Belde halkıyla sorun yaşamadım ama hayatın doğal akışı içerisinde kendi kurumumda bazı küçük sıkıntılar, bazı önemli problemler yaşamadım desem yalan olur. Elbette ki her günüm mutlu, her anım neşeli geçmedi. Bazı zamanlarda da dertli, sorunlu günlerimiz oldu. Örneğin hatırı sayılır yükseklikte bir puanla eğitim yöneticiliği kursunu bitirmeme rağmen okul müdürü olarak atamam yapılmadı. Aradan otuz yılı aşkın süre geçmesine rağmen bu konu aklıma düştüğü zaman kederlenir, derinden bir of çekerim. İlçe Milli Eğitim Yöneticileri tarafından bazı asılsız suçlamalar nedeniyle şifahi olarak uyarılmaya başladım. İyi ki birlikte görev yaptığımız zıt görüşlü öğretmenler karlı bir dağ gibi arkamda durdular da şifahi uyarılmalar yazılı soruşturmalara dönüşmedi. Bu uyarıyı bana yapan insanlar şimdi beni gördükleri zaman utancından yollarını değiştiriyorlar. Bir keresin dede makbuzsuz para topluyor suçlamasıyla karşı karşıya geldim ama Kaymakam Beyin desteğiyle ceza almaktan son anda kurtuldum. Bu hadisedeki en zoruma giden durum ise şikayetçi kişinin hanım tarafından akrabam olmasıydı. Suçlama zaten asılsızdı. Suçlamanın asılsız olması zoruma gitmedi ama şikayetçinin bir akraba olarak hakkımda kurulan kumpasa alet olmasına çok üzüldüm. Benim başarımı kıskanan insanların yoluma kurdukları tuzağa düşmedim. Tedbiri mekânda hayır olacağı düşüncesiyle yedinci yılın sonunda Belören’den ayrılıp memleketim Kahramanmaraş’a gitmeye karar verdim.
Eşim hemşire olduğu için Kahramanmaraş’a önce o tayin istedi. O zamanki koalisyon hükûmeti döneminde Sağlık Bakanlığında çalışan etkili ve yetkili arkadaşlarımız vardı. Eşimin ataması Kahramanmaraş İl Sağlık Müdürlüğü emrine eğitim hemşiresi olarak yapıldı. Bende eşim göreve başladıktan sonra yaz tatilinde Kahramanmaraş’a mazeret gurubundan öğretmen olarak tayin isteyip gidecektim.
Ben yedi yıl Belören’de çalıştım dedim ama beldeye varışımın beşinci yılının sonunda oturduğumuz lojmandaki su ve ısınma sorunları nedeniyle eşimin atamasını Gölbaşı’na yaptırıp evimi ilçeye taşımıştım. Eşim Gölbaşı Aile Planlaması Ana Çocuk Sağlığı Merkezinde çalışıyor, ben ise günlük olarak Belören’e gidiş geliş yapıyordum. İlçe protokol üyeleri akşamları ilçede bekar olarak ikamet eden mal müdürü Selahattin Taşçı Abinin evinde toplanıp hoşça vakit geçiriyorlardı. Bende bazı akşamlar Selahattin Abinin evine takılıyordum. Bu sayede ilçede görev yapan kaymakamı, hakimleri, savcıları, daire müdürlerini yakından tanıma imkânım oluyordu. O zaman ilçede görev yapan protokol üyeleri arsında muazzam bir ahenk vardı. Burada entelektüel seviyede sohbetler yapılıyor, insanlar arasında bilgi akışı sağlanıyordu. Bu eve gelen herkes temizlik, bulaşık yıkama, soba yakma gibi rutin işleri kolektif bir ruhla ortaklaşa yerine getiriyorlardı. Misafirler bu eve girerken görev unvanını dışarıda bırakarak içeri giriyor, kardeşlik hukuku içinde üzerine düşen görevi ziyadesiyle yerine getiriyordu. Bu birlik ve beraberlikte ilçeye güzel hizmetlerin gelmesine vesile oluyordu. O zaman Gölbaşına Gaziantep Üniversitesine bağlı bir meslek yüksekokulu açılmıştı. Meslek Yüksekokulunda öğretim görevlisi olarak görev yapan Mehmet Akça’da bazı akşamlar Selahattin Abinin evine gelip gidiyordu. Nüktedan bir insan olan Gölbaşı Kütüphane Müdürü Seyfullah Fırat Beyde Selahattin Abinin evinin en önemli müdavimiydi. Seyfullah Beyde Selahattin Abi gibi Gölbaşında bekar olarak kalıyordu. Ailesi memleketi Rize’de yaşıyordu. Seyfullah Bey de iki üç ayda bir Rize’ye gidip geliyordu. Seyfullah Bey gençlik yıllarında birçok sıkıntılar yaşmış, kara günler görmüş dertli bir insan, inanmış bir dava adamıydı. Örneğin seksen ihtilalinde tutuklanmış. Ankara’da kırk gün göz altında kalmış. Ailesi yirmi gün kadar Seyfullah Beyden haber alamayınca öldü sanılıp, gıyabi olarak cenaze namazını kılmışlar. Seyfullah Bey kırk gün sonra ortaya çıkınca ailesi, eşi, dostu ve arkadaşları kurbanlar kesip, sevinçten göz yaşı dökmüşler. Seyfullah Bey gençlikte yaşadığı bazı enteresan olayları bir fıkra gibi anlatır, bizleri güldürürdü. Seksen ihtilali döneminde çektiği o kadar eziyete, o kadar sıkıntıya rağmen yine de rahat durmazdı. Memleket millet adına huylandığı bazı insanlara eleştirel manada mektuplar yazardı. Kaleminin ucu çok sivriydi. Yazdığı bazı mektuplar hakaret içerdiği için başı hukuki olarak beladan kurtulmazdı. Gölbaşı’nda görev yapan Kaymakam Bey başta olmak üzere bütün yöneticiler Seyfullah Ağabey’e yasal sınırlar içerisinde, ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalışırlardı ama Seyfullah Bey yine de zapt olmazdı. Doğal bir insan ve samimi bir dava adamı olması nedeniyle bende Seyfullah Beyi çok severdim.
Seyfullah Bey cuma günü akşam Rize’ye gidecekmiş. Perşembe günü akşam Selahattin Beyin evinde karşılaştığımızda bana “Pehlivan ben yarın akşam saat Rize’ye gideceğim. Saat onda gelip beni Kale Tesislerine götürebilir misin” dedi. Ben de “Baş ütüne abi” dedim. Cuma günü akşam Kütüphaneye gittim. Seyfullah Beyin eşyalarını arabamın bağıcına yükledim. Ben, Selahattin Abi ve Öğretim Görevlisi Mehmet Akça Seyfullah Beyi yolcu etmek için Rize’ye gidecek otobüsünün mola vereceği Kale Tesislerine gittik. Otobüs yolda yapmış olduğu arıza nedeniyle iki saat kadar rötar yaptı. Biz bu iki saatlik sürede Seyfullah Beyi yalnız bırakmadık. Kale Tesislerinde çay içip sohbet ettik. Sohbet esnasında Mehmet Akça’ya “Hocam Yüksekokulda bana göre bir iş yok mu?” dedim. Mehmet Akça Hoca “Var. Rektör Bey tam sizin gibi bir yüksekokul sekreteri arıyor” dedi. Benim şaka olarak başlattığım muhabbet bir anda ciddiye dönüşüverdi. “Sen en kısa sürede bir özgeçmiş(CV) hazırla bana getir. Bende bu arada Yüksekokul Müdürümüz Murat Beyle görüşürüm” dedi. Yüksekokul sekreterinin görev ve yetkilerini anlattı. Maaşının öğretim görevlisi maaşından daha iyi olduğunu söyledi. Ben zaten üniversitede okurken sekreterimiz Arif Kılıç abinin yanına çok giderdim. Arif Abi hocaların hasta sevk belgelerini, maaş bordrolarını falan imzalar, çekmeceden çıkarttığı mühürle imzasının üstünü mühürlerdi. İmzasının üstünü mühürlemeden önce mührün altına üfürmesi benim çok hoşuma giderdi. Hizmetliler, memurlar Arif Abiye çok fazla saygı gösterirler ve çayını anında getirirlerdi. Öğrencilerin almış olduğu her türlü belgede onun imzası olurdu. Maaşının ne kadar olduğunu bilmezdim ama görmüş olduğu saygı nedeniyle Arif Abinin görevine imrenirdim. Arif Abiden dolayı Yüksekokul Sekreterliği işine azda olsa aşinalığım vardı. Saat on iki buçukta otobüs geldi. Yarım saat kadar ihtiyaç molası verdi. İhtiyaç molası bittikten sonra biz Seyfullah Beyi askere giden yolcu edasıyla otobüse bindirip, arkasından el sallayıp uğurladık. Seyfullah Beyi yolcu ettikten sonra vakit geç olduğu için hemen evlerimize gittik.
Ben eve varır varmaz çocukları uyandırmamak için yatağıma girip sessizce yattım. Yattım ama heyecandan saatlerce uyuyamadım. Sabahleyin erkenden horoz ötüm vakti kalktım. Namazımı kılıp, biraz kitap okuduktan sonra kahvaltımı yaptım. Cumartesi ve pazar günü tatil olunca iki gün boyu kurum değişikliği meselesini enine boyuna düşündüm. Yüksekokul Sekreterinin görevlerini sorup, soruşturup iyice öğrendim. Bu görevi icra ederken zorluk yaşayamayacağıma inandım. Sonunda boğulursam da büyük denizde boğulayım diyerek üniversiteye geçmeye kendi zihnimde karar verdim. Karar verdim ama geçiş işinin olacağına da tam olarak inanmıyordum. Memuriyet hayatım boyunca duyduğum bazı olaylar ve işlemine başlandığı halde tamamlanmayan atamalara olan tanıklığım beni farklı şekilde düşünmeye zorluyordu.
Pazartesi günü saat yedi buçukta Dr. Ömer Sezer Beyin arabasıyla Belören’e gittik. Okuldaki odamda bulunan teşekkür, takdir, aylıkla ödül ve katılım belgesi gibi çeşitli başarılarım nedeniyle verilen belgeleri kimseye fark ettirmeden bir sihirbaz edasıyla çerçevelerinden çıkarttım. Daktilonun başına geçip, özlük dosyamdaki bilgilere göre kendime bir hizmet belgesi tanzim ettim. Düzenlediğim hizmet belgesini okul müdürümüz Ali Kaya Beye onaylattım. Okulda bilgisayar olmadığı için CV(Özgeçmiş) hazırlamak için öğleden sonra izin alarak Gölbaşı’na gittim. Bilgisayarı olan özel bir işyerinde özgeçmiş (CV) belgemi hazırladım. Özgeçmişimin (CV) sonuna da referans olarak; Kaymakam Tahsin Kurtbeyoğlu Beyi, Gölbaşı Eski Belediye Başkanı Yusuf Özdemir Abiyi ve üniversiteden hocam Doç. Dr. Hüseyin Öztürk’ü yazdım. Okuldan getirdiğim belgelerin fotokopisini çekip özgeçmişimin (CV) ekine koydum. Özgeçmiş (CV) dosyamı Mehmet Akça’ya teslim etmek üzere meslek yüksekokuluna gittim. Meslek Yüksekokulu olarak kullanılan bina daha önce tatil köyü olarak hizmet veriyordu. Tatil köyünün restoran kısmında nişan, düğün, veda töreni gibi etkinlikler de yapılıyordu. Bende bu tesise daha önce iki defa düğüne gitmiştim. Yüksekokula dönüştükten sonra ilk defa gidiyordum.
Meslek Yüksekokuluna varınca Mehmet Hoca beni muhabbetle kapıda karşıladı. Kendi odasına götürüp çay kahve ikram etti. Daha sonra Yüksekokul Müdürü Murat Hocanın yanına götürdü. Murat Hoca ile daha önce kaymakamlıkta ayak üstü tanışmıştık. Mehmet Hoca’da ben varmadan konuyu Murat Beye arz etmiş olmalı ki Murat Hoca hemen konuya girdi. Bana “Teyfik Hocam sizinle çalışmak isterim. Dosyanızı Rektör Beye götüreceğim. Size referansta olurum. İnşallah hayırlısı olur” dedi. Bende “Allah razı olsun Hocam. Yardımlarınız için şimdiden teşekkür ederim” deyip Murat Hocanın odasından ayrıldım. Böylelikle üniversiteye geçiş için ilk adımı atmış oldum.
Allah razı olsun. Murat Hoca özgeçmiş (CV) dosyamı o hafta Gaziantep’e götürüp, Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Filiz Beye teslim etmiş. Rektör Bey ise dosyamı incelemiş, referans olarak gösterdiğim kişilerle benim hakkımda görüşmeler yapmış. Görüşmelerden müspet sonuç alınca, mülakat yapmak için benimle görüşmeye karar vermiş. Mehmet Hoca bana “15 Haziran 2001 Cuma günü Rektör Bey Gölbaşı Meslek Yüksekokuluna gelecek. Saat onda seninle mülakat yapacak. Saat onda bizim okulda hazır ol” diye haber verdi. Bu habere çok sevindim. Benden önce yüksekokul sekreteri atanma girişiminde bulunan kişileri Rektör Bey mülakat için Gaziantep’e çağırmış ve çeşitli bahanelerle atamalarını da yapmamış diye fısıltı gazetesinden bir havadis duymuştum. Bu nedenle benim mülakatımın Gölbaşı’nda yapılacak olmasından mutlu oldum. Neden olduğunu anlayamadım ama neticeninse olumlu olacağı yönünde zihnimde birdenbire bir his, bir duygu oluştu.
Mülakat kelimesini duyunca içimi sözcüklerle tarif edilmeyecek kadar ince, metrelerle ölçülmeyecek kadar derin bir heyecan kapladı. İşin kötü tarafı 15 Haziran Cuma günü bizim okulun karne dağıtım töreni ile mülakat tarihi çakıştı. Okul Müdürümüz hastanede yattığı için okul müdürlüğüne ben vekalet ediyordum. Mülakat tarihine iki haftadan fazla zaman vardı ama mülakat tarihi ile karne dağıtım töreni tarihinin çakışması bana göre iyi olmamıştı. Müdür Beyin Turgut Özal Tıp Merkezindeki tedavisi o tarihte bitmiyordu. Ben bu soruna mutlaka bir çözüm bulmalıydım.
Haberi aldığım akşamın sabahında Meslek Yüksekokuluna gittim. Hem Murat Hocaya teşekkür ettim. Hem de “Hocam Rektör Bey bana mülakatta neler sorar?” diye sordum. Murat Hoca bana üzerinde 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu yazılı bir kitapçık verdi. “Sorarsa bundan sorar. Al buna çalış” dedi. Mülakata gelirken, kılık kıyafetimin ile tıraşımın düzgün olmasını şık bir şekilde Rektör Beyin karşısına çıkmamı tavsiye etti. Ayrıca mülakat konusunda Kaymakamımız Tahsin Beyde bazı önemli taktikler verdi. Bende bu taktik ve tavsiyeler doğrultusunda dünürcüsü gelecek kız gibi mülakata hazırlanmaya başladım. Murat Hocanın verdiği kitabı sevgiliden gelmiş aşk mektubu edasıyla bir gecede okuyup bitirdim. Kılık ve kıyafet konusuna gelince; Hacı Aktaş abiye diktirdiğim lacivert renkli takım elbiseyi kuru temizlemeye verdim. Tunahan Mağazasından bordo renkli kaliteli bir kravat aldım. Gel gelelim Gölbaşı’ndaki mağazalarda bedenime uygun beyaz renkli bir gömlek bulamadım. Terzi Şaban Abiye minnet rica beyaz renkli bir gömlek diktirdim. Kahramanmaraş’taki Arap Ustaya yeni yaptırdığım siyah renkli kösele ayakkabıyı boyacıya götürüp badem yağlı siyah boya ile boyattım. Berber Alparslan bir hafta önceden tıraşımı yaptı. İyi ki bir muziplik yapıp ta aklar düşmeye başlayan saçımı siyaha boyamadı. Böylelikle kılık ve kıyafet yönünden bir eksiğim kalmadı.
Karne dağıtım törenini yapacağımız haftanın pazartesi günü öğretmenleri topladım. “Arkadaşlar benim cuma günü önemli bir işim var. Karne dağıtım törenini cuma günü sabah dokuzda yapacağız. Herkes karne ve diğer belgeleri perşembe günü mesai bitimine kadar tamamlayıp imza için bana teslim etsin” dedim. Sağ olsunlar öğretmen arkadaşlarda cuma sabahına iş bırakmadılar. Bütün evrakları bana teslim ettiler. Bende perşembe günü geç saatlere kadar çalışıp inceleme ve imza işlerimi tamamladım. Cuma günü sabah erkenden kalktım. Namazımı eda edip, kahvaltımı yaptım. Mülakat için hazırladığım kıyafetleri evlenecek bir damat edasıyla giyindim. Ders başlamadan bir saat kadar önce kendi arabamla okula gittim. Öğrenci karnelerini sınıf öğretmenlerine verdim. Öğretmenler odasında topluca sabah çayımızı içtik. Arkadaşlar sınıflara çıktılar. Bir ders sonra öğretmen arkadaşlar öğrencileri okul bahçesinde topladılar. Saat dokuzda karne dağıtım törenini başlatıp, saat dokuz buçukta bitirdik. Tören sırasında öğrencilere çok veciz bir konuşma yaptım. Konuşmamı tamamladığımda öğrencilerin yarısı ağlıyordu. Bu vaziyet karşısında bende göz yaşlarımı tutamadım. Elimi yüzümü yıkayarak kendimi toparladım. Saat dokuz buçukta Belören’den hareket edip saat ona on kala Gölbaşı Meslek Yüksekokuluna vardım. O gün Belören’den Gölbaşı’na yaptığım yirmi dakikalık yolculuk ömrümde yaptığım en uzun yolculuk desem yalan olmaz. Yolda giderken bir bilseniz neler yaşadım, neler düşündüm neler. Rektör nasıl bir insandır acaba? Mülakatta bana neler soracak? Beni üniversiteye alacak mı? Gibi zihnimde yüzlerce soru oluşuyordu. İyi ki bu kadar kafa karışıklığı içerisinde sıkıntıdan kalp krizi geçirip de yolda kaza yapmadım. Allaha şükürler olsun. Yüksekokula varınca beni nizamiye kapısındaki bekçi Mehmet karşıladı. Önceden talimat verilmiş olmalı ki bekçi beni nezaketli bir şekilde idari binanın kapısına kadar götürdü.
Yüksekokul binasının girişinde kırmızı plakalı otomobili görünce Rektör Beyin geldiğini anladım. Kapıdan içeri girince Sekreter Vekili Dursun Kılılı Bey ile karşılaştık. Dursun Bey bana “Rektör Bey bir tane Yüksek Öğretim Denetim Kurulu üyesi ile geldi. Müdür Beyin odasında birlikte oturuyorlar. Sizinle ile başka bir odada görüşecek Hocam” dedi. Beni kendi odasına aldı. Geldiğimi Rektör Beye haber verdi. Haber vermesinden beş dakika sonra Rektör Bey beni Teknik Programlar Bölüm Başkanlığı odasında kabul etti.
Kapıdan içeri girdiğimde Rektör Bey üzerindeki spor kıyafetle sağ taraftaki misafir koltuğunun birinde oturuyordu. Ben içeri girer girmez “Hoş geldiniz Hocam” diyerek Rektör Beye elimi uzattım. Rektör Beyde “Sende hoş geldin yorum” diyerek bana elimi uzattı. Eliyle karşısındaki koltuğu işaret ederek “Buyur otur yorum” dedi. Rektör Beyin karşısına nezaketli bir şekilde oturdum. Önce memleketimi, yaşımı, eşimi çocuğumu sorarak bir tanışma faslı yaptı. Sonra “Hocam özgeçmiş (CV) dosyanı inceledim. Seni tanıyan kişilerden sordum soruşturdum. Meslek hayatında başarılı bir insan olduğunu öğrendim. Niçin bizim kuruma geçmek istiyorsun?” diye bana bir soru yönetti. Bende “Hocam doğrusunuz. Milli Eğitimde huzurum yok. Zatı aliniz gibi münevver bir şahsiyetin mahiyetinde çalışıp, ülkeme daha fazla yararlı olmak istiyorum” dedim. Rektör Bey “Sen necisin yorum?” dedi. Ben sen necisin demesinden Rektör Beyin dünya görüşümü öğrenmek istediğini tahmin ettim. Bende “Türk İslam Ülkücüsüyüm Hocam” dedim. Ben Türk İslam Ülküsüyüm Hocam deyince Rektör Beyin gözleri fal taşı gibi döndü. Yüzünde samimi bir gülümseme hasıl oldu. Rektör Beyde bana “Yirmi sekiz şubat süreci devam ediyor. Bu sıralar Türk’ü İslam’ı çok karıştırma. Ülkücüyüm, milliyetçiyim de yeter” diye tembihte bulundu. Mülakatın resmi bölümü bitince çay söyledi. Çay içerken ben “Hocam Millî Eğitim Bakanlığı muvafakat vermez ise ne yaparız” dedim. Rektör Bey ise “Muvafakat önemli değil. İstifa edersin. Seni okutman olarak alırım. Sekreterlik işini vekaleten yürütürsün” dedi.
Daha oturduğumuz yerden kalkmadan Meslek Yüksekokulu Müdürü Öğretim Görevlisi Murat Karahan beyi yanımıza çağırdı. Murat Beye “Teyfik Beyin dilekçesini al. Üst yazıya bağla. Pazartesi Rektörlüğe getir. İşlem başlasın” dedi. Bana da “Yazın yazıldıktan sonra Ankara’ya git. Muvafakat işini takip et” dedi. Rektör Bey bu talimatları verdikten sonra müdür odasında bulunan misafirinin yanına geçti. Murat Hoca ile ben olduğumuz odanın balkonunda birer tane sigara içtik. Mülakatın olumlu sonuçlanmasından Murat Hocada en az benim kadar mutlu oldu. Murat Hoca derse girince ben de Dursun Beyin odasına gittim. Gaziantep Üniversitesi Gölbaşı Meslek Yüksekokulu Müdürlüğüne hitaben kurum değişikliği dilekçeni yazdım. Dursun Beye teslim ettim. Cuma namazı vakti yaklaştığı için heyecanlı ve sıkıntılı bir şekilde gittiğim Gölbaşı Meslek Yüksekokulu Yerleşkesinden mülakatımın olumlu olarak sonuçlanması sonucu yüzüm gülerek, mutlu ve neşeli bir şekilde ayrıldım. Cuma namazını Günaydın Camisinde kıldım. Namazın sonunda “Allah’ım hayırlı olacaksa üniversitede görev nasip et. Hayırsız olacaksa nasip etme Yarabbi “diyerek dua ettim.
Namazdan sonra eve gittim. Bugüne kadar habersiz olarak yürüttüğüm kurum değişikliği konusunu eşim ile paylaştım. Eşim “Benim tayinim çıktı. Onu ne yaparız” dedi. Ben de” Sen gidersin. Ben burada kalırım. Hafta sonları gider gelirim” dedim. Eşim “Öyle olmaz. Sen gitmezsen bende gitmem. Tayinimi durdururum” dedi. Eşimin bana bu konuda vermiş olduğu destekten dolayı çok mutlu oldum. Çok sevindim.
Murat Hoca benim yazımı, Gaziantep Üniversitesi Rektörlüğüne cuma günü elden götürüp teslim etmiş. Pazartesi öğleye kadar Millî Eğitim Bakanlığına muvafakat yazım yazılmış. Öğleden sonra Rektör Beyin özel kalem sekreteri beni arayarak yazının tarih ve sayı numarasını verdi. İşin kaçacak yönü kalmadı. Geçişteki en önemli aşamalardan biri daha ışık hızıyla tamamlanmış oldu. Bana da böylelikle Ankara yolu görünmüş oldu.
Temmuz ayının başında bir hafta yıllık izin aldım. Hem orada yaşayan arkadaşlarımı ziyaret etmek, hem de Millî Eğitim Bakanlığındaki muvafakat işimi takip etmek üzere otobüse binerek Ankara’ya gittim. Ankara’ da yakinen tanıdığım Mehmet adında Adıyamanlı bir iş adamı vardı. Memlekete gelip gittikçe yanıma uğrardı. Mehmet Abinin Millî Eğitim Bakanlığında bürokrat çevresinin olduğunu biliyordum. Ankara’da otobüsten iner inmez Mehmet Abinin Sitelerdeki ofisine gittim. Mehmet Abiye durumu anlattım. Mehmet Abi “Bu iş kolay. Hemen hallederiz” dedi. Öğleden sonra Millî Eğitim Bakanlığına gittik. Mehmet Abinin tanıdığı, güvendiği Personel Genel Müdürü Ömer Bey yerinde yoktu. Sekteri Ömer Bey’in yurt dışında olduğunu, bir hafta sonra geleceğini söyledi.
Mehmet Abi bana” Hocam sen Adıyaman’a git. Ben Ömer Bey gelince muvafakat işini hallederim” dedi. Ben ise “Tamam Abi” dedim. Bakanlık binasından çıkınca Mehmet Abi işyerine gitti. Ben Kızılay’da kaldım. Güven Parka oturup biraz dinlendikten sonra doğruca Doğru Yol Partisi Genel Merkezine gittim. Doksan dokuz seçimlerinde Doğru Yol Partisi barajı geçemediği için mecliste milletvekili yoktu. O dönem değerli hemşerim eski Milli Eğitim Bakanlarımızdan Prof. Dr. Mehmet Sağlam Bey DYP Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yapıyordu. DYP Genel Merkezine vardım. Sekreter Hanıma kendimi güç bela tanıtıp, ikna ettikten sonra Mehmet Sağlam Abinin odasına girdim. Mehmet Abi benim üniversitedeki en yakın arkadaşlarımdan İbrahim Sağlam’ın öz amcasıydı. Bu nedenle kendilerini On Dokuz Mayıs Üniversitesi Rektörlüğü yaptığı dönemden beri tanırdım. Allah razı olsun Mehmet Abi beni muhabbetle ayakta karşıladı.
Hâl hatır faslı bittikten sonra bana “Hayır ola burada ne geziyorsun. Bir derdin sıkıntın mı var. Sana nasıl yardımcı olabilirim” diye sordu. Bende kendisine muvafakat konusunu anlattım. Gaziantep Üniversitesinin Bakanlığa yazdığı yazının tarih ve sayısını yazılı olduğu kâğıdı verdim. Mehmet Abi de bana “Üniversitedeki sekterlik güzel bir görev. Rektör Hüseyin Filiz’de iyi bir insan. İleride bir sıkıntın olursa haberim olsun” dedi ve hemen ardından Millî Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Bener Cordan Beyi telefonla aradı. Bener Beye “Benim Adıyaman da öğretmen olarak görev yapan deli dolu bir yeğenim var. Gaziantep Üniversitesine geçiş yapacak. Bunun muvafakat yazısını ivedi olarak gönder Bener Bey canım “dedi. Gaziantep’ten gelen yazının tarih ve sayısında verdi. Daha sonra “Teşekkür ederim canım” diyerek ahizeyi kapattı. Bana “Teyfik muvafakat işin tamam. Gönül rahatlığıyla memlekete gidebilirsin” dedi. Bende elini öpüp teşekkür ederek yanından ayrıldım. Ülkemizin en büyük mabedi Kocatepe Camisinde seferi olarak ikindi namazımı kıldım. Sakarya çarşındaki kırtasiyelerden üç beş tane kitap aldım. Kızılay Meydanındaki işyerlerinin vitrinlerine baktım. An itibariyle adını hatırlayamadığım bir dönercide karnımı doyurup tramvaya binerek Ankara Şehirler Arası Otobüs Terminaline gittim.
Akşam saat onda Gül Aras otobüse binip huzurlu ve mutlu bir şekilde Adıyaman’a gittim. İşi uzatmamak için yolculuk esnasında yaşadığım maceraları anlatmak istemiyorum. Pazartesi günü Gaziantep Üniversitesi Personel Daire Başkanının sekreteri beni telefonla aradı. “Teyfik Bey muvafakat yazınız cuma günü geldi. Bugün atamanız yapıldı. Kararnamenizi Bakanlığa gönderdik. Hayırlı olsun” dedi. Bu haberi alınca sevinçten gözlerim yaşardı. Yanlış anlaşılır diye çığlık atamadım.
Muvafakat yazısının Mehmet Sağlam Abinin tavassutuyla jet hızıyla gelmesinden nasıl gururlandım, nasıl duygulandım bir bilseniz. Bu gururu yaşamayan anlayamaz. Muvafakat geldikten hemen sonra Ankara’ya gönderilen atama kararnamem Ankara’dan ancak iki buçuk ay sonra Adıyaman’a gönderildi. Atamam gecikince ben Kaymakamlık Oluruyla Meslek Yüksekokulunun Türk Dili derslerini okutmaya başladım. Dersi okutmaya gittiğim günlerde de okulun işleyişiyle ilgili ucundan kıyısından bir şeyler öğreniyordum. Nihayet 1 Ekim günü yazı Belören ilköğretim Okuluna ulaştı. Müdür Bey tayini Gölbaşında başka bir okula çıkınca istememe rağmen vekaleti yasal bir zorunluluk olarak bana bırakmıştı. Bende ilçe Milli Eğitim Müdürüyle istişare ederek okuldaki istekli öğretmenler arasından Ömer Ulakçı’ya okulu teslim edip vekaleti bırakarak öğretmenlik görevinden ayrıldım. Yılarca hizmet ettiğim, emek verdiğim Belören ilköğretim okulundan ayrılırken göz yaşlarım sel oldu aktı. İçim burkuldu. Bir öğretmen olarak zihnimde kurguladığım kariyer planlarım hafızamın arşivine hapsedildi.
Belören İlköğretim Okulundan ayrıldığım gün Gölbaşı Meslek Yüksek Okulundaki görevime başladım. İşin kötü tarafı göreve başladığım gün okulda akademik açılış töreni vardı. Üniversite Senatosu ve ilçe protokol üyeleri tam kadro Gölbaşı Meslek Yüksekokuluna geldiler. Yüksekokul Müdürü Murat Bey ve Genel Sekterimiz Gonca Tokuz Hanımın destekleriyle akademik açılış törenindeki ilk sınavımı başarıyla vermiş oldum.
Şaka ile başlayan bir kurum değişikliği serüveni başarıyla tamamlanmış oldu. Katkı sağlayan, destek olan herkesten Allah razı olsun. Gölbaşı Meslek Yüksekokulunda göreve başladıktan sonra çeşitli üniversitelerde değişik unvanlarla toplam yirmi yıl görev yaptım. Görev yaptığım süreç içeresinde resmi görevlerimin yanı sıra birçok hayırlı hizmete vesile oldum.
Geriye dönüp baktığımda öğretmenlik mesleğinden ayrıldığım için azda olsa pişmanlık duysam bile “Hayra vesile olan, hayır yapmış gibidir” hadisinden aldığım düsturla üniversitede hayırlı hizmetlere katkı sağladığım için mutlu oluyorum.