi bir yerine gittiğinizde onun talebeleriyle karşılaşmanız olağandır. Biz görebildiğimiz kadarıyla kısaca kendisinden bahsedelim.  Zayıf vücutlu, uzun boylu, çekik gözlü, seyrek sakallı bu Anadolu dervişi, aslen Horasan erenlerinden KıyakBabanın torunlarındandır. Anadolu’yu mayalayan atalarından el almıştır. Şehr-i Maraş’ta kırk yıl hocalık yapmış,nice talebeler yetiştirmiştir. Hayatı hep bir disiplin içindedir. Dimdik elif gibi bir tavrı,eğilip bükülmeyen çelik gibi bir iradesi ve duruşu vardır. Allah esirgesin hafızası ve dikkati çok keskindir. Bir aileden üç kuşağı okutmuştur. Yolda rastladığı talebesinin adını soyadını,dedesinin ve babasının adını, amcasının oğlunu, numarasını, oturduğu sırayı ve hangi derste ne dediğini bir çırpıda söyleyebilmektedir. Şifalı sillesini yiyen talebeleri kendilerini bahtiyar saymakta ve ömür boyu nefesini enselerinde hissederek  yanlışa düşmemektedirler.

Kendisi  “ Ne öğrendimse bir hocamdan öğrendim” diyerek iz azdırmaya çalışmaktadır. Lakin güneş alçıyla sıvanmaz. Heybetli görünüşünün ardında çok merhametli ve müşfik bir yönü vardır. Yeni şeyler söyleyen bir eski zaman adamıdır. Konuşmadan çok şeyler anlatır anlayana. Memleketi El Aziz şehrinin yarısının kendisinin olduğu ve orada tükenmez bir maden( ‘a’ uzatmasız okunur) bulduğu rivayetleri ortalıkta dolaşmakta ise de kendisi bunların dostlarının iftirası olduğunu söylemektedir. Sürekli ortalığı karıştırdığı ve hareket getirdiği için mübarek hocam tarafından kendisine zaman zaman  mikser de denildiği olmuştur. Fakat esas görevinin  mübarek hocamın deyimiyle  kendisininAli hocamın sır küpü olduğu şeklindedir . Küp mevzusu çok uzun ve çetrefilli bir konu oraya hiç girmeyelim. Şu kadarını söyleyelim. Kıyak Baba’nın türbesi malum Edirne’dedir. Ali hocam da Edirne’ye gitmiştir. Gerisini ve aralarındaki iş birliğini siz anlayın. Kendisi her hafta Cuma akşamları dükkana gitmek için telefonun başında beklerken uyuyakaldığı için gelemediğini beyan etse de Ahmedabi buna pek inanmıyor görünmektedir.

 “Beyaz adama” karşı uzun bir savaş veren son Kızılderili şefi Geronimo “ Bir zamanlar şu dağlarda rüzgar gibi eserdim. Şimdi duruldum” demişti. Hocam Maraş’ın deli poyrazı gibi ara sıra eserek ortalığı karıştırmaya, kasıp kavurmaya ,hareket ve bereket getirmeye devam ediyor. Allah hayırlı ömürler versin cümle büyüklerimize.

NOT: Ben bu yazıyı gömlek ihtiyacımdan dolayı kaleme aldım. Sözü edilen kişiler ve kurumlar hayal ürünü değil hakikatin kendisidir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder