İnsanın hayatında unutamayacağı mutlu ve kederli önemli günler vardır. Benim hayatımdaki unutamadığım mutu günlerden biride liseyi bitirdiğim yıl girmiş olduğum üniversite ikinci basamak sınavının sonucunun açıklandığı gündür. Şehirde eski toprak damlı evlerin bodrum katlarında kirada kalıp, hafta sonları odun ambarında kömür indirip, odun kırarak harçlığımı kazanarak endüstri meslek lisesini zor şartlar altında bitirdim. Lise son sınıf öğrencisi iken Süleyman Beyazıt Hocamın yardımlarıyla akşamları ücretsiz olarak dershaneye de gittim. Benim dershaneye gitmem Cenabı Allah’ın lütfu bir ilahisiydi. O zaman Kahramanmaraş’ta bir tane dershane vardı. Bu dershaneye de ancak şehrin çok zengin ailelerinin çocukları gidebilirdi. Bizim gibi köyden gelen fakir ailelerin çocukları değil küçük esnaf, memur gibi orta halli aile çocuklarının dahi dershaneye gitme imkânı yoktu. Allah razı olsun Süleyman Hocam milli eğitimdeki tanıdıklarını devreye sokarak beni ücretsiz öğrenci kontenjanından dershaneye gönderdi. Bende gece demeden, gündüz demeden derslerime çalışarak üniversite birinci basamak sınavını yüksek sayılabilecek bir puanla kazandım. İkinci basamak sınavında meslek lisesi mezunu olduğum için aynı başarıyı gösteremedim. Sınav sonuçları açıklandı. Birinci basamak sınavında aldığım puana göre Niğde Eğitim Yüksekokulunu kazandım. Niğde Eğitimi kazandığımı öğrenince nasıl mutlu olduğumu, nasıl sevindiğimi sizlere kelimelerle anlatamamam. Bu duyguyu ancak yaşayan bilir. Benim köyümde benden önce üniversitede okuyan kimse olmamıştı. Benim kazandığıma yalnız ben, ailem değil köyümüzün, yöremizin bütün halkı sevindi. Ayrıca o sene benim sınıfımdan benden başka birinci basamak sınavını dahi kazanan bir öğrenci çıkmadı. Benim üniversite sınavını kazanmamdan bütün öğretmenlerim ve bütün arkadaşlarımda en az benim kadar mutlu oldular.
Üniversite okumak için Niğde’ye gideceğim kesinleşince Niğde hakkında bilgi edinmek için Maraş kazan, ben kepçe her tarafı araştırdım, soruşturdum ama Niğde’de okuyan bir tane bile Kahramanmaraşlı öğrenci bulamadım. Afşin’de Elbistan’da oturan arkadaşları aradım. Onlarda kimseyi bulamadı. Kredi Yurtlar Kurumuna baş vurdum. Kredi Yurtlar Kurumundan da yurt çıkmadı. Ne yapacağım, nerede kalacağım belirsiz vaziyette kayıt yaptırmak için Niğde’ye gittim. Kayıt sırasında evrakları doldururken üst sınıfta okuyan çok sayıda öğrenci ile tanıştım. O günlerde okulun eski öğrencileri başarısız oldukları derslerden bütünleme sınavına giriyorlardı. Hatta bütünleme sınavına gelen öğrencilerden Mustafa Çakır beni dört beş gün evinde misafir etti. Mustafa Çakır Niğde’de okuyan üniversite öğrencilerinin ülkücü reislerinden biriydi. Evi Niğde kalesinin kuzey doğusunda bir yerdeydi. Mustafa Çakır’ın kaldığı ev iki katlı, dışı sarı boyalı, betonarme bir binaydı. Evin dışı sarı boyalı olduğu için öğrenciler arasında bu eve sarı köşk deniyordu. Sarı köşk hem çok kalabalık hem de çok hareketiydi. Allah razı olsun Mustafa Çakır kayıt döneminde beni evinde misafir ederek Niğde’yi sosyal, kültürel ve ekonomik yönden tanımama yardımcı oldu.
Niğde o zaman elli bin nüfuslu küçük bir şehirdi. Niğde Kalesi şehrin tam ortasında yer alıyordu. Kalenin üstündeki Alâeddin Cami burası Selçuklu şehri diye gökyüzündeki aya, güneşe ve yıldızlara haykırıyordu. Niğde’deki bedestenler, kümbetler, hanlar, hamamlar ve hatta tarihi konaklar buram buram Selçuklu kokuyordu. Şehrin etrafını hilal gibi saran elma bahçeleri Niğde’ye ayrı bir renk katıyordu. Pazar yerlerindeki patatesin bereketini bolluğunu anlatmaya lügatteki kelimeler yetersiz kalır. Şehir merkezindeki saat kulesi dikkatimi çeken ilk tarihi eserlerden biriydi. Şehrin içinden geçen demir yolu, demir yolu üzerinden giden tren vagonlarını nasıl anlatsam bilemiyorum ki. Kayseri’den gelip Konya’ya giden karayolu ile Nevşehir’den gelip Adana’ya giden karayolunun Niğde’de kesişmesi şehirde bir ulaşım sorununun olmadığını işaret ediyordu. Nüfus az olunca caddelerin sokakların sakin olması burada yaşamak için önemli bir avantaj sayılırdı.
Niğde’de üniversite yoktu. Mevcut okullar Konya Selçuk Üniversiteni bağlıydı. Şehirde okuyan iki bin beş yüz civarında öğrenci vardı. Öğrencilerin barınması için Kredi ve Yurtlar Kurumuna ait Niğde Bor karayolu üzerinde beş yüz kişilik öğrenci yurdu vardı. Yurtta kalamayan öğrenciler Niğde’nin kenar mahallerinde bulunan yıkılmaya yüz tutmuş eski evlerde kalıyorlardı. Ailelerin oturduğu apartmanlarda öğrencilere, özellikle erkek öğrencilere kiraya ev vermiyorlardı. Çeşitli vakıf ve cemaatlere ait küçük çaplı birkaç yurt daha vardı ama bu yurtlarda kalabilmek içinde memleketten referans getirmek gerekiyordu. Niğde’de kaldığım beş günlük süre içerisinde okuyacağım okul ve barınma imkanları ile şehrin tarihi, kültürü ve sosyal yapısı konusunda önemli miktarda bilgi edinerek memleketime döndüm.
Memlekete dönüş yolunda zihnimde yaptığım değerlendirmeler neticesinde; benim için kalacak en iyi yerin Kredi ve Yurtlar Kurumu Yurdu olduğu kanaatine vardım. Yurt işini halledemez isem de Mustafa Çakır’ın veya arkadaşlarının evinde kalma imkânım vardı. Memlekete dönünce siyasi çevremi ve tanıdığım bütün bürokratları devreye soktum ama yurt işini bir türlü ayarlayamadım. Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğünü kime aratsam “Niğde Yurdu ful dolu” diye cevap geliyordu. Liseler arası güreş müsabakalarına katılmam ve güreş festivallerinde sunuculuk yapmam nedeniyle memlekette sosyal ve siyasi çevrem çok genişti. Yurt konusunu Kahramanmaraş’ta çözemeyince; Ökkeş Kenger Abim bir mektup yazarak beni Niğde Meslek Yüksekokulu Müdürü Bekir Öztürk Hocanın yanına gönderdi. Ökkeş Abi, Bekir Hoca’nın bana mutlaka bir barınma yeri bulacağını da şifahi olarak söyledi. Ökkeş Abinin yazdığı mektup benim yanımda istiklal madalyası kadar kıymetliydi. Mektubu cebime koyunca nasıl sevindiğimi anlatamam.
Kalacak yerim olmadığı için okul eğitim öğretime açılmadan iki gün önce Niğde’ye gittim. Atalarımız “kul sıkışırsa Hızır yetişir” diye boşa dememişler. Niğde’ye varır varmaz okul nizamiyesinde tesadüfen İbrahim Sağlam adında bir arkadaşla tanıştım. İbrahim kayıt için gittiğinde kalacak yerini ayarlamış. İbrahim Sağlam kara yağız, lisanı haliyle karşısındaki insana güven veren yiğit bir Anadolu delikanlısıydı. İbrahim Sağlam Göksun’lü olduğu için hem benim hemşerim hem de benim gibi bizim okulun birinci sınıfında okuyacak bir öğrenciydi. Sohbet esnasında kalacak yerim olmadığını öğrenince, beni hemen evine götürdü. Ev arkadaşlarıyla da görüşerek beni kaldığı eve aldı. İbrahim ile kısa sürede can ciğer arkadaş olduk. Arkadaşlıktan öte ana baba ayrı kardeş olduk. Kaldığımız ev Niğde Kalesinin batı tarafında bir apartman dairesiydi. Kalorifer ile ısınıyordu. Niğde soğuk bir yer olduğu için kaloriferli bir evde yaşamak benim için önemli bir avantajdı. Evde ben dahil toplam altı öğrenci kalıyorduk. Ev okula yürüme mesafesindeydi. Evden çıkıp sola döndükten sonra Sümerbank Mağazasının önünden geçip Atatürk Bulvarında üç yüz metre kadar ilerledikten sonra Dışarı Caminin önünden sağ yaptıktan yüz metre kadar yürüdükten sonra hemen okula varıyorduk.
Okul açıldıktan bir gün sonra Niğde Meslek Yüksekokulu Müdürü Bekir Öztürk Abiyi ziyaret ederek Ökkeş Abinin mektubunu takdim ettim. Mektubu okuyunca Bekir Bey’in gözlerinin içi güldü. Bana hitaben “Yurda falan gerek yok. Benim evin alt katında boş bir oda var orada kal. Yengen bir tabak kuru fasulye fazladan pişirir” dedi. Ben ise “Hocam; kalacak yer ayarladım. Teklifiniz için teşekkür ederim. Allah razı olsun” dedim. Bekir Öztürk seksen ihtilalinden önce Kahramanmaraş ve Gaziantep Eğitim Enstitülerinde öğretmenlik yapmış değerli bir eğitimci, donanımlı bir dava adamıydı. Bekir Bey Gaziantep’in Araban ilçesinden olduğu halde Niğde’deki herkes onu Kahramanmaraşlı olarak tanıyordu. Bekir Bey makamında bana çay kahve ikram etti. Sonrada da beni zorla evine akşam yemeğine götürdü. Bekir Bey’in işyeri ile oturduğu lojman aynı yerleşke içerisindeydi. Araları yüz metre bile yoktu. Bekir Bey’in evine varınca eşiyle ve çocuklarıyla da tanıştım. Eşi ve çocukları da kendisi gibi cana yakın sıcak kanlı insanlardı. O gün itibariyle Bekir Öztürk hocamla vefatına kadar devam eden dostluğumuzun temeli atılmış oldu.
Okula her gün İbrahim’le birlikte gidip geliyorduk. Sınıflarımız ayrı olsa da teneffüs aralarında bile kantinde çayı birlikte içiyorduk. Ev arkadaşlarımızla da aramızda bir sorun yoktu. Ev temizliği, bulaşık yıkama, yemek yapma gibi konularda uhdemize düşen bütün görevleri eksiksiz olarak yerine getiriyorduk. Hatta İbrahim ailesinin maddi durumu iyi olduğu için diğer arkadaşlardan fazla para harcıyordu. Ev arkadaşlarımızın her biri farklı bölgelerden olunca kültürel farklılıklardan kaynaklı ufak tefek sorunlar yaşasak ta bir orta yol bulup kardeş gibi geçinip gidiyorduk. Örneğin ben nöbet günümde, çorbayı acısız yapıp, biberi tabağımdaki çorbaya sonradan atıyordum. Lahmacun yerine etli ekmek yaptırıp hayatımızı idame ettiriyorduk. Ev arkadaşlarımızdan ikinci sınıf öğrencisi Deniz bizi kıskandı mı, başka bir şey mi düşündü anlayamadım, eve gidiş geliş saatlerimize karışmaya başladı. Ziyaretimize gelen arkadaşlar konusunda memnuniyetsiz olduğunu hissettirdi. Velhasıl Deniz söz ile ikrar etmese de hal ve hareketleriyle bizim o evde kalmamızı istemiyordu. Kendisine göre çeşitli gerekçeler üreterek bizim hürriyetimizi kısıtlamaya çalışıyordu.
İbrahim ile istişare ederek, kavga etmek yerine, kaldığımız evden ayrılmaya karar verdik. Evden önce ben, sonra İbrahim ayrılacaktı. Bu arada Niğde’ye kış gelmiş, her sabah bizi selamlayan Hasan Dağı bir peri kızı gibi beyaz gelinliğini giymişti. Yüksek binaların çatı saçaklarında oluşan buzlar hayatı olumsuz yönde etkiliyordu. Tuz atılmayan ara sokaklarda oluşan buzların kalınlığı yer yer yirmi santimi buluyordu. Tanıdığımız arkadaşların evlerinde kalacak yer kalmamıştı. Zemheri kışının ortasında barınacak bir yer veya yeni bir ev bulmak çok zordu. Derdimi anlatmak için Meslek Yüksekokulu Müdürü Bekir Öztürk Beyin yanına gittim. Gerçi ziyaret amaçlı her hafta Bekir Bey’in yanına gidiyordum. Bekir Bey’de bana bu ziyaretlerim esnasında seksen ihtilali öncesi Kahramanmaraş ve Gaziantep Eğitim Enstitülerinde yaşadığı anıları anlatırdı. Yaşadığı Anıları anlatırken gözleri dolar bazen devleti, bazen yöneticileri bazen de kendi kendini sorgulardı. Hayatta yaşadığı olumlu ve olumsuz tecrübelerden bizim ders almamamızı isterdi. Benim bu ziyaretim farklıydı. Özel kalemden geçip makam odasına girdiğim anda, lisanı halimden Bekir Bey benim bir derdimin, bir sıkıntımın olduğunu fark etti. O gerçek bir dost, değerli bir abiydi.
Bana “Hayırdır inşallah Pehlivan” dedi. Ben ise “Hayırsa başımıza gele. Ev arkadaşlarımla geçinemiyorum. Aramızda çeşitli anlaşmazlıklar var. Böyle giderse kavga ederim. Başım belaya girer diye korkuyorum. Beni Yurda yerleştirsen memnun olurum, sevinirim abi” dedim. Ben sözümü tamamlar tamamlamaz Bekir Abi Vali Yardımcısını telefon ile doğrudan kendisi arayarak görüşmek için randevu aldı.
Okuldan acele olarak çıkıp, okulun makam arabasına binerek valilik binasına gittik. Vali Yardımcısının odasına girdik. Bekir Bey beni Vali Yardımcısına tanıttı. Vali Yardımcısı hemen özel kalemine telefon ettirerek Yurt Müdürü Şakir Beyi makamına çağırttı.
Yurt Müdürü Şakir Bey yarım saat kadar sonra kapıdan içeri girdi. Şakir Bey esmer, siyah saçlı, şık giyimli, babacan tavırlı bir insana benziyordu. Vali Yardımcısı Yurt Müdüründen beni yurda almasını rica etti. Yurt Müdürü Şakir Bey “Efendim şu anda tüm odalarımız, tüm yataklarımız dolu. Ancak misafirhane olarak kullandığımız iki yataklı bir odamız var. Siz emir buyurursanız arkadaşı orada barındırabiliriz” dedi. Vali Yardımcısı ise” Tamam uygundur” dedi. Bekir Abi vali yardımcısının yanında kaldı. Yurt Müdürü Şakir Bey beni de alarak Vali Yardımcısının odasından ayrıldı. Benim eşyalarımı kaldığım evden alarak yurdun pikabına yükledik. Evden ayrılıp yurda giderken üzerimdeki tonlarca ağırlığındaki bir yükün kalktığını hissettim. Yurda varınca; valizimizi yurdun deposuna, eşyalarımı ise misafirhanedeki dolaba yerleştirdik. O anda ortam müsait olsa mutluluktan zil takar oynardım belki. Yurda gidince başımın büyük bir beladan kurtulduğunu düşündüm. Cezaevinden tahliye olmuş mahkumlar kadar sevindim…
