Muzaffer abi dayısı Kara
Hamza’nın evinin alt katındaki dükkânda bakkallık yapardı. Muzaffer abinin bakkalının sağ tarafında
okul, ön tarafında köy meydanı ve sol tarafında cami vardı. Anlayacağınız
Muzaffer abinin bakkalı köyün tam merkeziydi. Bakkalın eni üç, boyu on metre
kadar vardı. Bakkalın kapısı ve tahtadan yapılmış tarabası açık mavi renge boyanmıştı.
Bakkalın rafları da tahtaydı. Bakkaldaki nohutlu, pijamalı, çikolatalı şekerler
cam kavanozların içinde saklanırdı. Köyümüzdeki başka yerlerde cam kavanoz
olmadığı için dört-beş yaşlarında bakkalın önünden geçerken içi şeker dolu cam
kavanozlar dikkatimi çekmişti. Hele tahta kasaların içindeki lokumlar ve şeker
sucukları çocukluğumuzda her gün rüyalarımızı süslerdi. Karton kutuların
içindeki gofretleri ve kaymaklı bisküvileri gördükçe ağzımız sulanırdı. Elimize
yirmi beş kuruş para geçtiği zaman hemen Muzaffer abinin bakkalına koşardık.
Muzaffer abi yirmi beş kuruşu alır, bize iki bisküvi arasında bir tane lokum
verirdi. Köyümüzün bütün çocukları alış-veriş yapmayı Muzaffer abinin
bakkalında öğrenirdi. Muzaffer abinin bakkalından cıncık gülle alarak sokakta
gülle oynamak en büyük eğlencemizdi.
O zaman çay sigara gibi tekel
ürünleri piyasada pek bulunmaz, kara borsa satılırdı. Muzaffer abi Tekelden
aldığı az miktardaki çayı ve sigarayı köyün hepsine eşit miktarda dağıtmaya
çalışırdı. Fakir insanların ihtiyaçlarını karşılar, veresiye defterine yazar,
hiç kimseyi eli boş çevirmezdi. Borçlu insanların hiçbir zaman onurunu rencide
etmezdi. Verenden alır, vermeyenin borcunu belli bir süre sonra silerdi.
Köyümüzde kahve, çay ocağı gibi mekanlar olmadığı için köy halkının hepsi
Muzaffer’in bakkalında toplanırdı. Köyün su, arazi, telefon gibi bütün
sorunları orada tartışılırdı. Köy ile ilgili haberler oradan yayılırdı. Konu
komşu arasındaki husumet orda çözülür, barış orda sağlanırdı. Muzaffer abinin
bakkalı bazen meclis, bazen mahkeme salonu, bazen haber merkezi olurdu.
Şakalaşmalar, iddialaşmalar bile Muzaffer abinin bakkalında vukuu bulurdu. Bir
iddialaşma sonunda Avşar Bekir’in iki kilo lokumu tek başına yediğine tanık
olmuşluğum vardır. Bu cepheden baktığımızda da Muzaffer abinin bakkalı köyün
tiyatro sahnesiydi. Muzaffer abi bakkalına gelen her insanın hatırını sayar,
hiçbir surette kimsenin gönlünü kırmazdı.
Köyümüzün gelenek ve görenekleri de güzeldi. Düğünlerde gündüz güreş yapılır, gece sinsin ateşi yakılırdı. Bayramlarda topluca mezarlığa gidilir, yaşlılar ve hastalar ziyaret edilirdi. Büyükler küçükleri sever, küçükler büyüklere saygı gösterirdi. Ufak tefek hukuki sorunlar karakola, mahkemeye gitmeden köyde çözülürdü. Köyümüzdeki bütün insanlar birbirine güven duyardı. Bizlerde böyle güzel, böyle kaliteli sosyal bir iklim içerinde büyüdük. Köyümüzün bütün kültürel ve sosyal zenginliklerini hücrelerimizin içinde hissettik, içinde yaşadık. Ben on beş yaşına geldiğimde lise eğitimi için köyümden ayrıldım. Üniversite tahsili, iş hayatı derken uzun süre köyümden ayrı kaldım. Yaz tatili veya yıllık izin için köyüme her geldiğimde bir sosyal veya beşerî eksiklik olduğunu görmeye başladım. Örneğin bir geldiğimde Döngel Mağaralarındaki şelalenin suyunun kesilerek hidroelektrik santraline verildiğine, bir geldiğimde düğünlerde sin sin ateşinin yakılmadığına tanıklık ettim. Gördüğüm her eksiklik beni derinden derine üzüyordu. Van’da öğretmen olarak çalıştığım yılarda yaz tatiline geldiğimde Muzaffer abinin bakkalı kapatıp, çocuklarını okutmak için şehre göçtüğünü öğrendim. Artık uğruna destanlar yazdığım, suyunu içtiğim, havasını teneffüs ettiğim, içine doğduğum, içinde yaşadığım Döngel Köyü benim için yaşanmaz bir hal almıştı. Belki de annem, babam ve akrabalarım orda yaşamış olmasalardı bir daha Döngel’e ayak basmazdım. Ailemin köyde yaşaması nedeniyle yine de gelip gitmeye devam ettim. Bakkal Muzaffer’in köyden göçmesinden duyduğum üzüntüyü kelimelerle ifade etme imkânım yoktur. Muzaffer’in köyden göçmesi, Biz Ali’nin vefat etmesi gibi bir çok hadiseyle ilgili duyduğum üzüntüleri dile getirmek için “Köyümün Tadı Kalmamış “ isimli bir şiir yazdım. Yazdığım bu şiiri de yıllar sonra Gölbaşında yayınlanan Gölkent Gazetesindeki köşemde yayınlandım. Şiirin ilk dörtlüğü;
‘’Duydum ki ölmüş Hürüce
Biz Ali vardı ki nice
Muzaffer şehre göçünce
Köyümün tadı kalmamış”
şeklindeydi.
Cumali dayım Gölbaşı’na
ziyaretime gelmişti. Gölbaşından dönerken Köyümün Tadı Kalmamış şiirinin
yayınlandığı gazeteden birkaç nüsha alıp köye götürdü. Dayım Gölbaşından
Kahramanmaraş’a giderken yolda şiirin ilk dörtlüğünü ezberlemiş. Maraş’a gelir
gelmez Muzaffer abinin manav dükkanına giderek benim yazdığım şiirin ilk
dörtlüğünü ezbere, diğer dörtlüklerinde gazeteden okumuş. Muzaffer abi şiiri
duyunca çok duygulanmış, gözlerinden yaş gelmiş. Dayım köye vardığımda Muzaffer
abiyi ziyaret ettiği anda yaşadığı duygusal hikâyeyi bana anlattı. Ben de
dayımı dinleyince çok hüzünlendim. Aynı yılın ilkbahar mevsimiydi. Yine köye
ailemi ziyarete gitmiştim. Günlerden Cuma, vakit akşam üzeriydi. Muzaffer abi
köydeki evinin bahçesinde çalışıyormuş. Benim arabamı görünce birdenbire bahçe
duvarından atlayarak yola indi. El kaldırarak benim arabamı durdurdu. Bana hoş
geldin hocam dedi.
Ben-“Sağ ol, Allah razı olsun
Muzaffer Abi” dedim.
Muzaffer Abi-“Hocam bana beste
yapmışsın “ dedi. (Bizim köyde yaşlılar şiire beste derlerdi)
Ben-“ Evet şiir yazdım Muzaffer
Abi” dedim.
Muzaffer Abi-“ Ne yazdın hocam”
dedi.
Ben de Köyümün Tadı Kalmamış
şiirinin ilk dörtlüğünü ezbere okudum. Şiiri okurken “Muzaffer şehre göçünce”
dediğim anda Muzaffer Abi göz yaşlarını tutamadı. Bana sıkıca sarılarak “şehre
de göçmesem çocukların adını televizyonda okutamazdım hocam” dedi. Bende
Muzaffer abinin bu sözü üzerine ağlamaya başladım. Çünkü Muzaffer abinin
oğullarından biri özel bir televizyonda çalışıyor, o televizyonun bazı
Programlarının sonunda arşiv Eşref Küçük yazıyordu. Muzaffer abinin bu durumdan
gurur duyduğunu ifade etmesi beni fevkalade etkiledi. Muzaffer abi beni akşam yemeğine
davet etti fakat anamın bana akşam yemeği hazırlamasından dolayı davetini kabul
edemedim. Yoluma devam ederek babamın evine gittim. O gün Muzaffer abinin
haleti ruhiyesin den nasıl etkilendiğimi anlatamam. Muzaffer abinin diğer
çocukları da yükseköğretim görmüş, belediyeci, öğretmen, polis ve avukat olarak
vazife yapıyorlardı. Muzaffer abinin çocuklarının başarısından değil Muzaffer
abi, köy halkının kahir ekseriyeti gurur duyuyordu.
Büyük çocuklar göreve başlayınca
Muzaffer abi tekrar şehirden köye göçtü. On beş yıl kadar bağ ve bahçe
işleriyle uğraştı. Köyün sosyal ve kültürel işlerine öncülük etti. Bundan üç
yıl önce yakalanmış olduğu amansız bir hastalık nedeniyle fani dünyadan ahirete
göç etti. Muzaffer abinin cenaze törenine binlerce seveni katıldı. Cenaze
töreninde göz yaşları sel oldu. Arkasından dualar edildi, Fatihalar okundu…
Hayatı ansiklopedi yazacak kadar
renkli olan Muzaffer abi atmış altı yıl süren kısa ömründe imkânlar ölçüsünde
büyük işler başardı. Arkasında altı hayırlı evlat, kendisini saygıyla yad eden,
ruhuna Fatiha okuyan binlerce dost bırakarak bizlere veda etti.
Ruhu şad, mekânı cennet olsun.
Muzaffer abinin yaşamı sizlere
örnek olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder