Somalili Mahmud’un Fikir Dükkânımızdan, yâni Cuma
Kapımız’dan ayrılıp tahsil gurbetine çıkışıyla dostperest yüreğimden bir parça
daha koptu gitti.
Fikir ve gönül tâlimi yapılan bu mekândan nice
dostlar maddî gurbet, askerlik gurbeti, tahsil gurbetine çıktılar. Her giden
yüreğimden bir parça koparıp gitti. Her gurbetçimiz gibi onun gidişiyle de
Fikir Dükkânının dostluk divanından bir mâna, bir karakter, bir dostluk âbidesi
eksildi gitti.
Kendini Şehr-i Maraş’tan sayardı. Kurban Bayramı
öncesi Yüksek Lisan müracaatı için
İstanbul’da iken, “Herkes memleketine
gidiyor, sen Somali’ye mi gideceksin” diye sorduklarında “Bayramda mânevî ve
fikrî memleketim Maraş’ta olacağım…” demiş.
Bu sözü üstüne ümmet ve millet şuuruyla kıvrandım.
Bin yıllık millet ve ümmetdaşlara hâmi oluşumuzun muhteşemliğini böylece bir
daha idrak ettim. Ümmete hâmi oluşumuz dimağ ve yüreğimi sardı ve cezbeye
kapıldım “Ah, Mahmud bize tarihî mesuliyetimizi hatırlattığın için sana
minnettarım!” dedim.
Şehr-i Maraş Sütçü İmam Üniversitesi’nde tahsile
başladığında tanımıştım onunla. Fikirli insan kaynağımız olan İsmail Göktürk’ün
talebesiydi. Keşfetmiş ve elinden tutup Fikir Dükkânına getirmişti. Bir Hocam’a
ve dost meclisine takdim etmiş, ilminin ve gönül dünyasının derinliğinden
bahsetmişti.
Somalili Mahmud simsiyah teni ve sîmasıyla nur ve
aydınlık saçıyordu dost meclisimize. Göbek adı dedesinden tevarüs ettiği Şıh
Ali Muhammed olan Mahmud’un, Cenabı- Hakk’ın ne güzel halk ettiği simsiyah
çehresine saatlerce bakıp bakıp doyardım.
Cenab- Hakk’ın, simsiyah teninden nur yaydığı,
aydınlık saçtığı güzel Mahmud, şirin Mahmud zâhiri ve bâtınî her yönüyle
hâlisiyet ve samimiyet âbidesiydi. Gönlüme otağ kurmuştu. Her gördüğümde
kalbime mânevî şifa gelirdi. Kalbî şifa
buluşumu hâl üzere olan bilir ancak.
Her sohbet
meclisinde onun simsiyah nurlu yüzünü temaşa eder, anlattıklarını vecd ile
dinlerdim. Birinci Harb’deki Sudanlı Zenci Musa’nın ahfadına ve Somalili İslâm
mücahidlerine nasıl da benziyordu öyle.
Ümmeti ve milleti tastamam Mahmut’un sîmasında
görüyordum. Dost meclislerinde ve beraber bulunduğumuz her toplulukta “Somalili
Mahmut, milletin ve ümmetin nümunesi…” diye tanıtırdım. Bu hakikati söylerken,
Allah şahittir ki kalben ve fikren inanarak söyler ve büyük bir mutluluk
duyardım.
Sîması, ahlâkı, edebi, yâni her şeyiyle Sahabe-i
Kiram’ın asrımızdaki duruşunu temsil ediyordu nezdimde. Ecdadımızın “İ’lâ-yı
Kelimetullah” dâvası Somali’ye kadar ulaştığı içindir ki, Rabbim, yirmibirinci
asırda Mahmud’u Türk Ülkesi’nde bizimle buluşturdu ve dost kıldı.
Kültür ve medeniyet programlarında Mahmud’un
Kur’an-ı Kerim okuması, dinleyenleri cezbeye sokardı. O gün kalp saadetim tamam
ve gönlüm sürur bulmuş olarak dönerdim. Diz çökerek rahlede Kur’an okumasıyla
başlayan her kültür programı gözlerimden bin yıllık yaşlar akıtan, yüreğime
ulvî sızılar veren muhteşem programlardı.
“Nerelisin” diye soranlara vecd ve iman ile
“Anadolu’nun Somali kasabasındanım” derdi. Bu ifadesini defalarca duymak için
can ve kalp kulağımı açar, kendimden geçerdim.
Kendini böyle tanıtmasının tarihî derinliğini
düşündükçe, nezdimde son yıllarda duyduğum ve okuduğum yazı başlıkları da dâhil
en mânalı ve tedaisi bin miligram olan bu ifadesinin üstüne bir hikâye yazmayı
düşünmüştüm.
“Son tüten ocak” Anadolu’nun ümmet nezdinde ne
kadar değerli oluşunun hikâyesi olacaktı. Kahramanı Somalili Mahmud olan bu
hikâye millet ve ümmetin hâmisi Âl-i Osman Türklerine olan teveccühü
anlatacaktı aynı zamanda.
Fikir ve Gönül Dükkânının edebî ve nükteli aleyh
ve zarflarını kavramış, hususen bu fakire şirin Türkçesiyle “Bu hafta elimde
iyi aleyhler var…” dediğinde dost meclisinde o an her söz ve ziyaretçi
görüşleri durur, Mahmud dinlenilirdi.
Kısa müddet içinde kültür ve medeniyet
değerlerimize vâkıf olmuştu. Dükk3an müdavimlerinden daha fazla bu değerler
hakkında fikir sahibiydi. İslâm büyüklerinden bir vak’a, bir kıssa aktarırken,
ardından Somali’den dinî kıssalar, menkıbeler aktarırdı.
Eş dost meclislerinde aşk ve vecd ile “Ey Maraşlı
Türkler! İşte size hakiki bir Türk ve ümmet nümunesi! Ona bakıp Türklüğünüzü
görün. Müslüman Türklüğünüze onu ölçü alın…” derdim. Mahmud’la yanyana olmaktan
ve görünmekten fikrî ve ulvî bir haz duyardım.
Ah, Türkiye!” dedim, “Ümmetdaşlarını, hele
de siyah tenli dindaşlarını yabancı sanan, hor gören Ulusalcı ırkçıların
vesayetinde kaldığın dünkü karanlık yıllara dönmezsin bir daha” diye çok nâra
attığım oldu.
“Mahmud, Somali’de Ali ismi çok mudur?” diye
sorduğumda sükûnetli Türkçesi ile “Somali’de her beş isimden biri Ali ve
Peygamberimizin mübarek ismi Muhammed’dir” derdi. Somali’ye döndüğünde, Ali
Hocam’dan neşet eden muhabbetle Ali isminde gördüğün her Somalilinin elini sık
ve bu fakirden selâm söyle” dediğimde Allah’ın nurlandırdığı simsiyah siması,
bembeyaz gözleri öyle güzel tebessüm ederdi ki, kelimelerle ifade edemem.
Vedalaşırken bembeyaz nurlu gözlerinden yaşlar
döküldü. “Ah, Mahmud, ah, gurbet ve millet!” dedim.
Ey güzel Mahmut! Yüreğimize kazıdığın dostluğunu,
milletdaşlığını, nüktelerini aleyhlerini, zarflarını ahrete unutmayacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder