EMEKLİ/Seyfettin ALBAYRAM

 


Emekli olunca otuz üç yıl ertelediğim tatil sürecini başlattım. Alanya’yı hiç görmemiştim. Eşimi, kızımı, torunlarımı ve damadımı alarak Alanya’ ya gittim. Rus turistlerin bol olduğu bir yer. Bir lokantaya girdik. İçerisi kalabalıktı. Rus - Türk birbirine karışmıştı. Çocuklar da vardı. Bir şey dikkatimi çekti. Ne kadar ağlayan çocuk varsa istisnasız Türk çocukları idi. Turistlerin çocukları sessiz ailesi ile uyum içinde yemeklerini yiyorlardı. Çocuk eğitiminde bir şeyleri yanlış yapıyoruz galiba. Orada iki gün kaldıktan sonra Taşucu'na geçtik. Otellerde yer bulamadık. Pansiyonlara yöneldik. Denize yakın bir pansiyon kiraladık.

Pansiyonun önünde çınar ağacına benzer kocaman bir ağaç vardı. Pansiyon sahibine arabamı ağacın altına park edip edemeyeceğimi sordum. Elbette park edebilirsin ama orada ihtiyar bir amca oturuyor onun rüzgârını kesme, dedi. Çocukluğumdan beri ihtiyarlarla sohbet etmeyi hep sevmişimdir.

-Ben onunla simdi anlaşırım, dedim.

Çocuklar eşyaları indirirken ben ihtiyar adama yöneldim.

-Selam aleykum, emmi.

İki yanına baktıktan sonra "Ve aleyküm selaam," dedi ve ekledi "yav yeğenim burada selam veren de mi varmış?"

-Niye? Sana selam vermiyorlar mı?

-Aylardır burada otururum, buradan onlarca insan geçer, ilk selam veren sensin.

Dikkat ettim yanında bir engelli sandalyesi vardı. Nevşehirliymiş, kızıyla birlikte yan pansiyonu işletiyormuş.

- Amca burada ne yapıyorsun?

-Kızım pansiyonun temizliğiyle ilgileniyor, bende burada oturup kitap okuyorum.

-Ne okuyorsun?

-Yunus Emre okuyorum. Başladı Yunus Emreden dörtlükler söylemeye.

-Bu arada da masanın altından Yunus Emre’nin hayatını anlatan bir kitap çıkardı. Elime aldım, kitabı karıştırırken kızı yemeğini getirdi. Ellili yaşlarda bir bayan. Adam yemeğe başlamadan tüm erenlere dualar okuyarak "Erenler hu "ile duasını bitirdi. Hoşuma gitmişti. En azından Türkçe dua ediyordu ve bende yaptığı duayı anlamıştım. Yemeğe buyur etti, tok olduğumu söyledim. Ben kitabı incelemeye devam ettim. Yemeğini bitirdikten sonra yine dua faslı aynen tekrarlandı.

-Nasıl kitabı beğendin mi?

-Emmi ben çocukluğumdan beri Yunus Emre okurum. Şiirlerinin çoğunu da ezbere bilirim. Başka kitabın varsa bakayım.

-Hz Ali ' nin Divanı var

 -Hah bak işte onu okurum.

Masanın altından bir kitap daha çıkardı. Evet, Hz Ali ' nin divanıydı. İlk sayfada Şah Hatayı’ nın bir dörtlüğü vardı.

-Emmi Şah Hatayı kimdir, biliyor musun?

-Bir şair.

-Şah Hatayı Şah İsmail’dir.

-Ben Şah İsmail’i bilirim, ama Şah Hatayı’nın O olduğunu bilmiyordum.

-Ben aleviyim, dedi.

-Emmi bütün Türkmenlerin kökü alevidir, ben Türkmen’im benimde köküm alevi.

Gözleri parladı. İçeriye kızına seslendi. Kızı ‘efendim baba’ diyerek geldi. Benim konuşmama fırsat bile vermeden;

-Bak bu öğretmen bizden, alevi.

Kızı başıyla beni selamladı " hoş geldin " diyerek tekrar işine yöneldi.

-Hacı Bektaş’a gittin mi?

-Gittim.

-Delikli taştan geçtin mi?

-Geçtim, hatta Balım Sultanı da ziyaret ettim. Mahsuni Şerifin mezarını da ziyaret ettim.

İhtiyar yerinde duramıyordu, çok heyecanlanmıştı. Belli ki anlatacak çok şeyi vardı, ama dinleyecek kimse bulamamıştı.

Hallacı Mansur’dan girdi, tekrar Yunus Emre’ye döndü. Hallacı Mansur’ u nasıl öldürdüklerini anlattı. İlk defa duyuyormuş gibi dinledim. (Aslında, Hallaç’ın hayatını okumuştum)

-Hz Hüseyin’i şehit ettiler, dedi.

-Eğer o dönemde yaşasaydım mutlaka bir yolunu bulur gider Hz Hüseyin’in yanı başında şehit olurdum, dedim.

Kolundaki saate bakarak "Yeğenim namaz vakti yaklaştı benim abdest almam biraz uzun sürüyor, namazımı kılar geri gelirim " diyerek kalktı. Belden aşağısı felçti yürütecine tutunarak pansiyona yöneldi. Arkasından bakakaldım. Burnumun direği sızladı. Issız bir yer bulup bağıra bağıra ağlamak geçti içimden. Bizi birbirimize kim böylesine yabancılaştırdı?

Evet, canlar yolunuz Silifke Taşucu’na düşerse orda denize yakın büyük bir ağaç var. Altında selam vermenizi bekleyen yaşlı bir ADAM oturuyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder