Hayatta birtakım
kolaylıklar sağlayacağını düşünerekten hayatımıza dahil ettiğimiz ve daha
sonrasında bizden bir parçaymışçasına muamelede bulunduğumuz metaların
etra- fımızı çepeçevre kuşatmış- lığıyla karşı karşıyayız.
KOLAYLIK AMA ESİR
OLMADAN
Makineler insanların
zamandan tasarruf edebilmesi ve bazı ağır işlerden kurtulabilmesi için icad
edilmiş ve devamında ise çok ciddi oranda gelişme kaydetmiş önemli bir ürün
niteliğinde hayatımızda bulunmaktadır. Lakin makineleri hayatımıza sağladığı
kolaylıklar olan yerinden alıp, hayatımızın ana gayesi haline getirecek olursak
bu hem makine için, hem de insanlık için zulüm olur. Çevremizde(belki de
kendimiz böyleyiz) bazı insanlar araçlara binerken, bazı araçlar da insanlara
binmektedir. Araç burada sadece sembolik bir mana ifade etmektedir. Araç yerine
mobilya, elbise, telefon, bilgisayar, televizyon vs. konulabilir. Buradan bu gibi makine veya maddelere karşı
olduğumuz manası da çıkarılmamalıdır. Karşı olduğumuz ve hatta düşmanlık
beslediğimiz asıl şey mana cephesi de olan insan için var olan yada üretilen
herhangi birşeyin insanı esir almasıdır. Ne yazık ki insan bu esarete kendi
isteğiyle boyun eğmektedir.
MADDENİN
HAYATIMIZDAKİ ASIL FONKSİYONU
Yukarıda da ifade
ettiğimiz üzere makineler zaman kazandırmak, işi kolaylaştırmak ve insan gücüne
daha az ihtiyaç duymak için insan hayatında bulunmaktadır. Zamandan tasarruf ederek ilim, ibadet ve
hayra daha fazla zaman ayırabilmek bir Müslümanın hayatında çok önemlidir.
Lakin insan bu kalan zamanı Efendimiz(sav)'in 'İnsana bir vadi dolusu altın
verseniz, bir vadi dolusu daha ister' Hadis-i Şerif'i mucibince gözlerini
bürüyen mal-meta hırsıyla daha fazla kazanmaya ve daha fazla biriktirmeye
ayırmaktadır. Eski zamanlarda Alimlerin zamanın yetmezliği ile ilgili
serzenişleri kitaplarda geçmektedir. Zamanın az ama Alimin çok olduğu o
günlerden, zamanın çok ama Alimin neredeyse yok denecek hale geldiği bu günleri
yaşıyoruz. Sırtında yük taşımaktan omzu nasır tutan Halife Efendimiz bugün
arabası olan ama hayrını yanlız kendi gören müslümanları görse acaba ne derdi.
Yada biz onların yüzüne yarın mahşer meydanında nasıl bakacağız.
ALLAH İÇİN VERİLEN
MAL
Geleceğimizi rahat
bir şekilde yaşamak için biriktirmeye başladığımız ve önünü alamadığımız mal
biriktirme müptelası sinsi bir hastalık gibi neredeyse tüm müslümanları pençesi
altına almıştır. Bu mal-mülk biriktirme müptelası, milletimizin genetiği olan
medeniyetimizde olduğu gibi infak etmek ve Allah için dağıtmak için değil;
aksine, daha çok biriktirip, kurulan zenginlik hayallerini yaşamak içindir.
Halbuki Efendimiz(sav) 'Allah için verilen mal eksilmez' buyurmaktadır. Burada 'Tüm dünyalıkları bırakıp sadece
ahiret ile ilgilenelim ve dünyalık işleri de gayr-i müslimler yapsın. Biz de
onlara muhtaç mı olalım?' sorusu akıllara gelebilir. Efendimiz(sav) din ve
dünyanın ayakta tutulabilmesi için insanlara para-pul gerektiğini söylemiştir.
Bizim için zararlı olan şey mal ve paraya olan esarettir.
FANİ DÜNYADA BAKİ
HAYAT OLUR MU?
İnanç ve irade sahibi
Müslümanların mal ve parayı gelecek kaygısı güderekten biriktirmeleri, ebedi
dünya gerçekliğinden haberdar olmadıklarının vesikası niteliğindedir. Eğer bir
müslüman sırf kendi için, insanlığa ve Ümmeti Muhammede fayda sağlamayacak
herhangi birşeyin peşinde ömür tüketmiş, yaşamak için değil de yemek için
yaşamışsa fani dünyada bırakılan mal ve mülk hiçbir önem arz etmemektedir.
İNSAN ÇUKURU
Seküler ve maddeci
bir zihniyet elinde bulunan çağ, insanın değerini bilmemekte ve insanı
çukurlara yuvarlamaktadır. Gözün mana alemine perdeli olduğu bilinmektedir.
Buna rağmen gözleri akıllara kilitleyip, herşeyi salt akıl ile maddiyatta
çözmeye çalışanlar hakikat menbaından
bir katre nasiplenemezler. Yaşadığımız çağ bize gösteriyor ki; her modern birey
bir yaşam koçuna muhtaçtır. Bu yaşam koçlarının sözleri neredeyse Hadis-i Şerif
ve Ayet-i Kerime'lerin önünde-üzerinde tutulmaktadır. İşte bu çukurlara
yuvarlanmış modern bireylerin Millet-i İslam'ın birer ferdi olma yolundaki ilk
adımı Muhammedi(asm) terbiyeyi kendine rehber edinmekle olacaktır.
TOPRAK; OLDUĞUMUZ VE
OLACAĞIMIZ ŞEY
Topraktan yaratılmış
olan insan sonunda tekrar toprak olacak ve kıyamet koptuğunda herşey harap
olacaktır. Tüm bunların olacağını bile bile dünyaya bel bağlamak akl-ı selim
bir insanın, inanç ve irade sahibi bir Müslümanın yapabileceği birşey değidir.
İnsanları asıl hayattan koparan ve salt, seküler akıl ile yönlendirmeye çalışan
bir projenin İlahi Derrgah'tan habersiz olduğu gün gibi aşikardır. Herkesin
hesap yaptığı bu günlerde bütün hesaplarında üstünde bir hesap yapıcıdan
haberdar olması elzem bir durumdur. Bu
hakikatlere gözlerini kapatanlar yanlızca kendilerine karanlık yaparlar.
EBEDİ HAYAT İÇİN
Öncelikle bilinmesi
gereken şey; hayatın uzunluğu-kısalığı değil, nasıl yaşandığıdır. İnsan dünyaya
zevk-ü sefa içerisinde yaşamak ve dünyalıklara köle olmak için
gönderilmemiştir. İnsan dünyaya cümle varlığı tanımak ve temelde bu kusursuz
kainatın Sahibine layık bir kullukta bulunmak için gönderilmiştir. Tüm bunlara
rağmen insan nasıl olur da sorumsuzca davranabilir?
Misafir olarak
gidilen bir evdeki eşyaları benimseyip kendimizin zannetmek ne kadar ahmaklık
ise; yine misafir olarak geldiğimiz bu dünyaya ve onun türlü oyuncaklarına
bağlanmakta bir o kadar ahmaklıktır. Fani dünyada baki hayatı yaşama arzusunun
doruklarında olan insanların, asıl hayatın hayat-ı fanide değil, hayat-ı
ebediyede olduğunu idrak etmeleri, asıl yöne doğru azim, gayret ve sabırla
ilerlemeleri gerekmektedir. Aslında fani dünyada ebediyet isteyenler, rahat
olmaktan rahatsız olmalıdırlar ki o zaman ebediyetin kapısını aralayabilsin. Bu
rahatsızlığın meyveleri zamanı aşan hizmetleri yapabilmekle, Cenab-ı Muhabbete
ulaşmakla alınacaktır.
Kurtuluşa erecek
olanlar, Allah'ın kendilerine yetecek kadar verdiği rızka kanaat edenlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder