Kötü olduğunu söyleyenler, bana
öyle geliyor ki sanki iyiler. En iyiye ulaşamamanın hüznüyle kötülüğü
kendilerine yakıştırıyorlar. Kötüler de kötü olduklarının farkına varabilseler
iyi olma yolunda bir adım atabilirler galiba. Hak olana ulaşabilmek teslimiyet ve
kendini sorgulayabilmekten geçiyor. Acaba diyebilmek daha iyi olabilmeye
götüren bir soru. Haklı iken de, haksızken de hüzünlenebilmek,
dertlenebilmek...
İyiliği öldürmemek lazım; iyiliğin
ve iyilerin kalmadığı yerde zulüm ve vahşet hüküm sürer. İyi niyetlilerin aptal
olarak görüldüğü, amiyane tabirle enayi yerine konulduğu devirlerdeyiz.
İnsanlığın, rahmani bir hayatı bırakarak şeytani bir hayata kapılarını açtığı
devir. Zulmün, kan ve gözyaşının hâkim olduğu, zalimin hükmettiği bir devir.
Zalimden medet uman gafillerin, zalimlerin ekmeğine yağ sürdüğü bir devir.
Yaratıcısına asi olan şeytana verilen mühletin dolacağını bile bile şeytanın
hükmü altına giren; nefsaniyetin ve enâniyetin hüküm sürdüğü zamanlardayız.
Şirk büyük bir ihanet ve affı
da yok. Yaratıcıya karşı bile isteye yapılan hainlik. Hain, kutsal sayılan
şeylere, kavramlara kötülük edendir. Duyulan güveni heba etmektir. Verilen söz
ve ahdi yerine getirmemek ihanettir. Emaneti korumamak ihanettir. Üç günlük
dünyada kazandığını zannederken sürekli kaybeden olma zavallığıdır. Yapılan her
yanlış öldürülen bir iyiliktir. Eğer iyilik öldürülürse, güven sarsılır. Güven
sarsılırsa toplumda yozlaşma başlar. Özveri biter, yardımlaşma biter, saygı
biter, hoşgörü biter ve toplumu toplum yapan değerler kaybolur. İyilik yapan
birine yapılan ihanet hainliktir. İhanet toplumda yürürlükte olduğu sürece yozlaşmanın
önüne geçilemez.
Her zaman iyiler kazanır. İyi
isen, iyilerle isen korkma. Kimse zulümle abad olmaz. Elbet bir gün zulmün de,
iyiliğin de karşılığı olacaktır. Kaybetme korkusu ile iyiliği katledenden daha
zalim kim olabilir ki? Ara sıra kendimize şu soruyu sormamız icap etmez mi
dostlar. Biz başkalarının hayatındaki kötüler miyiz?..
Sadık ol ki, sadakat göresin. Eğer
sadakat göstermezsen elbet bir gün ihanetle yüzleşirsin. En büyük sadakat yaratanadır.
Verdikleriyle O'na ihanet edersen, elbet hâkim ve sahip olanla yüzleşirsin. Gerekçelerin
tükeneceği güne erişmeden, saf gerçeklerle şimdiden nefsi yüzleştirmek lazım...
Bir "lâ"dadır huzur ve mutluluk. Hasretlik biter, bir "lâ"
ile yangın söner, sükûnete erersin, bütün fani olanlara tek bir "lâ"
diyerek, mutlak güç ve hükümran olana teslimiyettir huzur.
Mutluluk esasen hep yanı
başımızda; mutluluk yüreğimizde, mutluluk sevgiyi, sevdayı, aşkı, benliğe,
arzuya, nefse, hırsa teslim etmemiş gönüllerde... Mutluluk bir ana göğsünde,
bir ailede, bir arkadaşın omuzunda, bir çift gözün derununda. Bir eşin elinde, yârin
gönlünde, evladın yüzünde, babanın kokusunda, dost meclisinin sırrında...
Mutluluk saf sevginin içerisinde sevdayı bilene.
Aşkı yaşayabilenedir mutluluk.
Elde edebilme arzusuyla katledilmeyen aşktadır mutluluk. Sevdasını hüznünü
ciğerine çekip, huzurla yaşayabilenlerdir mutlu olanlar. Muvaffak olanlar saf
sevdası olanlardır. Sevdasına ihanet etmeyenler, başarmış olanlardır. Sevda,
saf teslimiyet ister. Bencilliği, benliği, nefsî arzuyu kabul etmez. Saf sevda
mutluluktur. Kederin, elemin yeri yoktur sevdası halis olanda. “Âşıkta keder
neyler, gam halkı cihanındır”. Âşık olan kimseler mutluluğu, nefsin süflî
arzularıyla, benliğin kibriyle katletmez.
"Bir nefes mutluluk"
derler ya! Bazen bir nefes dumanda, bazen biz çift bakışta, bazen sıcak bir
dokunuşta, bazen bir çift sözde, bazen bir tebessümde bulur huzuru insan.
Çocuksu duygularla bayram sabahına uyanırsın ya da uzaklardan gelecek olan
babana kavuşmanın bir huzuru ve sevinci dolar ya çocuk kalbine. Hani sevdiğine
kavuşmanın mutluluğunu yaşar ya hasret gönüllü sevdalı. Hani yokluk içindeki
bir yavrunun eline bir oyuncak verince gözlerindeki o mutluluk vardır ya. Hani
geçim sıkıntısı içerisinde olan babanın evladına bir kaç lokma fazla
götürebilmesinin mutluluğu vardır ya. Bir annenin yeni doğan bebesini kucağına
alırken ki mutluluğu var ya. Çocuk kalbi vardır her an her şeyden mutlu
olabilen. Kinsiz, öfkesiz, nefretsiz, temiz, pak, melek çocukların saf ve temiz
mutlulukları vardır ya hani.
Bazen sebepsiz, nedensiz, durup
dururken, anlamını bilmediğimiz bir huzur, bir sevinç, bir mutluluk hissi gelir
kalbe. Güzel bir histir, bitmesin istersin. O anlık huzurun sebebini bazen bir
çift gözde, bazen tatlı bir sözde, bazen bir hayalde ararsın. Ararsın çünkü o
huzura erişebilmek, o anı daima yaşayabilmek istersin. Oysa senin maddi âlemde
aradığın huzur, mânevî âlemlerden bir ikramdır. Eğer manaya erebilirsen,
doyumsuzca yaşayacağın huzurun göstergesidir.
Huzur da, mutluluk da, teslimiyet
de her şey içten gelmeli. Hissedebilmeli, ama içten ve derinden. Olmasını arzu
ettiğinle değil, olanla mutluluğu yaşayabilmeli. Olanla huzurlu olabilmeye
tevekkül denmiş, rızaya razı olmak denmiş. Temiz ve teslim olmuş kalpler ancak
bu makama erişebiliyor. Hırsına, arzusuna yenilmişlerin tevekkülü kalbe inemiyor.
Eskiden söz ağızdan bir sefer çıkardı. Söz söylenmek için değil tutulmak için
verilirdi. Elde edilenle yetinebilmekti huzur. Eldekini paylaşmaktı mutluluk.
Az dünyalığımız, çok huzurumuz vardı. Dostlarımız vardı. Menfaati bitene kadar
değildi eskiden muhabbet. Muhabbet gönüldendi, içtendi, onun için bizleri diri
ve dinç tutardı. Bilirdik ki derdimizi dökebileceklerimiz birileri vardı. Bizi
biz olduğumuz için sevenlerimiz vardı. Sanki bir masalda geçiyor gibi, sanki
masal kelimeleri gibi kaldı dostluk, muhabbet, huzur, güvenmek, hak, adalet,
sadakat. Kelimelerin içini boşalttık, derinliğini unuttuk, posasını çıkarıp
dilimizin ucuyla söyler olduk.
Allah cümlemize huzura çıkıp,
huzurda boyun büküp, huzura baş koyup huzura erebilmeyi nasip etsin. Hepimize
nasip etsin ki toplumumuz huzura ersin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder