KARA YILAN / Teyfik KARADAŞ

Çocukluk yıllarımda ailem hayvancılıkla uğraşırdı. Biz kış ve ilkbahar mevsimlerinde Döngel Köyünde otururduk. Davarlarımız Yeşil Göz yakınlarındaki Kurt Yurdu mevkiinde kışla adını verdiğimiz sabit barınakta kalırdı. Yaz ve sonbahar mevsiminde Keş dağı yöresindeki yaylalara göçerdik. Mart ayı gelip keçiler doğurduğu zaman anam da davarların yanına gider, ben ve kardeşlerim okula gittiğimiz için köyde nenemin (baba anne) yanında kalırdık. Ortaokul ikinci sınıfta okuduğum sene mart ayının ortasında anam kışlaya davarların yanına gitmişti. Ben Tekir köyünde okurdum. Yeşil Gözdeki kışlamızla, Döngeldeki evimiz Tekir’e aynı mesafedeydi. Ben havanın güneşli olduğu zaman cuma günleri bazen kışlaya anamın yanına giderdim. Yağmurlu günlerde yol çok fazla çamur olduğu için kışlaya gitme şansım olmazdı. Mayıs ayının ilk haftası cuma günü okuldan doğruca kışlaya anamın yanına gitmiştim. Babam akşam yemeğini yedikten sonra bana “Teyfik oğlum, yarın davarı sen güt de çoban istirahat etsin” dedi. Ben de “baş üstüne babacığım” dedim.

Sabah erkenden gün doğmadan evvel kalktım. Anam, yengem, amcamın kızları keçilerin sütünü sağıp, oğlaklar anasını emdikten sonra davar sürümüzü Keş dağı istikametine hareket ettirdim. Azık bezini belime bağlayıp, sürünün peşi sıra yürüdüm. Davarı hareket ettirdikten üç-dört yüz metre sonra hedefine saplanmış bir hançer gibi ardıç ormanlarının içine daldık. Ormanların sıklığından elli metre geriden bakan bir insan üç yüz başlık sürüden bir tanesini bile görmezdi. Ancak keçilerin boğazındaki çanların sesini duyabilirdi. Ardıç ormanların arasındaki tesbi, kara çalı gibi bodur ağaçların yaprakları hayvanların iştahını kabartıyordu. Mevsimin ilkbahar olması nedeniyle ormanların arasındaki boşluklarda yetişen otlar yeşilin renk kartelesi gibiydi. Ağaçtan ağaca uçan ardıç kuşları cik, cik, cik diye koro halinde çıkarttıkları seslerle insanların sabah neşesine ayrı bir renk katıyordu. Hayvanlar ormanların içinden ilerlese de ben yaylalara giden patika yolda normal bir hızla yürüyordum. Arada bir hey hey hey! diye ses çıkartarak hayvanlara asayişin berkemal olduğu mesajını veriyordum. Böyle güzel bir atmosfer içinde hareketimizden on beş dakika sonra Ekicilikteki Küçük Osman’ın çadırına ulaştık. Osman amcanın hanımı Fatma teyze ekmek sahibi, cömert bir insandı. Ben çadıra bir kurşun atımı mesafeden geçerken çadırın önündeki tümseğin üzerine çıkarak:

“Teyfik, kuzum bir çayımı içmeden gidemezsin” diye bağırdı.

Ben de ”geliyorum Fatma Teyze” dedim ve  hemen çadıra doğru yürüdüm.  

Çadıra vardığımda gördüğüm manzarayı kısaca anlatmak istiyorum. Fatma Teyze çadırın önüne çamurdan kemer bir ocak yaptırmış, kemer ocağın içine meşe odunlarıyla ateşi yakmış, meşe közünün üzerinde mavi renkli bir çaydanlıkla çayı demlemiş, ocağın bir tarafında sacın üzerinde kızları tarafından çökelek börekleri yapılıyordu. Çadırın arka tarafındaki yüklükte yorganlar, döşekler yastıklar bir plan dahilinde düzgünce dizilmiş, kaplık adını verdiğimiz rafta tabaklar, kaşıklar tencereler temiz bir vaziyette yerini almıştı.  O dağın başında, o temizliği, tertibi, düzeni görünce hatırıma "Aslan yattığı yerden belli olur.” Ata sözümüz geldi. Çadırın içi yağ döksen yalanacak kadar temizdi. Fatma teyze bana bir bardak çay ile bir çökelek böreği ikram etti. İçtiğim çayın da yediğim böreğin de tadı damağımda kaldı. Fatma teyzenin ısrarına rağmen davarları kaybederim korkusuyla ikinci bardak çayı içemedim. Fatma teyzeye teşekkür ederek yoluma devam ettim.

Ekiciliğin arka tarafındaki Yassı Mağara bütün ihtişamıyla Tekir ovasına el sallıyordu. Binlerce yıldan beri insanlara ve diğer canlılara sahiplik etmenin gururunu yaşıyordu. Ekicilikten Başlamışa doğru giderken hem kıvrım kıvrım yollardan ağır ağır ilerliyor hem de davarımızın nerede olduğunu kontrol ediyordum. Gittiğimiz yolun dik ve yokuş olması zaman zaman benim nefesimi kesiyordu. Kendileri görülmese de yüksek kayaların başından öten kekliklerin sesi kulağıma bir ninni gibi geliyordu. Gittiğim yolun karşısındaki Ağılkaya ve Nedirli Pınarı yurtlarındaki çobanların söylediği Karacaoğlan türküleri ruhumu dinlendiriyordu. Benim yakınlarımdaki duyduğum çoban sesleri o korkunç coğrafyadaki cesaretime cesaret katıyordu. Ağaçların arasındaki, yaban lalelerinin, nevruzların, sümbüllerin, çiğdemlerin, kekiklerin kokularının güzelliğini kelimelerle anlatma imkânı yoktu. Gittiğim yoldan yavaş ilerleyerek usta çobanların mola yeri olan Oturak Ardıcına kavuştum. Oturak Ardıcı civarındaki çiçekli bitkilere konan bal arıları vız, vız, vız diye sesler çıkartarak Yüce Mevla’yı zikrediyordu. Oturak Ardıcından kıbleye doğru baktığımızda Yeşil Göz çayının çıktığı yer bir bardak su gibi görünüyordu. Kahramanmaraş- Kayseri kara yolundan, aşağıdan yukarıya- yukarıdan aşağıya geçen bütün araçların sesleri duyuluyordu. Yeşil Göz köyünün bütün evleri ayağımın altında kalmış gibiydi. Oturak Ardıcında biraz soluklanıp nefesimi topladıktan sonra, oturduğum yerden yavaşça kalkarak hareket ettim. Gökyüzünde uçan şahinler, kartallar, atmacalar yakın bir yerde ölen hayvan leşinin habercisiydi. Başlamışın başına çıktığımda çobanlık yapan Adnan ve Hüseyin isimli iki arkadaşımla karşılaştım. Ben o kadar rampa yolu çıkıncıya kadar aşırı şekilde susamıştım. Başlamıştaki yaz pınarından doya doya su içtim. Arkadaşlarımla ayak üstü biraz muhabbet ettikten sonra yola revan olduk. Şaş Oğlanın mağarasının önünden, Göv Boyunun altından geçip, Aşağı Eşmenin Yazısına ulaştık. (Bizim yörede düz olan yerlere yazı denir.)              

Aşağı Eşme; yaklaşık yüz dönüm genişliğinde düz bir alan olup çevresi dağlar çevrilidir. Bu düzlükte ağaç bulunmayıp, her tarafı kenger ve geven denen bitkilerle kaplıdır. Aşağı Eşmenin ortasında küçük bir dere bulunmaktadır. Derenin sol tarafından Keş Dağı istikametine giden patika yol devam etmektedir. Biz Aşağı Eşmedeki patika yolda en önde Adnan’ın köpeği, onun akasında Hüseyin, Hüseyin’in arkasında Adnan ve en arkada ben olmak üzere sohbet ederek yürüyorduk. Bu arada kuşluk vakti olmuş, hava epeyce ısınmıştı. Önümüzde yürüyen köpek havlayarak bize doğru koşmaya başladı. İleri doğru bakınca, bir de ne göreyim; patika yoldan kocaman bir kara yılan başını kazma sapı kadar kaldırmış uçarak bizim üzerimize doğru geliyordu. Tam benim baktığım anda, yılan köpeği yakalayarak üzerine atladı. Köpeğin beline sarıldı. Bu sırada köpek kıvrak bir hareketle kendini derenin içine attı. Yılan kengerlerin üzerinden sıçrayamadığı için köpeğe hamle yapmakta geç kaldı. Ben yılanı gördüğümde korkudan dizimin bağı çözüldü. Adnan’ın “yılan” diye bağırmasıyla yaşadığım şoku atlatarak, geriye dönüp kaçmaya başladım. Elli metre kadar koşup geriye döndüğümde Adnan’ın da kaçtığını, Hüseyin’in kaçmadığını olduğu yerde donuk bir vaziyette beklediğini gördüm. Hüseyin’in anlattığına göre köpek derenin içinde karşı atağa geçerek yılanı başından yakalayarak boğup öldürmeye çalışmış, yılan bir fırsat bularak başını köpeğin ağzından kurtarmış. Benim döndüğümde köpek ile yılan arasındaki mücadele şiddetli bir şekilde devam ediyordu. Köpek derenin içindeki kumsal alanda ayaklarıyla kendine mevzilenecek çukur kazmaya çalışıyor, yılan ise köpeğin beline hareket yapmak istiyordu. Köpeğin ilk hamlede yılanı başından yaralaması, yılanı korkutmuş gibiydi. Köpek havladıkça yılan geri çekiliyordu. Yılan ile köpek arasındaki mücadele beş dakika kadar sürdü. Bu arada üzerindeki korkuyu atan Adnan elindeki av tüfeğiyle boş bir alana, içi saçma dolu bir mermi sıktı. Silahın sesini duyan yılan, bir fırsat bularak gerisin geriye kaçmaya başladı. Yılan ”S” çizerek kaçarken, silah sesiyle kendine gelen, üzerindeki heyecanı atan Hüseyin yılanı taşlamaya başladı. Yılan canını kurtarmak için kaçarken, o küçücük köpeğin havlama sesi dağları yankılandırıyordu. Ben ve Adnan’da Hüseyin’le birlikte taş atarak yılanı kovalamaya başladık. Yılan kürek sapı kalınlığında, üç metre uzunluğunda vardı. Yılan kendi kendini kurtarmak için bir çağılın içine girdi.

Ben:” gidelim yılanı öldürmeyelim “dedim.

Adnan:” bu yılan yaralandı, öldürmezsek, buradan geçen başka insanlara hayvanlara zarar verir” dedi.

Benden üç dört yaş büyük olduğu için Adnan'a itiraz etme şansım yoktu. Bunun üzerine çevreden bir ster kadar ardıç odunu toplayarak, çağılın üzerine ateş yaktık. Ateşin etkisiyle çağıldaki taşlar ısınmaya başlayınca yılan girdiği delikten geri geri çıkmaya başladı. Adnan yılanın çıkan kısmına iki tane ucu sivri sopa geçirerek yılanı öldürdü. Hüseyin’de yılanı sürükleyerek patika yolun kenarına uzattı. Biz yoldan geçenlerin bizi görmeyeceği bir kayanın gölgesinde azığımızı yemeye başladık. Biz azığımızı yerken çobanlık yapan iki arkadaşımızın yılanın ölüsünden korkarak kaçtığını gördük. O günkü çocuk aklımızla, arkadaşlarımızın yılanın ölüsünden korkarak kaçmasından mutlu olduk ve dakikalarca güldük. Azığımızı yedikten sonra koşar adımlarla giderek Keş Dağı yaylasında sürülerimize yetiştik. Şükürler olsun ki, biz yılanla uğraşırken ayı, kurt gibi vahşi hayvanlar sürümüze zarar vermemişti. Sürüyü Keş Dağından çevirip Karlık ve Mağaralı yaylaları üzerinden eksiksiz olarak evimize götürdüm.

Yaşadığımız olayı akşam anama ve babama anlattım. Anam” oğlum iyi ki yılan seni sokup öldürmemiş, bir fakire sadaka verelim” dedi. Babam da başımıza bir iş gelmediği için sevindi. Bir gün sonra, bizim öldürdüğümüz yılanı görmek için Aşağı Eşmeye onlarca insanın gittiğini öğrendim. Yılanın boyu üç metre kalınlığı kürek sapı kadar olduğu halde, yılanın haberi komşu köylerde boyu on metre, kalınlığı soba borusu kadar olarak gitmişti. Pazartesi günü Tekir’e okula gittiğimde insanların yılanla ilgili değişik yorumlar yaptığını duydum. Öldürdüğümüz yılanın hikayesi bir efsane gibi senelerce dilden dile dolaştı. Aradan kırk yıl geçti. Bizim yörede halen yılan üzerine bir muhabbet olsa “Teyfik hocanın öldürdüğü yılan kadar vardı” diyerek mukayese yapılır. Ben ise zaman zaman bu abartılı konuşmaları kendi kulağımla duyduğum halde, itiraz etmeden içten içe gülerim. Yılandan aşırı derecede korkarım ama o yılanın öldürülmesine yardım ettiğim için aradan kırk yıl geçmesine rağmen hâlâ üzülürüm.

Yılanda olsa, akrepte olsa, kaplumbağa da olsa her canlının yaşama hakkı vardır. Size zarar vermediği sürece hiçbir canlıyı öldürmeyin. Yaptığınız bir hatadan dolayı benim gibi, ömür boyu üzülmeyin.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder