YILDIZLI GÖKYÜZÜ/ G. Hasan EJDERHA







Sobaları tütüyor karlar altında kalmış bir şehrin

Bembeyaz örtülmüş bütün suçlar, yalanlar ve günahlar

Noeli bekliyorlar bir gökdelenin üst katlarında

Küçük çocuklar gökyüzüne bakıyorlar 

Bütün kurduğu hayalleri getirecek birine

Babalarını bekliyor bazı cocuklar

Onlar da bakıyor aynı gökyüzüne 

Aynı gök fakat yıldızlar farklı

Birinde kayan yıldız, birinde savaş uçağı

Hepimizin göğü aynı gök fakat

İçimizdeki temiz duruyor mu ?

Yasa mıdır icimizdeki yoksa başka mı ?

Nedir gökyüzünden bomba yağdıranın içindeki ?

Kimdir yasayı koyan ve kimdir koruyacak olan?


Paris'te bir sanat müzesindekiler

Ya da Vegas'ta renkli ışıklarda kör olanlar

Hiç gördüler mi Vegas'ın altında, Paris'in sokağında yatanları

Duydular mı hiç karanlık sokakta silah seslerini ?

Ellerindeki Aristo kitabını okudular, fakat anladılar mı ?

Bayat bir ekmeğin kokusunu duydular mı?

Bayatlamış yüreklerinin içinde 


Üstümde yıldızlı gökyüzü fakat içimizdeki ne?

Yasa yürektedir, kara kalplilerde  ise nefiste

Gökyüzüne İbrahimce bakar yüreğiyle görenler

Diğerleri ziyan içindekiler...


Anlamasaydım yıldızları belki bir silah alnımda

Tetiği çekecek parmaklar benimkilerdi

Barınamazdım bu kadar adaletsizlikle

Boş bakardım göğümdeki yıldızlara

Eyerleri bağlanmış kırbaç vurulan bir at

Ona sarılır yok olurdum belki de

Dudaklarımda "Vel Asr" olmasa.


Günahkâr Dişliler/Samet YURTTAŞ

 



Bak

Dışarda güz yağmurlarından bir çember

İçinde yalnızlık dönüyor

Er kişi niyetine hazırlanmış

Hüzünlü bir kalabalık

Döndükçe gözümde büyüyor

Bir ihtiyar yürüyor önümde

Ağır ağır ve aksayarak

Diz kapaklarında bitmeyen sancıyı

Kasıklarında dünyayı kaldırıyor

Bir adım

Bir adım

Bir adım daha

Gelip duruyor ölümün genç kapısında

Kasketinin kıskacında hâlâ yağmur damlaları

Islatmıyor kibrini

Ve saçlarını

Gelip duruyor pişmanlığın son kapısında

Kulak veriyor nefsine

İçinde yıllardır pas tutmayan

Günahkâr dişliler

Dönüyor dönüyor dönüyor



Yeni Dünya Hikâyesi/Hasan EJDERHA




Ufuklar prangalara haykırmıştı

O gün bir daha koparılmıştı çiçekler

Tarihten öcünü almamış kılıçların

Pasları akar kan diye şakaklardan

Baharın ortasında yağan kardan

Arınmamış yağmurdan murdar sokaklar

Bataklık şimdi ortasında yüreklerin.


Bir daha çağır,

 gelirler mi ey 

siyah-beyaz resim.

Herkesin heybesi yaralı

Anı olsun diye saklananların

Anlam bilgisi kayıp

Ayıp ne varsa tarihe dair

Sergi salonlarında kutlu belge

Gevele ey spiker sunduğun haber

Kekre bir ihanet ağzında

Ey dünya!

Bende artık

Kışın da bir yazın da.


Ağzında korkuluk olmuş doğru kelimeler

Eğriltir insanını çağın

Karanlığın ortasındaki aydınlığın

Farkına bile varmadan kaynadı şehirler

Ve nehirler köpük köpük göğe merdiven

Seven ve sevmeyen bir şimdi kentlerde

Taylar ve anneleri şiirlerde bile yok

Varlık içinde karışmış yok yoka

Var varlığın içinde yok

Yok yokluğu içinde çok.


Bugün Yürekler Yere Değil, Göğe Kalktı/Burak ÇIRAK

 




Bugün öyle yüzler gördüm ki…
Hiçbiri konuşmadı,
ama her biri sessizliğiyle dünyayı susturuyordu.
Bir tabut geçerken kalabalığın arasından,
insan bir anlığına zamanı unutur:
Çünkü o an, ömrün bütün gürültüsü çöker de
yalnızca haysiyet ayakta kalır.

Bazıları “şehit oldu” der,
bazıları “gitti” der;
ama ben bugün anladım ki
şehadet, gitmek değilmiş.
Biz kalanlarmışız aslında.

Her adımda bir anne gördüm…
Eli titremiyor, sesi çözülmüyor,
ama yüreği toprağa işliyordu sanki.
O bakışta acı vardı elbet,
fakat acının üstüne örtülmüş küçük bir gurur
her şeyi bambaşka kılıyordu.

Her köşede bir baba gördüm…
Dik durmak için değil,
evladının ardında eğilmemek için çabalayan.
Bir insanın içindeki yangın
bu kadar belli olurmuş da
yine de etrafını ısıtmazmış meğer.

Bir de yaşlı gözler vardı…
kimisi dua ediyordu,
kimisi nefeslerini tutmuş bekliyordu;
çünkü bazı acılar
kelime ile anlatılmaz,
nefesle taşınır.

Bugün anladım ki
bir milletin en yüksek yeri
dağ başı değil,
evladını toprağa verirken düşmediği yerdir.

Ve biz her ne kadar yara almış görünsek de
o cenaze saflarında duran insanların
birbirine dokunmadan duruşu bile
toprağın altından daha güçlü bir şey söylüyordu:

“Biz ayaktayız.”

Rahmet isteyen dudaklar çoktu,
ama rahmetin değdiği yüzler daha çoktu.
Ve ben bugün,
bir ulusun nasıl dimdik kaldığını
bir kez daha gördüm.


Ahamet Özmen KILIÇ'ın AŞK ARASI ŞİİR MOLASI KİTABI/Hasan EJDERHA

 











Aşk Arası Kitap Molası şair Ahmet Özmen KILIÇ'ın şiir kitabı. Morene Yayıneni'nden çıkmış. Kitap nefis bir kapak ile seksen altı sayfa ve güzel bir şiir kitabı formatında okuyucuya sunulmuş.


"Ne zaman yalnızlığa dokunsak,/Yaralarımızda donuyoruz.  Kitabın ilk şiiri LÂL YALNIZLIK şiirinden mısralar ile başlıyoruz Ahmet Özmen KILIÇ'ın şiir kitabına.

Ahmet Özmen KILIÇ gönlü olan, şiirlerini hayatın tam ortasında, her şeyi yaşayarak söyleyen bir şairdir. Şiirlerinin her mısraının yaşanmışlıkları olan, gerçeklerin şairi diğer taraftan... çocukluğundan beri yakından tanıdığım için daha nice güzel şiirlerle şiir kitaplarına yürüyeceğine inancım tamdır.

"Acı bir fren sesi gelir içinden/Tam yaklaştım derken/Geriye dönersin içindeki onmaz bir seferden." YARISI KALMIŞ AŞKLARA şiirinden beni "zank" diye frenleten mısralar oldu bu mısralar. Ahmet Özmen KILIÇ şiirlerini rahat bir kurgu ile gözlerini budaktan sakınmadan yüreğinin sesiyle şöyleyen bir şair oldu her zaman.

GİTME şiirinde "Ömür boyu gidersen;/Hayat acır/Kahve daralır/Yaşam bunalır/Çay kırılır." Çay kırılır mısraı ne güzel değil mi. Sevgili giderse "Çay kırılır" daha neler olmaz ki.

"Bekler vardiyalı/Aşkın koperılan yarası" mısraları ile son buluyor Şair Ahmet Özmen KILIÇ'ın AŞK ARASI ŞİİR MOLASI kitabı.

Edebiyatımıza bu güzel kitabı kazandırdığı için yürekten tebrik ediyorum şair Ahmet Özmen KILIÇ'ı


Yer Gök Şehit/Nurcihan KIZMAZ

 



Ne diyorduk
gökten inen günahsızlara,
Zeval gelmiş mestûr
kanatlarına, 
Hem de yirmisi birden,
Dualar henüz tazeyken.

Yer değil nûr idi toprak ,
yiğitleri kucaklarken.

Peygamber ağuşunu açmış 
beklerken,
Makber ne lazım,
cennetten davet gelmişken


BUGÜN ÇOKÇA HAMZALAR GÖRDÜM/Samet YURTTAŞ

 




Şehitlerimize ithafen

Bugün çokça Hamzalar gördüm

Biri vatan gibi yürüyordu

Sarsılmaz, çelik gövdeli.

Biri rüzgâr gibi kanatlanarak

Omuzlardan arşa yükseliyordu.

Biri Al Bayrak gibi sarılmıştı babaocağına

O ocak cennetten bir mabed gibi

Işıl ışıl ufku aydınlatıyordu.

Bugün çokça Hamzalar gördüm

Hepsi gülümsüyordu.


Bugün çokça babalar gördüm

Biri bayrağı evlat diye öpüyordu.

Biri alnını tabuta koyarak

Al Bayrağı ütülüyordu.

Biri yüreğindeki yangını söndürüyordu.

Bugün çokça babalar gördüm

Hepsi: “Vatan sağolsun” diyordu.


Bugün çokça anneler gördüm

Biri gözyaşlarıyla

Damar damar toprağı çatlatıyordu.

Biri ayaklarını öpen Anadolu’yu

Ayağa kaldırıyordu.

Biri bayrak gibi dalgalanıyordu.

Bugün çokça anneler gördüm

Hepsi buram buram gül kokulu

Hamzaları uğurluyordu.


“Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.”


Heybeme Tütün Koy/Burak ÇIRAK

 



Heybeme tütün koy…
Acı da olsa, yanık da olsa koy.
Gurbette bir nefes bile memlekete benzer bazen.

Çocuk salınmaz buralarda,
gülüşler yere düşmeden susar.
Bir bam telim kaldı içimde,
her çekişte biraz daha inceliyor.

Sabrımın taşı sessizce çatlıyor,
saçlar uzuyor, tırnaklar uzuyor,
ama yollar bir türlü kısalmıyor.

Ne bir kelime tam yerini buluyor,
ne de içimdeki sessizlik susmayı biliyor.
Söylenmeyen sözler,
bazen söylenmişlerden daha gür çıkar.


KALBİME RASTLADIM BU GECE/Nigar Yağcı

                                 Fotoğref: PXHere










Bu gece rastladım kalbime,

Öyle derin, öyle içten, öyle sevgiyle, 

Ve ne zaman rastlasam kendime, 

Yaşlı çınarlar durur önümde 

Kaç ikindiler öldü ruhumda 

Öyle sessiz, öyle buruk, öyle garip işte.

 Zaman kum tanesi, 

Saymadım ki hiç birini, 

Önümde devinip d...



GÜLÜN DİLİ/ Hidayet BAĞCI

 












Karanlıktan aydınlığa uzanan yolların ilk hüzmelerinde başlar bu hikaye. Yılların anımsattığı zamanın, bugüne taşıdığı birçok hatıra dile gelir. İnsan bazen de bu zaman yolculuğunda kendini seyreder. Eskiden buna insanın kendi mağarasına çekilmesi yani münzevileşmesi denirdi. Şimdi ise kendini bulunduğu ortamdan soyutlaması gibi anlamalara gelen cümleler ne kadar da yabancılaştırıyor, özellikle insanı kendine…

Aydınlığa çıkan bir yolculukta başlar bu hikaye. Özellikle insanın kendini anladığı ve sevdiği bir zaman diliminde.. Yani zihnindeki bulutları güneşle sildiğinde, gözlerini açtığında başlar bu hikaye…

Ezgi işine gitmek için evin bahçe kapısını örterken gözleri köşedeki gül ağacına takılır. Aylardan kasım ve günlerden pazartesi. ..Mevsim en soğuk hava şartlarına sahip olsa da bu soğuk havaya inat gül ağacında bir tomurcuk gül olmaya niyet etmiştir. Ezgi kapıyı yarı aralık bırakıp gülü dalından zarif bir şekilde kırıp çantasına yerleştirir. İş yerine geldiğinde ilk işi çantasındaki gülü masasına bırakmak olur. Gülün rengi kırmızı, yaprakları ise yeşil ve tozludur. Peçeteyi suyla ıslatarak sanki bir dostun yüzünü siler gibi incitmeden yeşil yaprakların tozunu temizler.

Odasında aylardır sahibine ulaştırmayı isteyip de randevu alamadığı bir tablo vardır. O tabloyu sahibine teslim etmek için paketleme kağıdını çekmecesinden çıkarır. Beyaz bir kağıda da bu zamana kadar tabloyu ulaştıramama sebebi adına duygularını ifade eden birkaç not düşer. Kağıdı katlayıp zarfına bırakır. Zarfı kapattığı noktanın hizasına bahçeden kopardığı gülü bırakır, onu da oraya sabitleyerek yerleştirir. Genelde not kağıtları paketin dışına küçük mandal veya bant ile sabitleştirilirken, Ezgi gül dalındaki beyaz zarfı paketin içine yerleştirir.

Uzun zamandır randevu alamadığı kamu kurumuna gider ve sekretere hediye paketini bırakır. Görünürde paketlenmiş bir tablodur ve üzerinde notu olmayan bir hediyedir. Ezgi yolları adımlarken üzerinde çalıştığı tablonun beğenilip beğenilmeyeceğini düşünse de birden gül gelir aklına. Acaba gül bekleye bekleye kurur mu? Hediye sahibine ulaşırsa gül de vazonun dibindeki suda hayat bulur mu? Ezginin dünyasında tablo bir yana gül bir yana iki ayrı dert olur.

Ne gariptir ki insan da bir kuş misali bir kalbe sahip, kuşlar da insan misali bir nefese… Kuştaki kanat çırpmalar insandaki heyecanın bir tezahürüdür. Heyecan ve bekleyiş insanı sabırdan ziyade imtihana sevkeder. Oysa verilmiş bir hediyenin akıbetinin derdini taşımak ise bir yetersizlik belirtisi olabilir mi?

Ezgi yerine ulaşmasını beklediği hediyenin derdine düşmeden sadece gülün kaç gün içinde o pakette canlı kalabileceğini düşündü. Eğer bir köşede beklerse, yerine ulaşmazsa gül önce yapraklarını solduracak sonra da küflenip, kuruyup değersiz bir çöp edasına dönüşecekti. Bu gibi düşünceleri zihninden silse de gülün derdini taşıdı içinde, bir kuş misali belki de bir bülbül edasıyla.

Tablo tam zamanında sahibine ulaşırsa bu aynı zamanda emanet bıraktığı sekreterin görevini fazlasıyla yerine getirdiğinin bir işareti olacaktı. Bir nevi Ezgi güle bekçilik görevini vermişti. Akşam olduğunda Nagehan hanım tablo hakkında teşekkür için aradığında Ezgi, gül adına mutlu olmuştu.

Aydınlığa çıkan bir yolculukta başlar bu hikaye. Özellikle insanın kendini anladığı ve sevdiği bir zaman diliminde.. Yani zihnindeki bulutları güneşle sildiğinde, gözlerini açtığında başlar bu hikaye


ZAMAN/Musa YILDIZ


    

Kuru bir Sonbahar

Sarı kavak dalları

Poyrazın ıslığı

Kulaklarımda

Bir yol var eski zamanlardan

Tüm zamanların yaşadığı

Boşluklardan

Benim

Şüphelerden uzaklara

Gidemediğim, bağlı kaldığım

Duygu

Düşünce

Saklı kalmış duygulardan

Ve çırılçıplak bir zamandan.

                  1989 BANDIRMA


ENVER'İM/G. Hasan EJDERHA








Yürünür bu yol çıkar Türkistana

O ulu atalar iner Tanrı Dağından 

Bir beyaz düşer burma bıyıklarına

Dertlenir bir iç çeker Enver'im


Yarin özlemi deşer yüreğini

Yarinden çok sevdiği vatanıda

Bırak vuslat ucmağa kalsın beyim

Uçmağda Nebiye komşu ol Enver'im


Mücahit olmak kolay değil 

Ama Cihat bize bir emirdir

Namımız öne atılan delidir

Mitralyoze doğru koş Enver'im


Çölde yine ümmete ol komutan

Küfür olsa da dört bir tarafı saran

Allah nidaları olsun yeryüzünü sarsan

Tekbir getir peşinden gelelim Enver'im


Yanındaki kırk çeri biz olalım

Yürü seninle Kızılelmaya varalım

Alemde nizamı bizler kuralım

Sen hayal kur biz yine ölelim Enver'im


Halid bin Velid atanın yolundan

Seyfullah olmak için yürüyelim

Hamza'nın imanından şuurundan

Kendimize yol belleyelim Enver'im


Dükkan Mumu Yanıyor Bu Akşam/Burak ÇIRAK

 



Her Cuma akşamı gün batımına doğru bir söz yayılırdı dostlar arasına:

 “Dükkan mumu yanıyor bu akşam.”


O söz, ne bir çağrıydı ne de bir emir…
Bir dostluk geleneğiydi.
Kimse kimseden “gelir misin” diye sormazdı, çünkü herkes bilir idi:
Cuma akşamı dükkan meclisi kurulurdu.

Dükkan…
Dışarıdan bakınca bir köşeydi yalnızca,
ama içine girince bir mağara sessizliğinde dostluğu saklayan bir sığınak olurdu.
Tütünün dumanı ağır ağır yükselir,
çayın demiyle sohbet koyulaşırdı.
Her bir dost, kendi yerini bilirdi.
Üdeba köşede susar, dostdaş kahkahayla söze girerdi.

Mizah serbestti ama edepsizlik yasaktı.
Biri mutlaka söze şöyle başlardı:

 “Aleyh serbest efendi, lakin gönül kırmak haramdır.”

Ve ardından gülüşmeler, dumanla birlikte tavana asılı kalırdı.
Bazen türküdar bir ezgi tutturur,
bazen bir suskunluk hepsinden çok şey söylerdi.

Dükkan mumu yanarken zaman dururdu sanki.
Ne dışarıdan bir ses girerdi içeri,
ne de içeriden bir kelime dışarı taşardı.
Meclis dağılırken kimse elveda demezdi,
çünkü bilirdik:
Bir sonraki Cuma, yine aynı mum yanacak,
aynı söz yankılanacaktı…

 “Dükkan mumu yanıyor bu akşam.”


Zar / Memduh ATALAY

 




Suyun akışından, berraklık seviyesinden kaynağı gören içgörü ile bulanıklığın farkında olan ancak temizlenir, akar su pislik tutmaz, anlayışı ile sabırla beklerken kova doldurma yarışındakilere sesi ulaşmayan hüzünkâr...

İyilik adıyla ve görüntüsü ile infakın nifak kokusunu duyan ancak arınma imkan ve ihtimalinden kimseyi uzak görmemenin iyi niyetinde ben...
Gözden ve gönülden kaçırmaların, dursun hele şurada anlayışının en örtülü perdesindeki yok saymayı fark eden ama kondurmama çabası ile tevil sınırını aşındıran iyi niyet...
Cemiyet adına taşıdığı ideallerin cemiyetin pazar tezgahında haraç mezat satılmaması için kendi idealini  satın alan idealist...

Aşk, ideal, fedakarlık, dostluk öldü denmesin diye bu kavramların kıvılcımını bile çoğu taşınır taşınmazdan üstün bilen altını camla değiştiren incelik... Çünkü camın kalbi var, kırılıyor...

Komita veya örgütsel bağa dönüşmüş birlikteliklerin dava soslu millet kurtarıcılığı pozlarındaki dayanılmaz kofluğu şak diye fark eden mefküreci...
Size huzur yok, size zafer yok, size kazanç yok...

Kalbinize tutunup yürüyün, yol hüzün yolu, azık hüzün, menzil tenha!


DÜNYA’DAN SAKINAN RUH/Samet YURTTAŞ

 












Gurbetin çirkin gölgesiyle göz göze geliyorum

Gözlerimi sakınıyorum aynalardan

Tırnaklarımda uzuyor zaman

Yıllar gövdemde çöreklenmiş bir yılan

Saçlarıma akıtıyor zehrini

Saçlarım bembeyaz

Saçlarım ak kor gibi

Sakınıyorum kendimi

Genç gövdemde yeşeren

Acı yeşili otlardan


Kovulmuş şeytan ıslıkları çınlıyor kulaklarımda

Başımı döndürüyor

Etime sinen dünya kokusu

Sakınıyorum kendimi

Rüzgâra kapılmaktan

Ve dünyaya alışmaktan

Başka bir adı olmalı diyorum

Bu çağın

Başka bir yeryüzü olmalı

Yoksa böyle sakınmazdım ruhumu

Dünyanın diriliğinden