YAĞMUR / Sibel KÖK


Pencereyi açtı. Çisil çisil yağan bahar yağmurlarını seyretti bir süre. Her yağmur Mikail'in toprağı kucaklayışı, toprağın yenilenişi, dirilişi demekti. Annesi bereket diye tanımlardı küçükken yağmuru. Seyrederken onu, edilen dualar geri çevrilmez derdi. O da minicik ellerini açar, çok sevdiği elma şekerlerinden isterdi. Ah çocukluk diye iç geçirdi yüzüne yayılan tebessümü pencereye yansıyan aksinden bile gizlemeye çalışarak. Gülmekten bu denli korktuğu için utandı kendinden. İki yıldır gördüğü kâbusları, içtiği antidepresanları düşününce yeniden gömüldü o karanlığa. Yağmura baktı. İnşirah... İnşirah... İnşirah... Bu kadar derin olmasaydı içine düştüğü sessizlik, bu kadar ağır olmasaydı yaşadığı acı belki daha çabuk toparlardı. Pencereye vuran yağmur damlalarını saymaya başladı. Tıp, tıp, tıp... Yağmur ve inşirah... Tıp, tıp, tıp...Ayları hatta günleri saymıştı iki yıl boyunca. Tıp, tıp, tıp... Arap kızı da bakmaz olmuştu camdan. Tıp, tıp, tıp... Küsülü kalmıştı içindeki çocuk. Tıp, tıp, tıp... İki... Tıp, tıp, tıp... Yıl... Tıp, tıp, tıp... 

İki yıldır tek kelime etmemiş, evden dışarı adım atmamıştı. Hayatla arasındaki mesafe her geçen gün daha da artmış, sevdiği her şeye hatta kocasına bile yabancı kalmıştı. Parmağında bir bağlılık anıtı gibi duran alyansa takıldı gözleri. Ne çok zaman geçmişti üstünden. Bu şehre gelişi... Ali'ye sevdalanışı... Oğlunu kucağına alışı... Sonra o kaza... Yanağına değen damlaları alelacele silmeye çalıştı. Gözlerini sıkıca kapatıp bir çıkış aradı zihninin kuytularından.

" İçimde dağılmayan bir kalabalık var." demişti bir keresinde kocasına. "Korkunç bir kalabalık... Tüm sokaklarımı tutmuş, gidecek bir tenha, bir köşe başı bırakmamış bana. Her yerde bir suret... Kime ait bilmiyorum. Gördüğüm her suret zihnime kazınıyor bütün çizgileriyle. Hesap soruyorlar bana. Sonra alay ediyorlar.  Senin yüzünden diyorlar, senin yüzünden oldu o kaza. Oğlun senin yüzünden öldü. Bütün kelimeler birer cam parçası olup batıyor boğazıma. Susuyorum. Bir tokat gibi yapışıyor bakışları yüzüme. Utanıyorum. En çok da korkuyorum. Korkuyorum anlıyor musun? Her gece aynı kâbusları görmekten, her sabah bir uçurumun dibinde açmaktan gözlerimi, korkuyorum. "

Tam da kocasının" toparla artık kendini, hayatı kendine de bana da zindan ediyorsun" dediği gün dökülmüştü bu cümleler dilinden. Sonra susmuş bir daha konuşmamıştı. Bir sisin dağılması gibi dağılsaydı içindeki karanlık. Yeniden tutunabilseydi hayata... Ah yeniden...
 ...
Dışarıda yağmur dinmiş, geriye insanın başını döndüren bir toprak kokusu kalmıştı. Gökyüzüne baktı. Uzun bir nefes çekti ciğerlerine. Camda yansıyan aksine takıldı bir kez daha gözleri. Bakışlarını kaçırırcasına kapattı pencereyi. Masanın üzerinde duran ilaçlardan bir tane aldı. Sonra bir tane daha, bir tane daha...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder