FISTIK DESTANI/M.Alper TAŞ


En güzeli sabahlardı. Sabah ise hep ihmal edilen bozuk bir çeşme gibi, çiyleriyle yağardı muşambanın üzerine. Bunun adını biraz yoksulluk koyabilirdik. Biraz da alışkanlık vardı işin içinde. Emeğinden başka yapacak ve konuşacak bir şeyi olmayanların en büyük alışkanlığıydı fıstık sökmek. İşte, sabah çiyleriyle yıkanan o muşamba çadırların sasımış fıstık saplarının kokusunu bile bastıran kesif kokusuna ancak böyle katlanıyorduk. Birazdan demlenecek olan çayın ve ortalık ışımamışken alınıp getirilmiş çarşı ekmeğinin kokusu da karışacak bu ağır kokuya. Ve biz çocuklar, bu maceranın en güzel locasında yer tutmuş gamsız seyirciler olarak yüzümüze işeyen şeytana söylenerek bidondan bile daha fazla bidon kokan sularla yıkayacağız yüzlerimizi. Sofranın en güzel misafiri olan ve gram hesabı alınmış kara zeytinin sevinciyle koşturacağız. Ama zeytin yalnız ekmekle yenmelidir. Hatta her şey ekmekle yenmelidir bu büyüklerin de tükenmez bir heyecanla katıldıkları güzel oyunda.

Güneş, bayat bir simit gibi yükselip gözleri kamaştırıncaya kadar herkes uyuşukluğun tadını çıkarmaktadır. Dünden kalan bir iki parça çepel, belki onlardan daha kirli bir bezle yıkanırken, teklifsiz yakılan tütünün ağırlığı hepimizin aç karnına dolmuştur çoktan. Şimdi çalışmak zamanıdır. Uzakta, kanatlarının tozunu alan bir turacın sesi çalınır kulaklara.


Fıstık işinin en itibarlı kısmını tırmıkçı almıştır. Büyük bir savaşın kritik kararlarını alırcasına belirler evleklerin sıralamasını, bu sefil ordunun hangi yöne doğru ilerleyeceğini, nerede mola verip nerede saldıracağını onun acı kuvvetiyle giriştiği mücadele belirler. Hızlı ilerlemişse bu yıkıcı güç, bir dut gölgesinden artçı kuvvetleri büyük bir keyifle izler. Eski zamanlar, eski insanlar konuşulur mutlaka.

Ordunun piyade kuvveti ifitçilerdir. Onlardır asıl hırsla sarıldıkları salkımlarda emeğin ve terin meyvesini nasırlarıyla toplayanlar. “Güzel Ayçiçek Yağı” tenekesini bir piyade tüfeği gibi yanlarından ayırmazlar hiç. Dolar ve boşalır tenekeler, harman yerine götürülmek üzere. Belki yüzlerce kez anlatılmış hikâyeler elleri işten koparmaz. Boşta kalmış bir tırmığın sapına geçirilen birkaç fıstık sapıyla gölgelik yaparlar kendilerine.

Meydanın en zorlu vazifesi ise yere bakanlarındır. İstenmemiş bir utancın mecburi taşıyıcıları gibi sırayla yapılan angaryadır yere bakmak. Çünkü tırmığın ardından fıstık kalır çünkü ifitlenen yerlerde fıstık kalır çünkü yerde hep fıstık kalır. Küçük bir kazma ve tükenmez bir sabır gerekir onların vazifeleri için. Eğilip kalkarak gün boyu tırmıkçının ve ifitçilerin arkalarında bıraktıkları ölüleri toplama onların görevleridir. Evleklerin bitmesi için en çok dua eden onlardır.

Ve akşam yaklaşırken asıl şölen de yaklaşır biz çocuklar için. Hiçbir yaraya derman olmayan ama o küçük savaş alanında gözlerden ıratılmadan kollanan çocuklar, uzaktan yaklaşan traktörün homurtusuna odaklanır akşam yaklaşınca. Çünkü birazdan 640’lık turuncu traktör ve muzaffer bir ordunun düşen şehre ilk giren zırhlısını sürüyormuşçasına gururlu sürücüsü bir kaybolup bir görünerek gelecek meydana. Hazırlanan fıstık sapları ve yıkanıp kurutulmuş fıstık hararları yüklenecek traktörün naylonuna. Ve çocuklar biraz azarlanarak biraz da sevinçlerini görmek için itilerek bindirilecek sapların üzerine.

Uzakta usul usul ışıldayan şehir, Düldül dağının karanlığa karışan mor silüeti ve akşam ezanı yaklaşır gittikçe. Arada bir gökyüzüne bakarlar, dünya küçük, yaşamak güzel.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder