Melih Erdem ile Ferhat Ağca Hakkında Röportaj/ Zehra Boyraz

 


1- Ferhat Ağca ile nasıl tanıştınız, ilişkiniz nasıl şekillendi?

Aslında çocukluktan beri tanırım. Çok sık olmasa da bir araya gelirdik. Asıl meselemiz ben üniversiteyi kazandığımda başladı. Ben de bir ziraatçi ve akademisyenim. 2016 ocak ayında fakülte kantininde denk geldiğimizde sosyal medyada paylaştığım bir fotoğraf üzerine derinleşti muhabbetimiz. Ardından daha sık görüşmeye başladık. Beni Dükkân’la tanıştıran da Seher Yeli’dir. Fakat benim için en mânâlı zamanları son 2 senesidir. Çünkü kendisi de ben de hem lisansüstü eğitim aşamasındaydık hem de dertlerimiz, dilimiz, meramımız, yaşadıklarımız ve yüreğimiz neredeyse aynıydı. Üniversitede kendisinin bir odası vardı. Ben de odasının 2 kat yukarısında bölümün toplantı odasında bursiyerlik yapıyordum. Bir şeye huylandığımda o iki katı sinirle iner yanında bazen sadece bir tütün içer tekrardan o merdivenleri dua ederek bölüme çıkardım. En son konuşmamız 2 Şubat 2023’te Konya’dan Arş. Gör. Sınavından dönerken trende yaptığımız telefon görüşmesiydi. O bir dakikalık görüşmede sınavımın nasıl geçtiğini sormuş anlattıklarımın ardından “Hayırlı olsun o zaman” demişti. Ben de şu an “Hayırlı olsun o zaman” denilen kadroda görev yapmaktayım. Geçenlerde dostlardan biri “Abisini geç buldu, erken kaybetti!” demişti benim için. Tam olarak bu ifade ediyor aslında Ferhat Ağca’yla muhabbetimizi.

2- Sizce Ferhat Ağca’nın hayatını ve düşüncelerini şekillendiren en büyük etken neydi?

Birçok faktör sayılabilir ama bence en etkilisi dostlarıydı. Aile, aldığı eğitim ve mayası düşüncelerinin temelini oluşturuyor. Fakat dostları ve dostluğu aslında Ferhat Ağca için bir yaşam tarzıydı.

3- Ferhat Ağca’nın sizin için en belirgin özelliği neydi? Onu diğer dostlarınızdan ayıran şey neydi?

Meslektaş olmamız benim için temeli oluşturuyor. Mesleğe bakış açısı, gösterdiği emek aynı işi yapan diğer insanlardan oldukça farklıydı. Bölümünden ötürü “Bitki Doktoru” derdim ben ona. Sonradan “Çiçeklerin Şeyhi” oldu zaten. Bunun sebebi dünyevi arızaların ötesinde kişinin ruhunu tedavi edebilecek bir yapıya sahipti. Düşünce tarzı, fikir yapısı, inceliği, sadeliği özellikle minimalistliği onu diğerlerine nazaran ön plana çıkaran hasletleridir. Özellikle de sabrı, bana çok sabretti, Allah razı olsun.

4- Ferhat Ağca için Maraş sadece bir şehir miydi, yoksa onun ruhunda bambaşka bir anlamı mı vardı?

Maraş memleketiydi. Bizim buranın insanının milliyetçiliğini şimdi ben gurbette olunca daha iyi anlıyorum. Onun da ne kadar bağlı olduğunu yazdığı çiçek yazılarından, iş fırsatlarının dışarda daha fazla olmasına rağmen Maraş’ta kalmayı tercih etmesinden anlayabiliriz. Ki onun gibi bir Türk ziraatçisi daha gelir bu memlekete, işin içinde biri olarak hiç sanmıyorum. Buna rağmen hep Maraş’taydı. Biraz da Dükkân’ın etkisi var tabi.

5- Şehrin neresinde onun ayak izlerini, sesini, hatırasını en çok hissediyorsunuz?

Bu soruyu iki farklı şekilde cevaplamak istiyorum;

Ben ne yazık ki gurbetçiyim. İki senedir Konya’da yaşıyorum fiziki olarak. Fakat Maraş’a da her fırsat bulduğumda giderim. Abartmış olmayayım ama neredeyse Maraş’taki çoğu yerde bir hatıramız vardır. Ziraat Fakültesinin kantininden, Pınarbaşı’ndaki Çınar’a, Kılavuzlu’daki barajdan Çukurhisar’daki Kaya Mezarlığı’na kadar denk geleceğiniz her çiçeğe selam vermiş muhabbet etmişliğimiz vardır birlikte. Fakat üniversite özellikle de Ziraat Fakültesinin yeri ayrı oluyor. Her seferinde farklı daha önceden hatırlamadığım bir olayı hatırlıyorum oraya gittiğimde. İtiraf etmek gerekirse uzun zamandır da gitmiyorum üniversiteye bu sebepten. Ağır geliyor.

Diğer yandan kendimin barışık olduğu ama diğer insanların garip karşıladığı bir huy edindim kendime. Daha doğrusu bir çözüm. Ferhat Ağca’yla sık sık görüşüyorum. Arada rüyalara geliyor da epeydir uğramıyor. Yaptığım işleri ona anlatıyorum, muhabbetimi onla yapıyorum çoğunlukla. O yüzden hatırası sesi her şeyi hala tazedir bende.

6- Ferhat Ağca akademik çalışmalarını sadece kariyer için değil, “memleketin hayrına” diyerek sürdürüyordu. Onun ilme bakışı ve bu anlamda taşıdığı ideal neydi? Akademisyenliği sadece bir meslek değil, bir dava olarak mı görüyordu?

İlim Allah’ın ilmidir, ne biliyorsak, öğreniyorsak veya öğretiyorsak O’nun içindir. O’nu bilmek ve sevmek için okuyan bir insandı Ferhat Ağca. Yetiştiği kültür memleket için ne yaparsa Allah için de yapacağını öğrettiğinden akademiye bakış açısı orda yapacağı şeylerin memleketin de hayrına olacağı şeklindeydi. Ki bu mesleğime dair öğrettiği en önemli şeylerden biridir. Çünkü bu meslekte hem insan kalbine dokunmak var hem de hakkını verince hem memlekete faydalı olmak hem de milletin duasını almak var. O yüzden Ferhat Ağca da akademisyenliği rızkını teminden öte bir ideal haline getirdiği doğrudur.

7- Maraş’ın çiçeklerine sevdalıydı. Çiçeklerle kurduğu bağ sadece bir akademik ilgi miydi, yoksa içinde daha derin bir anlam mı barındırıyordu?

İnsan usulünü bildikten sonra her canlıyla iletişim kurabilme yeteneğine sahiptir. Çiçekler de Ferhat Ağca’nın dillerini kavradığı, gönüllerini okuyabildiği, dertlerini dinleyebildiği yegâne canlılardı. Akademik eğitimini alması da bunun üstüne süsü oldu tabi. Evvelinde Bitki Doktoruydu kendisi. Çiçeklerin dertlerine deva olurken işin ilmini iyice çözüp ardından gerçeğe tatbik edip onların şeyhi oluverdi. Ben onlarla konuştuğuna şahidim. Hatta onun selamını götürdüğümde nasıl selam aldıklarına da şahidim. Ki bunlara yazdığı yazıların satır aralarında rastlayabilirsiniz. Çiçek demek Ferhat Ağca demekti.

8- Ona “Tamburi Ferhat” deniyordu. Tambur, ince bir duygu dünyası gerektiren enstrüman… Onun müzikle kurduğu bağ nasıl bir şeydi? Onu dinlerken ne hissederdiniz?

Tamburla olan bağı çok sonraları gelişti. Ve kendini de bu konuda epey geliştirdi. Dinlerken dinlenirdiniz. Günün haftanın dünyanın tüm telaşını unutur Ferhat Ağca’nın tamburla anlattıklarını dinler ruhunuzun acılarına şifa bulurdunuz. Kendini bir işi yaptığında en iyi şekliyle yapmaya odaklamış bir insan olduğundan tamburu da en iyi Ferhat Ağca meşk ederdi zaten.

9- Ahmet Doğan İlbey’in tercümanıydı. Bu dostlukta nasıl bir derinlik vardı? Ferhat Ağca, Ahmet Doğan İlbey’e nasıl bir vefa gösteriyordu?

Günümüzde tercümanlık mesleği bir dilin başka bir dile çevrilmesiyle yürütülen bir meslek. Buradaki tercümanlık dostlukla çevrelendiğinden çevirisi yapılan şey sadece kelimeler değil, gönül ve hâlin tercümesidir. Yani Başkomutan ile Ferhat Ağca’nın arasındaki ilişki kelimelerin sadece bir araç olduğu asıl amacın yarenlik gönlün şifasını bulması, kişinin bizim gurbet dediğimiz dünya hayatında bir yoldaş, dildaş ve gönüldaş bulmasıydı. İkisi birbirine şifa idi. Şems ve Hz. Mevlana ile örneklendirsek abartır mıyız? Bilemedim. Ama o kadar olmasa da oldukça yakın ve benzerdi. Biri olmadan diğerini anlamak, açıklamak zor.

10- Deprem onu aramızdan aldı ama Maraş’ta, akademide, dostluklarda, şiirlerde ve çiçeklerde bıraktığı izler silinmeyecek gibi görünüyor. Sizce onu en çok hangi yönüyle hatırlamalıyız?

Onun insan oluşu, insanı en iyi şekliyle temsil edişi hâzâ insan dendiğinde onun akla gelişi hatırlamak için yeterlidir sanırım. Bir de çok güzel gülerdi. Gülüşünü unutmamak için her seferinde itinayla gülümsediğim doğrudur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder