KOPYACI YEDİ ÖGRENCİ ve HÜSEYİN ÖZTÜRK HOCA/Teyfik KARADAŞ


  

Bir Öğrencilik Anısı

“Kopya” doğumdan ölüme veya beşikten mezara kadar en çok duymuş olduğumuz kelimelerden biridir. Kopya kelimesini okullarda öğrenci, evde veli, gazete ve televizyon haberlerinde vatandaş olarak yılda en az birkaç defa kesinlikle duyarız. Bu kelimeyi duymamamız, yanımızdan uzaklaştırmamız veya hafızamızdan silmemiz mümkün değildir. Kopya kelimesiyle irtibatımızı kesmemiz için ülkemizden başka bir memlekete göç etmemiz gerekir. Ülkemizde kopya kelimesinden ayrı olarak yaşama şansımız yoktur. O halde sözü fazla uzatmadan kopya nedir? Sorusuna cevap arayalım. Kopya kelimesinin Türk Dil Kurumunun güncel sözlüğüne göre beş değişik anlamı vardır. Bunlardan” Bir sınavda soruları cevaplamak için başka birinden veya yerden gizlice yararlanma” ve “yazılı sınavda gizlice bakmak için hazırlanmış kâğıt” şeklinde açıklanan iki anlam bizim konumuzu ilgilendirmektir. Diğer anlamların bizim konumuzla alakası yoktur. Kopya çekmenin hoş bir davranış olmadığını hepimiz biliriz. Bir öğrencinin kopya çekerek girmiş olduğu sınavdan yüksek not alması, bilmediği bir konuyu bildiği manasına gelir. Bir insanda bilmediği bir konuyu biliyormuş gibi üst sınıfa geçerse, bunun sıkıntısı üst sınıfta veya meslek yaşamında çeker. Kopya çekmek bizim dini inancımıza ve milli kültürümüze de ters düşer zaten.

Bazı insanlar öğrencilerin kopya çekerken de öğrendiklerini savunsalar da kopya çekmek ölçmenin geçerliliğini düşürdüğü için uygulanan programların amacına ne ölçüde ulaşıp ulaşmadığını ve eksikliklerin tespit edilmesini de zorlaştırmaktadır. Kopya çekmek aynı zamanda öğrenciler için öğrenmeyi engelleyen bir durumdur. Lise ve üniversitede okuyan öğrenciler kopya çekerken yakalandığı zaman disiplin cezası almaktadır. Lisede okuyan öğrenci kopya çekerken yakalandığı zaman notu sisteme K (kopya) olarak girilmekte ve bu notta mezuniyet not ortalamasını düşürmektedir. Mezuniyet not ortalaması düşük olan öğrenciler esas cezayı üniversite sınavında almaktadır. Örneğin diploma notu yüz olan bir öğrenci üniversite sınavında mezuniyet notundan atmış puan yararlanırken, diploma notu seksen olan bir öğrenci kırk sekiz puan yaralanmaktadır. Aradaki on iki puanın önemini üniversite sınavına giren öğrenciler ve öğrencilerin arkasında pervane gibi dönen veliler iyi bilir. Üniversitede okuyan öğrenciler kopya çekerken yakalandığı zaman bir dönem okuldan uzaklaştırma cezasına çarptırılır. Bir dönem okuldan uzaklaştırma cezası alan öğrenci bir yıl geç mezun olur ve hayata bir yıl geç başlamış olur. Okuldan bir yıl geç mezun olmanın, iş hayata bir yıl geç başlamanın maddi ve manevi kayıplarını anlatmak istemiyorum. Okuldan geç mezun olmanın sıkıntısını en iyi yaşayanlar bilir. Üniversitede okulunu bir veya birkaç yıl uzatmış bir insanla sohbet ederseniz meselenin önemini daha iyi anlarsınız diye düşünüyorum.

Kopya çeken öğrencilere her ne kadar disiplin cezası verilse de verilen cezalar bir türlü caydırıcı olmamaktadır. Üniversitelerimiz kopya çekmenin zararları üzerine önemli araştırmalar yapsa da işin uygulaması aşamasında başarılı sonuçlar alınamamaktadır. Bundan elli yıl önce öğrencilerimiz kopya çekmekte iken bugünde aynı şekilde kopya çekme işlemi devam etmektedir. Aradan geçen yarım asırlık süreçte bu sıkıntıya bir çözüm bulunamamıştır. Hatta teknolojinin gelişmesi sonucu teknolojik cihazların artmasıyla kopya çekme işi daha da artmış görülmektedir. Bazı gelişmiş Avrupa ülkelerinde olduğu gibi bizim ülkemizde hoca soruyu sorduktan sonra sınıfı terk edip gitmediği gibi yanında birkaç tane daha gözetmen getirerek sınav yapmaktadır. Yeni nesillerimizin bu konuya bir çare bulacağını ümit ediyorum. Ülkemizde artık “Kopyacılar Sınıfı” gibi filmler çekilmesin istiyorum.

Ülkemizde yaşayıp ülkemizde okula giden her insanın kendi yaşadığı veya tanık olduğu kopyayla ilgili mutlaka bir anısı ve bir hikayesi vardır. Bende bir zat tanık olduğum, hadisenin içinde başından sonuna kadar yer aldığım, yedi sınıf arkadaşımın aynı anda kopyalarını yakalatma anısını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Üniversite son sınıfının ilk yarıyılında “Bilimsel Araştırma Yöntem ve Teknikleri” adında bir ders okuyorduk. Okulumuzda dersin ana bilim dalı hocası olmadığı için derse Eğitim Bilimleri ana bilim dalından Filozof Hüseyin namıyla tanıdığımız Hüseyin Öztürk Hoca giriyordu. Hüseyin Öztürk okulun en bilgili, en disiplinli hocalarından biriydi. Gözünü daldan budaktan esirgemezdi. Başının gideceğini bilse haktan yana tavır alırdı. Gösteriş meraklısı, taklacı insanları hiç sevmezdi. Mazlum insanları ise baş tacı yapardı.

 Daha önce Eğitim Sosyolojisi ve Düşünce ve Uygarlık Tarihi derslerimizi okutmuştu. Filozof Hüseyin’in okuttuğu derslerden geçmek için bayağı zorlanmıştık. Konfüçyüs, Farabi, Gazali gibi onlarca felsefeci düşünür bazı arkadaşlarımızın rüyalarına girmeye başlamıştı. Hüseyin Hoca girmiş olduğu dersleri hakkıyla anlatır, anlatmış olduğu bilgileri sınavda eksiksiz olarak sorardı. Salla başı, al maaşı diyerek vaziyeti idare eden hocalardan değildi. Hüseyin Hoca’nın dersinden geçen öğrenci okuldan mezun olmayı garantilemiş sayılırdı. Anlayacağınız Hüseyin Öztürk gerçek bir hoca değerli bir bilim adamıydı. Hüseyin Öztürk hemşerim olduğu için okuldaki odasına her zaman rahatlıkla gider gelirdim. Bayramda seyranda ara sıra evine de gittiğim olurdu. Kredi ve Yurtlar Kurumundan alacağım kredi için kefil dahi olmuştu. İhtiyacım olması durumunda harçlık bile verirdi. Hüseyin Hoca ile olan bu yakınlığımızı bizim sınıfın hepsi ve okulun en az yarısı bilirdi.

Hüseyin Hoca Bilimsel Araştırma Teknik ve Yöntemleri dersinde dip not, bilim ahlakı, tez yazım kuralları gibi konuları anlatırdı. Dersin kaynak kitabı olmadığı için anlattığı bilgileri deftere yazdırırdı. Birinci vize sınavına kadar ders konularıyla ilgili olarak ortalama yirmi sahife kadar yazı yazdık. Kasım ayının ortasında birinci vize sınavları yapılmaya başlandı. Bilimsel Araştırma Yöntem ve Teknikleri Dersinin birinci vize sınavı en son sınavdı. Cuma günü yedinci ve sekizinci ders saatlerinde yapılacaktı. Sınav günü geldi çattı. Diğer derslerin sınavlarına çok çalıştığımız için hepimiz harap ve bitap düşmüştük. Bilimsel Araştırma Teknik ve Yöntemleri dersinin sınavına yeteri kadar çalışamamıştık. Örneğin ben cuma akşamı ders notlarını yüzeysel olarak ancak bir kere okuyabilmiştim.

Ders saati gelince Hüseyin Hoca elindeki kahverengi meşin çantası ve her zamanki ihtişamlı görünüşüyle amfinin kapısından içeri girdi. Topluca ayağa kalktık. Bize oturun işareti verdikten sonra ordinaryüs profesör edasıyla geçti kürsüye oturdu. Bizlerde yerimize oturduk ve yoklama kağıdını imzaladık. Hoca yoklama kağıdını inceleyip çantaya koydu. Amfideki öğrencileri baştan sona gözünün kenarıyla iyice süzdükten sonra;

Arkadaşlar sınav soruları az, cevapları kısa. Birinci ders saatinde sohbet edelim. Çalışmayan arkadaşlar ders notlarını yeniden gözden geçirsin. Sınavı öbür ders yapalım diyerek başladı konuşmaya. Üniversitede okurken arkadaşının yerine sınava nasıl girdiğini, bazı derslerden hangi tekniği kullanarak kopya çektiğini hor alı ve detaylı şekilde anlattı. Öğrencilik yıllarında yaşadığı birkaç komik anısını anlatarak sınıfı gülmekten kırdı geçirdi. Bazı arkadaşların gülmekten gözleri yaşardı. Hüseyin Hoca gibi kuralcı, disiplinli ve çalışkan bir insanın öğrenci iken kopya çekmesini, başkasının yerine sınava girmesini hepimiz birden hayretle karşıladık. Öğrenciler bu ortak kanaati dil ile ikrar etmeseler de lisanı hal ile ima ettiklerini en azından ben hissettim. Ortam güzel, muhabbet koyu olunca bir saatlik sürenin nasıl geçtiğini hiç anlayamadık. Dersin bitiminde teneffüsse çıkıp sigarımızı dumanlayıp, çayımızı içtikten sonra sınava geç kalma korkusuyla acele şekilde amfiye tekrar döndük.

Hoca teksir makinasıyla çoğaltılmış sınav kağıtları nizami şekilde dağıttı. Başarı dilekleri temennisiyle sınavı başlatarak kürsüsüne geçip oturdu. Sınavın bitmesine beş dakika kala ayağa kalkarak amfinin cam tarafındaki ve ortasındaki sıralarda oturan arkadaşların yedi tanesinin kopya kağıtlarını eliyle koymuş gibi yakaladı. Duvar dibindeki sıralara da benim bakmamı istedi. Ben duvar dibindeki sıraların gözlerine ve çöp kutularının içine bakarken bir kopya kâğıdı buldum. Arkadaşımın kopya kağıdını hocaya teslim etmemin etik olmayacağını düşünerek kopya kağıdını hocaya teslim etmedim. Bir sihirbaz edasıyla kopya kağıdını bir anda ortadan kaybettim. Hoca benim telaşlandığım saniyelerde bir şeyler olduğunu hissederek” Hayrola Teyfik” dedi. Ben çöp kutusundan boş bir kâğıt alarak” Hocam bir kâğıt buldum ama boş imiş” dedim. Hoca inanmadım dercesine bana doğru başını salladı ama yapacağı bir şey yoktu.

Hoca kopya kâğıdı yakalatan arkadaşların kopya kağıtlarını, sınav kağıtlarına toplu iğne ile iliştirerek geçti kürsüye. Morali bozuk, suratı asık vaziyette “Benim dersimde kopya çekmeye nasıl cüret edersiniz. Hakkınızda disiplin soruşturması açtıracağım. Yedinize de birer dönem okuldan uzaklaştırma cezası verdireceğim. O zaman babanızın dam yerini görürsünüz” gibi yüksek sesli cümlelerle arkadaşlara kızmaya, tehdit etmeye başladı. An itibariyle bizim sınıf ses bombası atılmışçasına derin bir sessizliğe büründü. Hocadan başka kimsenin sesi çıkmıyordu. Sade kopya çeken arkadaşların değil, bütün sınıfın morali bir anda bozuldu. Amfi cenaze evine döndü. Hoca sınav süresi bitince sınav evraklarını çantasına koyduğu gibi hızlı adımlarla amfiyi terk etti. Öğrencilerin hepsi de bu şokun etkisiyle hocanın arkasından sessiz vaziyette baka kaldı. Elimizden gelen bir şey yoktu. O saatte okulda bizim sınıftaki öğrencilerden başka ne öğrenci, nede hoca kalmıştı. Müstahdemlerin tozutarak boşalan sınıfları temizledikleri süpürgelerin gıcırtılı seslerinden anlaşılıyordu. Hoca kapıdan çıktıktan birkaç dakika sonra yurda gidecek otobüs kalmaz korkusuyla öğrencilerde birer ikişer sınıftan çıkmaya başladılar.

Sınıfta kimse kalmayınca, en son olarak bende çıktım. Hocayla görüşeyim diye öğretim elamanlarının odalarının olduğu tarafa yöneldim. Hocanın çok kızgın olması nedeniyle kaş yapalım derken göz çıkartırım, arkadaşlarıma zararım olur düşüncesiyle hocanın odasına gitme fikrimden bir anda vaz geçtim. Personel kapısından hızlıca dışarı çıktım. Spor salonunun yanından geçip ihata kapısına varmadan kopya çeken arkadaşlar beni ablukaya aldılar. Hoca görmesin diye bir köşeye çekilerek olayın kritiğini yapmaya başladık. Son sınıf öğrencisi olduğumuz için arkadaşların bir kısmı nişan, bir kısmı düğün telaşına düşmüşlerdi. Bir dönem okuldan uzaklaştırma cezası almaları durumunda bütün hayalleri alt üst olacaktı. Hatta benim gibi fakir olan bazı arkadaşlar bir an öce göreve başlayarak annesine, babasına ve kardeşlerine yardımcı olmak için gün sayıyorlardı. Konuyu enine boyuna değerlendirdik. Arkadaşların bir kısmı hocanın kafasına koyduğunu yapacağına ve herkesi disipline sevk edeceğine inanıyordu. Bir kısmı ise vicdanlı ve inançlı bir insan olduğu için kimseyi disipline sevk etmeyeceklerine inanıyordu. Bir iki tanesi beni kırmayacağını düşünüyordu. Yapıtlığımız uzun değerlendirmeler sonucu, arkadaşların durumunu görüşmek üzere benim cumartesi günü sat on ikide Hüseyin Hoca’nın evine gitmeme karar verildik. Bu karar ben ve diğer yedi arkadaşın oy birliği ile alındı. Gitmesem olmazdı. Bütün arkadaşlar umudunu bana bağlamışlardı. Bizim sınıfın demografik ve siyasi yapısı çok homojendi. Sınıfımızın birlik ve beraberliği de bir o kadar güzeldi. Bu beraberliğimiz aradan yarım asra yakın süre geçtiği halde hala devam etmektedir. Havadan sudan bahanelerle konuşmadığımız arkadaşlarımıza bile başkalarının zarar vermesini istemezdik. Sınıfımızın bu özellikleri nedeniyle bazı hocalar bizim sınıftan ders almak istemezlerdi.

Kopya çeken yedi kişinin hepsi de benim yakın arkadaşımdı. Bir tanesiyle konuşmuyordum ama başta ona zarar gelmesini istemezdim. Benim hocanın evine gitme kararımdan sora okuldan ayrıldık. Evde kalanlar evlerine, yurtta kalanlar yurdumuza gittik. Sıkıntıdan ağzımızı bıçak açmıyordu. Ben kopya çekmediğim, kopya yakalatmadığım halde en çok ben üzülüyordum. Hava eksi on derece kadar soğuk olduğu halde, sıkıntıdan dolayı tüm bedenimi ter basıyordu. O günkü haleti ruhi yemiz, psikolojik durumumuz dip yapmıştı. Gideceği istikameti bilmeyen yılkı atlar gibi bir sağa, bir sola koşup duruyorduk. Yurtta yediğimiz akşam yemeğinden bir tat almadık. Babası ölmüş yas tutan çocuklar gibi kantinin bir köşesinde sessizce oturup vakit geçirmeye, acımızı yaşamaya çalıştık. Yatma saati gelince sessizce odamıza gidip yatağımıza yattık. Aradan kırk yıla yakın bir süre geçtiği halde, o günü düşündükçe içim burkulur, gözlerim dolar, tüylerim diken gibi olur.

Sabahleyin erkeden kalktım. Yurdun yemekhanesinde kopyacı arkadaşların nezaretinde kahvaltımı yaptıktan sonra, belediye otobüsüne binerek doğruca çarşıya gittim. Tabi ki ben çarşıya giderken kopya yakalatan arkadaşlar da benimle koruma polisi gibi çarşıya geldiler. Çarşıda biraz dolaşıp, mağazaların vitrinlerine baktıktan sonra Fenerbahçe çay evine gittik. Fenerbahçe çay evine çarşıda oturan kopyacı arkadaşlarımızda geldiler. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Arkadaşlardan ikisinin gece hiç uyumadığı gözlerinin şeklinden anlaşılıyordu. Çayımızı içip, yeniden bir değerlendirme daha yaptıktan sonra ben Hüseyin Hoca’nın evine doğru hareket ettim. Hocanın evine giderken zihnimde bin çeşit soru dolanıyor, soruların kuyruğu birbirlerine çarpıyordu. Hoca beni evine kabul edecek mi? Evine kabul etse bile arkadaşlarımı disipline vermekten vaz geçecek mi? Gibi onlarca soru hafızamı meşgul ediyordu. Bir yandan da işimin rast gitmesi için ihlas, nas ve felak surelerini okuyordum. Çay ocağı ile hocanın evinin arası beş yüz, altı yüz metre kadar ancak vardı. Bu mesafeyi yürümek ömrümdeki en uzun, en sıkıcı yolculuktu. En uzun adımlarımı attığım halde mesafe hiç azalmıyordu. İki adım atıp üçüncü adıma geldiğimde durup, derin bir nefes alıp biraz düşündükten sonra hareket ediyordum. Nihayet çok karışık bir haleti ruhiye içerisinde Hüseyin Hoca’nın evine ulaştım.

Ellerim titreyerek kapının zilini çaldım. Hoca kapıyı açtı. Karşısında beni görünce biraz şaşırdı. Sonra “Hayrola Teyfik. Kopyacılar için mi geldin?” diye sordu. Bende “Yok hocam. Öğle yemeğine geldim” dedim. Hoca benim cevabıma pek inanmadı ama Allah razı olsun beni yine de evine kabul etti. Bana “Sen şu salonda otur, televizyona bak. Ben yazdığım makaleyi bitireyim” diyerek çalışma odasına gitti. Bu arada sağ olsun yenge hanım bana çay kahve ikramında bulundu. Hoca çalışmasını tamamlayınca yanıma geldi. Memleket ve okul üzerine muhabbet ettik. Birlikte öğle namazı kıldık. Yenge Hanımın “Buyurun yemek hazır” demesi üzerine mutfağa geçerek yemeğimizi yedik. Yemeği bitirdiğimizde saat ikiyi geçiyordu. Yani ben hocanın evine geleli iki saatten fazla olmuştu. Arkadaşlarımın çay ocağında nasıl sancılandıklarını, benden nasıl bir hayırlı haber beklediklerini tahmin dahi edemiyordum.

Yemekten sonra salona geçtik. Ben gelip içeri girdikten sonra ki geçen süreçte hocanın birazcık tavrının yumuşadığı lisanı halinden anlaşılıyordu. Salona geçip oturmadan ben müsaade isteyip paltomu giymeye başladım. Çıkmadan önce arkadaşlarımın durumunu soracaktım ki hoca niyetimi mi okudu bilemiyorum. Lafı ağzımdan aldı. Bana yönelerek “Arkadaşlarını disipline sevk etmeyeceğim. Notlarını sıfır olarak vereceğim. İkinci vizeye ve finale iyi çalışsınlar. Sende gidip disipline vermeyeceğimi söyleme. Pazartesi gününe kadar iyice üzülsünler, sancılansınlar” dedi. Ben “Sağ olasın. Allah razı olsun. Arkadaşlarım adına çok teşekkür ederim hocam” diyerek hocanın evinden jet hızıyla ayrıldım.

Hocanın disipline vermeme kararını arkadaşlara söylememe şansım yoktu. Hocanın evine giderken yürüyerek bitiremediğim yolu çay ocağına giderken beş dakika içinde yürüdüm. Yolda giderken yaşadığım üzüntülü halimden eser kalmamış, üzüntüm mutluluğa dönmüştü. Sevinçten kanat takıp uçmak istiyordum. Çay ocağına geldiğimde, okul arkadaşlarımızdan konuyla alakası olmayan birçok kişinin de oraya geldiğini gördüm. Kopya çeken arkadaşlar beni ayakta karşıladı. Konuşmamaları için elimle sus işareti yaptım. Sağ olsun arkadaşlarda konuyla alakalı olarak bir kelime dahi konuşmadılar. Ben de bir tabureye oturup bir bardak çay içtikten sonra arkadaşlarımı başka bir kahveye götürdüm. Hava çok soğuk olduğu için parkta, bahçede açık havada oturma şansımız yoktu.

Kahvehanede arkadaşlara hocanın evine nasıl gittiğimi, zili nasıl çaldığımı, hocayla neler konuştuğumu noktasından virgülüne kadar ayrıntılı bir şekilde anlattım. Hocanın kendilerini disipline vermeyeceğini söyleyince arkadaşların yüzlerindeki ifadenin bir anda nasıl değiştiğini görmenizi isterdim. Arkadaşlarımın yüzü gülünce, benimde yüzüm güldü. Ortam müsait olsa çifte telli çalıp oynardık herhalde.

Arkadaşlara “Sizler pazartesi gününe kadar disipline verilmeyeceğinizi kimseye söylemeyin. Ben size söylemeyeceğimi hocaya söz verdim. Hoca duyarsa ayıp olur. Benim başka işimi yapmaz. Ben mahcup olurum. Beni mahcup etmeyin” diye iyice tembihte bulundum. Sağ olsun onlarda ağlayıp sızlayarak rollerini oynamaya devam ettiler. Kimseye söylemediler. Böylelikle kopya serüveni son buldu.

İkinci vizeye ve finale çok çalışarak Bilimsel Araştırma Yöntem ve Teknikleri dersini benden önce geçtiler. Öğrencilik yıllarımız bütün sıkıntılarımıza, bütün çaresizliklerimize rağmen güzeldi. Bizler için kendini feda eden candan arkadaşlarımız, çocuklarının rızkını bizlere harçlık olarak veren hocalarımız vardı. İlişkilerimiz samimi ortamımız doğaldı. Bu nedenle sınıf arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu ile bugün olmuş ilişkimiz, dostluğumuz devam etmektedir. Dost dediğin ayağını kaydıran değil, kaydığında seni yerden kaldırandır. Öğrencilik yıllarımızda kimin ayağı kaysa kaldırmaya çalıştım. Benim ayağım kaydığında da arkadaşlarım beni ayağa kaldırdıkları gibi, başlarına taç ettiler. Şimdiki öğrencilerin arkadaşlık ilişkisinin bir yıl bile sürmediğine üniversitede çalıştığım için tanıklık ediyorum. Aradan yarım asra yakın süre geçtiği halde yaşadığımız olumlu veya olumsuz yüzlerce anı kar altından yeni çıkmış kardelen çiçekleri gibi hafızamızdaki tazeliğini hala korumaktadır.

Keşke bir yolu olsaydı, geçmişe iltica edip anılarda mülteci kalmanın.


4 yorum:

  1. Tevfik diline sağlık.
    Hüseyin Öztürk Benim de çok sevdiğim hocadır. Önce Azman hocanın dersinden kaldım.Tek ders sınavına girer geçerim derken Resim yazı dersinden kaldım.
    Yarı yılım gitti ama bir yılıma neden oldu.
    Hayallerim yıkıldı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bütün hocalarimizı saygıyla anıyorum. Ölenlere rahmet yassyanlara sagliklı ömürler diliyorum

      Sil
  2. Dillerine kalemine sağlık olsun inan duygulandım

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim kardeşim ama adınızı yazarmısınız?

      Sil