Dün son teravihti. Teravih; baba adı Ramazan, ana adı Bayram olan bir çocuğun derdine dermandı hep. İki şanslısı daha var yüzyılda bir gelen bu doğa olayının. Belki onlar benden daha şanslıdır. Onu bilemem! Ama benim de şansım o iki cennetlik şanstır belki.
Babamın adaşı benim hep sırdaşım oldu. Küçük köy caminin kapısının karşısında alabildiğine dik bir yokuş vardı. Bazı amcalar vişne çürüğü bir partnere doluşup yokuşu kolaylıkla çıkarken bazıları bu sevaptan da mahrum kalmamak için ellerinde yaştaş bastonlarla tırmanmayı ibadet bilmiş gibi tırmanıyorlardı. Evleri ilk sol sapakta olanlar kendini “bahtsız”, ikinci sol sapaktan sapanlar “olduğuna şükür”, yokuşun başında olanlar kendini “bahtiyar” kabul eder gibiydiler. Ben yine arafta kalanlardandım. Bu Ramazan o yokuşu hep başımın içindeki depremleri bir daha yaşamamak için dualarla çıktım; kafasındaki püsküllü takkeyle yokuş çıkan amcalardan habersiz. Beynimi kurcalayan; herhangi bir yerindeki huysuz bir parça mı, yoksa bir avuç kalbi parçalayan hadsiz bir sırça mı bilemedim henüz. Bunu bir din alimi, bir tıp uzmanı, 35 yıllık bir anne, 35 yıllık bir baba, 30 yıllık bir abi, 10 yıllık bir adam da bilemedi hâlâ. Kadir Gecesi gibiydi. “Kadir gecesinin ne olduğunu sen nereden bileceksin?” gibi bir ilahi uyarıydı. Yaştaş bastonunu sağ elinde dayanak eden, sol elinde de yokuş yukarı tütününü tüttüren Maraş şalvarlı, kara kış yelekli amca, o da adını bildiğine şükretti yanımdan geçerken. “Kıymetini bil, Ramazan’a iyi bak!” dedi sonra nefes nefese. Başımı salladım istemsizce. Bu bende bir ayı aşkın zamandır vardı zaten.
Eve çıktım. Annemin ‘emanet sandığımda hatimler var’ dediği günün gecesiydi. Bulunduğum hâl bir emanete sahip olmanın ağırlığıyla sarstı. Sarsıntılar devam ediyor son zamanlarda artarak. Sorumluluk mu ? Kendimi anlatamayışım mı? Beni anlamayışları mı ? Onu da bilemedim. Bilememek değil de bilmemek iyidir bence. Bu sandık benim ruhumun yuvası oldu. Siz deyin Yusuf’un Kuyusu, ben deyim Nuh’un Gemisi!
Arefeydi! En çok bugün susamak istedim. 35 yıldır hep öyle olsun isterim. Gelişine sevindiğim günün teravihinde ağlamaya başlamak gibi onu sevmek. Gideceğini bilmek ağır gelir. Bir yatsı ezanıyla gelip bir akşam ezanıyla gitmek, bir ezanla bağlanıp bir sela ile ağlanmak gibi de değil midir ?
Öyle işte! Gittiğine ağlamak kadar geleceğine gülmek benimkisi. Geldiğinde bulursan beni, geldiğinde bulursam seni…
Elveda ümidim, özletme kendini !
Armağanına layık olabilmek niyazıyla, hayırlı bayramlar.
Babamın adaşı benim hep sırdaşım oldu. Küçük köy caminin kapısının karşısında alabildiğine dik bir yokuş vardı. Bazı amcalar vişne çürüğü bir partnere doluşup yokuşu kolaylıkla çıkarken bazıları bu sevaptan da mahrum kalmamak için ellerinde yaştaş bastonlarla tırmanmayı ibadet bilmiş gibi tırmanıyorlardı. Evleri ilk sol sapakta olanlar kendini “bahtsız”, ikinci sol sapaktan sapanlar “olduğuna şükür”, yokuşun başında olanlar kendini “bahtiyar” kabul eder gibiydiler. Ben yine arafta kalanlardandım. Bu Ramazan o yokuşu hep başımın içindeki depremleri bir daha yaşamamak için dualarla çıktım; kafasındaki püsküllü takkeyle yokuş çıkan amcalardan habersiz. Beynimi kurcalayan; herhangi bir yerindeki huysuz bir parça mı, yoksa bir avuç kalbi parçalayan hadsiz bir sırça mı bilemedim henüz. Bunu bir din alimi, bir tıp uzmanı, 35 yıllık bir anne, 35 yıllık bir baba, 30 yıllık bir abi, 10 yıllık bir adam da bilemedi hâlâ. Kadir Gecesi gibiydi. “Kadir gecesinin ne olduğunu sen nereden bileceksin?” gibi bir ilahi uyarıydı. Yaştaş bastonunu sağ elinde dayanak eden, sol elinde de yokuş yukarı tütününü tüttüren Maraş şalvarlı, kara kış yelekli amca, o da adını bildiğine şükretti yanımdan geçerken. “Kıymetini bil, Ramazan’a iyi bak!” dedi sonra nefes nefese. Başımı salladım istemsizce. Bu bende bir ayı aşkın zamandır vardı zaten.
Eve çıktım. Annemin ‘emanet sandığımda hatimler var’ dediği günün gecesiydi. Bulunduğum hâl bir emanete sahip olmanın ağırlığıyla sarstı. Sarsıntılar devam ediyor son zamanlarda artarak. Sorumluluk mu ? Kendimi anlatamayışım mı? Beni anlamayışları mı ? Onu da bilemedim. Bilememek değil de bilmemek iyidir bence. Bu sandık benim ruhumun yuvası oldu. Siz deyin Yusuf’un Kuyusu, ben deyim Nuh’un Gemisi!
Arefeydi! En çok bugün susamak istedim. 35 yıldır hep öyle olsun isterim. Gelişine sevindiğim günün teravihinde ağlamaya başlamak gibi onu sevmek. Gideceğini bilmek ağır gelir. Bir yatsı ezanıyla gelip bir akşam ezanıyla gitmek, bir ezanla bağlanıp bir sela ile ağlanmak gibi de değil midir ?
Öyle işte! Gittiğine ağlamak kadar geleceğine gülmek benimkisi. Geldiğinde bulursan beni, geldiğinde bulursam seni…
Elveda ümidim, özletme kendini !
Armağanına layık olabilmek niyazıyla, hayırlı bayramlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder