I
İçimiz ne kadar çok kuruduysa o kadar kuru bir yaz bıraktık hazan
mevsimine. Cümlelerimiz ne kadar çok anlamsız ve başıboşsa o kadar çok dağıldık
hayatın kuytu yerlerinde, her insanın öyküsü ne kadar da buruk muğlâk, kötürüm
olmuş ruh hali pozunda. Hiç bir kelimemiz güz sancısı çekmiyor, suskunluğumun
doğumunu müjdeleyecek hiç bir sözcük kalmadı; yapayalnız kaldık kelimenin
ortasında, ruhumuz göçmen kuşların konakladığı ülke değil artık. Hazan mevsimi
yaklaşıyor fakat hüzünlü bir hüzün değil yaşadıklarımız, öykülerimiz nedensiz
anlamsız boşluklar içinde debelenip duruyor, sonbahar renginde sararmış
yüreklerimiz bukalemun gibi renkten renge girmeye başlamış, kendi tehlikemiz
peşinden sürüklüyoruz mevsimleri, ölüm ne kadar da garip güz resitalinin yanında
baharı anımsatacak hiç bir emare yok sessizliğimizde kaybolup gidiyor. Yaz
mevsimi kurumuş dudaklarıyla hicret ediyor güz mevsiminin nefesine, kırık
ikindiler doluyor evlerimize serin dağ yamaçlarından, göz kırpıyor kaypak
rüzgâr usulca gecenin sızan karanlığından, mahmurlaşıyor güz güneşi, boyun
eğiyor korkularıma, insanlardan kaçacak bir ağaç gölgesi yok fakat bir yaprak
düşüyor hayatımın en hazin taraflarına. Kala kala bir ben kalıyorum güz
sancısının ortasında. Hiç bir sözcük merhem olmuyor yaralarıma, korkunun kuyularında
geziniyorum çaresiz. Ve hayatın çaresizliği kıyısız kıyılarıma vuruyor ölü
düşler biriktiriyorum masum olmayan... Gözyaşlarım deniz olmuyor güzün bağrına
hicret etme saatlerinde, kurumuş yürekler elimde kalıyor değersiz bir o kadarda
hayata küskün. Rüzgâr tenime konmuyor sabah mahmurluğunda küskün tan yeri
çığlık çığlığa kalıyor düşlerimin içinde. Umutlarımız eski güz günlerinde kaldı
hayatın dişlileri arasında bir bir dökülüyor paranteze sığdırdığımız varlık
sancısı, virgülüne dahi dokunamıyoruz yaşadıklarımızın. Zaman ömrümüzü yavaş
yavaş kemiriyor güz sarısı kalbimize dokunmadan. Çocuklar kalbimizdeki
denizlerde gezinmiyor yelkenler açılmıyor çocuk gülüşlerinden, bahara selam
duracak güzler yetiştiremiyoruz, ölümün rengârenk hüznü göç etti göçmen
kuşlarının kanatlarında. Uzak iklimlerin güz sancısının derdindeyiz, sanala
boyanmış yüzüyle oturuyor mevsimler başköşeye ne kadarda yabancı ve acı. İnsani
olan her kelimemiz dökülmüyor acılarımızın heybesine, cevap veremiyoruz bir
cümleden hicret ederken kâinat kitabına kaybolup gidiyoruz amaçsız boşaltılmış
hayatların kırgın taraflarına. Güz sancısı çekecek zamanımız dahi yok her şey
masmavi gök altında kırık bir yaşamdır mevsimleri elinden alınmış.
II
Güz gelir ölüm renginde suskunca yerleşir anılarımın sararmış
taraflarına. Sancılanır bütün kelimeler, sözcüklerin üzerine abandıkça abanır
hafif ve serin esen kuzey rüzgârı. Doğa mahmurlaşır çiçeklerin üzerinde yaz
ölüme serenat dizer, kıyısız acıların meyve vermemiş sahilinde bir bir düşer
hayatın tik tak sesleri, dalgalar sahile vurmadan öykünür bulutların denizlerde
yıkanmamış yüzüne, yaz son nefesini vermek üzere tenimizin üzerinde tepelenir
durur. Güz sancısı başlamıştır doludizgin giden yazın kucağında, gölgelerin
güneşten kavrulmuş yüzlerine uzayan bir zaman giydirilmiştir ikindi vakti,
ağaçlar kuşların göç vaktinde gökyüzüne doğru yavaş yavaş atar üstünden yük
gibi gelen giysilerini.
Güney rüzgârları kendi siperlerine çekilmeye, göç vaktinin en
derin zamanında güney yamaçlarına yuva kurmaya başlamış, güneşin yakıcı
ışığının üzerinde vakur fakat yenilmişlik edasıyla yeşil tonlarda göç etmişti.
Güz yazın yeşermiş bedenini serin yerlerinden kemirmeye, güneşin sararmış
renklerini yaprak ve bitkilere nakşetmeye başlamıştı. Bir koşturmacadır gök
kubbenin altında göçmen kuşlarda, yuvalarının son rötuşlarını yapmışlar
dönecekleri günün şarkısını mırıldanarak kanatlarındaki ritme uyarak
havalanmışlardı. Güz sancısı kuş yüreklerine vurmadan, ürkek bakışları ele
vermeden son şarkılarını bir serçenin kanatlarının altına bırakıp gitmişlerdi,
bozulmuş mevsimlerin hüzünlerini yanlarına alarak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder