ZULM İLE ÂBÂD OLAN AVRUPA’NIN ÂHİRİ HAKKINDA BİRKAÇ KELAM/Bekir BÜYÜKKURT

"Ömründe çukolata yememiş; 
kakao işçisi Afrikalı çocuklara"


Ayet-i Celile de mealen; ‘Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun’(A’raf-44) buyurulur. Burada zalim; zulüm eden, haksızlık eden manasındadır. Peki, zulümden maksat nedir? Zulüm, lügatlerde; haksızlık, eziyet, işkence olarak yer bulmaktadır. Bir de millet tarafından pek bilinmeyen manası vardır ki bu; bir hakkı kendi yerinden başka bir yere koymaktır. Bu husus ile alakalı Ali Yurtgezen Hocam şu ifadelerde bulunmaktadır: İnsan eğer dünyayı fani ve değersiz olan mevkiinden alıp baki ve değerli bir mevkie koyuyorsa zulmediyor, zalimlerden oluyor demektir.” Allah’ın kullarına zulmetmeyeceği Ayet-i Kerime’de(Enfal-51) geçmektedir. O zaman biz zulmü kendi kendimize etmekteyiz. Ne zaman ki batıl olanı Hak olana tercih ettik, işte o zaman zulüm edenlerden ve aynı zamanda zulme uğrayanlardan olduk.
Avrupa Birliğinin temelinde Avrupa devletlerini bir araya toplayan temel değerin,her ne kadar şekil olarak da olsa, Din olduğunu bilmeyen kalmamıştır. Aslında bu bilinenin ardında bir de bilinmeyen ya da daha az bilinen bir şey daha var ki, kendileri için Din faktöründen daha fazla önem arz etmektedir. Kıymetli madenler, insan gücü, köle ticareti ve iç karışıklıklar yoluyla Avrupalı silah tüccarlarının gücüne güç katma düşüncesi bunlardan yalnızca birkaçıdır. Zira madde üzerine kurulan Batı medeniyeti, ruh ve manayı yok saymakta ve Dini halk için arada bir rahatlama alanı olarak değerlendirmektedir.
Peki, bizim için Din ne manaya gelmektedir? Değerlerimizin hayatımızdaki manası bizim ne olduğumuzu ve ne olacağımızı belirleyecek tek unsurdur. Tarihteki örneklerden hareketle, yeryüzünde ve Arş-ı Ala’da hangi isimlerle çağırılacağımızı belirleyecek olan şey; medeniyet eksenli bir tavrı kendimize şiar edinebilmekten geçmektedir. Manevi değerlerini kaybeden toplum, medeni yaşama hakkını da kaybeder. Dinin büyük ölçüde içtimai hayatımızdan çıkarılmasıyla, toplumumuzda yabancılaşma hızlanmıştır. Çünkü yabancılaşmanın önündeki en büyük engel İslamiyet’tir. Bu bağlamda dinin toplum hayatının dışına itilmesiyle, dine dayanan diğer kavramlar da(vakıf ve zekât gibi) sosyal hayatımızdan çekilmiş oldu. Rahmetsiz kalan toprak çölleşir. İslam ahlakı, topluma rahmettir. Kimyasallarla kirlenen ırmakta balık; ahlaken kirlenen atmosferde insanlık tehlikededir. Ahlaki kirlilik, idraki körleştiriyor.
Bir toplumun varlığının ve devamının ‘bizzat kendisi’ olarak ilerleyebilmesi için dilin de önemli bir fonksiyonu bulunmaktadır. Dil; aynı din gibi, bir milletin yegâne varlık sebebini oluşturur. Diline layıkıyla ehemmiyet göstermeyen milletlerin dinine de sadık kalmayacakları, örnekleriyle önümüzde birer ibret vesikası olarak durmaktadır. Bu husus ile alakalı Teoman Duralı şu tespitte bulunmuştur ki, dilin hayatımızda ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu bir kez daha anlayabilelim: ‘Bir kültürün ve düşünce dünyasının kemalâtı dille bağlantılıdır. Özgün düşünceler ancak dilin özgünlüğüyle ortaya çıkar. Bugün düşünce ve felsefe hayatımızdaki yozluk, dilimizi kaybettiğimizden dolayıdır. Yabancı kelimeleri sorgusuz sualsiz kullanmak düşünme tembelliğine neden olacaktır.’
Avrupalı halkların gözünde Müslümanları terörist ilan edebilmek için birtakım senaryolar(11 Eylül gibi) düzenlenmiştir. Bu teröristlere! karşı müdahale edebilmek, bu senaryoları bahane ederek, yeryüzündeki statükolarının devamlılığı ve bölgedeki kıymetli madenlere sahip olabilmek, sömürge bölgelerindeki hegemonyalarının ve tabi ki yeryüzünde de hakim olabilmesi için önemli bir yere sahiptir. Bu bazen direkt olarak orada bulunma ve müdahale etme şeklinde olduğu gibi, bazen de Avrupalı devletlerin piyonları olan zalim diktatörler aracılığıyla gerçekleşmektedir. Maşa varken ateşi el ile tutmaya ne gerek var.
Merhum Seyyid Ahmed Arvasi Hocanın Avrupalı devletlerin sömürgeci tavırlarıyla alakalı şu harikulade tespitini ifade etmemek ve bu tespiti bilmemek önemli bir eksiklik olacaktır: “Bugün yeryüzünde sömürgeci iki blok vardır. Bunlardan biri kara renkli ‘kapitalist emperyalizm’, diğeri ise bütün fraksiyonu ile ‘kızıl emperyalizm.’  Birincisi ‘çok uluslu şirketlerin’ paravanasında, ‘az gelişmiş veya gelişmekte olan halklara yardım etmek, özgürlük ve uygarlık götürmek’ maskesi altında, ikincisi de ‘ezilen, sömürülen halklara bağımsızlık, özgürlük ve adalet götürmek’ maskesi altında ‘sınıfsal savaş’ sloganı ile ‘iç savaşlar’ çıkartmakta ve ‘dünya proleterlerinin dayanışması’ adı altında işgalini gerçekleştirmektedir.”
Birleşik Afrika davasının fikir babası sayılan Edward Wilmot Blyden yola Hıristiyan misyoneri olarak çıkmıştı. Afrika’nın kurtuluşunu Hıristiyanlığın yayılmasında görüyordu. Zamanla Müslüman âlimlerden etkilenerek, misyonerliğin aslında Afrika’nın kurtuluşuna değil de köleliğine hizmet ettiğini düşünmeye başladı. Ve sonunda kiliseye bağlı olmadığını ifade etti. Bunun devamında ise Afrika’da halklar Hıristiyanlaştırılamayınca etnik temizlik operasyonuna başlanmıştır. Aslında Avrupalı devletlerin Hıristiyanlığı yaymak gibi bir gayesi de bulunmamaktadır. Kenya kurucu devlet başkanı olan Jomo Kenyatta Avrupalı devletlerin samimiyetlerinin de arızalı olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir: Avrupalılar geldiklerinde onların elinde İncil, bizim elimizde ise topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda baktık ki İncil bizim elimizdeydi. Topraklarımız ise beyazların olmuştu.’
Afrika’nın zenginliklerinin yağmalanmasını engellemeye çalışmak lazım. Frenklerin davası, değerli madenler ve tabii ki petrol. Afrikalıların kendi topraklarında acımasızca her türlü zulüm ve baskıya maruz kalması unutulmaması ve kulaklara küpe yapılması gereken mevzulardan sadece birkaçıdır.Avrupa ve Amerika 500 senedir Afrika’da köle ticareti ve sömürgecilik yapmıştır. Bu coğrafyada sadece maddi olarak yıkım, sömürü ve yozlaştırmayla yetinmeyen sömürü çeteleri, toplumsal ahlakı da parçalamışlardır.
İslam ülkelerinin Afrika’da zulüm ve sömürüye maruz kalan mazlum milletlere romantik bir üzüntüden başka herhangi bir destekte bulunmaması içler acısı bir hali göstermektedir. Adında bolca ‘hak’, özgürlük’ ‘hukuk’, ‘adalet’ vs. geçen uluslararası toplulukların Afrika ve diğer mazlum milletlerin gördüğü zulme seyirci kalması bu toplulukların yalnızca birer ‘tabela topluluğu’ olduğunun en açık göstergesidir. Avrupalı bir Hıristiyan’ın burnunun kanamasıyla her yeri kan gölüne çeviren bu ‘tabela toplulukları’, geçmişten günümüze kadar milyonlarca ve hatta milyarlarca Müslümanın hesapsızca katledilmesine kör ve sağır olmuşlardır. Dhoruba Bin Wahad çözüm ve kurtuluşun reçetesi olarak şu önerilerde bulunmuştur: Anlamalıyız ki ümmet olarak birleşmeden bu sistemden özgürleşmemiz mümkün değildir. Diğer zulüm altındaki milletlerin kurtulmasını da ümmet olarak ayağa kalmamız sağlayacaktır. Kuran'ın emrettiği doğrultuda sesimizi yükseltmemiz gerekmektedir!
Bilal-i Habeşi Hazretleri(ra)’nin torunları Afrikalı kardeşlerimiz, aynı ocaktan ısınıyoruz, sizin kanınız bizim kanımızdır.Tüm İslam âleminin, Bilal-i Habeşi Hazretlerinin torunlarına yapılan zulme karşı birlik olması, Afrikalı bir şairin de dediği gibi Afrika’nın sapanına taş olması, ülkelerini ve halklarını batılı emperyalistlere peşkeş çeken devlet yöneticilerine, batının uşaklarına, zalim yöneticilere dur diyebilmesi gerekmektedir. Dayanışma ruhunu hiçbir zaman kaybetmeden, batılıların ‘böl-parçala-yönet’ siyasetini ayaklar altına alıp, tüm İslam âleminin bir ve beraber olması gerekir. Batı günbatımına ya da güçlü bir dalga gelene kadar yaşayacak. Aksini düşünenler Firavun, Roma ve Moğolların neden yok olduklarını cevaplasın. Ali Ferzat ‘Allah’ın ve halklara bahşettiği iradesinin karşısında kimse duramaz’ der. Ve inanıyoruz ki Allah(cc), Müslüman milletlere Hakim-i Millet ve Hadim-i Millet olmayı bahşetmiştir.Zafer inananlarındır.
Sonsözü Avrupa’nın göbeğinde zulme ve soykırıma maruz kalan milletin yılmaz savunucusu olan Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç söylesin:‘Müslümanların bütün İslam dünyasında kontrolü ele almaya karar verdiklerini ve bu dünyayı kendi düşüncelerine göre tanzim edeceklerini dost ve düşmanlarımıza ilan ediyoruz.’

7 yorum:

  1. bu yazınızın ana fikri nedir? Avrupa'nın geleceği hakkında öngörüde bulunmayı düşünürken Afrika'nın geleceğine ilişkin mi öngörü de bulundunuz? her paragrafın ayrı bir konudan bahsettiğinin farkında mısınız?

    YanıtlaSil
  2. Yazının ana fikri nedir bilmem ama bağlam noktasına bakmak gerektiği kanaatindeyim. Yazıyı edebi kurallara göre okumak ne kadar gereksiz bir durumsa müslüman halkların kaderleri hakkında öngörüde bulunmakta bir o kadar gereksizdir bana göre. Bence yazıdan çıkarılacak en önemli sonuç biz birbirimizi böyle başkalarının kurallarıyla sorguladığımız ve terimsel manada zulmettiğimiz sürece afrikanın kafkasların ve dahi adının şu an aklımızda olan bir çok coğrafyanın kaderinin pek değişmeyeceğidir. Zira bu septik ve sorgulayıcı yaklaşım ancak grek felsefesine ait bir haldir. Bize burda düşen şeyse kari olarak müellefin kaleme aldığı cümlelerde hikmet pınarlarından nasip almaktır vesselam. saygıyla

    YanıtlaSil
  3. Edebi kurallara göre okumaktan bahsetmiyorum ana fikir derken... kaldı ki fikirsiz yazıların da değeri yoktur anlatmak istediğim bu. aynı zamanda yazarın fikrin önemine ilişkin daha önceden büyüük tespitleride vardı. giriş, gelişme ve sonuç şeklinde üç bölüme ayırmamışsınız da demiyorum ayrılması önemlidir. 11 Eylül Amerika, ama vurgu Avrupa oradan in aşağı Afrika.. Küfür tek millet diyebilirsin. Afrika uluslarına sesleniş konuşması gibi onların dilinde yazılsa daha iyi. Bir yazıdan bütünüyle nasiplenmeli, aradan bazı şahışlardan aktarılan ifadeler elbette zalimleri daha iyi anlamamızı ve yeniden nasıl mücadele edebileceğimiz anlamında bize şevk veriyor. ama gel gör ki Avrupaya birkaç kelam derken üstadların söylediklerini kasdediyorsa söylenecek birşey yok. Ama bence fikirsiz bir yazı ise şöyle bir başlık atılabilirdi: Avrupa, Zulüm, Din, Dil, Ey Afrika.. neyse ben başlıklandıramadım. yazarın birkaç yazısını daha önceden okudum ama yorum yazmadım, mütefekkir edası ile başlık atacaksanız içini boş bırakmayacaksınız. Gün Sazak Efendi, gırek mi gerek mi felsefesi anlamadım Türkçe olmadığı için durum herşeye şüpheci yaklaşmak değil sadece yol'a çıkan bir kaleme karşı virajı dönünce çukurlar var dikkat düşersin haa demektir. başkalarının kuralları ya da terimsel manada uyarmaz isek işte sizin yazdığınız gibi gırek mi gerek mi ne olduğunu anlamadığımız bir felsefe türü ortaya çıkar. daha septik'i de demiyorum. Turkche değil Türk'çe konuşalım lütfen. selamlar.

    YanıtlaSil
  4. ...uzatmaya gerek yok...uzun uzun yazmayada muktedirken...diyecek çok acı sözde var zira bura yeri değil...zat-ı alinizin kimliğinin ortaya çıkmasıda başka bir tartışılması gereken durum...önemsiz...uyarılarınızın siz bu durumdayken pek dikkate değer veya etkili olacağı kanaatinde değilim...kimlik bunalımızdan kurtulun sonra konuşalım kim olduğunuzu bilmek isteriz zira boş biri olmadığınız hakikat...

    YanıtlaSil
  5. kimlik bunalımımız yok elhamdülillah, yolumuz horasan erenlerinin yoludur. GÖK BÖRÜ demişiz, yeterince açık değil mi? kim-liğimiz yani kim olduğumuz aşikâr.
    önemsiz... uyarılarımızın bu durumdayken dikkat yani kim-liğimizi ifade etmişken dikkate alınmamasının bir önemi yok.

    Adım Gök Soyadım Börü
    Doğu Türkistan'dan Bosna'ya
    Mekke'den Kırım'a tanırlar beni
    Söyleyecek çok şey yok bildiğin manada,
    Kağıt parçalarına yazamaz kalemler kim-liğimi
    Amma Nesilden nesil'e anlatır herkes hikayemi

    ....


    YanıtlaSil