Yurt Niğde Bor Karayolunun beşinci kilometresinden sağ tarafa Fertek Kasabası yoluna döndükten beş yüz metre kadar sonra sol taraftaki engin bir tepenin üzerinde yer alıyordu. Binalar prefabrikti. Erkeklerin kaldığı yurt binası iki katlı, kızların kaldığı yurt binası üç katlıydı. Kızların kaldığı binanın alt katının yarısında idari birimler vardı. İki binanın ortasındaki tek katlı bina ise yemekhane ve kantin olarak hizmet veriyordu. Yemekhane binasının arka kısmında yurt müdürünün küçücük bir lojmanı vardı. Benim kaldığım misafirhane odası yurdun idari kısmında yer alıyordu. Yurttaki ilk gün akşam yemeğine Yurt Müdürü Şakir Beyle birlikte gittik. Yemekhane müsteciri Anıl abiyle tanıştık. Anıl abi Niğde’nin Ulukışla ilçesinde ikamet eden, gün görmüş geçirmiş adamdı. Senelerce Pozantı Ulukışla yöresinde yol boyu lokantacılığı yapmış meslek erbabı tecrübeli bir insandı. Müdür Bey benimle akşam yemeğini yedikten sonra evine gitti. Bende yurtta kalan arkadaşlarımla çay içip, sohbet ederek gece saat on bire kadar zaman geçirdim. Yurtta kalan öğrencilerin çoğunu tanıdığım için ilk gün bir gariplik çekmedim. Bir acemilik yaşamadım. Yıllardan beri bu yurtta kalan bir öğrenci kadar rahat hissettim kendimi.
Gece saat on bir olunca nöbetçi yönetim memurunun uyarısıyla diğer öğrencilerle birlikte yemekhaneden ayrılarak misafirhaneye gittim. Dışarının her tarafı kar ve buzla kaplı olduğu halde misafirhane oldukça sıcacıktı. Yorgun olduğum için başımı yastığa koyar koymaz uyudum. Sabah kahvaltımı yaptıktan sonra belediye otobüsüne binerek okula gittim. Yurt ile okul arasındaki ulaşımı Niğde Belediyesine ait iki tane körüklü otobüs sağlıyordu. Öğrenciler bu otobüslerin adına “aşk gemisi” diyorlardı. Niğde gibi küçük bir şehirde körüklü aynı anda yüzden fazla yolcu taşıyan belediye otobüsünün olması önemli bir avantajdı. O zaman ki Ankara Belediye Başkanı Mehmet Altınsoy Niğdeli olduğu için körüklü otobüsleri o Niğde Belediyesine hibe etmiş. İyi ki de etmiş yurt ile okul arasında ulaşım sorunu yaşamıyorduk. Okulda sabah derslere girdikten sonra bir saatlik boş zamanda Bekir Öztürk Abinin yanına giderek beni yurda aldırdığı için teşekkür ettim.
Yurtta kaldığım ikinci günün sonunda; bütün kural ve kaideleri öğrenerek yurda tamamen adapte oldum. Çamaşır nasıl yıkanıyor, sıcak su ne zaman veriliyor, en son otobüs Niğde’den saat kaçta hareket ediyor gibi onlarca kuralı öğrendim. Benden kısa bir süre sonra ne yaptı, nasıl etti İbrahim Sağlam’da yurda geldi. O zaman İbrahim’in Mehmet Amcası hem önemli bir üniversitenin rektörü hem de Kredi ve Yurtlar Kurumu Yönetim Kurulu Başkanıydı. İbrahim’in yakın arkadaşı Ali Filiz’in amcası da Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürüydü. Bu durumdan benden başka kimsenin haberi yoktu. Yurttaki odalardan yer açılınca bende misafirhane kısmından ayrılarak yurt kısmına geldim. Yurt yönetim memurlarımızın hepsi de iyi insanlardı. Bize her türlü konuda yardımcı oluyorlardı. Yurt Müdür Yardımcısı Varol Bey’in varlığı ile yokluğu çok belli olmazdı. Yurt Müdürü Şakir Bey bana karşı iyi bir insan olduğu halde, yurdu bir külhan bey edasıyla kanun ve yönetmelikler yerine el yordamıyla yönetmeye çalışırdı. Bu yöntemde kendisini zaman zaman sıkıntıya sokardı. Devlet kurumlarının tamamında hatası olan kişiler hakkında tutanak tanzim edilir, konunun durumuna göre kişi hakkında adli, mali ve idari yönden soruşturma açılır. Bu kural devlet dairesinde de böyledir, üniversitede de böyledir, yurtta da böyledir. Şakir Bey yurtta kalan öğrencilerin kusurlarının, hatalarının olması durumunda yasal işlem yaptırmak yerine, bağırıp çağırarak öğrenciyi ıslah etmeye kalkardı. Öğrencide karşısında konuştuğu zaman sıkıntı yaşardı. Ben bu hususun Şakir Beyin öğretmen kökenli bir insan olmasından kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü bizim ortaokul ve lise öğrencisi olduğumuz yıllarda öğretmenlerimiz bizi bağırarak, çağırarak, dayak atarak ıslah etmeye çalışırdı. İlerideki memuriyet yaşamımıza zararı olur diye disiplin müessesini pek çalıştırmazlardı. Şakir Beyinde öğrencilere zararı olmasın diye yasal prosedürü uygulamadığı yönündeki kanaatim halen tazeliğini korumaktadır.
İbrahim Sağlam ile omuz omuza verip yurtta, okulda ve Niğde’de birçok konuda sosyal ve kültürel faaliyetler yaptık. Yurtta şiir yarışması düzenledik. Niğde’de Kahramanmaraşlılar tanışma günü yaptık. Ihlara Vadisi ve Kapadokya Bölgesine düzenlenen gezilerde çorbada tuzumuz oldu. Bir yıl içerisinde biz Niğde’yi tanıdık. Niğde dede bizi tanımayan kimse kalmadı herhalde. Ara sıra sıkıntılar yaşasak ta öğretim yılını başarılı bir şekilde tamamlayarak memlekete döndük.
İkinci yılda da okulda ve yurtta günlerimiz güzel geçiyordu. Ben birinci sınıfta çok sayıda dersten tekrara kaldığım için değil sosyal faaliyet yapmaya başımı kaşımaya vaktim yoktu. Sosyal faaliyetleri İbrahim tek başına yürütmeye gayret ediyordu. Ben öğle araları bile tekrar derslerine giriyordum. Hasan Kezban Hocanın “Ben kediye bile matematik öğretirim” sözü çok ağırıma gidiyordu. İngilizce dersinden hiçbir şey anlamazdım. Her şeye rağmen bütün derslerden geçmek için çaba harcıyordum.
Yurtta geçirdiğimiz her gece bir masal gibiydi. Birbirimizle şakalaşırdık. İlkokul öğrencileri gibi saklambaç oynardık. Yasak olduğu halde yurttaki odalarımıza elma saklardık. Yoklama yapılırken elmaları ve geceleri çay yapmak için kullandığımız ketalleri yakalatmamak için gösterdiğimiz çaba akıllara durgunluk verirdi. Yurttaki en büyük sıkıntımız banyo sorunuydu. Banyo yapmak için akşamları iki saat, sabahları bir saat sıcak su verilirdi. Her katın sonunda beş kabinli bir banyo odası vardı. Banyo yapacak öğrenciler avlularını kabin kapılarının üzerine asar, bu sıraya göre banyolarını yaparlardı. Banyo yaparken bazen küçük çaplı tartışma olsa da pek kavga çıkmazdı.
Bir akşam İbrahim ve benim ortak yakın arkadaşımız olan Kırıkhanlı İdris ile Meslek Yüksekokulunda okuyan Ali isimli bir öğrenci banyo sırası yüzünden kavga etmişler. Kavga arbedeye dönüşmüş. Ali İdris’e bir yumruk atmış. Banyoda bulunan diğer arkadaşlar olay büyümeden bunları aralamışlar, sulh etmişler. İdris Ali’yi takip etmiş. Ali banyodan çıkıp lavabo aynanın karşısında saçını kurulurken İdris Aliye habersiz bir şekilde yumrukla vurarak alnından yaralamış. Lavabo aynası kırılmış.
Banyoda gürültü yükselince bende o bölgeye gittim. İbrahim’de geldi. Ali’nin başından nisan yağmuru gibi kan akıyordu. İdris yumruğu vurduğu anda banyodan odasına gitmiş. Ortalık tam anlamıyla ana baba günü. Ali ilk yardım yapılmak üzere nöbetçi memur tarafından apar topar revire götürüldü. Olayı temaşa etmek üzere bütün öğrenciler yurdun giriş koridoruna toplandı. Konudan haberdar olan Yurt Müdürü Şakir Bey bir hışımla olay yerine geldi. Ali’yi revirde alnı sarılı vaziyette görünce adeta çıldırdı. Aliye İdris’in vurduğunu öğrenince sigortası iyice arttı. Ağzından çıkan sözcükler bile kontrolden çıktı.
Olayla ilgili tutanak tutulmadan, ifade alınmadan İdris’e “Seni yurttan atıyorum. Hemen yurdu terk et” dedi. İbrahim Sağlam “Atamazsın. Olayı Ali başlattı. Olayı öğren. Ona göre karar ver” dedi. Şakir Bey İbrahim’e “Senide yurttan atıyorum” dedi. İbrahim’de “Atarsa at. Üç gün sonra geri gelirim” dedi. Şakir Bey seni bu yurda bir daha alırsam… olayım gibi ağıza alınmayacak sözler sarf etti. Zıvanadan iyice çıktı. Ağzından çıkanı kulağı duymaz oldu.
İbrahim gayet metanetli şekilde dolaptaki eşyalarını valizlerine doldurup yüzlerce öğrencinin alkışları arasında İdris’ten önce yurttan ayrıldı. Bir nevi haksızlığa dur demek için kendisini feda etmiş oldu. Şehir merkezine kiralık bir evde kalan arkadaşların yanına yerleşti. İbrahim’in bu hareketi yurtta kalan bütün öğrenciler ve hatta yurtta görevli bütün memurlar tarafından takdirle karşılandı. Aradan yarım asra yakın bir süre geçtiği halde, halende takdirle yad edilmektedir.
İbrahim yurttan haksız bir şekilde atıldığını ailesine bildirmiş. Babası da İbrahim’i yeniden yurda aldırması için kardeşini aramış. Anlaşılan odur ki İbrahim’in yurttan atılması Ankara’yı ayağa kaldırmış, harekete geçirmiş. İbrahim yurttan ayrıldıktan üç gün sonra Yurt Müdürü Şakir Beyin tayini Doğu Anadolu’da bir serhat şehrine çıktı. Yurt Müdürü yaptığı hatayı anlayıp İbrahim’in eline, ayağına düştü. Müdürün ricası üzerine ben ve yakın iki arkadaşımız daha devreye girerek İbrahim ile Şakir Beyi barıştırdık. O gece yaşadığımız hatıraları anlatacak olsam tek başına bir kitap olur. Şakir Beyin karizması çizildi ama yaptığı işlerinde yanlış olduğunda anlamış oldu. Atalarımız “Oğlum her taşı kaldırma, altından ya yılan ya çayan çıkar” diye boşa söylemişler. Şakir Bey daha önce bazı öğrencileri usulsüz şekilde atmış ses çıkartan olmamış ama İbrahim’i atınca yer yerinden oynadı. Niğde Yurdu yedi şiddetinde deprem olmuş gibi sallandı.
İbrahim sağlam üç gün önce alkışlar arasında ayrılmış olduğu yurda üç gün sonra alkışlar arasında yeniden döndü. Yurt Müdürünün tayınını durdurturdu. Bu hadiseden sonra biz mezun oluncaya yurtta başka bir olay meydana gelmedi. Beş yüzden fazla öğrenci kardeşlik hukuku içinde birlikte yaşayıp gittik. Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.
Mağrurlanma padişahım senden büyük Allah var
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder