“Vâr olmak, istemek ve sevmektir.”
Eğer
bir insan vâr olmak endişesi taşıyorsa öncelikle bunu samimiyetle istemesi
lazım gelir ki kendi dünyasında bu konuya merakı olsun ve eyleme dönüşsün. Bu
hareketin en güzel modeli olan Nurettin Topçu kendi dünyasındaki bu merakı keşfetmesiyle
amacını belirleyerek o istikamette güzel adımlar atmış ve bir düşünceyi nasıl
harekete geçirerek cisimleştirmesi konusunda kendini bu zamana kadar taşımıştır.
Hareket
(Aksiyon) felsefecisinin kurucusu Maurice Blondel’i Fransadaki eğitim hayatında
tanımıştır. Blondel’i tanımasıyla başlayan mistik ilgileri İslam tasavvufuna,
özellikle Vahdet-i Vücud felsefesine
doğru gelişmiştir. Avrupa tahsiline giden Türkler arasında ahlak üzerinde
çalışan ilk öğrenci ve Sorbonne’da felsefe doktorası veren ilk Türk Nurettin Topçu’dur.
1934 yılında Türkiye’ye dönerek Galatasaray lisesinde felsefe öğretmeni olarak
göreve başlayan Nurettin Topçu çocukluk arkadaşı Sırrı Tüzeer vasıtasıyla
hayatı boyunca etkileneceği bir şahsiyet olan Abdülaziz Efendi (Bekkine) ile
tanışmış, “Hürriyetim, hareketimin
varlığı sayesinde vardır ve hareketle birlikte kendini gösterir.” diyerek
ona intisap etmiştir.
Peki
Nurettin Topçu’ya göre tam ve gerçek hareket nedir?
“Her defasında, en iptidai bir karar ve
feragatte bile, bütün âleme yayılış, oradan da sonsuzluğa geçiş, sonra
sonsuzluktan aldığı kuvvet ve bütün âlemden aldığı ibretle, aynı zamanda zekâ
ile iradenin bütün kuvvetlerini kullanarak, tekrar kendi âlemimize dönüş ve bu
noktadan âlemle temastır.” diyen
Topçu’nun ifadesine göre düşünce bir hareket midir? Evet, aslında düşünce ve
düşünmek de bir harekettir.
“Hareketlerimizin içselleşmesi ve iç
yaşayışımızın sonsuzluğuna sığınması halidir. Gerçek ve olgunlaşmış bir
harekettir; bütün hareketlerimizin başlangıcı ve sonudur.”
Bu
sebeple insan her ne yaşarsa yaşasın ancak yaşadıklarına itina gösterdiği kadar
öncelikle düşündüklerine de özen göstermelidir. Çünkü belli bir zaman sonra
düşünceler de harekete dönüşür ve vârolarak cisimleşir. Bu düşünceye yaşadığımız
hayata atıfta bulunabiliriz. Topçu’ya göre düşünce dört basamaktan oluşur.
Bunlar; yakınlaşmak, eşyaya yönelerek verilen hükümler, aşk/ihtiras yolu ve hareketle
düşünmektir. Bu dört adımdan oluşan düşünceyi kısaca özetlersek; düşünce
tabiatla yan yanadır ve bu yakınlık onları vazgeçilmez bir noktaya getirir ki ikisini
ayrı tutmak çok bencilce bir hareket olur. Pascal “Eğer insan bütün bir tabiat olmasaydı her şeyle ilgilenmeye
kabiliyetli olmazdı.” der ve bu sebeple eşyaya verilen hükümler, “Bizi dar benliğimizden çıkarıp başkalarına
teslim edicidir; bizi genişletici ve hayırkar yapıcıdır.”. Bu noktadan
sonra insan aşk ve ihtiras ile kendi etrafında derin yaşayışlar keşfetmelidir. “İnsan ilmini kendinde derinleştirmesi,
şahsiyetini darlıktan kurtarıp genişletmesi gereklidir. İnsan ruhu aleme doğru
yayılırken aynı zamanda kendi içinde derinleşmelidir.” Daha sonrasında “Hareketle âlemin bütününe bağlanan varlık,
yine âleme bağlanmış oluyor. Düşünce ile hareket burada birleşiyor ve bu
mıntıkaya kadar getiren yolu aşan insan, burada sonsuzluğun iradesine yaklaşmış
oluyor.”cümlesi bizi vâr olma noktasına yakınlaştırır.
“Hareket ediyorum, düşünüyorum. Birliği seviyorum, o
halde varım.”
Topçu’nun kaleminden
hareketin düşünceyle, düşüncenin istemek ve sevmekle vâr olacağını öğreniyoruz. Bu sebeple her bir
bireyin “Millet kültürünün
ağacını dikecek ve millet ruhuna hayat getirecek nesiller, inanışla sevgi
mabedinin mihrabında önce tevbe etmeli, sonra da inanmayı ve sevmeyi
öğrenmelidirler.” bu minval
üzerinde hareket etmesi lazımdır. Bu
düşünceyle bu nesil çağlar ötesini aşmalıdır. Peki, göz görüyor zekâ kavrıyor,
bunca bilgilerin ışığında insan bildikleriyle mağrur olurken bizler neleri
biliyor ve düşünüyoruz ki çağlar ötesine koşalım? Oysa düşündüklerimizin ne
kadarını harekete geçiriyoruz. Onları gölgemiz gibi yanımızda nasıl taşıyabiliriz?
Behemal bunlar başlı başına birer felsefik düşüncelerden ibaret olsa da
harekete geçirilmesi gereken vâr olmaya aday fiiliyatlardır.
Kimimiz
bir resmin, bir fikrin ve bir sanatın hayranıyız. Kiminin de bir hüner
sultanıdır. “Bu yüzden; hayatı muhafaza
içgüdüsüne bağlanan bütün arzular ve sefaletlerimiz bizde benlik şuurunu
yaratıyorlar. Onların gözüyle görüşe de akıl diyor, düşündüğümüzü söylüyor;
gerçeği bildiğimize inanıyoruz. Hakikat şu ki; canlı varlığın ilk ihtiyaçlarını
iç güdüler karşılıyor. İç güdü tatmin oldukça hayati kuvveti biriktiriyor. Ruh
sefaletleriyle el ele veren hayati kuvvet kendi kendini deneye deneye insanda
ihtiras haline geliyor. Sonunda eşyayı ve olayları ihtiraslarımızın dürbünü ile
görüyoruz. Sefaletlerimizin fetvasına böylece boyun eğiyoruz.”
Bu
tür duygulardan kurtuluş için insanın tevbe etmesini istemesi lazımdır. “Sonsuzluğa çevrilen samimi istek, insan
için selametin ilk adımını teşkil ediyor. İlahi kapıyı kımıldattıktan sonra
etrafımıza ışıklar süzülüyor ve yeni denemeler başlıyor.” Bu denemeler
sanat, ahlak ve dindir. Behemal “Çokluğun
vehim olduğu anlaşılacak, her şey Bir’de
birleşecektir. Her şeyin bir şey olduğu bilinecek, Bir’inse mekâna sığmayan Dost
yüzü olduğu görülecektir. O’nu bilen, gururdan, kinden ve bütün hırslardan
soyunmuştur. Bilen bahtiyar olacaktır.”
İnsanoğlunun
eşyaya temasıyla vâr olan düşünce çok şekillidir. Varlığı tanımanın şekil ve
dereceleri akıl, duygu, sezgi, aşk, ihtiras ve merhametin birbiriyle döngüsel
olarak iletişimi sayesinde ilerleme kaydeder. Nitekim Topçu, bu şekil ve
dereceleri tanımlarken şu ifadelerde bulunur:
“Akıl insanoğlunu dünyaya
sultan yapan cevherdir. Ancak aklın eseri olan ilim merhamete nazaran pek küçük
bir şeydir. Duygu hem aklı kımıldatan kuvvet hem de kendi varlığının farkına
vardırandır. Duygular, rüyamızı tatlılaştırır ve hayat uykumuza fani bir mana
katarlar. Duyguların örgüsü olan sanat, hayat çilemizin tesellisidir. Sezgi
bize bekadan bir ışıktır; belki de hakikatlerin kapısıdır. Gafletten bir
silkinme, bir hikmet kımıldanışıdır. Aşk dünyaların her an yeniden yaratılma
şevkidir; ebedi ruhlardan bize doğru bir akım, fenadan bekaya bir intikaldir.
İnsanın teker teker eşyadan sıyrılarak sonra her şeye birden sahip olmasıdır;
sonsuzluğu kavrayan iktidarın insan varlığında nöbet tutmasıdır. Varlığın kendi
kendine sığmayan iktidarıdır; aslına dönüş iradesidir. Ene’l-hak sırrına
erenlerin, «Allah’ım ruh ve vücudumu iğrenmeden seyredebilecek kuvvet ve
cesareti bana ver!» diyerek murada ermeleridir.”
Buraya
kadar varlığı tanımak için onun şekil ve derecelerini idrak noktasındaki
sınırlarımızı yok etmeye çalışarak taşları yerinden kımıldatan Topçu, bu şekil
ve derecelerin içerisinde yer alan merhameti öyle bir tanımlar ki bu cümleye
hak verirsiniz.
“Merhamet bunların hiçbirisine
benzemez, hiçbirisiyle ölçülmez. Belki bütün bunlar ona zemin
hazırlayıcıdırlar, ona yaklaştırıcı gayret ve duadırlar. Allah ile ansızın vaki
olan buluşma hali olan merhamet, bu ruh hallerinin her birine karışmadıkça
onlar sakat veya sefil kalırlar.”
“Vâr Olmak” Nurettin Topçu’nun gençlik
yıllarındaki felsefeye olan merakıyla başlamış olsa da nice insanlar o’nun bu
tatlı merakıyla beslenerek vâr olma noktasına yetişmiştir.
Ne
mutlu o’nunla Vâr Olmak’ı idrak
edene!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder