Senin işin olacak, olacak. Bin lira ver.
Abdullah hoca kafasını çevirdi, başında dikilen Kemali görünce irkildi. Bana döndü, kafasıyla işaret yaparak "Ne diyor bu, kim bu?" dedi.
Bak, Kemal senin işin olacak, diyor ver adamın bin lirasını.
Abdullah hoca elini cebine attı (aylığını yeni almıştı)içinden bir binlik çıkarıp Kemal'e uzattı.
Kemal eski parayı almazdı, sonra bozuk parayı da almazdı.
Yenisini ver, diyerek, binliği Abdullah Hoca’nın üstüne attı. Abdullah hoca çaresiz yeni bir binlik çıkarıp verdi.
Abdullah (Abacıoğlu) hoca çilekeş birisiydi. Gazi Antep’ten hemşerimdi. Hanımı ve çocukları Gazi antep’te kalmış, kendisinin tayini Sarıkamış'ın bir dağ köyüne çıkmıştı. Bazen kardan yollar kapanır aylarca şehre inemezdi. Şehre geldiği zaman da mutlaka kaldığım otele uğrar, çay ocağında çay içer sohbet ederdik. Gazi antep’e tayin istemişti, ancak tereddüt içerisindeydi. Acaba tayinim çıkacak mı? Benim halim ne olacak? Kış şartlarında Gaziantep’e gidip gelmek kolay mı? Çocuklarım ne oldu, yoksa hastalar mı?
İşte tam bu sırada Kemal çay ocağına girmişti. Kemal'in kıyafetleri standarttı. Başında sekiz köşeli eski bir şapka, sırtında eski bir ceket, altında elle örülmüş eski bir kazak veya eskimiş gömleğine takılı bir kravat, pantolonunun paçası çorapların içine sokulmuş, yine ayağında eski bir kundura, boynunda tuşları kırılmış bir akordiyon asılı , elinde yaklaşık elli santim uzunluğunda bir sigara emziği, ucuna takılı Samsun sigarası eksik olmazdı. Çakmağıyla yanan sigarayı durmadan yakarak etrafı süzerdi. Aslında amacı sigarayı yakmak değildi,(eğer varsa) çay ocağında daha iyi bir çakmakla değiştirmek için yapılan bir gösteri idi bu. Herkes Kemal'i tanıdığı için, çakmak değiştirme işi kolay olurdu.
Kemal'in omzunda her zaman hiç kullanılmamış bir dirgen olurdu. Dirgenin demir ucunu kaldırımın kenarındaki taşlara vurur, kulağını da sap kısmına dayar, dirgenin titreşimine göre kendisi de titrer ve "Allah" diye bağırır yürür giderdi. Aldığı paraların hepsine ya dirgen ya da tırmık alırdı. Alırken parmaklarıyla demir kısmına fiske vurur, sesini dinler kalite kontrolü yapar, öyle alırdı. Kemal bazılarına göre bir “Ermiş”, bazılarına göre bir “Meczup”, bazılarına göre de bir “Deli” idi. Kızdırdıkları zaman “Karakurt yıkılsın diyem mi?” diye tehdit ederdi. (Karakurt Sarıkamış’ın nahiyesidir.) Durumun ciddiyeti hemen anlaşılır Kemali kızdırmaktan vazgeçerlerdi. Bazen omzunda dirgeni, çok uzaklara bakıyormuşçasına donuk gözlerle ciddi bir şekilde geçer giderdi. Ben Kemali hiç gülerken görmedim.
Aslen Posofluydu Kemal. Yıllar önce bir şekilde yolu Sarıkamış'a düşmüş ve bir daha da gitmemişti. Küçük bir kulübede yalnız yaşıyordu. Görenler kulübenin dirgenle dolu olduğunu söylüyorlardı.
Sarıkamış'ın iki caddesi vardı. Birisi Belediye diğeri Halk caddesiydi. Halk caddesi diğerine göre daha sessizdi. Genellikle köyden gelenler Halk caddesinde oyalanırdı. Kaldığım otel Halk caddesinde, altı çay ocağı ve köylülerin uğrak yeriydi. Genelde köylüler beni tanırdı. Oturur onlarla sohbet ederdim.
Kemal gibi "Sarıkamış'ın diğer gülleri "de Halk caddesinde gezer, genellikle de çay ocağına girer otururlardı.
Sarıkamış'ın çilekeşlerinden Mehmet (Yıldız) ağabey otelin sahiplerinden birisiydi. Sarıkamış'ın gülleri yanına gelir, Mehmet ağabey onların elini yüzünü yıkar, saçı sakalı uzayanları tıraş ederdi.
Hocam, deli kim, veli kim? belli olmaz. Bunlar Allah'ın bize emaneti, bunlara bakmamız lazım, derdi.
Tıraşını olan çay ocağındaki boy aynasında kendine bakar, gülerek çıkar giderdi.
Tıraşını olan Dede içeri girdi, aynada kendini süzerek mırıldanmaya başladı. Kulak kabarttım ölen arkadaşlarının hepsinin adını tek tek sayarak; "Hepsi de öldü, sen niye ölmedin Dede, sen ne zaman öleceksin ?"diyordu.
Ramazan ayı gelince Kemal ortalarda pek dolaşmazdı. O elli santimlik sigara emziği de elinde olmazdı. Yani Ramazan boyunca iftara kadar sigara içmezdi. İftara yakın Karakelleler’in fırınının önüne gelir "Ekmeği kim vereceeek?" diye bağırırdı.
İçerden Yakup Karakelle karşılık verirdi; "Yakup vereceeek".
Kemal ekmeğini koltuğunun altına çalar, kulübesinin yolunu tutardı.
Merkez cami Sarıkamış'ın en büyük camisidir. Genelde teravih kılmak için büyük çoğunluk Merkez Camisine giderdi. Teravihten kaçanlar camiye yakın kahveye gider oyun oynardı. Kemal rahat durmaz, kahveleri tek tek dolaşır, cama vurarak bağırırdı "Orucu tuttunuz, teravihten kaçır siniz, hadi lan teravihe!" Kemal’in dokunulmazlığı vardı. Kimse bir şey diyemezdi. Bir kısmı Kemal’e görünmemek için kahvedeki sütunların arkasına saklanırdı.
Kemali ben hiç camide görmedim. Ancak, kaçakları takip ediyordu.
Kaldığım otel odasında yemeğimi hazırladım, aşağı indim. Çay ocağının önünde bir sandalyeye oturdum, ezanı bekliyorum. Yanımdan homurdana homurdana Dede geçti. Saçı sakalı yine birbirine karışmıştı. Aşağıdan da koltuğuna sıkıştırdığı ekmeğiyle Kemal göründü. Tam karşı karşıya gelince, Dede kollarını açarak "Kemaal ekmeği bana ver".
Kemal topukları kalçalarına değerek bir yandan koşuyor bir yandan da bağırıyordu "Tutun şu deliyi oruç yiyecek!"
Abdullah Hoca’nın tayin işine gelince; üç gün sonra Abdullah hoca yanıma vedalaşmaya geldi; "Hocam tayinim Gazi Antep’e çıktı".
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder