Anadolu Lisesi talebelerinin öğle arasında
yemek yiyebileceği mekânlardan biri Bahattin Usta'nın Yeri'ydi. Öğrenci için
lüks olsa da cep harçlığının büyük kısmını vermeye değer bulurduk. Buna rağmen
oturacak yer bulması da güç olurdu. Harçlığımızı denkleştirdiğimiz gün öğle
arasını iple çekerdik. Bahattin Usta'nın yolunu tutmuşken Arif tespihini
unuttuğunu fark etti. Mehmet'le beraber tekrar okula gittiler. Ben de yer
tutmak için hemen mekâna vardım. Kapı girişindeki boş masaya çörekleniverdim.
Bu sırada garsonlar gidip geliyor, insanlar boş bir yer olsa da biz de otursak
diye bekliyorlardı. Masada tek başıma oturmama yan gözle bakmıyor değillerdi.
Bu sırada kırklı yaşlarda iki tane dayı bir anda oturuverdi masaya.
-Selamünaleyküm yeğenim.
-Aleykümselam dayı. Arkadaşlarım
gelecek, dolu orası.
-Bana ne? Gelip otursalardı.
-Ortaaam(Ortağım) yeni nesli
görüyorsun. Gelmiş oturduğumuz hesabını soruyor.
İri yarı olan böyle deyince sinirlerim
bozuldu. Bayağı zoruma gitti. Ama ses çıkaramadım. Dayılarım çeyrek
kavurmalarını söylerken Arif ve Mehmet geldi.
-Selamünaleyküm.
Gene iri olan dayı;
-Aleykümselaaam! Bunlar mı lan
arkadaşların? Gelin yeğenim iki sandalye çekin.
Arif sandalyeyi çekerken;
-Eyvallah dayı. Yemeği söyledin
mi Ali?
-Söyledim.
Yaş olarak büyük olduğunu
düşündüğüm, iri olan dayının "Ortaaam" diye hitap ettiği amca çok ses
çıkarmıyor, taamını yiyip karnını doyurmakla, meşgul oluyordu. Bizim yemek
epeyce gecikti. Garsonlara iki defa sorduk. Değişik bahanelerle hemen
geleceğimi söylediler. İri yarı olan dayı ağzını üçüncü çeyrek kavurmasını
yemek dışında bize laf söylemekle de meşgul ediyordu.
-Yemeğiniz nerde lan sizin? Aç
kalmış yavrularıma bak! (Ağzı doluyken bir kahkaha) Benim oğlan olsaydı elli
defa doyurmuştu karnını. Şunlara bak pısmış oturuyorlar. Böyle giderse aç kalırsınız aç!
Bu lafların arasında biz
birbirimizin gözlerine bakıyor içimizden topluca tövbe estağfurullah
çekiyorduk.
-Ortaaam, geçen gün balığa gittik
bizim oğlanla. (Beni göstererek.) Aha şu oğlan kadar balık tuttu.
Bir yandan durduk yere duyduğumuz
moral bozucu sözlere bir yandan da yemeğin gelmeyişine epeyce sinirlenmiştik.
-Benim oğlan bunları suya götürür
su içirmeden getirir. Suyu koklatmaz bile. Şunlara bak. Cin gibi olun cin!
Gözleriniz fıldır fıldır olsun.
Dayı, tam bir ekmek kavurmayı
mideye indirdikten sonra bizim yemek yenice gelmişti.
-Ohh! Bugün de doyduk çok şükür.
Sen verdin biz yedik olmayan kullarına da ve Ya Rabbim! Hah! Yemeğiniz de geldi
mi? Yiyin yiyin. Bari yemek yiyin de varlığınız bir işe yarasın. Ortaam yörü
gedek.
Dayı masadan kalkarken yüzünde
yemekten çok bize saydırdığı laflardan aldığı mutluluk vardı. Biz de sinir
olmuş, hızlıca yemeğimizi yiyip derse yetişmenin telaşına düştük.
Yemeğimizi bitirdik. Hesabı ödemek için kasaya
vardığımızda ayrı bir şok yaşadık.
-Abi üç kebap dürümü. Borcumuz ne
kadar?
-Sizinkiler ödendi.
Üçümüz aynı anda;
-Ödendi mi?
-Evet. Sizi ıslak havluyla
dövülmüş gibi yapan dayı ödedi.
Biz daha dayıdan yediğimiz
lafların etkisinden çıkamamışken bir de hesabımızı ödemesi bizde ayrı bir
şaşkınlığa sebep olmuştu. Sessiz sedasız mekândan çıktıktan sonra bir ara sokak
ortasında durup az önce biz ne yaşadık kahkahası attık. Katılırcasına
gülüyorduk ama niye güldüğümüzü bizde bilmiyorduk.
Bu mevzuyu "Dünyadaki tüm çocukların
Emmisi"ne "Aynı 'Dedemin İstanbul’u' hikâyesindeki adam gibi
Emmi!" diye anlattığımda;
-İşte o adam has Maraş'lı! Günün
rehavetini stresini atmış, diyetini de ödemiş! diye buyurdu.
Kaleminize sağlık.
YanıtlaSilÇok güzel bir anı. Dayıya selamlar söylüyorum. Umarım bir daha karşılaşmışsınızdır.
YanıtlaSil