Gövdesi dut ağacından, burguları gül dalından olmalı. Bize gül yaraşır. Biz Gülce söyler, gülce koklaşırız da ondan. Sapı kayın ağacından olmalı. Sağlam ağaçtır. Ayrıca beş bin yıllık hafızamda ayrı bir yeri vardır. Ucuna kocaman bir püskül takardım, gök kuşağı renklerinden. Kim olursan ol yine gel, misali. Göğsüne bir çift göz yapıştırırdım; yârimin gözleri. Hemen altına iki damla gözyaşı eklerdim. Ne de olsa gözleri ağlamasa da yüreği ağlayan, hüzünlü bir milletiz. Bizim türkülerimiz de hüzünlüdür. İçinde hüzün olmayan türküyü neyleyim. Gözlerimi nemlendirmeyen türküyü ben hiç söyler miyim? Psikiyatri uzmanları “Hüzün hastalıktır“ deseler de biz derdimizden hoşnutuz, bırakın hüzün üzre yaşayalım hüzün üzre bu âlemden göçelim. Akordunu bir kez yaptım mı hiç bozulmamalı. Benim türkülerim hep aynı ayarda çalınır, söylenir çünkü. Bir de mızrap istemem. Ben şelpe çalmalıyım.
Sazı özenle kucağıma alır, üstüne eğilir, gözlerimi kapatırdım.
Dut ağacına hürmeten ilk türküm bir Azerbaycan mahnısı olurdu herhalde;
Dut ağacı boyunca
Dut yemedim doyunca
Menim balam kime neyler
Körpe balam kime neyler
Hüzün isterseniz Azerbaycan mahnıları dinleyin derim.
İkinci türküm İstiklal Marşı ayarında 'Yemen Türküsü' olurdu.
Ano yemendir
Gülü çemendir
Giden gelmiyor
Acep nedendir.
Yemen'e ne de çok ağladı bu millet. Yemen'e ağlamayan gözler önüne aksın.
Kışlanın önünde redif sesi var
Açın çantasını acep nesi var
Bir çift potin ile bir de fesi var
Potin bile bulamadığımız yıllardı o yıllar. Redif, çoğu bilmez, İhtiyat askeri demektir. O kadar çok askerimiz kırıldı ki iş ihtiyatlara yani ihtiyarlara kalmıştı.
Celal Oğlan türküsünü söylemezsem olmaz. Ahmet Abi kızar (Rahmetli Ahmet Doğan İlbey bu yazı yazıldığında henüz sırlanmamıştı). Onun en sevdiği türküdür.
Ana Celali yudular baş ucunda döne döne.
Sonra sizi alır binlerce yıl geriye götürürdüm. Vey ırmağı kenarına. Kan rengi ırmağı hep beraber seyrederdik. Elimizi yüzümüzü yıkardık, belki o yiğitlik bize de bulaşır diye. Oradan Volga kıyısına getirirdim. Kızıl renkli Volga’da benim kanım var çünkü. Hazar kıyılarını unutmazdım. Horasandan Diyarbakır'a gelirdik. Silvan düzünde belki de yine trenimiz bozulurdu. Ah Diyarbakır, Diyar-ı Bekir., Amid ovası, Amik ovasıyla kardeşsin bilirim. Küçelerinde izim kaldı, yüreğim çay bahçelerinde. Dostluğunda, mertliğinde kaldı gönlüm. Gazi Köşkü, Hevsel Bahçeleri yerinde mi acep? Fis Kayasını kepçeler kırmadı değil mi?
Diyarbakır'a gelmişken 'Ay Dilbere' türküsünü söylemeden olmaz. Yanı sıra 'Esmer Emman' türküsünü de söylemeliyim. Kürt’ü de, Türk'ü de ağlatan türkülerdir. Eminim 'Fegi Teyran' hâlâ küçelerinde dolaşıyordur.
Maraş’ı es geçtim sandınız değil mi? Yönümü çevirirdim Şanlı Maraş’a. Atımı delikli taşa bağlar, yanı başına oturur bir uzun hava tuttururdum;
Maraş Maraş derler de uy amman amman bu nasıl Maraş
Al kanlar içinde can veren gardaş
Gardaş kalk gidelim, yoldaş kalk gidelim
Sivas’ı unutur muyum sanıyorsunuz? Şah Hatayi'den 'Miraçlama'yı sazımla semah dönerek çalardım. Hemen arkasından 'Tevhid'e' geçerdim.
Hak La İlahe İllallah
İllallah Şah İllallah
Şahım Eyvallah Eyvallah ‘la bitirirdim.
Bakmayın dostlar böyle deli deli konuştuğuma. Benim ne sazım oldu ne de saz çalabildim.
Ah bir saz çalabilseydim....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder