İki gündür çıkmadım karşına. Biliyorum, yüzüm yok. Çünkü farkına varmadım kalbini kırdığımın. Bu yüzden deliler koğuşunun tek müdavimi olduğum balkonda, çayımı karşıdaki sokak lambasının cılız ışığı arasından sızarak yüzüme çarpan rüzgârla paylaştım. Sonra farkına vardım insanların garipliğinin. Ne kadar garip değil mi insanoğlunun hali? İnsanoğlunun yaptığı onca deliliğin arasında akıllı gibi davranışı, sence en büyük delilik o değil mi? Beni katma onların arasına. Çünkü ben akıllı değilim. Bunun için sana nice deliller de sunabilirim ama gerek yok. Zira ikimiz de biliyoruz bunu. Elbette sana bunlardan, yani insanların ne kadar deli olduğundan bahsetmeyeceğim. Benim bahsetmek istediğim benim deliliklerimdir. Deli ne hoş bir kelime değil mi? Deli, divane, meczup, mecnun… Adına ne denirse densin. İnsanların halini ortaya koyan ama kimsenin üzerine almak istemediği onca güzel kelime… Bir düşünsene; sence bir deli nasıl olur? Aklını kaybederek değil mi? Yani aklını kaybedip “Hiç” olarak. Bir insan “Hiç” olmak ister mi? “Her şey” olmak varken. “Her şey” olan insan da bir “Hiç”tir ya, o ayrı mesele.
Peki,
“Hiç” nedir?
Hiç
düşündün mü “Hiç”in ne olduğunu.
Ben
düşündüm hem de günlerce ve farkına vardım “Hiç”in “Her şey”in bir öncesi
olduğuna, yani insanın en temiz hali olduğuna…
Hadi, bir
sözlüğe bakalım, acaba insanlar “Hiç” sözcüğünü nasıl açıklamışlar:
“Boş,
değersiz, önemsiz olan şey veya kimse” haklılar bir yandan. Çünkü bir delinin
aklının olmaması onu diğer insanlar arasında değersiz kılmaz mı? Aklı olmayan
bir insana kim değer verir ki? Desene ben de atıldım insanların gözünde
değersizler köşesine.
Peki ya,
insanlar deliyse?
Hangi
insan akıllı olduğuna kanıt gösterebilir. Ya da, akılın ölçütü nedir? Mesela
Albert Einstein, insanlar ilk
başta ona da deli dememişler miydi? Sırf başkalarından farklı olduğu için ve
sonra onun dünyanın en akıllı insanı olduğunu kabul edip herkes onun akıl
seviyesine ulaşmak istemedi mi? Akıllı olmak için neyi ölçüt alıyor bu insanlar?
Bir topluluk içinde diğerlerinden farklı olan insan onlar için deli mi
sayılıyor? Ya o topluluğun tamamı deliyse ve o farklı olan insan akıllıysa bu
sefer neyi ölçüt alacağız? Birbiri içinde paradoks yaratacak birçok soru.
Söyledim ya, ben bir deliyim ve aklı olmayan bir insanın bu sorulara cevap
vermeye aklı da yetmez değil mi?
Bir de “Hiç”i ele alalım: “Hiç” nedir? Aslında biraz
önce bunun cevabını verdim. Bence “Hiç”: “Her şey”in bir öncesi, yani
insanın en temiz hâli.” Çünkü insanın en temiz hâli yaratılmadan önceki
halidir. Günahsız hali... Ya da şöyle diyelim “Hiç” bir insanın aklının
olmadığı hâlidir. Dinimizde deliler günahsız değil midir? Aklı yok ki onların,
günah işlemeye ehliyetleri olsun. Şimdi deli diye tekrar edip duruyorum ama
sakın yanlış anlaşılmasın. Hani Mevlana’nın bir sözü vardır: "Sakın bizim şarabımızı bilmeyenlerin
yanında anma, anarsan onların aklı üzüm suyuna gider.”diye. Benim
delilerden kastım zenginken aklını kaybeden biçare hastalar ya da her gün
sokakta gördüğümüz meczuplar değil, benim delilerden kastım âşık ile maşuk
arasındaki ikiliği kaldırıp birliği kabul eden, aklını bir köşeye bırakıp maşukuna
yönelen Mecnun’lardır.
İşte
bence dünyanın en akıllı insanları…
Onlar birer “Hiç” değiller midir? Hani sözlük
anlamını da açıkladık:
“Boş,
değersiz, önemsiz olan şey veya kimse” diye.
İşte o
deliler maşukunun yanında öyle değiller midir? Boş, önemsiz, değersiz bir
nesne… Biz en iyisi başa dönelim yani “Hiç”e o delilerin aklını kaybettiği ilk
adıma. Yani “Her şey”in bir öncesine… Acaba bir insan “Hiç” olmadan sevgilinin
suretinde eriyip yok olmadan nasıl “Her şey” olabilir?
Şimdi
bunları sana anlatıyor olmamın sebebine gelince de sebebi şudur; her gece çay
demleyip elimdeki bir bardak çay ile karşına çıkıp seninle dertleştiğimi
insanlara anlatınca, benim garip birisi olduğumu söylediler. Ne kadar ki dil
ile tasdik etmeseler de içlerinden deli diye haykırdılar yüzüme. Kabul ediyorum
benim her gece gökyüzünde asılı duran o bembeyaz suretli Ay ile yani seninle
sohbet etmem dünyadaki en büyük deliliktir ve ben bu delilik ile dünyanın en
akıllı insanı olmaya adayım. Farklıyım, bunun farkındayım ve şimdi yine
karşındayım ama artık benim de diğer insanlar gibi akıllı rolü yapmam lazım. Bu
yüzden senin karşına çıkıp, seninle saatlerce sohbet ettiğimi insanlardan
saklayacağım ve artık daha az karşına çıkmam lazım.
Şimdilik
bunları bir kenara bırakalım. İlk başta söylediğim gibi niyetim yaptığım
deliliklerden sana bahsetmekti ve sana bunlardan birini anlatmak istiyorum.
Vakitte
geç oldu.
Zaten
bardağımdaki çayda tükendi. Bu yüzden mümkün olduğunca kısaca anlatıp gideceğim.
İki gün
önce birkaç arkadaşa mesaj attım ve farkına vardım insanların aşk hakkında ne
kadar az bir bilgiye sahip olduğunun. Belki de bunun sebebi aşkın ne olduğunun
yaşanmadan bilinmeyeceğidir. Mesajım aynen şu… Ama önce şunu söylemem de gerekir,
mesaj attığım insanlar yakın arkadaşlarım ve her gün sohbette bulunduğum
kişilerdir, yani benim nasıl bir ruh haline sahip olduğumu az çok bilen
kimselerdir. Mesajım aynen şu:
“Ben bir garip oduncuyum. Eşeğimi kaybettim.
Tek geçim kaynağım o. Eğer bulamazsam çoluk-çocuk aç kalacak. Kusura bakma
rahatsız ediyorum ama eşeğimi gördün mü yakınlarda?” ne kadar saçma bir
mesaj değil mi? Söyler misin Ay! Gecenin bir vakti ve üstelik iki gün sonra
önemli bir sınavın varken sana birisi bu mesajı gönderse senin cevabın ne olurdu?
Bu mesajı
üç kişiye gönderdim. İlk gönderdiğim kişinin cevabı benim gibi saçmalamak oldu.
Bu da
dünyadaki tek delinin ben olmadığıma başka bir delildir.
Onun
cevabı bende kalsın.
İkinci
gönderdiğim kişi cevap verme lüzumu bile görmedi. Anlarsın ya, o da bu dünyanın
akıllılarından.
Üçüncü
gönderdiğim kişinin verdiği cevabı vermek isterim. Çünkü onunla aramızda kısa
ve güzel bir konuşma geçti. Ben bu mesajı gönderince onun bana verdiği cevap
şu:
“Bence eşeğini kaybettiğin yerde ara, sen
eşeğini aydınlık yerde kaybetmişsin karanlık yerde arıyorsun.”
Hani bir
kıssa vardır, İbrahim Ethem Sultan’a ait benim cevabımda bu kıssa ile oldu.
Aslında niyetim başkaydı ama neye niyet neye kısmet. Benim arkadaşıma cevabım
ise aynen şu şekilde:
“Azizim!
Sen Ethem Sultan’ın hikâyesini bilmiyorsun galiba?” dedim ve kıssanın, kısa ve
vermem gereken cevaba yeten bölümünü kısaca aktardım arkadaşıma: “Ethem Sultan derler bir padişah vardır. Bir
gün bu padişah sarayında uyurken çatıdan tıkırtılar gelir ve çıkar yukarı Ethem
Sultan. Bakar ki bir adam damda “Ne yapıyorsun burada?” diye sorar adama sert
bir şekilde verir: “Eşeğimi arıyorum.” Ethem Sultan daha da hiddetlenerek “Bire
adam sen deli misin? Eşeğinin sarayın çatısında ne işi var.” der. Adamın cevabı ise Ethem Sultan’ın aklını
başına getirecek türdendir: “Bire padişah! Sen yıllardır Allah'ı sarayının
tahtında ararsın da benim yaptığım çok mu?” İşte azizim hikâyenin yarısı bu ama sen onu boş ver. Benim eşeğim nerde
onu söyle bana?”
Arkadaşımın yanıtı “Görmedim!” oldu.
Ben ısrar
ettim: “İyi bak sağ sola belki
oralardadır benim kara gözlüm uzun kulaklım.” Diye. Soru ne kadar delilere
öz ve saçma olsa da benim sorudan niyetim arkadaşımın yüreğini kontrol etmekti.
Zira eşekten kastım normal yük hayvanı değildir. Bunu da mesajlaşmamın sonunda
arkadaşıma sanırım Beyazıt-ı Bistamî Hazretleri’ne ait bir kıssasıyla açıklama
gereği duydum.
Kıssa ise
şöyle: “Bir gün bir oduncu eşeğini kaybeder ve aramaya başlar delicesine.
Ararken yolu Beyazıt-ı Bistamî Hazretlerinin dergâhına düşer. Dergâha girer, o
anda hazret, dervişlerle sohbet etmektedir. Adam sohbeti böler ve sorar "Şeyhim ben bir garip oduncuyum, eşeğimi
kaybettim. O benim tek geçim kaynağım. O olmazsa çoluk-çocuk aç kalacak. Siz
büyük bir şeyhsiniz ve mutlaka yerini bilirsiniz.” Der ve hazretten
eşeğinin yerini göstermesini ister. Hazret: “Tamam, eşeğini buluruz ama izin ver, önce şu sohbeti bitirelim.”
der. Oduncu ara sıra veryansın eder ama Hazret: “Sabırlı ol, önce sohbet bitsin.” der ve sohbet bittikten sonra
dervişlere sorar: "Aranızda
hayatında hiç âşık olmayan var mı?" diye.
Dervişlerden
biri şeyhinin kendini ödüllendireceği hissine kapılarak gururla öne atılır ve
"Ben varım şeyhim" der.
Bunun üzerine hazret, oduncuya döner ve dervişi göstererek: "İşte eşeğin oradadır. Git al!"
der.”
İşte
niyetimde buydu benim. Hani söylemiştim ya ben herkesten farklıyım diye. Beni
deli kılan ve beni dostlarıma bu hâlimle sevdirmeyi sağlayan özelliğim ise
buydu. Benim hoşuma giden kıssaları insana aşkın ne olduğunu bir kez daha
anlatacak şekilde anlatmamdı.
Neyse…
Dedim ya, vakit geç oldu. Çay da bitti. Benim artık yatmam gerek biliyorsun
sınav haftası bu hafta. Zaten Allah katında her gün sınavdayız bırakalım bir de
hocalarımız çeksin bizi sınava. Hadi Allah’a emanet ol. Kendine iyi bak sevgili
Ay. Hayırlı geceler.
(31/05/2016)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder