Düşünüyordum. Yazsaydım sığ-mayacak kadar,
düşünüyor-dum. Üstelik içinde bulun-duğum bu durumu inceden sevmeye başlamışken,
içimdeki hava üşümeye başlamıştı. Soğuktu, ben sevgiye yaban-cıydım, yalnızken
soğuğu seviyordum, bir de seni, seninle tanışmadık… Ama bu yazmama mâni değil,
bu sevgi bana ahir dağından kaldı, sanki ezelden "Hû!" diyen bir Hû’muz
vardı, ahir zamandı, modernizme yabancılaştı, hepsi içimde canlandı, dağdaki
kar çığ oldu, düşmeden derin bir nefes aldırdı.
Karşımda dağ vardı, dağlara kıyamazdım, içlerinde
bizim dağımız vardı, son dağdı, gök kubbeyi yüklendikleri, sinelerini ana
kucağı gibi bizlere açtıkları yetmezmiş gibi, bir de dünyanın aşıkları delip
geçmişti.
İçimde çöl vardı; son soluğumun rüzgârıyla bir
"of!" çektim, çöle yağmur yağdı. Sevgin yağmurdu, yağmur rahmetti,
sen bu çöle henüz gelmemiştin, senin geçmediğin her yer çöldü, rahmetin seni
hatırlattı, yeşile büründüm. Yeşili sen severdin, bir şansım daha vardı,
seherde gül derebilirdim, Şimdi çölde güller açtı.
Yazma fırsatı olmasaydı; gönlümde kopan bu
fırtınayı işaret eden dilimdeki dua ve şükür fısıltılarını, ancak hiçbir ses
olmadan duyabilirdiniz. Kalbim küçüktü(!), hatta içindeki bir noktaya kâinat
sığardı, şimdi bu küçük kalpte sevgin dolaşmaya başladı.
Sevince, dua ediyorum, duamda şükrediyorum, çok
şükür. Sevmek, en çok, dua etmeyi öğretiyor. Dua, gittikçe güzelleşiyor ve dua
ettikçe sevincim başka, sevgim bambaşka oluyor. Sevgim büyüyüp aşka dönüyor,
tastamam “Aşk” oluyorum. Her şeyi anladığımı sanıp büyü(k)leniyorum, büyüden
kurtulup küçülüyorum. Sonra benden büyük olan aşkın anlam yükünü, tabiatım
gereği, kendimce değerlendirdiğim eşyaya ve tabiata üçer beşer infak ediyorum,
üçe beşe bakmadan, üç aşağı beş yukarı. Paylaştıkça bende kalan anlam büyüyor.
Tecrübe de ediniyorum, bu kâr cabadan.
Paylaşmaya başlamadan evvel dikkat ettiğim 'hassas
bir husus' var; yükte zaten hafif, pahada görece ağır olan dünyalıkları;
isteyenlere bırakmayı unutmuyorum. Yazarken fark ediyorum, bir’i terazi
yapıyorum, hassasiyet ağır basıyor, husus dünyalıkların tarafında kalıyor.
Paylaşımdan;
Bir fırsatla bulduğum kırmızı renkli bir bam
telinin baş parçasını cüzdanıma saklıyorum, kalanına ise Türküdar’ın mızrabı
vuruyor… Artık ben söyleyemiyor ve dinleyemiyor olsam da bam telimin bedeni
titriyordu, baş bendeydi, çalan türküler başta olmak üzere hepsinde biz vardık.
Bu anlam beni, gurbette bile, ehlikeyf yapardı, bam telinin hatırası hâlâ
cüzdandaydı.
“Paylaşmak Nasıl?" Mı?
Size bir pay;
Az önceydi, duyduğum tavırda sen vardın, sana
sevgim vardı, sevgim bambaşkaydı, bam teliydi, telin başıydı, dağın başındaki karlar
yüreğime kaymış, sonrasında yağmur yağmıştı, dağ yerindeydi, tel kırmızıydı. Yüreğimde
kırmızı gül demetlenmişti, kırmızı aşktı, türküler yanıktı, soba diğer tarafta
yanıyordu. Sobanın üst kapağından ateşten bir kuş çıkıp türküye uçuyordu,
Celal’liydi, ben tütüyordum, ateş olmayan yerden duman çıkmazdı, duman
çıkmalıydı. Ben tütün sarıyordum, sol yanımızda elektronik sigara vardı, zaman
değişmişti ve karışmıştı ama duvardaki saat hep ikiye varıyordu, Ferhat da
vardı, önceki gün yüreğimi delmişti, geri kalanlar mecnundu, vecd vardı, herkes
derdini, belki de sevdiğini düşünüyordu, gördüğümüz gözümüzle değildi...
Derince bir nefes alırken, her şey farklı görünmeye
mi başlıyor? Gerçeği yeni mi fark ediyorum? Bilemedim...
Dalmışım yine rast gelen ilk düşünceye. Döngü
yeniden başlamış. Kendime geldiğimde kafamı kurcalayan sorular vardı, tohumunu;
işinin ehli, uygulamalarla eğitilmiş bir ziraatçı atmıştı, köyü de vardı
mektebi de haşerata karşı korunuyordum ama bu bitki daha zararlıydı ve bu
sorular insanı bitkisel hayata sokardı.
"Bütün anlamlarıyla yazabilir miyim?"di.
"Kitaba sığar mı?"ydı.
"Yazsam okunur mu?"ydu.
"Kulağına ismi okunur mu?"ydu.
"İçinde biz olur mu?"yduk.
"Bu kitap sana ulaşır mı?"ydı.
"Satırların arasına gizlensem mi?"ydi.
Cevabım hazırdı...
Gözlerinde bir bende olmaya
râzıydım...
Bu satırlar da gözlerinde ben
olmaya râzı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder