EV BARK OLMAK / Hasan EJDERHA

Ah evladım, beni babana verdiklerinde daha on dört yaşındaydım. Öyle çok iş de bilmiyordum. Allah gani gani rahmet eylesin kaynanam öğretti her şeyi; yemek yapmasını, ekmek açmasını, yoğurt mayalamayıp, yayık yaymayı hep ondan öğrendim.

Gerçi rahmetli anacığım da iyi bir ev kadınıydı ama gelin olana kadar, gözüm hep oyunda olduğu için hiç iş öğrenemedim. Evde yengelerim olduğu için benim yardımıma ihtiyaç duymuyorlardı doğrusu. Toprak damda akşama kadar çizgi oynardık komşu kızı ile. Çok severdim dama çizgi çizip sekteleyerek taş sektirmeye bayılırdım. Şimdilerde o oyuna seksek mi ne diyorlar. Bir de bayramı beklerdik salıncak için. Bir âlemdi bizim büyüklerimiz. Sert insanlardı hepsi de. Kadınların kızların mahremiyetine çok önem verirlerdi. Ama bayramlar, özellikle Ramazan Bayramı kadınların bayramıydı adeta… Bayram öğle sonrasına kadar misafirler ağırlanır. Bayramlaşılır. Gidilecekse misafirliğe gidilir. Ama öğleden sonra nerdeyse köyün bütün kadınları, taze gelinleri, genç kızları ve çocukları koca kozun altında toplanırlardı.

Devasa bir salıncak kurulurdu koca koza…

Tahtalı salıncak…

Oturacak yerine tahta bağlanır üzerine de kocaman bir minder konulurdu. Bayılırdım ben o salıncağa. Tahtalı salıncakla büyükler sallanırdı sırayla. Çocuklara ise cevizin, yani devasa koca kozun diğer dallarına birkaç tane de küçük salıncak kurarlardı ki küçükler annelerini, ablalarını, yengelerini rahatsız etmesin o küçük salıncaklarda sırayla sallansın istenirdi. Büyükler ise; o, bir erkeğe görünmemek için evin kapısından dışarı başını çıkarmaya çekinen kadınlar koca kozun altında bir başka olurlardı. Gerçi koca koz köyün büyükçe bir bahçesinin ortasındaydı ve yakınlarında ev olmadığı, sık ağaçlarla çevresi kapatılmış olduğu için orada olanları hiçbir erkek göremezdi. Görmekten öte koca kozun çevresine bilmeden yaklaşan bir erkek görülürse hemen “Yaklaşma oraya! Kadınlar var!” diye ikaz edilirdi. Koca kozun bulunduğu bahçe hafif meyilli olduğu için o devasa salıncakta sallanırken bahçenin devasa ağaçları arasından sanki göklere çıkıyormuş gibi çıkar, sonra bahçenin içinde kaybolurdunuz. Ben daha küçük sayılırdım o salıncağa binmek için ama yengelerimin torpili ile birkaç kere küçükken de binmiştim. Nasıl bir mutluluktu o koca salıncağa binmek anlatamam.

Daha oyun çocuğu olduğum için iş öğretmek kimsenin aklına bile gelmemişti doğrusu. Kaynanamı, yani neneni çok sevişimin asıl nedeni ise bambaşka:

Sen doğduğunda ne yapacağımı şaşırmıştım. Elimde ölüp kalacağını sanıyordum adeta. Geceleri uyanıp, uyanıp, nefes alıyor musun diye bakmadan edemiyordum sana. Ne kundak yapmasını biliyordum ne de seni nasıl yıkayacağımı ve nasıl emzireceğimi. Küçücüktün. Nerenden nasıl tutacağımı bilemiyordum. Nerenden tutsam tutmadığım tarafın yere düşecekmiş gibi oluyordu. Üstelik de büyüklerin yanında seni kucağıma almaktan bile utanıyordum.

Nenen akıllı, güngörmüş kadındı. Seni yıkıyor, paklıyor, kundağa sarıp bana veriyordu. Öyle çok seviniyor, öyle çok seviniyordum ki kaynanama sarılıp öpesim geliyordu. Ama nerdeee… O yıllarda bir büyüğe sarılıp öpsen sana delirmiş derlerdi. Seni yıkarken de bana tutturuyordu ki elimde bebeği dengede tutmayı falan öğreneyim diye.

Öğrendim de sonraları. Kısa sürede bebeğimi yıkamasını da kundak yapmasını da öğreniverdim. Nenen bana ara sıra: “Çok iyi bir kadın olacak bu” derdi. Bu sözünden o kadar çok hoşlanırdım ki dünyalar benim olurdu bunu söylediği zaman; çıkıp evin arkasındaki nergislerin ve sümbüllerin açtığı tarlaya çıkıp bir o yana bir bu yana koşasım gelirdi. Evimizin arkasındaki tarlayı çok severdim. Her yer nergis ve sümbüldü. Tarlanın kenarındaki çalılıkta ise her yer menekşeydi. Menevşe derdi nenen. Evinizin hemen arkasında bir evlek yeşil soğanımız hep olurdu. Hemen onun yanında ise baharla birlikte domatesten bibere, biberden kabak ve patlıcana kadar, fasulyeden mısıra, havuça kadar sebzeler ekerdik.

Ev kalabalıktı. Amcanlar da bizimle ve dedenlerle birlikte kocaman bir evde oturuyorduk. Evin koridorunun karşı odalarında onlar, beri tarafta dedenlerle biz oturuyorduk. Koridor dedimse şimdiki evlerin ancak bir adam geçecek koridorları gibi değil; koridor dediğim yere şimdilerin evlerini çevirsen iki ev sığardı. Ben böyle kalabalık bir eve gelin geldim.

Hiç unutmam; deden yemek yerken hep bana ara sıra bakıp dururdu ve ben fena şekilde utanırdım. Sonraları ise beni sürekli yanına oturtmaya başladı. Meğerse kaynanam, amcanın hanımı ve halan ile birlikte otururken onlardan utanıp yemek yiyemediğimi gözlemiş olacak ki beni yanına oturtarak “ye kızım, hadi şundan da ye! Utanılmaz yemek başında, hadi bakalım!” diyerek uzunca bir zaman beni yemeklerde yanında oturttu ve düzenli beslenip beslenemediğimi kontrolü altına aldı adeta. Eskiler ne kadar da düşünceliydiler. Şimdinin adamları öyle mi ya? Hâlbuki haddim değildi sofrada kayınbabamın yanına oturup yemek ama o öyle istemişti. Her öğünde, “bu yemekte bari yanına çağırmasa Allah’ım” diye dua ederdim ama gene çağırırdı. Çünkü Kayınbabamın yanında daha da çok utanırdım.

Kayınbabamın tek kızı vardı; halan. Bana küçük kızım derdi. Küçücük, çelimsiz bir şeydim gelin olduğumda. Bakınca gelin demeye bin şahit gerekirdi. Onatlı on yedisine gelince serpildim. İşte, serpilip de çocuk görünümünden çıktım biraz. Anlayacağın gelin olurken alınan elbiseler, fistanlar üzerimde durmaya, bir miktar yakışmaya başladı. Yoksa bizim sülalede babayiğit bir kadın hiç olmadı. Hepimiz böyle minyonuz. Ama babam, ağabeylerim onlar hep babayiğit adamlardı.

Bir gün babanla kavga ettik.

Kavga dedimse; hani çocuklar oyun oynarken kavga ederler ya öyle bir şey… Baban da çocuk sayılır; topu topu benden iki üç yaş büyük bir çocuk işte. Biz evin en arka odasında yatıyoruz ve eve girip çıkarken yakın olduğu için genelde evin arka kapısını kullanırdık. Ön taraftan, evin asıl kapısından ise dedenlerle birlikte amcanlar işlerlerdi. Zaten ana merdiven de deden ile ninenin kaldığı odanın önüne çıkar, oradan koridora dönülürdü. Dedenle ninen, merdiven sahanlığının devamına yapılmış genişçe bir çardakta yatarlardı yaz boyunca.

Hani kavga edince çocuklar, ev sahibi çocuk, diğer çocuğa “evimizden git!” Der ya! Tıpkı çocuklar gibi kavgamız uzayınca baban beni arka kapının önüne koyup, kapıyı kapattı.

Kapının önünde bir müddet durup düşündüm. Karanlıktan da o kadar korkarım ki! Gece karanlığında köyün karşı tarafında bulunan babamın evine gidemem. Çünkü hem dereyi hem de mezarlığı geçmem lazım; asla geçemem oralardan. Kaldı ki gitmek de istemiyordum. Evimi bırakıp da nereye gideyim? Üstelik gebeydim de. Çok canım sıkılmış, incinmiştim. Orada oturup iyice ağladım. Aslından ağlamak istemiyordum ama bir türlü de kendimi yenemiyordum. Karanlıkta oturulmaz ki. Etrafımdan çıtırtılar gelmeye başladı bir süre sonra. Neredeyse her ağaçtan bana doğru gelen korkulacak bir şeyin çıtırtısını duymaya başlamıştım.

Evin etrafında dolaştım ama nasıl korkuyorum karanlıktan. Birisi “öhh!” dese bayılıp düşerdim herhalde oracığa. Ön merdivenden çıkarak, çardakta uyuyan kaynanam ile kayınbabamın yanına vardım ve kaynanamı hafifçe dürterek uyandırdım.

Rahmetlinin uykusu çok hafifti hemencecik uyandı. Oğlunun beni kapının önüne koyduğunu söyledim. O zamana kadar üzülmemiştim bile. Sadece kavganın hırsı vardı. Ama bu durumu ikinci bir kişiye söyleyince bir ağlamaklık daha geldi ve gözlerimden yaşlar yeniden boşandı. Oysa ben arka kapının önünde iyice ağlayıp toparlandığımı sanmıştım. Bu arada kayınbabam da uyanmıştı. Hiç ikiletmeden ve devamını anlatmama izin vermeden:

“Hadi güzel kızım yorgan döşek getir de kaynananın arka tarafına yerini yaz ve yat!” dedi. Ben de gidip kendime yorgan döşek getirdim. Yerimi yazdım; yatar yatmaz da uyuya kalmışım. Şimdi düşünüyorum da gerçekten çocukmuşum. Öyle bir hadiseden sonra sen yat ve hemencecik de uyu… Aklıma geldikçe gülüyorum kendime.

Ertesi gün kalktık normal işlerimize devam ettik.

Ama baban bulunduğumuz alana gelemiyordu elbette. Beni sabah evde görünce hemen anladı durumdan babasının haberi olduğunu ve korkusundan yanımıza yaklaşamadı.

Günler geçti kayınbabam hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Kaynanam da ben de merak içindeydik. Bu arada baban uzaktan bana gülümsemeler falan atıyordu ama hiç aldırır mıyım; olduğu taraflara bakmıyorum bile. Akşam yemeğine bile gelemiyor. Daha doğrusu gelemiyor. Gelemezdi de. Biliyordu dedenin hışmına uğrayacağını. Sonraları öğrendim; halanlara gidiyormuş yemek zamanlarında. Gebe olduğumdan haberi yoktu babanın. Ben de inat olsun diye halana söyledim ki haberi olup daha fazla canı acısın diye. Ertesi gün bana daha bir gülümseyerek bakmasından gebe olduğumu öğrendiğini anladım. Tabi ki hiç yüz vermedim. Çünkü kayınbabamın tembihi vardı.  

O günlerde serindir diye soframızı çardağa seriyor; deden, ninen, bir de ben yemeğimizi birlikte yiyorduk. Amcanlar ise oturdukları bölümden dışarı açılan bir çardakta yemeklerini yiyorlardı. Bir gün akşam yemeğinde kayınbabam: “Oh be gelin! Ne güzel oldu böyle… Gerçekten kızım oldun. Peh! Seni o gereksiz adama vermeyeceğim artık. O, dolansın dursun evin etrafında. Yiyecek bir şey vermeyin ona; aç susuz dolaşsın.” Ninenin yüzüne dikkatle bakarak tekrar etti “hanım sana diyorum özellikle. O gereksiz adama yiyecek falan vermeyeceksiniz anladın mı beni.” Ninen anladım manasına başını salladı.

Baban baktı ki olmuyor, benim babama gitmiş. Durumu olduğu gibi anlatmış. Rahmetli babacığım çok kızmış. “Demek sen kızımı kapının önüne koydun ha! Gidip de evime getireyim kızımı” diyerek hışımla yürümüş, baban da arkasından. Bu defa benimki daha bir kaygılanmış.

Rahmetli babam çok olgun adamdı. Gençle genç, yaşlı ile yaşlı olmasını bilir halden anlardı.  Dedene gelip, hadise çıkaracağı yerde; “bizler cahal olmadık mı? Bizler de tartıştık, kavga ettik ilk evlendiğimiz yıllarda. Öyle ev bark olunuyor. Ver adamın karısını” demiş dedene. Deden diretmiş: “Vermem! Senin damadın kafasızlığının cezasını çeksin” demiş. Bakar mısınız muhabbete! Bu şaka falan değil gerçekten ikisi de samimiydi hem babam hem de kayınbabam. Oysa bu hadiseden dolayı babam beni alıp götürmeliydi de deden tekrar vermesi için ricacı olmalı değil miydi? Eski adamlar öyleydi işte. İnandıklarını yaparlar ve inandıkları da hep doğru olurdu. Allah ikisine de rahmet eylesin.

Razı edemedi babam. Deden daha bir gürledi: “Bu senin damadın bu gelinin kıymetini anlayana kadar sürünecek burnu yerde” dedi. Babam baktı olmuyor, birazda emin ellerde olduğumun sevinciyle dedenle kucaklaşıp ayrıldı. Çok severlerdi iki dünür birbirlerini.

Uzunca bir süre sonra deden razı oldu beni babana tekrar vermeye de o akşam evime geçtim.

Biz böyle ev bark olduk evladım.

O, yıllarda büyüklerin bir hükmü vardı küçüklerin yanında. Büyükler dinlenirdi. Büyükler dinlenince de yanlış yapılmazdı. Dolayısıyla da yanlış yapılıp bedel ödemek zorunda kalınmazdı. Şimdi olsa büyüklerin tecrübesinden faydalanacağı yerde, yanlışının bedelini ödemeyi yeğler zamane nesli.

Şimdi o yaştaki çocuklar, okuldan gelince kendi yemeğini alıp yiyemiyor.

Gurban olayım Rabbime. Onun yardımıyla öyle de böyle de insan neslini sürdürüyor işte.


1 yorum: