Sessiz sessiz akıp giden ömre razılık var gibi
Oysa hayat, işmar eder uzaktan
Gösterir riyakâr yüzünü köşe başında
Sesi de hoş gelir kendi de
Uçsuz bucaksız düşlere daldırır
İnsanı indirir sonra tekrar kaldırır
Rüyalar gerçek olsa kim bilir
Kaç defadır ölmüştüm bu günlerde
Ve görmüştüm yağmurda kanat çırpışlarımı
Kapı eşiğinden gözetlediğim girdapları
Kızıp da yaktığım kitapları görmüştüm kaç defadır
Adı konmayan umutlara bel bağlamış gidiyorum şu sıralar
Çünkü evet, yani, tam olarak
Emsalsiz seviyorum henüz yaşamadıklarımı ve yaşatmadıklarımı
Mesela Bogota’da bir dilenci beni bekler yıllardır
Ona bir Kolombiya pesosu bırakmalıyım ölmeden önce
Dünyayı en az bir kere turlamalıyım
Bütün umutsuzluğumla umut olmalıyım
Bugün sabaha karşı ılık bir söz duydum düşümde
Ilık bir söz sabaha karşı düşümde hayallerimi baltaladı
İntihar girişiminde henüz bulunmadım fakat
Bir eksiklik var gibi, Azalarım yerinde mi?
Ben buradayım, o daha derinde mi?
Zifiri yüzlerin karartısına hiç kimse telif istemez
Beklemez kimse kara kaplı resimlerin sergisini
Günün kederli yolculuğu son buluyor artık
Fakat ben balkon keyfi yapan karıncadan daha keyifli değilim
Hüzünlerim olabildiğince katmerli bugün
Evet, o gemide bende vardım
Dünya haddinden fazla temizdi
Bitmeyecek olan ben değildim
Fakat gitmeyecek olan belliydi
Uzun soluklarla boğulmuş
Bir kaplumbağa kolonisi benim hayatım
Her şerrin üstesinden gelebilirim
Ama bu çocuksu yanım, uçurtmalar yaptırıyor bana
Çocukken bilmediğim oyunları büyünce öğrendim üstelik
Bu gündelik keşmekeşinde hayatın
Şimdi bütün şeffaflığıyla her şey önümde
Ve bende gidiyorum artık
Hem de doğum günümde.
ÂDEMİYET
Ey yürüyen ölüler susun!
Ve dinleyin!
Bir çığlık,
Bir feryat,
Bir enin,
Gök kubbeyi ağlatan
Siz gamsız, dil-mürde
Yine üç maymun sahnede
Sofrada gramofon sesi
Nerede insanlığın merkezi
Timsah gözyaşları
Merhamet paradoksu
Uzlete giden yol zalimleşmeye çıkamaz
Gem vurmayın
Haykırın kalplerini riyakâr yüzlerine
Hani o asabiyet-i islâmiye
Hiç değilse buğz edin
Nerede insanlık ritüelleri
Her hây insan olmaz, olamaz
Bir umman, bir duygu membağı
Koskoca ziyafette kuru soğana talim
Mahlukat’ ta yok böyle bir zalim
Güneşe siparişe ne hacet
Ah kara bulutlar olmasa.
***
FİLİZLENEN ÎSLÂM
Türkiye’de rejim değişikliği ile
birlikte başlayan ve tek partili yıllarda doruk noktasına çıkan İslam dininin Türkiye
özelinde yozlaştırma çalışmaları ve jakoben zihniyetin politikaları insanların
yaşamlarına dini ve insani her türlü özgürlüklerine kısıtlama getirmiş ve
insanlar yıllarca bu zor şartlar altında yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlardır.
O dönem yakılan, toplatılan, korku ve hüzünle toprağa gömülen kitaplar şimdi
kökleri daha sağlam ve gür bir şekilde bu kadim coğrafya da filizlenmektedir.
Lakin bu duruma gelene kadar ki
yaşatılan eziyetler çekilen ızdıraplar bir neslin “helak” olmasına ziyadesiyle
yetmiştir. Üstad Nuri Pakdil’in "Ben uygarlığımızın yabancılaştırılma
girişimleriyle yenen hakkımızı geri istiyorum" sözünden hareketle, Baskılarla
sindirilmiş, yıldırılmış bir neslin devamı olarak ayakları yere daha sağlam ve
sert bir biçimde basan, donanımlı, akıllı, merhametli, adaletli bir biçimde İslam
düşmanlarının, bu ülkeyi İslam’dan ayrı düşünenlerin İslam’dan ayrı görmek
isteyenlerin karşısına en kavi şekilde dikilmek mecburiyetindeyiz ve onlardan
üstadın da dediği gibi yenen hakkımızı geri almalıyız.
Türkiye; Afrika’dan, Arap
yarımadasından, Orta Asya’dan, Uzak Doğu’dan ve Dünyanın herhangi bir
noktasından bakacak olursanız Müslümanlar için her daim sığınılası bir liman,
her daim bitmeyen tükenmeyen bir umut ışığı olmuştur. Her daim umut ışığı
olmanın külfeti her an umudumuzu diri tutmaktır.
Sezai Karakoç’un yıllardır haykırdığı çığlığa
kulak vermeliyiz;
“Milletim! Çok büyük bir
milletsin. Çok büyük bir ülken var, onun birçok parçasına el konulmuş. Öbür
parçalarına da göz dikilmiş. Çok köklü bir tarihe sahipsin. Gerçek bir
medeniyetsin. Hakikat medeniyetinin sahibisin onu yeniden ayağa kaldır. Diril
ve dirilt! İnsanlık seni bekliyor.”
Bu çığlığa, bu feryada çok ama
çok ehemmiyet göstermeliyiz. Üstadın da dediği gibi; çok büyük bir milletiz ve
çok köklü bir tarihe sahibiz ve bunun getirdiği sorumlulukları her devrin nesli
en iyi şekilde idrak etmek durumundadır.
Yine Sezai Karakoç üstadın;
“Düşüncede diriliş olmaksızın
inançta diriliş gelişemez. İnançta diriliş olmaksızın da duyuşta, duyarlılıkta
yani sanat ve edebiyatta diriliş başlayamaz.” Anadolu topraklarının mayasıyla
yoğrulmuş olan her birey için bu söz bir öğüt olarak kulaklarına küpe olmalı ve
yaşamlarında, tavır, tutum ve davranışlarında model alınmalıdır.
Peki; düşüncede ve inançta
diriliş nasıl olmalıdır.
Düşüncede ayağa kalkmak; Müslüman
olmanın verdiği sorumlukla bireyin kendi menfaatlerinden önce hatta kendi
ihtiyacı olsa bile, başka bir muhtaç olan din kardeşinin müşkülünü giderme
yetisini ve düşüncesini elde etme durumu ile hasıl olur.
İnançta ise; “İdrâk-i maâlî
bu küçük akla gerekmez / Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.” Sözünden
hareketle doğru yanlış tetkiki yapmadan, dinin emir ve yasaklarına icabet
ederek akli ve kalbi teslimiyeti tam manada uygulayarak diriliş sağlanacaktır.
İslâmın bu coğrafyada gerçek manada tekrar filizlenmesi
ve yeşerip bütün muhtaçları, zulme uğrayanları ve yüzünü Anadolu’ya dönüp bu
coğrafyadan medet umanları ve yine bu coğrafyaya dair umudunu diri tutanları ve
dahi bütün insanlığı şefkat, merhamet ve adaletle yeniden sarıp kucaklaması
ancak bu şekilde mümkün olacaktır.
***
HİLÂLİN GÖLGESİ
Senden geçilmez
O yıldızına o hilâline
Yan bakanlar kalır mı haline
Ölmeyi şeref bilenler uğruna
Mahrem bastırır mı aziz yurduna
Bayrağındaki hilâlin gölgesi
Sarar aman dileyen her sesi
Sana sığınana hep kucak açtın
Dosta güven, düşmana korku saçtın
Merhamet bayrağın dalgalanır
Bütün cihan seni böyle tanır
Mazlumların o çarpan sinesi
Sensin hakkın merhamet vesilesi
Nedir bu düşkünlere verdiğin değer
Dünya ne yapardı olmasaydın eğer
Eller açılır hasretinle semâya
Girersin amîn denilen her duaya
Demir dişlileri bir gün elbet kıracaksın
Sonra mukaddes bir gül gibi açacaksın
Herkes hasret bir düşen yaprağına
Vuslat ne zaman bir bedenlik toprağına.
***
VİSAL
Ne kadar hamd etsem
Kâfi gelmez
İçimde çocuk sesleri
Anlatamam.
Geldim,
Hasretle beklediğim vuslata sonunda erdim
Dünya şimdi anlam buldu yüreğimde
Yıldızlar gözümde daha bir parlıyor
Rüzgâr huzur veriyor tenime
Nefes alıyorum artık huzurla
Ağlıyorum
Çünkü artık anlıyorum
Güller neden bu kadar güzel kokar
Duyuyorum artık kuşların cıvıltısını
Sözsüz kelimeleri
Yaşamanın çetrefilli girdabına düşeli
İlk kez huzur buluyorum
Bereketli bir çiçek açtı gönlümde
Hasretle yanan yüreğimde
Selam benden arta kalan küle
Selam daldaki bülbüle
Selam otuz yapraklı güle.
***
AŞK VE İMAN
İsmail Göktürk Hoca’ma
Çöldeki vaha gibi varlığınız
Karanlık girdaplarındaki gençliğin
Yolu, yönü, ışığısınız.
Anadolu gibi sıcak, samimi duruşunuz
Emsaldir görenlere
Kahramanısınız bir neslin
Asabiyetiniz İslam kokar bilenlere
İman savaşında.
Mukaddes ışık göğsünüzde
Yüzler, binler peşinizde
Vatandır, aşktır ve Allah’tır kelamınız
İmanlı nesildir en büyük meramınız
Hâlisâne kalbinizi herkes bilir
Allah sevdiğini bize de sevdirir.
Bir sözünüz binlere tesir eder
Muhabbetiniz binleri esir eder
On yıllardır
Aç ve susuzdur bu topraklar
Mukaddes bir söze
Mübarek bir yüze
Varlığınız su serper kor olmuş gönüllere
Hastalıklı kalplere ehil bir hekimsiniz
Unutturulmuş kimliğimizi bize siz öğrettiniz
Zaman çektiğiniz ıstıraplara direnir
Ve gün gelir
Bir nesil sizin bahçenizde yeşerir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder