Oltu, kehribar, gümüş, lületaşı
fildişi, abanoz, sedef, akik, firuze gibi maddî kıymeti olan tesbihlerden
koleksiyon yapanlar, acaba tesbihin İslâmî geçmişi ve dua halkasından olduğuna
dair mâna zenginliğiyle de hemhâl oluyorlar mıdır? Yüzlerce çeşit tesbihi
olanlar, yaptıkları tesbih koleksiyonunu evlerinde ve bürolarında
sergileyenler, ulvî istikamette tesbih tâlimi yapsalar, süs gibi
biriktirdikleri tesbihlere bakışları değişecek midir? Tesbih mütehassısı ve
sevdalısı şair Hasan Ejderha’ya sorsam acaba ne der?
Bir kitaptan okumuştum; yol
boyunda elindeki tesbihi ile tesbihat yapan bir derviş, kucağında elma olan bir
kızcağıza rastlamış. “Nereye götürüyorsun bunları” demiş. “Tarlada çalışan
nişanlıma götürüyorum” demiş. Derviş, “kaç tane” demiş. Kızcağız, “insan
sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?” deyince, derviş elindeki tesbihi usulca
kırmış.
Ehl-i irfanın dediği gibi, tesbih
çekmek “öyle hesaba falan gelmez, kâr-zarar hesabıyla tesbih çekilmez.” Öyle
ki, tesbih çekmek ciddî bir ameliyedir.
“TESBİH ÇEKEN AYRI, TESBİH
SALLAYAN AYRIDIR”
“Parmaklardan gönüllere tesbih
açan tesbih gönüllülerine”, tesbih muhibbi olanlara, efelik ve fiyaka olsun
diye tesbih çekenlere şu mısraları takdim ederim: “Tesbih, sabır terbiyecisi
hayatın tane tane öğreticisi / Künhüne vakıfsan emanet et nefsi zay etmezsen
bir tanesini.”
Ehl-i irfana göre tesbih,
“çekmesini bilenlerin kalbine mânevî bir ilaçtır.” Âriflerin dediği gibi,
“Tesbihin taşlarını bir şıkırdatma vasıtası değil, dua taneleri” yapanlardan
olmak gerek. Elinde süslü tesbih tutanlara derim ki: Allah’ın doksan dokuz
esmâsını tesbih edenlerden olun. Âciz nazarımda en kıymetli tesbih şüphesiz
namazdan sonra çekilen tesbihtir.
Siz hangi mânada tesbih
çekenlerdensiniz? “Taklidî tesbih çekenlerden mi?”Yoksa “Tahkikî tesbih mi?”
“Taklidî tesbih” çekmek, Allah’ın
çeşitli lafzını tekrar etmek ve şuuruna ermek için yapılan tesbihattır.
“Tahkikî tesbih” çekmek ise, insanın söylediğinin şuuruna ve mânasına ermiş
olarak yaptığı tesbihattır. Tesbihat sırasında Allah’ı birçok mânasıyla, ilham
ve keşf yoluyla anlamaya çalışan ehl-i irfanın yaptığı tesbihattır.
CEDDİMİZ, “İKİ BİN, ÜÇ BİN DÜĞÜM
ATILMIŞ TESBİHLERİNİ ÇEKİP BİTİRMEDEN UYUMAZLARDI”
“Esmâ’yı tesbih etmek,
yiğitliğin, müminliğin harcıdır” diyor ehl-i dilden bir zat. Alışkanlık olarak
elinde tesbih taşıyanlar, malayânî olarak tesbihle vakit geçirenler tez elden
tesbihat tâlimine girmelidirler. Müslüman ceddimiz, “geceleri iki bin, üç bin
düğüm atılmış tesbihlerini çekip bitirmeden uyumazlardı.” Bu fakirin anacığı
eğer hastalığı artmazsa ömrü tesbihatla geçen bir tesbih ehlidir ki, çok zaman
tesbihine attığı düğümü tamamlamadan yattığı vâki değildir.
Tesbihin tanelerinin ipe dizilip
elde dolaştırılmasına bidat diyen zâhir âlimlerinin, Hasan-ı Basrî Hazretlerine
“Siz bu yüksek şânınıza ve yüce makamınıza rağmen yine de elinizde tesbih mi
bulunduruyorsunuz?” demesi üzerine, “Biz bu yolun başında iken bunu kullandık
ve onun sebebiyle yükseldik. Şimdi işin sonuna gelince onu bırakmaya tahammülümüz
yoktur.”
Tesbihin faziletleri çoktur. İmam
Rabbânî Hazretleri, “Namazda kusurlar, çekilen tesbih ile örtülür” diyor. Hz.
Peygamberimiz, yaşlı bir kadının, tesbihleri çekirdeklerle saydığını görmüş,
fakat yasaklamamıştır. Efendimiz (s.a.v)’in bu tavrı, ibadete ait tesbihatı
taşla, çekirdekle ve ipe dizilmiş maddî şeylerle çekmenin câiz olduğunu
gösteriyor.
Namazlarda tesbih çekenlere
Efendimiz (s.a.v.)’in müjdesi var: “Kim namazın ardından otuz üç kere
Sübhanallah, Elhamdülillah ve Allahüekber derse affolunmuştur.”
“KEHRİBAR TESBİHLE DÜŞMANA KARŞI
DURUYORUM”
“Tahkikî Tesbih” yâranlarından
İsmail Göktürk tesbih çekenlerle ilgilendiğimi bildiği içindir ki, yazar
Mustafa Nezihi’nin “Kehribar Tesbihle Düşmana Karşı Duruyorum” yazısını,
gurbetten dönen bir dostun gelişini müjdeler gibi dosthaneme postalamıştı.
Yazının daha başlığını okur okumaz, “bu yazıyı yazan, fakirin hâl yoldaşıdır
muhakkak” dedim. Kelimelerinden anladım bunu. Gönüllere şifa niyetiyle takdim
ediyorum:
“Bir tesbihiniz olsun sizinde.
Allah’a yaklaştıran, modernizmden uzaklaştıran bir tesbih. Tesbih iyidir
demiştim, bir sarı kehribar tesbih elime geçtiğinde. Beni zikre zorluyor,
Sübhanallah diyorum; eksiklikten münezzeh Allah’ı anıyorum. Elhamdülillah
diyerek O’na şükrediyorum. Elim bu tesbihe her gittiğinde, bana bu tesbihi
hediye eden zat sebebiyle Nakşî silsilenin ulularını hatırlıyorum. Özellikle
Cumhuriyet döneminde Müslümanlara reva görülen eziyetler boynumu büküyor.
Bilincimi tutuyor bu tesbih. Beni artistlik yapmaktan alıkoyuyor. Diyelim ki
otobüste ayaktayım. Kitap okumak çok zor. Elim cebime dalıyor, o sarı kehribarı
kavrayıp çıkarıyorum. Dilim dönmeye başlıyor. Lâ ilâhe illallah… Ortamdan
kopuyorum. Sıkıntı ve zorluğun etkisi azalıyor. İnsanlar flulaşıyor. Dışarısı
güzelleşiyor. Bir mübârek zatın elinden elime bir kehribar tesbih düşmüşse, bu
tesbih inanılmaz bir zikr ü tesbihat bereketi getirmişse, o tesbih iyidir. Bu
tesbih için Allah’a şükredilir. Fahri Baba bir tesbih uzatıyor. Zeytin
çekirdeği 99’luk. Her birinin çizgileri birbirinden farklı bu doksandokuz
tanenin sırlarını anlatıyor bana. Esmâ’ül- Hüsnâ diyor, 99 diyor. Bu tesbihi
çektikçe her bir esmânın tecelligâhı oluyor mürid. Allah’ın ahlâkıyla
ahlâklanmış oluyor. Kemâl mertebelere uruc ettikçe zeytin çekirdeğinin izleri
kayboluyor. Yani o tesbihi çektikçe esmâ ile bütünleşiyorum. Parmaklarım her
taneye değdikçe bir halkanın, bir dairenin verimli dönüşüne katılmış olacaksın.
Lâ ilâhe illallah dedikçe yaşadığınızın farkına varacaksınız. Bu tesbihte
inanılmaz lezzetler var. Derin anlamlar var; niyetiniz sahih olursa. Bir
tesbihiniz olsun sizin de. Fazla modern olmazsınız böylece. Modernizme küçük
bir meydan okuma olabilir o 33 tane. Hele bir de Allah dedirtiyorsa.”
“AKILLI, AKILSIZ BÜTÜN VARLIKLAR
ALLAH’I TESBİH EDİYOR”
“Allah’ı, eş ve çocuk edinmek
gibi noksan sıfatlardan tenzih etmek” mânasına gelen “Sübhan” kelimesi tesbih
kökünden türeyen bir kelimedir. Tesbih kelimesi, “Allah’a ibadette hızlı
davranmak” mânasına geldiği gibi, sözlü ve fiilî ibadetleri ihtiva eden bir
kavram olarak da ifade ediliyor. “Hamd” kelimesi de tesbih kökünden gelen
kelimelerle birlikte kullanıldığında “Allah’ı tazim ederek ve yücelterek övmek”
mânasınadır.
Kâinattaki bütün akıllı, akılsız
varlıkların kendilerine mahsus bir dille Allah’ı tesbih ettiği âyetlerle
sabittir. İsrâ Sûresi 44. âyetinde “Yedi göğün, yerin ve her şeyin O’nu överek
tesbih ettiği; fakat insanların bunu anlamadığı” buyruluyor. Âyetin tefsiri
şöyle: “Göklerde ve yerde bulunanların, kanatlarını çırparak uçan kuşların
Allah’ı tesbih ettiklerini görmedin mi? Her biri kendi duasını ve tesbihini
bilmiştir. Allah, onların ne yaptıklarını bilmektedir.”
Nûr Sûresi 41. âyetinde “Bu
varlıklardan her birinin kendine mahsus bir dua ve tesbih tarzının olduğunu…”
okuduğumda tesbihata alâkam arttı ve tesbih âdabını eksik bildiğime üzüldüm.
Neml Sûresi 16. âyetiyle ilgili bir tefsirde “Hz. Süleyman’la konuşan hüdhüd,
bülbül, tavus gibi kuşların ötüşlerinin ‘tesbih etmek” mânasına geldiğini
öğrenince, tam mânasıyla tesbih çekmeyi bilmediğimi fark ettim.
Tesbihle ilgili âyetlerin
tefsirinin hülâsası olan şu ifadeler, tesbihi mânasıyla öğrenmeme yetmişti:
“Her Şey, kendisini meydana getiren Allah isminin mânasının ortaya çıkışına
vesile oluşu yönüyle her ân, daimi olarak O ilahî mâna çevresinde dönüp durmaktadır
ki, işte bu durum o varlıkların sürekli tesbihidir. Yani ‘Her Şey’ kendisini
meydana getiren ‘İsmi’ tesbih ederek kulluğunu ifa eder.”
“Kurbağaların öldürülmemesini,
çünkü onların vıyaklamasının tesbih olduğunu” tembih eden Efendimiz (s.a.v),
bir mezarlıktan geçerken iki mezarın üzerine, bir yaş hurma dalı alıp ikiye
bölmüş ve bu mezarların üzerine dikerek şöyle buyurmuş: “Umulur ki, bu iki dal
kurumadıkları sürece onların azabını hafifletir.”
Âlimler bu hadisi, “Bu iki dalın
yaş oldukları sürece tesbih edeceği, böylece mezardakilerin azabını
hafifleteceği, dallar kuruduğu zaman ise, tesbihlerin kesileceği…” şeklinde
şerh ediyorlar.
Ebu Zer Gıfârî Hazretlerinin,
“Hz. Peygamberin eline aldığı çakıl taşlarının, arı vızıldamasına benzer bir
şekilde tesbih ettiklerini” rivayet ettiği mâlûmdur. İbni Arabî Hazretleri,
“Hz. Peygamberin elinde taşların tesbih ettiğini bildiren hadisle ilgili
‘taşların günümüzde de tesbihe devam ettiğini, fakat bunun bütün insanlar
tarafından duyulmadığını, ancak kulakları (kerâmet vasıtasıyla) zâhiri aşma
kabiliyetine sahip olanların bu tesbihi duyabildiğini” naklediyor.
“SU, AKTIĞI MÜDDETÇE TESBİH EDER”
Okuduklarımın içinde kalbimi
tesbihata yönlendiren kuvvetli bir nasihatte şuydu: “Hiç biriniz, hayvanını,
öküzünü ayıplamasın. Çünkü her şey Allah’ı hamd ile tesbih etmektedir. Toprak
ıslakken tesbih eder, kuruyunca tesbihi bırakır. Yaprak ağaçta iken tesbih
eder, kuruyup yere düşünce tesbihi bırakır. Su, aktığı müddetçe tesbih eder.
Elbise yeni iken tesbih eder, eskiyince tesbihi bırakır. Vahşî hayvanlar ve
kuşlar bağırdıkları zaman tesbih ederler, susunca tesbihi bırakırlar. Suyun
şırıltısı, kapının gıcırtısı tesbihtir.”
Âyet ve hadislerden hareketle
âlimlerin şu yorumuna ağyar kalanlar ne kadar hamdır: “Varlıkların hepsi farklı
dillerde Allah’ı tesbih etmektedir; fakat onların tesbihini kalp kulakları açık
olanlardan başkası duyamaz ve anlayamaz.”
Demek ki, âlemdeki birçok varlığın
tesbih ettiğini ancak keşf erbabı anlıyor. Ehl-i Sünnet âlimleri “Cansız
varlıklar için tesbihin mümkün olduğunu”, mutasavvıflar ise, “Sıradan
insanlarla keşf ehli arasında; zâhir ehliyle keşf erbabı arasında, varlıkların
tesbihini anlama konusunda farklar bulunduğunu” belirtiyorlar.
Hâsıl-ı kelâm, elimizde tuttuğumuz tesbihi sıradan bir eşya gibi görmemek, Kur’ânî mânasını elden bırakmamak lâzım.
Vakit ayırıp paylaştığınız için teşekkür ederiz.
YanıtlaSil