“Sabahın seher vaktinde / Aman Hay demeye
geldim / Hu deyip dönmeye geldim” diyen ilâhî ile Mutlak sevgiliye münâcâtta
bulundunuz mu gözyaşlarınızla arınarak?
“SEHER VAKTİ ÇALDIM YÂRİN KAPISIN”
***
KALEMİN YARATILIŞI
Önce kalem yaratıldı. Kaleme yaz emri verildi. Kalem ne yazacağını sordu. “Yaradanın birliğini ve O’ndan başka tapılacak olmadığını” yazması emredildi. Kalem emredileni yazdı. Ruhlar da kalemin yazdıklarını tekrarlayarak söz verdiler.
Bin
miligramlık cezbe ile, “Seher vakti çıkmış yolun üstüne / Bir bakışta yaraladı
yar beni ” diyerek gözlerinizden perdenin kalktığı oldu mu hiç?
Mutlak
sevgili olan yar seher vakti kimlerin yoluna çıkar? Bu sual üstüne her
Müslümanın tefekkür sancısından kıvranması gerekmez mi?
“SEHER
VAKTİNDE UYANIK OLANLAR NELER SEYRETTİLER, ÂH NELER!”
İskender
Pala, “Aşka Dair” inde “Seher Âşıkları” nı yazmış. “Seherde bâğa geldi
seyre cânân / Neler seyr eyledi bîdâr (uyanık) olanlar” beytini şerh etmiş ve
demiş ki:
“Sevgili
bir seher vaktinde gül bahçesinde gezintiye çıktı. O vakitte uyanık olanlar
neler seyrettiler, ah neler... (…) Seher vaktinde Sevgili’nin iltifatına mazhar
olmak üzere onun seyrana çıktığı (tecelli ettiği) bahçeye koşmanız elbette
zümre-i hâssu'l-havâssa (özge kullar zümresine) girdiğinizin bir delilidir ki o
bahçede seyredilecek güzelliklerin haddi hesabı yoktur. ”
Seher
vakti edilen ah, nasıl bir ah’tır? Bir ehl-i hüznün yüreğine bakmak lâzım.
Âşık Teslim Abdal’ın, “Seherde bir bağa girdim” türküsünü cezbe hâlinde dinlemiyorsanız yahut dinleyip de mânasına eremiyorsanız boşuna dinliyorsunuz Müslümanın gönül felsefesini anlatan bu türküyü:
Âşık Teslim Abdal’ın, “Seherde bir bağa girdim” türküsünü cezbe hâlinde dinlemiyorsanız yahut dinleyip de mânasına eremiyorsanız boşuna dinliyorsunuz Müslümanın gönül felsefesini anlatan bu türküyü:
“SEHERDE
BİR BAĞA GİRDİM, NE BAĞ DUYDU NE BAĞBANCI”
“Seherde
bir bağa girdim / Ne bağ duydu ne bağbancı / El vurup güllerin derdim / Ne bağ
duydu ne bağbancı / Bağın kapısını açtım / Sandım ki cennete düştüm / Yar ile
tenha buluştum / Ne bağ duydu ne bağbancı.”
Dîvan
edebiyatında gül bahçesi mânasına da gelen “bağ”, seher vaktinde uyanık
olanların ziyaret ettiği mâna âlemidir. “Seherde bir bağa girdim” sözünün
tasavvuftaki mânası seher vaktinde mâna âlemine varıp gelmektir. Elbetteki kalp
gözü açık olanlar ve gözünde perde olmayanlardan bahsediyoruz.
Bu
türkünün bir uyarlamasını da Hak âşıklardan Gevherî’den dinleyelim:
“Bu
gün ben bir bağa girdim / Ne bağ duydu ne bağbancı / (…) Bağın
duvarından aştım / Kırmızı gülüne koştum / Öptüm sardım helallaştım / (…) Bağın
kapusunu açtım / Sanasın cennete düştüm / Doldurdum badesin içtim / (…) /
Gevheri yükünü tuttu / Ne bağ duydu ne bağbancı.”
Gevherî’nin
mârifetini anlatırken, seher vakti ehli olanlar cezbe ile dinlesin. Bu Hak
âşığı seher vaktinde “bağa” girer. Edebinden dolayı bağa, yâni gül bahçesine,
yâni cennetin bir köşesine sessizce varır, öpüp koklar. Aşkını dile getirir,
aldığı ilâhî hazdan dolayı bağdan hakkını helâl etmesini ister. Seher vakti
sona erince Gevherî yükünü tuttuğuna, yâni “bağ”ın ulvî lezzetiyle döndüğüne
sevinir.
Seher
vaktinin ulviyetinden bihaber modernler ve uyuyan gâfiller, Gevherî’nin
“bağ”dan aldığı mânevî hazzı tadabilirler mi? Bağın kapısını açıp, bâdesini
içebilirler mi? Gülünü koklayıp, sevinerek dönebilirler mi? Zamanlar ötesi bu
bağda aşkça vakitler yaşayıp ilahî huzura erebilirler mi?
Seher
vakti uyumayıp kalp gözünü açık tutma tâlimini tamamlayanlar ve yine bu vakitte
kalp aynasını cilalayanlar mânevî olarak arzu ettikleri her şeyi görürler. Bir
misal olsun. Tekke şiirimizden uyarlanan türkülerimizden “Sabahın seher
vaktinde / Ali'yi gördüm Ali'yi / (…) Ali'yi gördüm çağında / Güller açar dost
bağında…” diyen âşık Kul Himmet’in maksadı cennet bahçesiyle hemhâl olmak, yâni
bağa girip gülünü derleyip üzümünü yemek, yâni bâdesini içmektir.
“SEHER VAKTİ ÇALDIM YÂRİN KAPISIN”
Seher
vakti yârin kapısı niye çalınır? Bağın kapısı nasıl açılır? Seher vaktini
mânasınca idrak edebilenler açabilir ancak bağın kapısını. Seher vakti bağın
kapısı nasıl açılır suali ağır bir sualdir ki, aradan çıkıp cevabını ehline
bırakalım.
Ali
Yurtgezen hocanın, Âşık Agâhî’nin “Seher vakti çaldım yârin kapısın / Baktım
yârin kapıları sürmeli / Boş bulmadım otağının yapısın / Çıkageldi bir gözleri
sürmeli” türküsünün şerhinden şu satırları her Müslüman derûnî bilgisine
katması gerek:
“Yâr’dan
murat, yâr-ı hakikîdir ki Allah’tır (cc). ‘Kapı’ dediği âlem-i melekûtun,
âlem-i gaybın, nihayetinde halvet-serây-ı vahdetin eşiğidir; harem-i visâle
mahrem olmak için ruhsat almak arzusunun izhârıdır. Velâkin kapı sürmelidir.
(…) Sûfiyye lisanında feth-i bâb ki ‘kapı açmak’ demektir, sülûkta makamları
aşmak, yahut ruh müşkillerinin halli mânâsınadır. İmdi ‘çaldım yârin kapısın’
‘seher vakti’ ile gelince, bu, ‘sabah namazı’ olur. ‘kapıların sürmeli’ olup
açılmaması, namazdan feyz alamamak, hulûs-i kalbi ve huşû’u bulamamaktır.
‘Otağının yapısı’ âlem-i mülk yahut âlem-i şühût’tur; zamiri ‘yâr’e, yani
Allah’a (cc) râcîdir. (…) ‘Nitekim ‘bir gözleri sürmeli çıkagelmiş’tir.
‘Gözleri sürmeli’ mürşîd-i kâmildir. Zira mürşîd erbâb-ı nazardır; bakmasını ve
görmesini bilir. ‘Sürmeli göz’, hem basîretten hem de Hazret-i Peygamber’in
(s.a.s) sünnetine ittibâdan kinâyedir. (…) seher vakti tâatin
mükâfâtıdır. ‘Açtırdım kapıyı girdim içeri’ dediği, hod-be hod açamadığı
kapının bir mürşîd-i kâmil marifetiyle açılması, seyr ü sülûkün
ibtidâsıdır.”
Öyleyse,
“Bağ” ın kapısından vecd ile girmek için durmayıp tâlime devam edelim: “Sabahın
seher vaktinde / Aman Hay demeye geldim / Hu deyip dönmeye geldim.”
***
KALEMİN YARATILIŞI
Önce kalem yaratıldı. Kaleme yaz emri verildi. Kalem ne yazacağını sordu. “Yaradanın birliğini ve O’ndan başka tapılacak olmadığını” yazması emredildi. Kalem emredileni yazdı. Ruhlar da kalemin yazdıklarını tekrarlayarak söz verdiler.
Kalemin tarihi, yazının
tarihinden eskidir, diyor ilim ehli. Kalem yaratılınca, yazı ondan doğdu. İlk
kalemi Âdem Âleyhisselâm tuttu; ilk yazıyı O (a.s.) yazdı. Âlimler, Efendimiz
s.a.v.’ın Miraç esnasında “Kalemlerin cızırtısını” duymasını, Allah’ın buyruklarını
yazıya geçiren meleklerin kamış kalemlerinin sesi olarak ifade ediyorlar
Kitaplarda kalemin mânası için “Ulûhiyyet âleminde bütün nesne ve olayların
kaydedilmesini sağlayan araç” târifi yapılmakta. Kalem kelimesi Kur’ân-ı
Kerîm’de tekil ve çoğul olarak (aklâm) yer alır. Alak Sûresi’nde yer alan
“Rabbin insana kalem kullanmasını öğretti…” âyeti, kalemin, ilim yolunun en
mühim vasıtası olduğunu buyuruyor.
İnsanın
gönlünü doldurmak ve Allah’ın yolunda olmak için kalem tutanlar, Kalem Sûresi’nde
yer alan âyete döne döne sevinmeleri ve şükretmeleri gerek. “Kaleme ve
yazdıklarına yemin edildiği” ve çoğul olarak ifade edilen kalemin (aklâm)
“ilâhî ilmin sonsuzluğu, yeryüzündeki ağaçların tamamı kalem, denizlerin de
yedi katı daha artırılarak mürekkep olması halinde bile ilâhî kelâmın yazmakla
tükenmeyeceği” buyruluyor.
Kalemle nikahlananlar ve kalemi sevgili olarak bilenler için bundan güzel müjde
olur mu?
Efendimiz s.a.v., “Haberiniz olsun ki, Allah’ın ilk yarattığı kalemdir, sonra
da Nun’dur ki, o divittir. Ona ‘yaz’ dedi, kalem de: ‘Ey Rabbim, ne yazayım’
dedi. Allah: ‘Kaderi, gelmiş geçmiş ve gelecek her şeyi yaz’ diye emretti. İşte
o ânda kalem olmuş ve kıyamete kadar olacakları yazmış” buyuruyor.
Kalemin yazdıkları bir kez düştü mü defter-i âmalimize, bir daha
silinmeyeceğine göre, amellerimize itina göstermek ve kaleme tazimde bulunmak
gerek. O vakit yapılacak iş, Efendimiz s.a.v.’ın buyurduklarıyla tâlim etmek:
“Kalemin kaldırılması var. ‘Uyanıncaya kadar uyuyandan, ergenlik çağına
girinceye kadar çocuktan, akıllanıncaya kadar deliden ve bunaktan, uğradığı
musibetten kurtuluncaya kadar musibete uğrayandan kalemin kaldırıldığı, yani
kalemin onlar hakkında günah yazmayacağı bildirilmiştir.”
Kaleme vahyî mânası bakıldığında Müslüman olmanın şart ve tekliflerine
muhataplık karşımıza çıkar. “Kalemin kaldırılması” İslâm’ın teklifinin
kaldırılması ve muhatabının mükellef olmadığı mânasına gelir.
Yani, İslâm’ın
mesuliyetlerini yüklenmekten muaf olanlardan “Kalemin kaldırıldığı ve kalemin
insanlar hakkında yazdığı hususların asla değişmeyeceğine inanmak gerektiği”
buyruluyor.
Öyleyse muradımız ve dâvamız, kalemin üstümüzden kaldırılmadığı ve her an
kalemin yazdıklarına muhatap kâmil bir insan olmak olmalı. Kalemin uhrevî
mânasına da her an muhatap olduğumuzu bilmek, kendimizi
bilmektir.
KALEMİN HÂL TERCÜMESİ
Âlimlere göre, İslâmî naslarda iki çeşit kalemden söz edilir. İlki insanın
öğrenme vasıtası olan kalem. İkincisi ilâhî, yahut mânevî kalemdir. Yani levh-i
mahfûza yazan ilk ilâhî kalemin varlığına işaret edilir. İlk yaratılanın akıl
veya cevher olduğu, bununda kalemle aynı mânaya geldiği, yaratılışın
başlangıcından sonsuza kadar vukû bulacak her şeyi ilâhî ilme göre kaydedecek
mânevî bir kalemin bulunduğu belirtilir.
Kalem sûresi, 1. âyeti “Nûn ve kaleme ve yazdıklarına yemin olsun ki”
diye başlar. Alak (ikra) sûresi 4.âyeti “Ki O kalemle (yazmayı) öğretendir)
buyuruyor. Demek ki kalemin derûnunda mukaddeslerin emrine tâbilik derecesine
göre kıymeti var.
Sûfî âlimler, Kur’ân-ı Kerîm’de kaleme yemin edilmesinin mânasını okumak ve
yazmakla, yâni ilme verilen ehemmiyete bağlarlar
“Kalem”in, Müslümanların Allah’a yönelişinde ve hayatındaki değerine dair Ömer
Nasuhi Bilmen’in tefsirinde geçen şu cümleleri, edipler ve muharrirler kalemi
her tutuşlarında hatırlayıp niyazda
bulunmalı:
“Şöyle
ki: (Nûn ve Kalem) andolsun (ve) meleklerin hayr ve salâha dâir veya
hafaza meleklerin amâli beşeriyeye ait veya kalem sahiplerinin mütenevvi
(çeşitli) mevzulara müteallik (yazdıklarıyla şeylere andolsun ki) beyan
olunacak hususat, birer hakikattir.”
Kur’ân’ı Kerîm’in istikâmetinde tutulan kalemin yazdıklarının hakikate götüren
vasıta olarak görülmesi ne büyük bahtiyarlık! Bu bahtiyarlığı yürekten kuşanmak
isteyenlere müfessirimiz bir de müjde
veriyor:
“Çeşitli mânaların yanında Nûn’dan maksat, mürekkep hokkasıdır veya
mürekkeptir. Kalem ile hokkanın büyük menfaatleri olduğu için, neşr-i ilme
hadim bulundukları için mânevî kıymetlerine işaret için kendilerine ( Nûn ve
Kalem’e ) böyle yemin edilmiştir.”
NUN VE
KALEM
Allah
Teâlâ, “Nun” harfine, kaleme ve yazıya yemin ederek “buyuruyor.” Nun, Kur’ân
elifbasında harflerden bir harftir ve Kalem Suresine başlangıçtır. “Nun” harfi
ile kalem ve yazı arasındaki bağ ve âyette bunlara yemin edilmiş olmasının
bildirilmesi değerini yüceltiyor. Bu mâna ile okumayı, yazmayı ve ilim yapmayı
buyuruyor. Kalemin yazdıklarını bilmek için ilim yapmak
gerek.
Demek ki
kalemi eline alan, kalemin hakkını vermeli ve mukaddeslerin emrinde
kullanmalı.
Kalemle
ilgili bir âyet tefsiri, kalemi bize daha çok sevdirecek mânadadır:
“Allah’ın
ilk yarattığı şey kalemdir. Yani su üzerinde Nûn’u yarattı. Sonra onun üzerine
yeryüzünü örttü. Kalem yaratılınca bütün olacaklar oldu. Kainat yaratıldı ve
yer Nûn’un sırtına döşendi. Sonra arz hareket etti. Rabb ona ‘yaz’ dedi. O da
kıyamete kadar olacakları yazdı. Başlangıçta kalem-i âla, yani ilahî kalem ve
yüce kalem denilen Nûn’a ezelî takdirde kıyamete kadar olacak şeylerin plânını
yazan akl-ı evvel (ilk akıl) ve Muhammedî nûr denmiştir.”
“ÇÜNKÜ KALEM, DİLİN KARDEŞİDİR”
Bir başka tefsirde şöyle: “Hokka ile kaleme yemin edilmiştir. Nûn’a, nurdan
levha denilmiştir. Nûn’un, divit ve kaleme teşbih olarak, Rabbimizin yemin
ettiği ve yüce katında yaratıp emir verdiği kalemdir. O kalem de emir üzere
kıyamete kadar olacak şeyleri yazmıştır.”
Âlim İbni Abbas’ın söyledikleri de bu mâna üzerededir: “Şer’an bilinen kalemdir
ki, o da Levh-i Mahfuz’u yazan kalemdir. Yani Kur’ân yazılan kalemdir. Bu yazı
işi bütün ilimlerin, dünya ve ahiret işlerinin direğidir. Çünkü kalem, dilin
kardeşidir ve Allah tarafından verilen bir nimettir.”
Fahreddin-i Râzi’nin dediklerine kulak verelim: “Vel-kalem hakkında iki görüş
vardır. İlki, yemin edilen kalem, gökte ve yerde bulunan her şeyi yazan kalemin
cins ismidir. Allah, insana bu kalemle öğretti. Kalemle ihsan etmesiyle de
minnet buyurmuştur. Meali şöyle: Kalem, üçüncü şahsı ikinci şahıs yerine koyar.
Bunlardan hareketle ‘insan kalemi’ mânasına gelen kalem vardır. Ona yazdıran
bir akıl ve anlayış vardır. Kalem ona teslimdir.”
Kalemi ve yazıyı Allah c.c. ile irtibatlandıran yalnızca İslâm medeniyetidir
ki, bu sahada çeşitli hat ve kitabî yazı sanatı üstüne eserler Müslüman
kültüründe ilim olarak neşvünema bulmuştur. Bundandır ki kalem hürmete
şayandır.
Kitaplardan öğrendiğime göre, iki çeşit kalem var: İlki, ilahî Levh-i Mahfuz’u
yazan Allah’ın yarattığı kalem. Diğeri, ilim yapmak, düşünce ve duyguları
yazmak için kullanılan maddî kalem. Hayatı kalemle geçenlerin tuttuğu kalem
maddî kalemdir ki, İlk kalemin istikâmetinde kullananlara helâl
olsun.
Allah’ın, peygamberlerine gönderdiği vahiyleri yazan ilk kaleme, Müslümanların
amellerini ve kainattaki olup bitenleri yazan meleklerin kalemine selâm olsun!
-------------------------------------------
İLÂVE YAZI:
ŞAİR MEMDUH
ATALAY, ŞİİRİ BÖYLE YAZINCA VECDE GEÇMEZ MİSİNİZ?
Şair bir
dostunuz varsa şayet, sevinin. Çünkü o, sizi modernizmden ve akl-ı meaş’tan
uzak tutar. Gönlünü gönlünüzü katar ve tutar elinizden dağların yücelerine
çıkarır. Bir ulvi, bir fikirli isyan havasında türkü söyleyerek vecde geçirir
sizi. Şair dost, şiiri böyle yazarsa bir yanınız aşk, bir yanınız ölümle
kucaklaşıp coşarak cezbeye kapılmaz mısınız?
