Cennetten Gelen Şiir/Ferhat Altun



-dükkan rüyaları-

türküdâr-ı dükkan, merhum başkan, şair fazlı bayram, fakirin bir şiirini şerh ederken "ben yazıda giriş, gelişme, sonuç bilmem. böyle başlar yazılarım." demişti. böyle bir hâlet-i ruhiye içinde kaleme alıyorum bu satırları.

"insan rüyada mıdır, ölünce mi uyanır; yoksa agah iken gördüğümüz her şey asıl hayatı temsil eden birer işaret midir, bu gurbet nasıl ve ne zaman biter, tabutumun tahtası bilmem hangi ağaçta, var mı bir yerim kendi mezarımdan başka" gibi sorularla derunumdaki mahşeri temaşa ettiğim bir dönemden geçiyorum. fakat şu mahşer yeri olan zihnimde, bir çiçek yeşeriyor. bir çiçek varsa bir yerde, çiçeklerin şeyhi de oradadır. bir çiçek diyoruz, yani bir rüya, bir ziyaret.

derler ki "rüyâ âleminde gördüğünüz kişinin vefat etmiş olduğunun farkındaysanız bu rüyâ değil, ziyarettir." eğer durum böyleyse bir soru sormak düşüyor bize: "onlar mı geliyorlar, yoksa biz mi gidiyoruz?"

rüya bahsi elbette cilt cilt kitapları dolduracak kadar derin ve kuramlarüstü bir bahistir. fakat fakirin başındaki öyle bir hâldir ki dostlar! dışa baktı, rüya gördü; içe baktı, uyandı. canın asıl emanet olduğunun künhüne, yarı ölüm hâlindeyken, vardı.

emanet, demişken bu yazının kaleme alınmasının sebebi ferhatların şu kısacık ömürlerinde iki emanet taşımasıyla alakalıdır. hani çiçeklerin şeyhi, sümbülleri parmakları ile emziren, nergislerin çobanı ferhat ağca, TYB tarafından "gönül dağı" dizisine ödül verilirken, dizi ekibini temsilen sahneye çağırılmıştı. ödülü emaneten aldığında tebessüm etmiş ve "artık iki emanetim var." demişti. iki emanetten ikincisini ne zaman teslim etti bilmiyorum, fakat o elîm gecede dünya sürgününü tamamlayarak asıl emanetini hz. ölüm'ün ellerine teslim etmişti.

aradan tam 2 yıl 2 gün geçti. aynı ismi taşıdığımızdan mıdır, yoksa şiir ile olan ünsiyetimizden midir, bilmiyorum -bu akif abi'nin cast çalışması da olabilir-. 8 şubat 2025 tarihinde, sabah namazı vaktinde, cennetten bir emanet geldi, fakire. bu bir rüya içinde rüya, rüya içinde ziyaret hâliydi.

bir derin uykuya dalmıştım ve rüyada dünyadan bir mızrak boyu uzaklaşmanın huzuru içinde uzanmışken içeri hacı ahmet eralp girdi. hemen doğruldum, yüzünde o mübarek hüznü temaşa ettim. her şey onun gelişine ayarlanmış gibi elimde bir tesbih olduğunu fark ettim. "sen değil siz" şiirini söylemesi münasebetiyle fakire hediye ettiği tesbihti bu. "7 fatiha, 33 kere lâ ilâhe illallah muhammedün resulullah, diye zikret." dedi. fakir de hemen başladı zikre, elham bitti. tevhid zikrine başlarken mekân büküldü, kalbimin ve nabzımın daha hızlı attığını duymamla rüya içinde bir başka rüyaya dalmam bir oldu. rüyada çiçeklerin şeyhi karşımdaydı. başında fazlı abi'nin kasketi, sırtında ahmet abi'nin ceketi. "ferhat, sana bir şiir söyleyeceğim; bunu hacım'a ilet." dedi ve devam etti:

“şimdi dostun hoş sohbeti gönlümü şâd eyledi

şâd olsun gönlü onun rûhumu yâd eyledi”

hemen ikinci rüyadan fırladım, ilk rüyaya döndüm. uyandığımda not etmek için onlarca kez okudum, nihayet ezberledim. ve uyandım, yandım, yazdım.

artık fakirin de iki emaneti vardı. emaneti sahibine teslim etmek üzere öğle vakti hacısını aradım. ziyareti ve şiiri kendisine ilettiğimde birkaç dost ile kapıçam'a gidiyorlarmış. o ağladı, bizim yüreğimize kan damladı.

siz de rüyada dostları görmek isterseniz yahut cennetten şiir almak isterseniz bulutlara, ağaçlara, dağlara, suya onların adıyla seslenin


2 yorum: