Diyar-ı Hamuş/Fatma Nur Kaya

 


Uzun bir aradan sonra
yeniden alıyorum kalemi elime.
Mürekkep değil, gönül deryamdan
dökülüyor sözcükler.

Bir an duraksıyorum—
belki de kafiye arıyorum.
Zira bilirim,
kafiye olmayınca söz yetim kalır,
Fakat bazen de
kafiyesiz sözün içinde
en hakiki melodi saklıdır.

Sahi, kime yazıyorum?
Ne için düşüyor kelimeler sayfaya?
Doğrusu, bilmiyorum.
Ama bilmemek,
bazen ilimden daha yüce bir lütuf,
cehalet değil,
bilgece bir sükût.

Bağışla beni—
ehli değilim bu işin.
O yüzden söze girmekte zorlanırım.
“Halin nasıldır?” diye sorsam,
cevap vermeye olur muydu mecalin?

Çünkü kelimeler,
senden kaçıyor.
Sen ise sessizliğe saklanıyorsun;
zannımca Diyar-ı Hamuş’tan geliyorsun.

Ve bilirim:
O hamuşluk, büyük mertebedir.
Zira susmak, binlerce sözden ağırdır.
Söz, gönle ulaşmazsa ses olmaktan öteye gidemez;
fakat suskunluk,
gönlüne iner de sırra ererse,
işte o vakit hakikatin kapısı aralanır.

Ne mutlu o yüce mertebeyi hakkıyla taşıyana,
ne mutlu susarak konuşana,
ve sükûtun dilinden
Rabbin kelâmını duyana.

 

GEÇMEYEN ZAMANLARA/Samet YURTTAŞ

 


Takvimlerde baş döndüren uzayışlar

Güneş çatlatıyor gövdemi

Zaman topuklarıma inen

Gecenin ağrısı

Yakamda adımın karşılığı:

Kırk iki, kırk iki...


Gece yüksek ateş, sancı

Ve gurbet söyleşileri.

Beynimde

Dinmeyen davul sesleri

Düğün değil kervan değil göç değil

Topuklarımı çatlatan yankı


Bir deli öfke:

Dirseklerimde mermerin sıcak iniltisi.

Dudaklarımda taze kan kokusu

Şiirin çeşmesine iniyorum

Yanaklarımda kuruyor

Tuz ve su


NE HABER/Nurcihan KIZMAZ



Ey gelecek nasılsın
Gülebiliyor mu çocuklar
El açıp şükre durdu mu analar
Yuvaya dönebildi mi babalar

Ağaçlar büyüyor mu
Yoksa tütüyor mu daha
Yine aynı betonla dolu mu dünya
Yıldızlara ulaşamadan 
Soldu mu yine her rüya

Kaldı mı şairlerin divitinde kelam
Şiir okunuyor mu oralarda hâlâ

Mustafa Cihan Alliş'e Mektup/Alaadin KÜÇÜKKÜRTÜL



Kıymetli kardeşim hikaye muharriri Mustafa Cihan Allişe

Yirmi birinci asırda bir mektuba nasıl başlanıyor, bilemiyorum. Yirmi birinci asırda mektup yazılıyor mu onu da bilemiyorum ama ben bu mektubu yazıyorsam bir örneği vardır diyebiliriz.

Yirminci asırda olsak gurbetteki birine (yani bu örnekte gurbetteki kişi sen oluyorsun en azından fiziken öyle oluyorsun) mektup yazıyor olsak “Evvela mahsus selam eder; büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim.” diye başlardık.

 Uzun zamandır hikaye yazamıyorum. Ne kadar zamandır hikaye yazamadığımı hesaplayamayacak kadar süredir yazamıyorum. Acaba hikaye yazan biri değil miyim? Böyle bir yeteneğim yok mu? Daha önce yazdıklarım hikaye değil miydi? Sorularını soracak kadar hikaye yazamıyorum. Diğer yazarlarda bu durum olmuş mudur? Oluyor mudur?

Merhum ve mağfur hikaye üstadımız muharrir-i azam Ömer Seyfettin bu sıkıntıyı çekmemiştir sanıyorum. Zira kendisinin bilinen neşredilmiş 4 cilt eseri, neşredilmemiş onlarca da makale ve hikayeleri var. 36 yaşında vefat ettiğini biliyoruz. Okumayı öğrendiği günden ölüm gününe kadar yazdığını hesap etsek nefes aldığı her gün yazmış olma ihtimali yüksek diyebiliriz.

Türk Roman’ın Kartalı merhum ve mağfur muharrir Kemal Tahir’e ne demeli peki. Sancılı ve çalkantılı hayatına rağmen neredeyse yaşı sayısınca hacimli ve muazzam eserleri nasıl yazmış? Bütün bu sorulara bir cevap bulamıyorum.

Muharrir Sait Faik bir hikayesinde “Yazmasam deli olacaktım” diyor.

Yazmadığımda delirseydim belki yazabilirdim.

Hâl-i pür-melâlim böyledir aziz dostum.

Bu mektuba cevabını tütüne hasret bir tiryakinin ilk nefes tütünü ciğerlere çekmesi gibi bekliyorum.

Selam ve muhabbetle…

6 Ağustos Çarşamba

K.maraş