Bu şair,
Memduh Atalay olunca yüreğiniz ve fikirleriniz işte böyle bin miligramlık
ateşle kıvranmaya başlar, aşkı ve ölümü Hakk’tan bilip divâne olursunuz. Şair,
“Bizim” şiirimizi yazmış. Hikâyesi dostluk olan mâzi ve hâl iç içe süren ve hiç
eskimeyen bir hayatın hikâyesi bu. Şair, mâna âleminin sarhoşu olmuş, gönlümüzü,
aşk ve ölümü bir ederek cezbesiyle tutuşturuyor, Fuzûlî ve Nesimi gibi
mısralarıyla üstümüze üstümüze geliyor. Şu mısralar yüreğimi vurdu geçti, yaktı
geçti:
“Çünkü
aşk şiirden önce gelirdi / Ben adını ağaca yazdığım günden beri / Bıçaklar
keskinleştiğinde bizdik yine Allah’ın aslanı / Ali’den gelen bir damarımız var
ki hep dimdik korkusuz / Ölümü güzelleştirdik ve ismimiz yaşadı çocuklarda /
Tütün gibi sarıp yaktık dünyayı / Çay gibi ikram ettik tüm dünyalıkları /
Neyimiz var boş bardak ve bir içimlik tütünden başka / Biz bir gölge gibi
geçtik vicdanlarınızın ve eşyalarınızın arasından / Ve dünyayı bir katır gibi
tutup yularından / Dünyalıkları dünyaya sığmayanlara / Musalla kardeşlerine ve
iz süren avcılara / Bıraktık!”
Şiir
böyle olur ey azizan! Ses, ahenk, kütük ve nakış bir arada. Üslûpta heybet ve
niyaz, hüzün ve çığlık yan yana. Şair Memduh Atalay’ın aşk, ölüm ve dostluk
etrafında dolanan kıvrandırıcı şiiri kendinden geçmek isteyenlere, ehl-i irfana
ve yüreği yanında olanlara sunulur:
“Bizim
Şiirimiz”
“Aşk şiiri yazamazdı Hasan
Hüseyin / Çünkü aşk şiirden önce gelirdi / Ben adını ağaca yazdığım günden beri
/ Bir ileri iki geri ama sen hep şiirden içerisin / Adam aldırma demeden tam
ortasında savaşın / Cihadın derdik eskiden eskimeyen davalar zamanında / Şimdi
yedeğindeyiz karşı çıktığımız das kapital davasının / Ve savaşımızın tam
ortasında das kapital / Şiirini de yazarız aşkın resmini de çekeriz gözyaşının
/ Gel merhamet rozeti satın alalım kadın uğultulu bir kermesten / Üzerinde az
fikir de olsun eskiyi hatırlatan / Dergilerde adımız protokolde yerimiz
sağlamlaşsın / Eskinin anısına / Severken de çocuktuk kavgada muzafferken de /
Ağladık hep emellerin boş kalan avuçlarına / Bizi bulutsu gözlerimizden tanıdı
tarihin tüm Hüseyinleri / Namlular bizi gösterdiğinde aynı sesin yankısı /
Bıçaklar keskinleştiğinde bizdik yine Allah’ın aslanı / Ali’den gelen bir
damarımız var ki hep dimdik korkusuz / Ölümü güzelleştirdik ve ismimiz yaşadı
çocuklarda / Adam gibi ölmesini bildik şükür / Kâra tahvil etmeden / Şimdi
aşktan ayrı görünen yüzümüzü çok katlı bir muska gibi / Ağaran saçlarımız
örtüyor hal ehli bilir / Tütün gibi sarıp yaktık dünyayı / Çay gibi ikram ettik
tüm dünyalıkları / Neyimiz var boş bardak ve bir içimlik tütünden başka / Belli
yerimizi yadırgadık bizi yadırgadı tüm kartviziti olanlar / Biz bir gölge gibi
geçtik vicdanlarınızın ve eşyalarınızın arasından / Ve dünyayı bir katır gibi
tutup yularından / Dünyalıkları dünyaya sığmayanlara / Musalla kardeşlerine ve
iz süren avcılara / Bıraktık! / Aşk da bize yakışırdı Ahmet abi şiir de /
Protokolde yerimiz yok dergilerde adımız / Bir içimlik tütün bir bardak çay /
Birlikte içmedik mi dost bahçesinde / Hem Ali hem Muzafferdik bir de İsmail /
Bir neslin anısına bıçaklarla denenen / Ben yadırgadım yerimi dünya ne ki /
Ölüm aklımın karası / Ölüm ruhumun mayası / Ölüm Ahmet abi / Mutlaka ikindi
sonrası”
http://www.habervaktim.com/yazar/55617/kalemin_yaratilisi___.html
Çok teşekkür ediyorum paylaşım için
YanıtlaSil