KURU EKMEK
Vakti zamanında bir
kadıncağızın üzerine pek titrediği bir oğlu varmış. Çocuğun eğitim çağı geldiği
için onu alıp Gavs’ul ÂzamSeyyid Abdülkadir Geylani Hazretlerine götürüp emanet
etmiş. Aradan belli bir zaman geçtikten sonra kadın çocuğunu görmek için
dergaha gelmiş. Yemek vakti imiş. Kadın bakmış ki oğlu bir köşede oturmuş kara
kuru bir ekmek yiyor. Öbür tarafta ise Abdülkadir Geylani hazretleri kızarmış
tavuk yemekte. Kadın bu durumu görünce dayanamayıp Abdülkadir Geylani
Hazretlerine şöyle demiş : “ Sen nasıl bir şeyhsin benim yavrum orada kuru
ekmek yerken sen burada tavuk yiyorsun.” Şeyh gülümsemiş ve önündeki kemikleri
birleştirip “Biiznillah” deyince tavuk canlanarak kalkıp gitmiş. Kadın olanları
görünce şaşkına dönmüş. Hazret kadına dönerek şöyle demiş : “ Senin oğlanın bu
mertebeye gelebilmesi için o kuru ekmeği yemesi gerekiyor.”
Her kıssadan mutlaka birkaç
hisse alınır. Biz bu kıssayı günümüze uyarladığımız zaman payımıza yüzde kaç
hisse düşer ona bakalım. Paylaşım sırasında sen çok aldın ben az aldım şeklinde
bir dövüş çıkmalı ki mesele tamam olsun.
Her Cuma namazdan önce Savaş
hocamın kırk kişiye dağıttığı halde yine de bitmeyen kuru ekmek kıssada bahsedilen
ekmektir. Bu mevzudan benim acizane “çıkarımlarım” ve “kazanımlarım” kısa ve
renkli olarak şöyledir: Adam olmak için bir fırın ekmek yemek yetmez belki ama helal
kazanılmış bir lokma yeterli gelebilir. Hepimiz evimize ekmek götürmekle
yükümlüyüz. Dünya telaşını kısaca böyle tarif ediyoruz. İnsanınyiyip içtikleri
ona sirayet ediyor malum. Hocam burada bir mesaj veriyor bize. Ekmeğinizi
helalinden kazanıyor musunuz? Zira haram lokma kalbi öldürür der büyükler.
Kalbi yanında değilse bir kişinin yaşadığı söylenebilir mi. İnsan hayatı
boyunca helal ve harama dikkat ederek yaşamalı yoksa bir ömür ziyan olur gider.
Bereket kavramını hatırlatıyor hocam bizlere. Modern dünyanın ve insanların bir
türlü anlamadığı ve anlayamayacağı. Geçimi bir sır haline getiren de o
bereketti aslında. O gidince çok para kazanılmasına rağmen geçimsizlikler
başladı. O sırrın koruyucuları da evin kendisi olan annelerimizdi.
Eskiden misafir ağırlayan
yediren içiren insanlar için kullanılan “ekmek
sahibi” diye bir tabir vardı. Unutulmaya yüz tutmuş bu kavramı hatırlatıyor
hocam bizlere. Ekmek sahibi olun ve sahip olduğunuz şeyleri dağıtın ki karlı
çıkın diyor. Varlıklı,her şeyi fazlasıyla elde etmiş fakat mutlu olmayan günümüz
insanı bu ayrıntıyı anlayamıyor. İnsan başkalarını mutlu eder ve ihtiyacı
olanın bir ihtiyacını karşılarsa mutlu olur. Şunu bilmemiz lazım bedensel
ihtiyaçlarımızı yeme içme vs. karşıladığımız zaman tatmin oluruz, mutlu
olmayız. Esas mutluluk iyilik etmekle ve iyilerle beraber olmakla oluyor.
Ekmek sahibi deyince nedense
aklıma hemen mübarek Muzaffer hocam geliyor. Geçenlerde Dükkandaki aç ve gariban talebelere
sordum: “Hocam lahmacun sofrası kursa yer misiniz?” diye. Hepsi birden
ağlayarak: “ Hani ki” dediler.Burası çok önemli ama biz yine konumuza dönelim.
Savaş hocamı tanımayan yoktur.
Türkiye’nin hatta dünyanın herhangi bir yerine gittiğinizde onun talebeleriyle
karşılaşmanız olağandır. Biz görebildiğimiz kadarıyla kısaca kendisinden
bahsedelim. Zayıf vücutlu, uzun boylu,
çekik gözlü, seyrek sakallı bu Anadolu dervişi, aslen Horasan erenlerinden
KıyakBabanın torunlarındandır. Anadolu’yu mayalayan atalarından el almıştır.
Şehr-i Maraş’ta kırk yıl hocalık yapmış,nice talebeler yetiştirmiştir. Hayatı
hep bir disiplin içindedir. Dimdik elif gibi bir tavrı,eğilip
bükülmeyen çelik gibi bir iradesi ve duruşu vardır. Allah esirgesin hafızası ve
dikkati çok keskindir. Bir aileden üç kuşağı okutmuştur. Yolda rastladığı
talebesinin adını soyadını,dedesinin ve babasının adını, amcasının oğlunu, numarasını,
oturduğu sırayı ve hangi derste ne dediğini bir çırpıda söyleyebilmektedir. Şifalı
sillesini yiyen talebeleri kendilerini bahtiyar saymakta ve ömür boyu nefesini
enselerinde hissederek yanlışa
düşmemektedirler.
Kendisi “ Ne öğrendimse bir hocamdan öğrendim” diyerek
iz azdırmaya çalışmaktadır. Lakin güneş alçıyla sıvanmaz. Heybetli görünüşünün
ardında çok merhametli ve müşfik bir yönü vardır. Yeni şeyler söyleyen bir eski
zaman adamıdır. Konuşmadan çok şeyler anlatır anlayana. Memleketi El Aziz
şehrinin yarısının kendisinin olduğu ve orada tükenmez bir maden( ‘a’ uzatmasız
okunur) bulduğu rivayetleri ortalıkta dolaşmakta ise de kendisi bunların
dostlarının iftirası olduğunu söylemektedir. Sürekli ortalığı karıştırdığı ve
hareket getirdiği için mübarek hocam tarafından kendisine zaman zaman mikser de denildiği olmuştur. Fakat esas
görevinin mübarek hocamın deyimiyle kendisininAli hocamın sır küpü olduğu
şeklindedir . Küp mevzusu çok uzun ve çetrefilli bir konu oraya hiç girmeyelim.
Şu kadarını söyleyelim. Kıyak Baba’nın türbesi malum Edirne’dedir. Ali hocam da
Edirne’ye gitmiştir. Gerisini ve aralarındaki iş birliğini siz anlayın. Kendisi
her hafta Cuma akşamları dükkana gitmek için telefonun başında beklerken
uyuyakaldığı için gelemediğini beyan etse de Ahmedabi buna pek inanmıyor
görünmektedir.
“Beyaz adama” karşı uzun bir savaş veren son
Kızılderili şefi Geronimo “ Bir zamanlar şu dağlarda rüzgar gibi eserdim. Şimdi
duruldum” demişti. Hocam Maraş’ın deli poyrazı gibi ara sıra eserek ortalığı
karıştırmaya, kasıp kavurmaya ,hareket ve bereket getirmeye devam ediyor. Allah
hayırlı ömürler versin cümle büyüklerimize.
NOT: Ben bu yazıyı gömlek
ihtiyacımdan dolayı kaleme aldım. Sözü edilen kişiler ve kurumlar hayal ürünü
değil hakikatin kendisidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder