Ahmet
Doğan İlbey’e-
Yusuf adı verildi gül yüzlü bir çocuğa
Bakalım neler çıkacak bahtına
Ben uyurken bir kuyunun başında
Bir gömlek örtülmüştü üstüme
Bir kuyunun başında susuyorum
Bir rüzgâr esiyor ılık ve sessiz
Bir hikâye başlıyor kısa ve derin
Gelin Ata sözüyle başlayalım derim
“Kardeş, kardeşin ne olduğunu ne öldüğünü ister”
İnsanı su değil bitmeyen hırsı boğar
Her sevgiden bir kıskançlık doğar
Yusuf’un haberini gözlerden dinle
İşte kan kırmızı bir gömlek
Her ölüme bir delil gerek
Kurtlar da ağlar mı deme
Sesler geliyor kuyudan,
Geceleri yansıyınca dolunay
İnsandan daha zalim dünyada kim var
Bir kuyunun başında susuyorum
Bir kervan geliyor uzaktan
Haberleri yok kurulan tuzaktan
Yükü atlas ve ipekten
Her kuyudan su çıkmaz
Kiminde ay batar, kiminde güneş doğar
Bir bohça çözülüyor ortaya
Kumaşın sağlamı dolanıyor kola
Müjde diyor sözcüleri,
Bu beyaz gömleğin sahibi ki,
Su gibi temize çıkarmıştır nefsini
Madem herkes aynı gömleği giyecek sonunda
Bu rengarenk telaş niye kervanbaşı?
İnsanlar gerçekten çok cahil değil mi?
Sana bir sorum daha var:
Yükünü yükleyen mi, çözen mi
Daha kârlıdır kervancı?
Çok düşünmeden cevapladı:
Dünya hep kal der ama insan yolcudur.
Bütün yükünü kuyuya atıp yola koyuldu.
Ağırlıktan kurtulan yol alır dedi
Bir kuyunun başında susuyorum.
Harama uzanırken bir el,
Simsiyah bir gömlek çıktı kuyudan,
Giyenin yüzü farklı değildi katrandan.
Başkaları da geldi ardından.
Genç bir âşık uzun uzun baktı suya
Kırık aynasını düşürdü kuyuya
Artık taramıyor saçını arkaya
Koydu tarağı yüreğinin üstüne
Yarası iyileşmesin diye.
Derken bir ırgat asıldı sarkaca
Asmış ıslak gömleğini bir ağaç dalına
Sulamak için ekmeğini alın teriyle
İçti bu soğuk sudan kana kana.
Az sonra bir ceylan göründü uzaktan
Kurumuş sürmeli gözleri dipsiz kuyu misali
Yavrusu kaybolduğu günden beri
Çiçeklerden soruyormuş kokusunu
Her gün gelip kuyunun başında rüzgârı bekliyormuş
Alamayınca yavru kokusunu, gözünden bir damla yaş düşüyor
kuyuya
Taşıveriyor kuyu birdenbire, susayanlar kana kana içiyor
Bütün yırtıcılar mahcup, geçip gidiyorlar önünden
Ceylan tekrar dağlara vuruyor kendini
Ancak böyle delinir bir insanın ciğeri.
Hikâye kısaydı, şairin dili uzadı
Esas olay bir sarayda yaşandı.
Şeytan işini yapar, insan hataya düşer
Her şeye sahip olan Züleyha
Niyet etti nefsini de güldürmeye
El uzatınca beyaz gömleğe
Ortadan yırtıldı bir bulut
Yağmur değildi yağan, kor ateşti
Duvarlar birden tutuşuverdi
Yüzü yanınca rabbine döndü Yusuf
Sırtına vuruldu “masum” damgası
Kapılar her zaman umuda açılmaz
Dile kilit vurmadan bela savuşmaz
Göz güzeli arar lakin aynalar da aldanır
Yürek ancak Yaradan’a adanır
Kapı var zindanlara açılır
Alemlerin rabbi dilerse
Kuyudan Sultanlar çıkarır.
Bir rüya yorum bekliyor gözlerden ırak
Bir mahkûm sabırla suluyor gülleri.
Bir bıçak bileniyor titreyen ellerde
Bir gömlek kanıyor, bir âşık boyanıyor.
Ateşten olsa giyer eskitirdik.
Bu daracık dünyada,
Bu gömlek bir beden bol gelir bize.
***
YOL SORAN
Kendimi bulamadım ki
Nasıl kaybolayım bu şiirde
Gözlerim bir ırmak arıyor
Yarım kalan düşlerim kayıp giderken.
Uykuyu gösterip rüyaya razı et beni
Yağmuru çekiyor saçlarım
Düz olsa tarardım, ruhum dağınık
Buluttan haritalar uzayıp gidiyor
Benim yıldızım hangisi
Eğri büğrü sözlerle geldim kapıya
Yapışmıyor dilim bir türlü damağa
Geçemedim eşikten öteye
Düşeyim yollara, sorayım dağlara
Çiçekler açar mı dilimdeki kilidi
Kıvrılan bir yol bulayım kendime
Ne çok yol var, sarmışlar dünyayı
Hangi ip çeker bu rüyayı
Ömür dediğin bir göç hikayesi
Güller halimi sorsa sararır şimdi yüzüm
Kızarırdı eskiden adım anılınca
Boncuk dizilirdi alnıma
Çiğ düşmüş yaprak gibi
Titrerdi kalbim
Kazma-kürek incitmez de insanı,
Ham söz çok yoruyor kalbi.
Kaygan dili örse koyup kırk çekiçle dövmeli.
ÇAĞIN HASTALIĞI Nereden nereye geldik de
İnsandan insana varamadık
Köprüler kurduk, nehirler böldük
Bir selam geçiremedik karşıdan karşıya
Bu kadar yakınken dokunamadık yüreklere
Bolluk çağındayız da insanı seçemiyoruz uzaktan
Bakıp da göremediğimiz hayatlar nerede yaşanıyor
Kara gözlükler de puslanır mı soğukta acep?
Her derdimize derman olan
Muhabbet kalkınca ortadan
Boşluğa düştü insan, bunalım takılması ondan
Manasız bakışlarla maddeye bağlandık
Hayata anlam arıyoruz oturduğumuz yerden
Rahatlık batmalı, dert aratmalı
İnsan olduğunu hatırlatmalı ki
Kalkıp bir şey yapmalı
Eskiden insanlar şükür bilir, kanaat ederdi
Her şey yaşlı bir ninenin yüzü kadar netti.
Sade ve yavaş hayat ne bereketliydi.
İnsan insana yeterdi.
Çağın hastalığı, ihtiyaçlar listesi
Doymayan nefsin yeni reçetesi
Ruhun gıdası mı diyor birisi?
Çok kısık geliyor sesi.
***
KARLI DAĞDA SOLAN GÜL
Yirmi beş mart iki bin dokuzdu,
Bir gül düştü karlı
dağlara.
Sarsıldı bütün dağlar,
kalktılar kıyama
Alıp bastılar bağırlarına,
Hilal kaşlı alp yürekli
yiğidimizi.
Tanıdılar onu kartal bakışlarından,
Bozkurtların ağlayışından.
Beyaz örtülerine sardılar
incitmeden.
İçin için yanmaya başladı
bağrımız.
Her yer bembeyazken
Bu kara habere inanamadık.
Kar koydukça yüreğimize
Kül savruldu içinden
Artık dağlara her kar
yağdığında,
Başımıza dolayıp dumanı,
Bayrağa her bakışımızda,
Sesin dalgalanır durur
içimizde.
Ne çok sevenin varmış,
birbirinden habersiz.
Demek seven insanlar
birmiş,
Şeksiz şüphesiz.
Kar taneleri şahit;
Adın insanın yalın hali,
Yüzün Türk’ ün tanımıydı.
Sevdası vatan olan
şehidim;
Yarım kalan hikâyen ,
Bütün oldu tek yürekte.
***
SÖZÜM ŞİİRDEN İÇERİ
1.
Şair sözü değil de
Dünya yalana teslim
Hakikati duyabilirse
Irmağın sesi, olur şairin nefesi
Dilde mana bulamazsan
Yüzlere sor, çizgili bir defter sana
Eskimeyen sözü,
Yeni güne söylemekse şiir
Her seher vakti, bir umut yeşermesi
Hayat bir soru mu ki cevap arıyorsun
Yükün dağlardan ağır farkında mısın
Kalbin kadar yer yakarsın
2.
Şair, kelimeler ki şükür biletlerin
Yansa da dumanı çıkmasın
Şiir, kalbe yürüyen ateş, dile düşen aşk.
Bir dilek tutar gibi bir yayı gerer gibi
Dizer kelimelerini şair
Koynunda sakladığı kalemle
Çizer kâğıda resmini
Hayata çatmış ki izi kalmış dilinde
Herkes işinde gücünde,
Hayat akıp gidiyor
Yuvarlanıp gitmez şair
Bir yerde durur, kalbi durulur
Kısık sesleri, taze acıları en erken o duyar
Ve haykırır: İnsan var diye
Şehir uğuldasa da o yağmuru bekler
Şiir bir gök çekimidir
Gözü sular mısralar,
Toprak umuttur.
***
YAKIN SES Dil çözülür, gönül bağlanır
Hayat, insanda mana aramaktır
Bütün sesler yabancılaşınca,
İnsan ilk duyduğu sesi arar da
Kalbini dinler.
Kendisiyle baş başa kalan yalnız mıdır?
Ruhla beden ayrı mıdır?
Şiir bir sestir tenhada
yakalar seni
Çözer dilin sırrını
Mutluluğun resmi varmış.
Yalnızlığı herkes kendi çiziyor,
Gölgesine bakınca görünüyor
İnsanın yalın hali.
Ardında cevapsız sorular bırakıp giden
Bir yudum insan,
her şeye muhtaç
Sen buradasın, O her yerde ,ben ıssız
Ruhum kıvranıp duruyor,
Bir kalıba giremedim, fazla inceyim
Duyduklarıma inanıyorum
Gördüklerim hep sahte
***
TÜRKİSTAN’DAN YEMEN’E YAKIN ACILAR TARİHİ
Sıcak haber Yemen’den gelir:
“Her on dakikada bir çocuk ölüyor”
Şol Yemen’de kalan yüreğimiz yeniden dağlanıyor
Dünyayı geçtik, ey Müslüman sana ne oluyor!
Sesin neden duyulmuyor?
Çöl bile utancından yangınını içe verirken.
İnsan ne zaman gündem olacak şu süfli dünyada.
Medine sokaklarında nur yüzlü bir çocuk
Adı Yemenli Muhammed
Oyun çağında, oyuncak satıyor
Oturmuş bir köşe başında
Bakmak cesaret ister, bu derin gözlere
Yüzünde hüzün, gönlünde gam olan uzak değildir bize
Hemen yer açılır gönül hanemizde
Doğu Türkistanlı bahtı karalı
Ne güzel ad vermişler: Nur Ali
Anlatmaya gerek var mı ahvalini
Annesi hapiste, babası kayıp, kardeşleri sürgün,
Nasıl dayansın el kadar yavru bu acıya.
Bir merhem bulmak için bağrındaki yaraya,
Gelip sığınmış yurt bildiği Anadolu’ya.
Şöyle bir resim vardı hatırlayın,
Elele tutuşmuş, rengarenk çocuklar
Dünyayı sarmışlar, kardeşlik şarkılarıyla.
Hep sahte mi çıkacak bu rüyalar?
Bir çocuk öldüğünde, bir yetim ağladığında
Durmuyorsa dünya; kırılsın çarkı, yıkılsın barkı.
Simsiyah doğsun gökkuşağının rengi.
İnsan, gide gide saflığa, çocukluğa varamıyorsa,
İnsanlık da böylece düşer karaborsaya.
Vicdan: yürek taşıyanları fişleyen ajan.
Adın yoksa listede sen haline yan.
Kör dünyanın gözü önünde, bir millet yok ediliyor
Ses ver ki seni görelim ey İslam alemi!
Dil söylemeden din yaşanır mı?
***
YAZMAK
Yazmak rahatlatır sanmıştım,
Meğer dert kapısını açmışım.
Yığılınca kelimeler üstüme,
Kaçmak istedim dilsizler ülkesine.
Yazmasam ölmem lakin
Ahdım kalır kalemde.
İçi kağıdı dışı âlemi yakar
Kılıç yarasından derin.
Hangi söz yazıyı canlandırır,
Kaç kitap bir ağacı öldürür,
Mürekkebi kurumadan.
Kelimelerle yürüyen hayatta,
Zamanı aşan iç sesleri duyabilmek,
Kalem marifetiyle, yürek yordamıyla.
Suyun gözünden kana kana mürekkep çekmek.
Yazı, bir çift göz hatırası
Neyi bulmak için kazıyor hayatı.
Canlı söze ulaşınca
Bir ırmak gibi yerine oturmalı.
Kısadır insan hikayesi
Ondan hisse vermeli.
Bütün yazılanlar silinir de
Kalır insanın alın yazısı.
***
FOTOĞRAFA BAKMAK
Masum bir çocuğun
Mana dolu gözleri
Mülteci bir annenin
Haritaya dağılan gözyaşları
Kuruyan çeşmenin içli feryadı gibi
Ekrana düşünce kırılmış.
Bin parçadan bize düşer mi biri?
Birazdan kayıp gider unutkanlığa
Nereye kaydettik, neyi kaybettik,
Hatırasız geçen günlerde,
Hayat yaşanmış mıdır?
Büyük fotoğrafa bakın diyor
Büyük laf edenler.
Acılar ayrıntılara sığmıyor oysa
Gözlerimiz biraz alıştı da
Gönlümüz yorgun düştü.
Başı hüzne gömülü,
Yüzü toprağa dönük bir kadın resmi,
Hangi kalbin kapağıdır?
Çerçevesiz bir acıyı, habersiz çekmişler
Doğal olunca ödül de almış.
Duygulandık, ad koyamadık.
Kalbe dokunmayan göz yanılmasıdır.
***
UZUN SÜREN HAZIRLIK
Ömer Yalçınova’ya
Her şey mükemmel olsun dendi.
Eksik bir şey kalmasın.
İnsan kusursuz olmaz ama törenler olmalıydı,
Bu kadar masraf boşuna yapılmadı.
Provalar yapıldı, hazırlıklar tamamdı.
Endişeli bekleyiş, rezil olma korkusu,
Kol geziyor durmadan siyah gözlük korosu.
Gergin bir gün doğrusu.
İşin önceliği, büyüklerin beğenisi
Ter siliyor ha bire şık giyimli birisi
Telefonlar susmuyor
“Tamam, anladım” sonlu
Karışılmaz işine, akıl ermez sırrına
Ansızın başladı bir yağmur
Hiç hesapta olmayan,
Altüst oldu planlar
Kaç gün süren hazırlık, oldu iki saniyelik
Islanmaktan korkanlar, nazarlardan kaçanlar,
Avucunda bir damla saklamayanlar,
Sadra şifa sözlerle yüreklere su serpecek öyle mi ?
Çok önemli toplantı, kapalı kapılar ardında kaldı.
Sohbeti ortadan bölen meczup gülüşü gibi,
Çıkıverdi gökkuşağı.
Yalnız çocuklar gördü onu, rengarenk gözleriyle
Altından geçmek için başladılar yarışa.
Biz dönelim hayata,
Delik ayakkabılarla yağmura koşanlara,
Çorabını sıkan çocuklara,
Işıl ışıl gözleri, duru su gibi sözleri.
***
TÜRKİYE KADERİMİZ
Coğrafya kadermiş,
Bize Türkiye düştü.
Ne güzel bir hediye,
Şükür rabbimize.
Kanımız karıştı, terimiz bulaştı.
Bin yıldır işledik toprağını.
Hasadımız dolu bereket,
Bedeli ödenmez, şehadet.
Türkü yaktık dağlarına,
Irgat olduk ovasına,
Bir ferahlık var havasında,
Sıcacık bakış Anadolu.
Mazlumların son umudu,
Yükselip bayrak oldu.
Son kalesidir İslam’ın,
Yıkılmaz gavurun sarhoş narasıyla.
Sıcak ekmeğimiz, gülen yüzümüz,
Bölüşünce iner ancak yükümüz.
Kıymeti yoktur dünya malının,
Gönül muhabbetten ırak olmasın.
Türk zor zamanlarda belli olur,
Ortaya çıkınca namert kaybolur.
Dara düşenler hep bizi bulur.
Derdi derdimizdir, payidar olsun devletimiz.
Ağır yüktür Türkiye, yüreği yeten gelsin beriye.
***
DELİ TÜTÜN
Fazlı Bayram’a
Yanlış kıyıdan başlamadık hayata,
Kıraç topraklardan savrulduk.
Elimiz alnımızda selamladık öğle sıcağını.
Güneş yanığını bilmeyiz,
Alın terimizden kararır kollarımız.
İnsanın dünyaya karışmamış hali,
Bitkinin bozulmamışıdır deli.
Bak yaprağa, damar damar onun da canı var.
Toprağı unutan ölümü nasıl hatırlar.
İnsan dumansız ah çeker.
Taze yaraya acı tütünler eker.
Yar gelmese de gül yollarda biter.
Dilimizi bağladı bağlamanın teli,
Soğudu çayımız, kül eridi, söz bitmedi.
Türkü su gibidir, âşık kandırır,
Bağrındaki yara türlü türlüdür.
Bu havalar bizim, uzun sürer düşümüz.
Atların rüyası nasıldır bilmem,
Şiir nedir deseler, nal sesleridir derim.
Adın toprağın sıfatı,
Bahtın açık mavi olsun.
Uçurumlar çağını çoktan geçtin.
Rüzgârın her savurduğu zülüf,
Mor belik değil, aldanma.
Tütün kağıdını yakar mı bu şiirler,
Mektup da gelmiyor artık yardan,
Nerden ateş alıyor kalbin.
Sen yokuşa sür tayları, biz hayra yoralım.
Yolda anlatırım uzun susuşlarımı.
TÜRKİSTAN’DAN YEMEN’E YAKIN ACILAR TARİHİ
Sıcak haber Yemen’den gelir:
Yazmak rahatlatır sanmıştım,
Sıcak haber Yemen’den gelir:
“Her on dakikada bir çocuk ölüyor”
Şol Yemen’de kalan yüreğimiz yeniden dağlanıyor
Dünyayı geçtik, ey Müslüman sana ne oluyor!
Sesin neden duyulmuyor?
Çöl bile utancından yangınını içe verirken.
İnsan ne zaman gündem olacak şu süfli dünyada.
Medine sokaklarında nur yüzlü bir çocuk
Adı Yemenli Muhammed
Oyun çağında, oyuncak satıyor
Oturmuş bir köşe başında
Bakmak cesaret ister, bu derin gözlere
Yüzünde hüzün, gönlünde gam olan uzak değildir bize
Hemen yer açılır gönül hanemizde
Doğu Türkistanlı bahtı karalı
Ne güzel ad vermişler: Nur Ali
Anlatmaya gerek var mı ahvalini
Annesi hapiste, babası kayıp, kardeşleri sürgün,
Nasıl dayansın el kadar yavru bu acıya.
Bir merhem bulmak için bağrındaki yaraya,
Gelip sığınmış yurt bildiği Anadolu’ya.
Şöyle bir resim vardı hatırlayın,
Elele tutuşmuş, rengarenk çocuklar
Dünyayı sarmışlar, kardeşlik şarkılarıyla.
Hep sahte mi çıkacak bu rüyalar?
Bir çocuk öldüğünde, bir yetim ağladığında
Durmuyorsa dünya; kırılsın çarkı, yıkılsın barkı.
Simsiyah doğsun gökkuşağının rengi.
İnsan, gide gide saflığa, çocukluğa varamıyorsa,
İnsanlık da böylece düşer karaborsaya.
Vicdan: yürek taşıyanları fişleyen ajan.
Adın yoksa listede sen haline yan.
Kör dünyanın gözü önünde, bir millet yok ediliyor
Ses ver ki seni görelim ey İslam alemi!
Dil söylemeden din yaşanır mı?
***
YAZMAK
YAZMAK
Yazmak rahatlatır sanmıştım,
Meğer dert kapısını açmışım.
Yığılınca kelimeler üstüme,
Kaçmak istedim dilsizler ülkesine.
Yazmasam ölmem lakin
Ahdım kalır kalemde.
İçi kağıdı dışı âlemi yakar
Kılıç yarasından derin.
Hangi söz yazıyı canlandırır,
Kaç kitap bir ağacı öldürür,
Mürekkebi kurumadan.
Kelimelerle yürüyen hayatta,
Zamanı aşan iç sesleri duyabilmek,
Kalem marifetiyle, yürek yordamıyla.
Suyun gözünden kana kana mürekkep çekmek.
Yazı, bir çift göz hatırası
Neyi bulmak için kazıyor hayatı.
Canlı söze ulaşınca
Bir ırmak gibi yerine oturmalı.
Kısadır insan hikayesi
Ondan hisse vermeli.
Bütün yazılanlar silinir de
Kalır insanın alın yazısı.
***
FOTOĞRAFA BAKMAK
Masum bir çocuğun
Mana dolu gözleri
Mülteci bir annenin
Haritaya dağılan gözyaşları
Kuruyan çeşmenin içli feryadı gibi
Ekrana düşünce kırılmış.
Bin parçadan bize düşer mi biri?
Birazdan kayıp gider unutkanlığa
Nereye kaydettik, neyi kaybettik,
Hatırasız geçen günlerde,
Hayat yaşanmış mıdır?
Büyük fotoğrafa bakın diyor
Büyük laf edenler.
Acılar ayrıntılara sığmıyor oysa
Gözlerimiz biraz alıştı da
Gönlümüz yorgun düştü.
Başı hüzne gömülü,
Yüzü toprağa dönük bir kadın resmi,
Hangi kalbin kapağıdır?
Çerçevesiz bir acıyı, habersiz çekmişler
Doğal olunca ödül de almış.
Duygulandık, ad koyamadık.
Kalbe dokunmayan göz yanılmasıdır.
***
UZUN SÜREN HAZIRLIK
Ömer Yalçınova’ya
Her şey mükemmel olsun dendi.
Eksik bir şey kalmasın.
İnsan kusursuz olmaz ama törenler olmalıydı,
Bu kadar masraf boşuna yapılmadı.
Provalar yapıldı, hazırlıklar tamamdı.
Endişeli bekleyiş, rezil olma korkusu,
Kol geziyor durmadan siyah gözlük korosu.
Gergin bir gün doğrusu.
İşin önceliği, büyüklerin beğenisi
Ter siliyor ha bire şık giyimli birisi
Telefonlar susmuyor
“Tamam, anladım” sonlu
Karışılmaz işine, akıl ermez sırrına
Ansızın başladı bir yağmur
Hiç hesapta olmayan,
Altüst oldu planlar
Kaç gün süren hazırlık, oldu iki saniyelik
Islanmaktan korkanlar, nazarlardan kaçanlar,
Avucunda bir damla saklamayanlar,
Sadra şifa sözlerle yüreklere su serpecek öyle mi ?
Çok önemli toplantı, kapalı kapılar ardında kaldı.
Sohbeti ortadan bölen meczup gülüşü gibi,
Çıkıverdi gökkuşağı.
Yalnız çocuklar gördü onu, rengarenk gözleriyle
Altından geçmek için başladılar yarışa.
Biz dönelim hayata,
Delik ayakkabılarla yağmura koşanlara,
Çorabını sıkan çocuklara,
Işıl ışıl gözleri, duru su gibi sözleri.
***
TÜRKİYE KADERİMİZ
Coğrafya kadermiş,
Bize Türkiye düştü.
Ne güzel bir hediye,
Şükür rabbimize.
Kanımız karıştı, terimiz bulaştı.
Bin yıldır işledik toprağını.
Hasadımız dolu bereket,
Bedeli ödenmez, şehadet.
Türkü yaktık dağlarına,
Irgat olduk ovasına,
Bir ferahlık var havasında,
Sıcacık bakış Anadolu.
Mazlumların son umudu,
Yükselip bayrak oldu.
Son kalesidir İslam’ın,
Yıkılmaz gavurun sarhoş narasıyla.
Sıcak ekmeğimiz, gülen yüzümüz,
Bölüşünce iner ancak yükümüz.
Kıymeti yoktur dünya malının,
Gönül muhabbetten ırak olmasın.
Türk zor zamanlarda belli olur,
Ortaya çıkınca namert kaybolur.
Dara düşenler hep bizi bulur.
Derdi derdimizdir, payidar olsun devletimiz.
Ağır yüktür Türkiye, yüreği yeten gelsin beriye.
***
DELİ TÜTÜN
Fazlı Bayram’a
***
NİSAN YAĞMURU
Mübarek bir doğuma hazırlanan yeryüzü,
Onu
arındıran Nisan Yağmuru,
O
gün aldı adını.
Rahmet
oldu alemlere, sağanak sağanak
Irmaklar
ve denizler sırılsıklam.
Doğunca
ebediyet nuru
Gökyüzü
aydınlandı, yerin yüzü güldü
Yüzünü
yağmura dönenler
Aşk
deryasını boyladı
Düşen
her damla,
İnciye
dönüşüverdi okyanusun koynunda.
Yeşeriverdi
çöller.
Bu
gelişle yeniden dirildi dünya.
Gökteki
yıldızlar,
Işığını
O’ndan aldılar
Birer
ayet gibi nakşedildiler
Görünce
en mutlu olunan insanı gördüler,
Geçmiş
ve gelecek.
Kardeşlerimi
özledim buyurdu.
Yüzü
hep tebessümdü.
Ona
kardeş olmak ne büyük nimet.
Selam
durur kalbimiz, duyunca adını
Biz
de alsak selamını, bir rüya bitimi.
Herkes
duydu ismini, müminler kalbinde buldu.
Gül
kokusu sarınca bütün alemi
İçten
yanmaya başladı yürekler
Mübarek
hırkadan pay almak da var.
Dinmeyen
yağmur kuşatıverdi çölü.
Toprak
hiç böyle kokmamıştı.
Ay
ikiye bölündü, aşkıyla durmadan döndü
Bulutlar
perde oldu, mahcup güneş saklandı
Adı
Muhammed gönle muhabbet
Daima
düşünceli hâli
El
Emin’di bir adı
Kalbe
şifa sözleri, yolumuzun izleri
Mübarek
alnında sabır çizgileri
Yağmurun
ömrü yeter mi seni anlatmaya
Adını
duyunca gözlerden başlar akmaya
Cebrail
ve melekler, göğsünü yardılar
Dünyanın
en güzel kalbine şahit oldular
İki
cihan güneşi, güle hayat nefesi
Seni sevmeden giden birisi
Aldatmış sayılır kalbini
Çocukların
dostu, yetimlerin babası
Neden
çok seviyor onlar seni
Kalplerinden
başka yok sermayeleri
Çocukluğun
beyaz bir bulut
Gölgesi
hep üstümüzde
Hayatın
ter temiz sayfa
Ezelden
ebede çağlayan ırmak
Gönülde
dillenen ilk senin adın
Yabancı
değil bize, garipliğin, yetimliğin
Hüzün
peygamberim.
***
HASAN EJDERHA İLE KİTAPLARI ÜZERİNE SÖYLEŞİ
Enver ÇAPAR: İkinci şiir kitabınız “Ceylanla Ağlamak” nedir şairi ceylanlarla beraber ağlatan, yaralı bir ceylanın gözleri mi vurdu sizi?
Hasan
EJDERHA: Önce kitabın adını konuşalım. “Ceylanla Ağlamak” Kitabın ilk
adı; yani uzaktan görünüş adı… Yakın adı ise; yani kitap ile hem hal olunduğu
andaki adı ise: “Marallar Oymağında Bir Ceylanla Oturup Ağlamak” Evet, yaralı bir ceylanın gözleri vurdu beni.
Sorunuza aynen “evet” diyorum. Lakin mecazi bir ceylan buradaki ceylan. Bizim
fikrimiz, estetiğimiz, gönlümüz, aşkımız hep yaralı, hep yaralı olarak gelmiş,
yaralı olarak gitmektedir. Belki de biz hüzün medeniyetinin çocukları yaralı
olmalıydık. Yani dertli olmalıydık. Elhamdülillah ne kadar çok derdimiz var
değil mi? Biz de derdimizi öyle çok seviyoruz ki; bakınız “elhamdülillah”
diyoruz. Ne güzel ediyoruz. Biz
dertlerimizi seviyoruz ve dertlerimiz için hamdediyoruz.
Enver ÇAPAR: Kuşların cıvıltısı
çocukların şarkılarına karışıyor şiirlerinizde,
kuş olup uçmak mı şiir yazmak?
Hasan
EJDERHA: “Kuşların cıvıltısı
çocukların şarkılarına karışıyor şiirlerinizde” Bu ifadeniz bir şair için
mutluluk verici. Ayrıca soru öyle şiiriyetli ki şiir konuşurken, şiir kitabı
konuşurken böylesine güzel bir soru her şairi mutlu eder. Evvela sorunun
güzelliği için teşekkür ederim. “kuş olup
uçmak mı şiir yazmak?” Biliyor musun Enver Hocam? Bu soru ile ilgili yetmiş
iki saat konuşabiliriz. Kelimelerin kanatlarında havalanarak ses avcılığına
çıkmak, şiire kanatlanmadan önceki halinden çok çok farklı olarak göklere
çıkmak “kuş olup uçmak” değil de
nedir? Tekraren belirtmeliyim ki tabirinizi çok sevdim. Öyle bir uçmak ki şiir
yazmak: Normal bir uçmak da değil; esrik bir halde uçmak, bazen ne söylediğinin
farkına söyledikten sonra varmaktır. Bazen öyle bir mısra söyler ki şair;
şaşırır kalır mısraı söyleyince. Şaşırıp kaldığı o mısra ile ilgili ne bir
beslenmesi vardır oysa ne de üst bilgilenmesi; ama söylemiştir. Söyleyince bir
daha uçar şair. Bu defa daha önce hiç kanat çırpmadığı yeni bir alanda
uçmaktadır artık. Böylece şiirdeki macerası da başlamış olur.
Enver ÇAPAR: Eline bir taş alıp
dev bir tankın karşısına dikilen Filistinli bir çocuğun resmi geliyor gözümüzün
önüne, şiir yazılmaz da yazdırılır mı yoksa?
Hasan
EJDERHA: Yunus demiş ya en güzelini:
“Behey Yunus sana söyleme derler
Ya ben öleyim mi söylemeyince” Dünyanın hali ortada. Nerede Müslüman varsa hepsi mazlum. Zulüm üstüne zulüm… Zulüm altında inleyenler tükeniyor da neredeyse, zalim zulme doymuyor bir türlü. Hadi şair ol da yaşa bu dünyada; söylemeden yaşa yaşayabiliyorsan. İnsanın, görünce, duyunca, canını çıkaracak hadiseler oluyor dünyada her saniye. Bir de vurdumduymazlıkları, kanıksamaları, aymazlıkları, hainlikleri düşünün yeryüzünde gün be gün derecesi artan hainlikleri. Öyle hainlikler ki; hainlik yapılan insanlara hainliklerini fark ettirmeyecek kadar büyük ve iyi hesaplanmış hainlikler… Çiçekler tepeleniyor. Çocuklar ölüyor. Anneler ölüyor. Dünyanın İslam Mimarisine ait envanteri de bu arada yer ile yeksan ediyor. Canların yanında İslam Estetiğine ait, İslam varlığına ait ne varsa sanki bilinçli olarak yok edilmeye çalışıyor. En acısı da bu değerlerin sahipleri tam olarak farkında değil olanların ve ağlamak şairlere düşüyor. Böyle bir kargaşada o kadar kısık çıkıyor ki şairlerin feryatları; kimseler duymuyor.
Ya ben öleyim mi söylemeyince” Dünyanın hali ortada. Nerede Müslüman varsa hepsi mazlum. Zulüm üstüne zulüm… Zulüm altında inleyenler tükeniyor da neredeyse, zalim zulme doymuyor bir türlü. Hadi şair ol da yaşa bu dünyada; söylemeden yaşa yaşayabiliyorsan. İnsanın, görünce, duyunca, canını çıkaracak hadiseler oluyor dünyada her saniye. Bir de vurdumduymazlıkları, kanıksamaları, aymazlıkları, hainlikleri düşünün yeryüzünde gün be gün derecesi artan hainlikleri. Öyle hainlikler ki; hainlik yapılan insanlara hainliklerini fark ettirmeyecek kadar büyük ve iyi hesaplanmış hainlikler… Çiçekler tepeleniyor. Çocuklar ölüyor. Anneler ölüyor. Dünyanın İslam Mimarisine ait envanteri de bu arada yer ile yeksan ediyor. Canların yanında İslam Estetiğine ait, İslam varlığına ait ne varsa sanki bilinçli olarak yok edilmeye çalışıyor. En acısı da bu değerlerin sahipleri tam olarak farkında değil olanların ve ağlamak şairlere düşüyor. Böyle bir kargaşada o kadar kısık çıkıyor ki şairlerin feryatları; kimseler duymuyor.
Enver ÇAPAR: “Hasta Anneler
Ülkesi” şiiriniz bir hüzün sağanağı annelerinden mi alır şairler ilhamlarını?
Hasan
EJDERHA: “Hasta Anneler Ülkesi” şiiri:
Filistin’den Bosna’ya, Çeçenistan’dan Afrika’ya kadar, oradan benim, yirmi beş
yıldır omurilik felcinden dolayı ayakları tutmayan anneme kadar bütün annelerin
şiiri. Filistin’de, boynundaki mavi kurdeleli emziği ile ölen çocuktan,
Gazze’de yüzü yaralanan minicik kız çocuğuna, Şam’da, Halep’te, Bağdat’ta,
dünyanın bilmem neresinde ölen çocuğun annelerinin ve annesi ölen çocukların
hüznüdür “Hasta Anneler Ülkesi”
şiiri. Dünyada Annesi ölen çocuklar ile Çocuğu ölen annelerin hüznü birikti ve
benim annem penceresinden hüzün sağanağına dönüştü yüreğimde. Bu yangından
ortaya çıktı “Hasta Anneler Ülkesi
şiiri.
Enver ÇAPAR: Niçin şiir
yazıyorsunuz? Beslendiğiniz kaynaklar neler?
Hasan
EJDERHA: “Ya ben öleyim mi
söylemeyince” mısraında olduğu gibi. Bunca hal içinde söylememek olur mu?
Kaldı ki söylemeden zaten yapamaz şair. Belki dünyadaki bunca hallerden neşet
ediyor şiir. Esas manada şiir bu değildir belki de. Belki de bir feryat şekli,
bir itiraz şeklidir bu şiirler. Belki de şiir bambaşka bir şeydir. Belki de biz
şu anda şeytan taşlamaktan namaz kılmayan vakit bulamaz bir durumu yaşıyoruzdur
şiir noktasında. Oysa medeniyetin şiirini yazmak, medeniyetin güzelliklerini,
mısraların estetiğinde damıtmak daha lezzetli olsa gerektir şiir ve şair
açısından.
Beslendiğim kaynaklara gelince:
Buraya kadarki sohbetimizde bahse konu acılarla beslenmişiz esasında. Diğer
taraftan üstatlar manasında da beslenme kaynakları var elbette. Divan edebiyatı
şerhlerinin kıyısından bucağından tırtıklamalarla beslenmek, beslenmek
denilebilirse buna. Ne yazık ki aslını okuyamadığımız, anlayamadığımız bir
hazine sandığı olarak duruyor divan edebiyatı ama değerlendiremiyoruz.
Anlayanlar ise teknisyen olmaktan öte gidemiyorlar. Divan edebiyatını tam
olarak bilen anlayanlar var elbette. Lakin biz onların şerhlerini bile
anlamaktan yoksun olarak yetiştik. Esas beslenmemiz ise: özellikler bizim nesil
için Yunus, Mehmet Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Cemil Meriç, Nurettin
TOPÇU… Ve romanlar, Hikâyeler… Bunların üstüne; tüm bunların üstüne köydeki
çocukluk ve o yerli kültürün unsurları. Bizim evde kışın belirli günlerinde
“siret” okumaları mesela… Hazreti Ali- Kan Kalesi hikâyeleriyle büyümek bir
başka. Sonra bir sümbülün, nergisin her yıl aynı yerden yeniden fışkırdığını
görmek ve bir sonraki yıl aynı güzelliğin, yine aynı yerden doğacağını bilmek ve
bununla yaşamak şiir, sanat edebiyat için beslenme kaynağı değil de nedir?
Enver ÇAPAR: Modern şiir modası
var günümüzde anlamsız, bağlamsız, köksüz, ahenksiz kelimeler yığını başka bir
deyişle, nedir şiir sizce?
Hasan
EJDERHA: Şiir benim hayat tarzım, inanç, estetik, gelenek ve sanat merkezli
hayata bakışım, yaşayışımdır adeta. “Vurulup
Vurulup Kıvranmaya Tiryakiyim” demişim bir şiirimde. Vurulup vurulup
kıvranmaktır şiir. Bizim medeniyetimizde kelamın gücü ve kelama verilen değer
malum. Sözün özden söylenmesidir şiir. Söylenenin söylemeden edilememesidir. Söylemeden
edilemeyen söz söylenince bir daha söylenme arzusudur şiir.
Modern
şiir modasından ziyade, şiiri kaybettik biz. Günümüzde kaç tane şair varsa o
kadar şiir ekolü var. Bu kadar ekol varken de ortada şiir yok. En kötüsü de
şiir okunmuyor. Belki de okunacak şiir bulunamıyor. Durumu biraz hafifletecek
olursak; sadece gruplar kendi grubundaki şairlerin şiirlerini okuyor; o da
yalap şalap şap bir okuma. Günümüzde şair sayısı kadardır şiir okuyucusu. Bir
kere Türk Şiiri damak tadını yitirmiştir. Ne bir ortak sanat anlayışı ne bir
ortak ıstılah var. Belki ölçülü şiir söylemeyi terk edip, (kaybedip demeliyim),
Ölçülü şiiri bilmeden serbest söylemeye başlayınca şiiri, şiiriyeti, sanatı,
estetiği de birlikte kaybettik. Pergelinin iğnesinin nerede durduğunu kontrol
ettikten sonra çizmelidir dairesini şair. Sen hangi medeniyetin şairisin? Hangi
medeniyete dair güzel sözler söyleyeceksin? Bu ve buna benzer soruların
cevabında yatmaktadır günümüz şiirinin hali.
Enver ÇAPAR: Sage Yayıncılık’tan
çıkan, (Ankara Ocak 2013) “Maraş’ın Cezbeli Gülleri” üç kuşak
Kahramanmaraşlıların yakından tanıdığı, şakalaştığı, hoş sohbet olduğu, kimi
zaman da sırlı ve mânalı davranış ve sözlerinden kalben korkup temenna ettiği delilerini,
sizin ifadenizle “Cezbeli Gülleri”ni otobiyografik hikâye şeklinde yazmışsınız,
delilerden başka yazacak kimse kalmadı mı?
Hasan
EJDERHA: İtiraf etmeliyim ki; Maraş’ın Cezbeli Gülleri kitabımı
çıkarırken şöyle düşünmüştüm: Bu kitapta hikâyelerini anlattığım (Maraş’ın
meczupları, halk tabiriyle Maraş’ın delileri) mübareklere borcumu ödeyeyim
kitap vesilesiyle diye düşünmüştüm. Zira onlar benim dostlarım. Ortaokul ve
lise yıllarımın hafta sonlarının çoğunu onlarla geçirdim adeta. Çünkü onlarla
çok güzel hatıralarım var. Daha sonra da esas işime bakayım demiştim. Hikâye,
roman ve şiir kitaplarım var yayına hazırlanan. Fakat bu kitap bambaşka bir
ilgi gördü. Anladım ki; sen neler yazarsan yaz. Ne akademik çalışmalar ne edebi
çalışmalar yaparsan yap. Yazdıkların bu milletin zeminine, kendi öz değerlerine
hitap etmiyorsa; hitap ettiğin o elit kesim hikâye. Bu kitapta anlattığım
hikâyelerin çoğu malumu ilandır beklide. Fakat herkes kendinden bir şeyler
bulmuş olacak ki MARAŞ’ın Cezbeli Gülleri kitabında beklemediğim bir ilgi ile
karşılaştım. Kim bilir, belki de o mübareklerin muhabbeti hatırınadır tüm bu
olanlar…
Enver ÇAPAR: Son çıkan kitabınız “Sokakbaşı”
romanı neyin kimin hikayesini anlatıyor? Hangi sokaklarda geçiyor bu macera?
Sokakbaşı romanım bir sokakta
geçmiyor. Kahramanları bir sokağın ahalisi değil. Ancak bir sokak, Şehr-i
Maraş’ın meşhur bir sokağı adını verdiğine göre romana, elbette o sokak da
anlatılıyor. Hatta romanın ana merkezi Sokakbaşı diyebiliriz. Roman’ın
kahramanlarının tamamını ortak özelliği Sokakbaş’ından gelip geçmiş olmaları.
Bu aşağı yukarı böyle. Soruya dönecek olursak; Sokakbaşı romanı Anadolu
insanının hikayesi. Seksenli yıllar… O yılları yaşamışsanız ve eliniz kalem
tutuyorsa yazmamak kabil mi? Bir söz var ki dağlar devirecek, ya da devrilecek
dağları yerinde tutacak; söylememek kâbil mi? Yapamazsınız, sözünüz varsa
söylemeden edemezsiniz. Bizler, Anadolu insanı, hikâyesi olan insanlarız. Bizim
hikâyemiz var ve o hikâyeler anlatılmalıdır. Anlatmadan da edemeyiz. Zira bizde
her hikâye ve hikâyeyi anlatmak bir şeylere tekabül eder. Ya bir kültür nakildir
ya bir güzelliği paylaşmaktır ya da bir daha tekerrürü istenmeyen hadiselerin
ortaya koyulmasıyla, başlı başına bir ikazdır.
Sokakbaşı romanını yazmalıydım.
İnsanlar İhsan’ın aks kesen bir arabanın köy meydanında kalmasıyla tahsil
hayatının bir yıl gecikmesiyle ne acılar çekilebileceğini, orada yaşayan
ahalinin nasıl bir sadelikle yaşadıklarını ve ümmi olmanın cahillik olmadığını,
nasıl bir irfan ile hayatlarını yaşadıklarını bilmeliydi. Hayatın içinde her
zaman var olan kötülerin neler yapabileceklerini, kötülüğün ömrünün ne kadar
olabileceğini görmeliydi benimle birlikte. Hiç öngörülmeyen çaresizliklerin ve
ilginçliklerin, tevafukların hayatımızı nasıl kuşattığını; her an her hadisenin
aslında yanı başımızda ve hiç ummadığımız şeylerin bizim başımıza da gelebilme
ihtimalinin uyarısı yapılmalıydı.
Diğer taraftan “Maraş Olayları”
olarak bilinen ve temiz, tertemiz bir Anadolu şehrinin başına gelen bu olayda; “Aslında
Ne olduğunun” herkes tarafından bilinmesi gerekiyordu. Algı yönetimi ile
hayatları harcanmaya çalışılan toplumların, algı mühendisliklerine karşı
irfanla nasıl karşı durdukları ve nasıl direndiklerinin saikleri bilinmeliydi.
Sokakbaşı romanı bir tarafıyla da
okuma serüveni zor geçen gençlere, İhsan’ın çok zor geçen okuma sergüzeştini
aktararak güç vermektir.
***
NİSAN YAĞMURU Kutlu bir doğuma hazırlanan yeryüzünü
Arındıran Nisan yağmuru
O gün aldı adını.
Rahmet olup yağdı
Alemlere sağnak sağnak
Irmaklar ve denizler
Sırılsıklam oldu
Yeşeriverdi çöller.
Bu gelişle yeniden dirildi dünya.
***
MAVİ RÜYA
MAVİ RÜYA
Bu kadar uzak mı umut
Bu uçsuz bucaksız deniz
Böyle tuzlu mu kokar
Daha gözyaşı karışmadan
Her şeyi bıraktık geride
Neden hala ensemizde dünya?
Korku, dar edince yurdumuzu
Nefes almak için açıldık denizlere
Ümit kesilmez
Ufuklar tutar elimizden.
Biz hayal kurduk hep
Oyun kuranlardan olmadık
İşte böyle hikayemiz,
Önemsenmeyen haberler
Altyazıdan geçip giderler
Akdeniz’de batan bir tekne
Görüntü alınamamış ne yazık
Kaç kişilermiş?
Uyrukları neymiş?
Rakamla yazıldı adları
Bu ölenler sayı mı ki?
Ağlayacak kadar insan kalmış ya dünyada.
***
RUHU ŞİRİN AMCA
Mustafa Ruhi Şirin’e
Gönlü geniş, ruhu şirin
Kim bu adam haydi bilin?
Çocukların şen amcası,
Hafif tombul az kısası.
Derdi dünyası çocuklar,
Onlar için tüm çabalar.
Resmini çizer çocuklar;
Burnuna patlıcan takar
Teslim olmuş çocuklara,
Şekil verir her hamura.
İyilik dolu bir kumbara,
Bir gülüşe on numara.
Çocukların hakkı var;
Bu dünya onlara dar.
Uçurtmaya takılıp,
Gökyüzünde uçmak var.
***
ŞEHİR HABERİ
Dağı taşı aşıp gelen
Ciğerleri delip geçen
Kan kırmızı bir yazı
Nasıl da yayılıyor bir uçtan bir uca
Bir yangının sarıvermesi gibi evi.
Konuşamadan anlatılan bir hikâye
Gözleri kaçırarak bakışlardan
Damla damla biriken yağmura koşmak.
Dağ gibi gövde, hilal gibi bakış
Sarılıp bayrak olmuş.
Daha dün sesini duyduk
Helalleşip sözleştik.
Habersiz geleceğim derken
Şehadet bu kadar mı erken.
Toprak ürperdi,
Bağrına düşen diri bir erdi.
Usulca süzülen yaşları
sildi.
Tanıdı, bu çocuklar bizimdi.
Hayat durdu tüm yurtta,
Duyan kalpler çalışıyor.
Bütün şehitler yaşıyor.
Hey! Sen, hüzünlenmeyen
,
Sana insan diyemem.
***
VATANIN KALBİ
Adı Mehmetçik, kalbi Allah’a açık.
Gözünde değil, gönlünde büyüttüğü,
Koynunda sakladığı vatana
Öyle bir imanla bağlı ki
Bir kelimeyle anlattı bize,
Nereden gelip nereye gittiğimizi.
Göğsünde taşıdığı Kızılelmayı
Çok uzak sanıyor bazıları
Fetihten kan anlar kalbi olmayan.
Dünya değmez beklemenize
Kavuşmak dileriz biz rabbimize
Sefer bizim Zafer Allah’ındır
Dualar zırhımız, feda canımız
Böyle biliriz.
Genç iken geçilir serden,
Yiğit kalkar düştüğü yerden,
Bu da bizim türkümüz.
Ve analar,
Cama düşen bir damla yağmura dayanamayanlar
Toprağa düşen canlara nasıl dayandılar
Önce vatan, sonra devlet oldular.
***
HOCAMIN KAPISI
Kimisine sen gez dedi
Önce nefsi bir ez dedi
Biz kapıyı çaladurduk
Kimisine etti nazar
Dükkânına kurdu pazar
Ali alır veli satar
Biz kapıda bekler olduk
İnsanlardan kaçıp durdu
Tabiatta huzur buldu
Dünya onu fazla yordu
Biz kapıda eşik olduk
İncitme der Adem’i
Yoluna serilen âlemi
Bırak gitsin kalemi
Biz kapıda bir yol bulduk
Hakikat ondan gördük
Rüyamızı erken böldük
Dünyamızı sözden ördük
Şol kapıda bir sır olduk
***
GÜLEN YÜZ
Üç
yazılım etmedi yüz
Defterimde
gülen yüz
Okul
mevsimidir güz
Çizgim
eğri sözüm düz
Ödev
olsun bu sayfa
Kitabı
koydum rafa
Şişti
yine bu kafa
Bekliyor
beni tayfa
Öğretmenim
gül bize
Neşe
kat dersimize
Elimdeki
gül size
Muhtacız
sevginize
Eğlenerek
öğreniriz
Kibirliyi
hiç sevmeyiz
Sevgimizi
pay ederiz
Köşelerde
pinekleriz.
***
BİR HAYAL UĞRUNA
Hasan Ejderha'ya
Kendinden kaçamıyorsan
Kendinden geç
İsteme bizden nasihat
Düşte gördüğün sende hakikat
Dünyaya bakıp da geç
Gözlerin sende kalsın
Közün yoksa gönlünde
Işık vurmaz yoluna
Dünyayı çoğaltıp aşkı azaltma
Bir hayal uğruna yaşa
Yüke yufka yürekli gerek
Yağmuru küstürmeden
Rüzgâra yoldaş ol
Garibin heybesinde umut.
Gecenin sırrını yaz
Işısın kâğıdın yüzü
Çölde iz aramak nafile
Göğe yazıldı ismi
Kılıç kesmez sancağın
Gölgesinde devleşen
Dolu dizgin bir sefer
Kut getirsin dolunay.
Bu atlar taşıyamaz seni
Ölümü cebinden çıkaran süvari
Bir seher vakti, duyduğun ezan sesi
Kalbinin boyandığı rengi
Bildin mi Kızılelma’yı?
***
OKURGEZER
***
ARAKAN: TOPRAĞI YAKAN KAN
Arakan,
***
CAMİDE ÇOCUK SESİ
***İNSANA DAR ZALİME KÂR DÜNYA
Bu insanlık daha kaç kez ölecek
***ÇOK MU YAĞDI KAR?
Şehit anasının bağrında kül olan kar,
*** ÇOCUĞUN GÖZÜNDE BULUT
Çocuklar için yaşarken dünya
Şehit ailelerinin dilinden...
Şahidiz, Şehadet makamındadır
***15 TEMMUZ DESTANI
Vatanın anası, her Türk kadını
***ORUÇ SESSİZLİĞİ
Oruç sessizliği ruhu doyurur
***YOLA DÜŞEN SÖZLER
Yolumu ararken düştüm dağlara
Keşke hep fuar olsa
Okul oraya dolsa
Tüccar tipli yazarlar
İçeri sokulmasa
Az kitap çok çerez konsa
Hem gezip hem okusak
Çok fazla yorulmasak
Ayraç alsak sadece
Köşede oyun kursak
Yuvarlansak çimlerde
Bir masal iki şiir
Bilmeceyi kim bilir
Dedemin tatlı sözü
Ninemin gülen yüzü
Dünyaları gezdirir.
Kerbelâ’ ya düşen yağmur
misali.
Hikayesi zor,
Su içmeden anlatılır.
Başımızda dönüp duran bela,
Bir yudum dünya.
Gözümüzde karar kılsın su
Çölde solan gül goncası bu
Göz yaşına yoldaş olan,
Duyar, Evlâd-ı Resul
kokusu
Siz ey! Fitneye dost olan
Bize toprak, size kan
Bugün On Muharrem, matem.
Ehl-i Beyt aşkına yansın
sineler.
Gamlıyız, kederliyiz
Dünya nöbetindeyiz
Sâkiden ümit kesilmez
Biz Hüseynîyiz...
Şiir yazacak yürek
aranıyor
Kalemden medet.
Hüzün sadece kelimeyse
Taşıdığımız ne bağrımızda.
***
ARAKAN: TOPRAĞI YAKAN KAN
Arakan,
İlk defa duyduk adını
Kalbimiz ne kadar yakınsa
O kadar uzaktaydı
Bir fotoğraf düştü ekrana
Yüzü kanla yıkanan insan
Anladık onlar da Müslüman
Dünyanın her yerinde zulme uğrayan
Savunmasız insan.
Neden böyle oldu?
Unuttuk kutsal öğüdü,
“Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Bölünüp parçalanmayın”
Gönül coğrafyamız tek yürek olur,
Kaldırsak sınırları
Bitirsek fitneleri
Diner mazlumun gözyaşları.
Ey İslam alemi !
Olursan tek bir.
İnsanlık yeniden dirilir.
CAMİDE ÇOCUK SESİ
Öksüz kalır tek
minare
Eksik kalır bir
tarafta
Ses aranır arka safta
Cami çocukları
özler
Hep yollarını
gözler
Suyu paslanır
çeşmenin
Boynu
bükülür herkesin
Halıları kim
bozacak
Tesbihleri kim
kıracak
İyi düşünün dedeler
Çabuk geçiyor
seneler
2.
Minaresi göğe çıkan
Yıldızlardan
ışık sağan
Mahyasına
bir ay doğan
Nur
saçılan camilerde
Büyüklerle yan
yana
Meleklerle
kolkola
Oturunca verir
mola
Dua vakti
camilerde
Camide
bir çocuk sesi
Gülümsetir
tüm herkesi
Allah
diyen her nefesi
Uzar gider
gökkubbede
Bu insanlık daha kaç kez ölecek
Çocuklar yine cennette dirilecek
Söz mü kaldı, dünya karardı
Çaresizlik sona vardı.
Yaşamayan da yaşlanıyor
Yaşına doymayan da.
Dünyanın yalanı bitmez.
Boğazı düğümlü ,uzun yol yorgunu
Damlalarla çizilmiş
coğrafyamın sınırı
Sessiz kalan unutsun çocukluğun yüzünü
Yüreği dağdan büyük, insana vuruldu bu yük
Korkuya yenilmedik, terk edildik eridik.
Dünya tozuna bulaşmadan, cennete uzanan
Bulut olup yükselen minik minik bedenler.
İnsancıl dünyada insanlık aramak boşuna.
İnsan vardır sadece
O da ikiye ayrılır, dünya ve ahiret gibi
Müminler ve münkirler.
Yaşayıp gidiyoruz, ölüp gidenler gibi…
***ÇOK MU YAĞDI KAR?
Şehit anasının bağrında kül olan kar,
Sizi üşütmüş çok mu?
Ateş düşen evlerin kapısına yağan kar,
Yollarınızı kapatmış çok mu?
Yoksulun yorganı, fakirin harmanı olan
Bekleyenin penceresine perde olan kar
Arabalarınızı kaplamış çok mu?
Uçsuz bir çöle düşen, bulutlarda kaybolan
Yorulup uykuya dalan
Garip çobanı, sessizce örten kar
Ekranları dondurmuş çok mu?
Rızık arayan nasırlı ellerde, kavrulan
Kararan kar
Yüzünüzü kızartmış çok mu?
Kapısız ve bacasız, üç çocukla çaresiz
Mülteci bir çadıra komşu olan kar
Okulları kapatmış çok mu?
Ulu dağların beyaz sarığında parlayan
Güneşi dağa çeken boynu bükük kardelen
Fotoğrafınızdan daha güzel çıkmış iyi mi?
Yuvasını kaybeden, aradıkça kaybolan
Acıktıkça şükreden kara esir hayvanlar
Dile gelmişler çok mu?
*** ÇOCUĞUN GÖZÜNDE BULUT
Çocuklar için yaşarken dünya
İnsanlık
ölüyor her yer Kerbela
Halepli
bir çocuk gözleri ela
Nedir
başımızdaki görünen bela?
Kader
deyip geçme
Bir
kelime söyle
Ölmek
için geldik bunu bilirim
Ne
zaman bitecek dünya oyunu?
Doyamadık
çocukluğa bir türlü
Yağmur
bereketti, bizi sel aldı
Kırık
oyuncakta gözyaşı kaldı
Yıkılan
evimiz fotoğraf oldu,
Son
defa
Korkuya
sarılan anneler
Ağlamadan
uyudu
Bulutlar
karardı
Çocuk
kayboldu.
***
ŞEHİDİN EMANETİ
Şehit ailelerinin dilinden...
Şahidiz, Şehadet makamındadır
Cennetten başını yukarı kaldır
Helal etsin bize
hakkı çok büyük
Kelimeler düğüm, boyunlar bükük
Her şeye alıştık, biz yavaş yavaş
Sineyi deliyor
gözlerdeki yaş
Canlı bir fotoğraf bize son bakış
Her karış toprağa oldular nakış
Köz oldu kelime düştü kalbime
Tutmadı yağan kar göğüs üstüne
Yandıkça yüreğim, yağmur döküldü
Ruhu yüceldikçe dünyam küçüldü
Islak bakışların derin izleri
Sonsuza bakıyor soluk yüzleri
Manasız törene bulsam bir isim
Toplanan insanlar sanki bir cisim
Benim etrafımda dönüyor dünya
İnanması çok güç, kötü bir rüya
Koşmak istiyorum, dizim tutmuyor
Boğazım düğümlü, sesim çıkmıyor
Bayrağa sarıldı, çıktı göklere
Emanet bıraktı, bizi sizlere...
***15 TEMMUZ DESTANI
Vatanın anası, her Türk kadını
Duyurdu dünyaya asil adını
İlk kurşunu atan yiğit Astsubay
Mevzu vatan ise işimiz kolay
Milyonlar dikildi tankın önüne
Gazamız mübarek hem ölümüne
Bir gecede destan yazan milletim
Düşünmez sonunu, der : Allah kerim
Vatan ve bayraktır tek hazinemiz
Ayrı gayrı yoktur, ortak derdimiz
Alçaklar kaleyi içten kuşatmış
Hainler vatanı dolarla satmış
Tarihte görmedik böyle ihanet
Köpekler kudurmuş tam bir melanet
Adsız kahramanlar yine sahnede
Korkak hainler de para derdinde
Bir kere ölürüz vatan namustur
Mehter marşlarıyla meydanı coştur.
***ORUÇ SESSİZLİĞİ
Oruç sessizliği ruhu doyurur
İftarın sevinci gözde durulur
Bir yudum su ile nefsi kandırdık
Sofrayı görünce hayli utandık
Ekmeğin kokusu sokağa taşar
Bitmeyen bu telaş akşama çıkar
Sofra açanların gönlü bol olur
Edilen dualar yerini bulur
Yüzlerde belirir ayet izleri
Kimse alamıyor vakti ileri
Sahur bereketi gece ışığı
Namaz usandırmaz eski aşığı
Orucun sözünü tutmak gayemiz
Huzur bereketle doldu hanemiz.
Yolumu ararken düştüm dağlara
Başımı
uzattım yağan karlara
Alnımın
ateşi suyu kaynatır
Ahvalim
anlatmaz bir iki satır
Yağmuru
görünce sel gibi coştum
Toprağa
sarılıp denize düştüm
Kelimeler
çekti beni hizaya
Bir
kutlu yolculuk yönü Hira’ya
Aklımı
satıp da pazardan geçtim
Kaynağı
bulunca gözünden içtim
Sabır
deryasına sırlar sakladım
Kalbin
durağını bir bir yokladım
Dönüp
dolaşıp geldim kendime
Irmaklar
taşıdım aşkın bendine
Muhabbetin
tadı ruhu doyurur
Bulanık
su gibi gönül durulur
***
GÖNÜL SOFRASI
Hocam bize nazar etse
Cümle dertler öte gitse
Mıt mıt baksa gözlerimiz
Anlam bulsa sözlerimiz
Lahmacundan geçtik neyse
Tarhanayla ceviz gelse
Nefsimize vursak bir gem
Gözümüze düşse bir nem
Himmet dedik, gayret dedi
Köfteleri kimler yedi
Küpü bulan zengin oldu
Odamıza duman doldu
Âşık yine boşa çaban
Su içiyor karnı doyan
Kuru soğan heybemizde
Neşemiz de pek yerinde.
Kimse duymaz sesimizi,
Dünya şimdi çok karanlık,
Kör kuyuda tüm insanlık.
Neden çıktık yurdumuzdan ?
Gelen yok mu ardımızdan ?
Mahzun kaldı toprağımız,
Ateş doldu her yanımız.
Bu teknede umut var mı?
Halimizi soran var mı?
Suya düştü hayallerim.
Silinir mi hiç izlerim?
Gözlerimiz yaşla doldu.
Yüzlerimiz niçin soldu?
Suçumuzu bilen var mı?
Acımıza yanan var mı?
Annemizin gözü yaşlı,
Korku bize yoldaş oldu.
Gonca gonca güller soldu.
İnsanlıktan çıktı dünya,
Uyanmadan bitti rüya,
Cennet bize yeni vatan,
Alsın bizi ol yaratan.
FETHİN MUCİZESİ
Gönülleri fethe geldi
Güçlü değil yürekliydi
Selam olsun o sultana
Akşemseddin çadırında
Gözü yaşlı duasında
Onu gördü rüyasında
Fatih dedi o sultana
Denizlere sür atını
Utandırma sen atanı
Gördün kefensiz yatanı
Varis oldu o sultana
O kutlu söz kulağında
Hilal nuru sancağında
Gözyaşları yanağında
Müjde oldu o sultana
Peygambere ev sahibi
Fethin gerçek mucizesi
Sur dibinde haziresi
Şahit oldu o sultana
***
ÇİÇEĞİN DUASIYere bakar gözlerimiz
Toprak olur bedenimiz
Rahmet diler yaprağımız
Rahmet diler yaprağımız
Yağmur olsun ilk duamız
Adımızı biz bilmeyiz
Yaratandan bir nazarız
Yaratandan bir nazarız
İşimizi biz bilmeyiz
Âşıkların yoldaşıyız
Âşıkların yoldaşıyız
Ne resimde ne surette
Aslımızı gör cennette
Aslımızı gör cennette
Bizi bilen özü bilir
Bağrındaki közü bilir
Bağrındaki közü bilir
O gündeki sözü bilir
Dilimizde hep kavlimiz
Dilimizde hep kavlimiz
Bize bakıp ibret alan
Fani değil baki kalan
Fani değil baki kalan
Kokusunu güle salan
Nebi olsun ilk rüyamız
Nebi olsun ilk rüyamız
Bir mezarın üzerinde
Bir çocuğun ellerinde
Bir çocuğun ellerinde
Bir gözyaşı değerinde
Kabul olsun bu duamız.
Kabul olsun bu duamız.
***
ÇIRAK
Bir ustaya çırak durdum
Yola koydu işlerimi.
Ben sormadan o söyledi
Hayra yordu düşlerimi.
Eğri odun kalem oldu
Sol yanıma bir köz koydu
Görenler halimi sordu
Diyemedim, yaman oldu
Konuşmadan dil öğretir
Bakışları gül eritir
Eski, yeni haber verir
Çözemedim hallerini.
Âşık Fanî söz eskitti
Şol kapıya kulluk etti
Sekerek menzile yetti
Diyemedi sırlarını.
***
Oruç nasıl tutulur diye merak edince
Horozu kovaladım avluda tutayım diye
Sahura kalkmak için her gün anneme
Yalvarsam da uyanamadım yine
Bir gün öğleye kadar tuttum orucu
İki yarım bir bütünün sonucu
Ezanı beklemek boynumun borcu
Açılırdı oruçlar sonsuzluğa doğru
Teravih namazında sayıları şaşırdım
İlahi korosuna herkes gibi katıldım
O büyülü anları her zaman hatırlarım
Gülen çocuklardı arkadaşlarım
Acıkmadım ama biraz susadım
Orucu bugünlük babama sattım
Üçleme yaptım; başta ,ortada,sonda
Sevinçliyim, bayram var en sonunda
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder