Yazmak asla gaye değil, bedî ve fikrî bir
vasıtadır. İyi ve bedî yazılarla derûnum cezbeye kapılsa da hiçbir yazı
dinimizle amel etmekten ve insan dostluğundan üstün olamaz.
Bir teselli veriyor fakat bu teselli, yazıyı dinin
yahut hakikatin yerine geçiren modernlerin tesellisi ve hasta bir ruhun gıdası
değil.
İnsandaki aydınlığı ve karanlığı anlatmak için
karınca kararınca yazının gücüne sarılıyorum. Bunalım ve hırs değil yazıya
sarılışım. Yazıyla mücahede ediyorum âcizâne.
Yazıyla fâniliğe direnenlerin ruh hâleti içinde de
değilim. Fâniliğini bilip, yazıyla sual edilecekmiş gibi yazıya dost
olanlardandır fakîr.
YAZI CEHENNEMİM DEĞİL, CENNETİM OLACAK
“Patolojik vak’a” yazarlar gibi mesuliyetlerimden
alıkoymuyor yazı, ruhuma acı vermiyor, öldürmüyor... Bir vakit, şair bir dost
nükteli bir şekilde “Yazı cehennemin olmasın sakın…” demişti. Yazı cennetim
olacak. Çünkü kalbimi veriyorum. Ondandır ki her yazıdan sonra kalbim biraz
daha eriyor.
Yazıyı kendine cehennem kılanlar, varoluşlarını
yazı yazmakta arayanlardır ki bu taife yazıyı bir tatmin vasıtası, bir meta
gibi görüyor ve bilinmek, yâni “ben”ini herkesin üstüne çıkarmak için yazıyor.
Dolayısıyla yazıyla dostlukları hasbî değildir.
Yazı, modern yazarların zannettiği gibi insanın
varoluşu değil, varoluşunun kesbî, yâni sonradan edinilmiş dünyevî bir yanıdır.
Ölünecek bir varlık değil, sevilebilen, reddedilebilen bir yoldur. Asıl
gerçekliğe, yâni Allah’a doğru atılan adımların fikrî ve edebî
vasıtasıdır.
Müslüman insan, modernler gibi bunalımını veya
“entellektüel krizini” bastırmak için yazmayı hastalık hâline getirmez. Yazmak
arzusu ve yazdıklarımız malâyânîlik taşımıyorsa ve “faydasız ilimden Allah’a
sığınırım” düsturuna sahipse mesele yok.
YAZAYIM DA VUSLATA EREYİM…
Böyle bir hâl içinde yazı azdırıcı bir şeytan gibi
değil, kâmil bir dost gibi yüreğimin üstüne gelip oturur. Bir aşk, bir neşve
içinde gönlümü ve dimağımı öylesine sarar ki yazayım da vuslata ereyim,
demekten kendimi tutamam ve yarın ölecekmişim gibi yazmaya başlarım.
Ustalardan misal vermek haddim değil. Yazmak için
yaratılan bir tabiata sahip Necip Fâzıl’ın, “İki tür insan vardır: Kitap
okuyanlar ve kitap yazanlar. Ben ikincilerin birincisiyim” demesi böyle bir hâl
olsa gerek.
Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez’un
yaşadığı ıstırapları okumadan önce, onun “Ya yazacaktım ya ölecektim” sözünü
yadırgamış, hastalıklı bir iptilâ demiştim.
Yazıyla dostluğumun meşrûiyet kaynağı olan mütefekkir
ve ediplerimizin hayatları her gece muhayyileme yürür. Yazıya dost olan “millet
muzdariplerinden” Mehmed Âkif’in hüzünlü gurbet mekânlarında iksirli dermanı ve
tek dostu yazı yazmaktı.
Âlimlerden, yazı yazmanın imana ve ferâsetli bir
kalbe zarar vermeyeceğini okuyunca sevindim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder