TEST KİTABI / Teyfik KARADAŞ


Dört yaşına geldiğimde dünyayı, dünyadaki somut ve soyut varlıkları tanımaya başladım. Bahçemizdeki meyve ağaçları, kanat çırparak uçan kuşlar, gökyüzündeki yıldızlar… hepsi, hepsi dikkatimi çekiyordu. Akranlarımla beraber evlerimizin avlusunda veya sokak ortasında oynadığımız saklambaç, yağ satarım bal satarım gibi oyunlar hafızamda yer alan ilk kayıtlardandır. Beş yaşıma geldiğimde dayımla oynamak için bizim eve üç yüz dört yüz metre mesafede bulunan dedemin evinini yol ettim. Dedemin evi köyümüzün ilkokuluyla duvar duvaraydı. Dedemin evinin balkonundan ilkokulun bahçesine bakıp beyaz yakalı, siyah önlüklü çocukları gördükçe, ben de okula gitmeye hevesleniyordum. Bu arada bazen okula gidip teneffüs aralarında öğretmenlere türkü söylüyordum. Dilimde hafif kekemelik olduğu için ben türkü söyledikçe öğretmenler hafiften tebessüm ederek bana gülüyorlardı. Öğrencilerin topluca İstiklal Marşımızı söylemeleri, Andımızı okumaları nasıl hoşuma gidiyordu anlatamam. Dedemin evine oynamaya gittiğim her günün akşamı, anneme babama; “okula gitmek istiyorum, bana önlük alın çanta alın” diye ağlıyordum. Babam “oğlum yedi yaşarsan önlük alacağım, çanta alacağım, kundura alacağım seni okula göndereceğim, şimdi küçüksün seni okula almazlar” diyerek beni teselli etmeye çalışıyordu. Ben ağladıkça anam da benimle beraber göz yaşı döküyordu. Günlerim en kısa sürede okula kayıt olma hayaliyle gelip geçiyordu.

Altı yaşına geldiğimde benim ağlamama dayanamayan babam okula gitmiş, öğretmenlerle görüşmüş beni geçici olarak birinci sınıfa kayıt yaptırmış. Öğretmenler babama Mehmet abi “Teyfik okuma-yazmayı öğrenirse okula kesin kaydını yaparız. Eğer okumayı-yazmayı öğrenemezse birinci dönemin sonunda kaydı okuldan kaydını sileriz, gelecek yıl okula gelir” demişler. Babam okuldan bu haberi bana söylemek için doğruca eve geldi.

Babam: “Teyfik seni okula yazdırdım” dedi.

Ben: “Teşekkür ederim babacığım” dedim.

Babam: “Sana siyah bir önlük, kırmızı bir çanta alacağım. Eğer birinci dönem okumayı öğrenemezsen okuldan kaydını silecekler haberin olsun” dedi.

Ben: “Tamam anladım babacığım” diyerek sevincimi arkadaşlarımla paylaşmak için yıldırım hızıyla sokağa koştum.

Amcamın oğlu İsmail’e, komşumuzun oğlu Durmuş’a ben de okula gideceğim, bende okula gideceğim diyerek sarıldım. Sevinçten gözlerim yaşardı. Bu habere annem de en az benim kadar sevindi. Çünkü büyük çocuğunu okula gönderecekti. Annemin mutluluktan gözlerinin içi gülüyordu.

Eylül ayının ilk haftası olunca babam hem evin ihtiyaçlarını tedarik etmek hem de benim okul ihtiyaçlarını almak için Maraş’a gitti. Babam şehirden bana bir siyah önlük, bir beyaz yaka, içi astarlı bir lastik ayakkabı ve ağzı fermuarlı bir siyah çanta alıp getirdi; ayrıca bana bir yıl yetecek kadar defter kalem gibi kırtasiye malzemesi almıştı. Babamın aldığı kıyafet ve kırtasiye malzemeler görünce sevinçten göklere uçtum. Artık okula gideceğime kesin olarak inanmıştım. Okulun açılmasına iki gün vardı. Amcam makasla saçımı tıraş etti. Pazar günü anam beni teştin içinde banyo yaptırdı. Böylece okul hazırlığım tamamlanmış oldu. Pazar akşamı yatakta heyecandan gözlerime uyku girmedi.

Pazartesi gün doğmadan evvel uyandım. Önlüğümü giydim, yakamı taktım, çantamı hazırladım havanın aydınlanmasını beklemeye başladım. Annemin hazırladığı tarhana çorbasından bir tabak içtikten sonra komşularımızın çocuklarıyla birlikte çantamı elime alarak okula gittim. İlk önce okul müdürünün talimatıyla okul bahçesinde bulunan dut ve kavak ağaçlarının gazellerini temizledik. Buna okulda mıntıka temizliği diyorlardı. Okul müdürünün açılış konuşmasını can kulağıyla dinledik. İstiklal Marşımızı söyleyip, Andımızı okuyarak sınıfa girdik.

Bizim sınıf Amerikan hibesi, beşik çatılı, tek derslikli bir binaydı. Binanın giriş kapısının sağ tarafında küçücük bir araç-gereç odası vardı. Sınıfta asılı Türk Bayrağı, Atatürk Portresi, İstiklal Marşı ve Andımız levhaları dikkatimi çeken ilk unsurlardı. Sınıfa girer girmez öğretmen masasının önündeki ilk sıraya oturdum. Öğretmenimiz Ömer Telli sınıfa girdi. Bize önce almamız gereken kırtasiye malzemelerinin ve kitapların listesini dağıttı. Sonra okulda ve evde uymamız gereken temizlik kurallarını anlattı. İlk gün bütün öğrenciler önceden birbirilerimizi tanısak bile güzel bir kaynaştırma eğitimi yaptı. Azda olsa ağlayan üzülen öğrenciler olsa bile ilk günümüz çok güzel geçti, okuldan mutlu olarak eve döndük. İkinci gün çizgi çalışmasıyla eğitim- öğretime başladık. Sınıfımız on sekiz kişiydi. Ben okumayı herkesten önce öğrendim.

Öğretmenim beni öz evladı gibi seviyordu. İlkokuldan sonra ortaokula gitmemi istiyordu. O güne kadar bizim köyden ilkokuldan sonra ortaokula giden kişi sayısı bir elin parmakları kadar azdı. Öğretmenim müsait olan her ortamda babamı beni ortaokula göndermesi için ikna etmeye çalışıyordu. Sonunda babamı ikna etti. Öğretmenim çok çalışkan ve başarılı bir öğretmen olduğu için namı bütün bölgeye yayılmış saygın bir insandı. Ben de sınıfın en başarılı öğrencisiydim. Öğretmenimi çok seviyordum. Beşinci sınıfa geçtiğimiz yıl bizim öğretmenimiz birinci sınıfları okutmaya başladı. Bizim sınıfa Nurdan Akgün isminde yeni bir öğretmen geldi. Ömer Telli öğretmenim beşinci sınıfta beni okutmasa bile üzerimden elini çekmiyordu. Aylık kaç kitap okuduğumu, derslerdeki başarı durumumu birebir takip ediyordu. Köyümüzde ortaokul olmadığı için ben yatılı okul sınavlarına girecektim. Öğretmenim benim bu sınavda başarılı olmamı çok istiyordu. Onun için elinden gelen her gayreti sarf ediyordu. Bunun için sürekli olarak Nurdan öğretmenle istişare ediyordu.

Nurdan öğretmenim bir köy evinin bir odasında babası Alâeddin Amcayla birlikte kalıyordu. Mart ayı gelince Alaeddin Amca ekinlere gübre attırmak için memlekete, yani Edirne’ye gitti. Benim annem de o günlerde keçilerimizin yaşadığı Kurt Yurdu Yaylasına gitti. Ben köy de babaannemin yanında kalmaya başladım. Öğretmenim akşamları yanında yatmam için babamdan izin aldı. Ben akşamları Nurdan öğretmenimin evinde kalmaya başladım. Öğretmenim bana evinde hem sınav için ders çalıştırıyor hem de kendisine can yoldaşı oluyordum. Günlerimiz güzel bir şekilde gelip geçiyordu. Nurdan öğretmen ay başında maaş almaya gidince şehirden bana bir test kitabı almış getirdi. O güne kadar bizim köyde kimsenin test kitabı yoktu. Ben bu test kitabını görünce sevinçten gökyüzüne uçtum adeta; mutluluktan gözlerim yaşardı ağladım. Kitabın kapağı mavi renk lake, içindeki Türkçe bölümü sarı, Sosyal Bilgiler bölümü deniz mavisi, Matematik bölümü turuncu Fen Bilgisi bölümü yeşil renk kâğıda basılmıştı. Sabahleyin kitabı okula götürdüm. Okulun bütün öğrencileri kitabı görmek için başıma toplandılar. Kitapla ilgili kimsenin gücü yetip alamaz, öğretmen olmasa sana vermezlerdi gibi onlarca yorum yapıyorlardı. Hatta test kitabım olduğu için sınavı kesin kazanacağımı söylüyorlardı. Test Kitabımın ünü komşu köylerde bile duyulmuş olmalı ki, Kısık’tan ve Süsü’den kitabıma bakmaya gelen öğrenciler oldu. Hâlâ o günleri düşünür, düşündükçe de bazen ağlar bazen gülerim.

O zaman Yatılı okul sınavları üç aşamalı olarak yapılırdı. Yatılı okul sınavının birinci ve ikinci aşamasını kazandığım halde yaşadığım talihsiz bir hadise nedeniyle üçüncü aşamayı kazanamadım. Kazanamadım ama şartları zorlayarak komşu köyümüz Tekir’de ortaokulu bitirdim. Köyümüzün benden küçük çocuklarına küçükte olsa bir çığır açmış oldum. Köyümüzün çocukları bu yolda yürüyerek önemli başarılara imza attılar. Şu anda yurt genelinde önemli görevler ifa ediyorlar. Ben de onları gördükçe mutlu oluyorum. Şimdi bütün öğrencilerin evinde yüzlerce test kitabı, binlerce kaynak kitap var ama başarmak için mücadele eden öğrenci kalmadı. Öğrencisinin başarılı olması için kendi cebinden test kitabı alan öğretmenler de ya köşelerine çekildiler ya da emekli oldular. O zamanlar başarılı olmak için öğrenciler mücadele edip çalışırken, şimdi çocuğum başarılı olsun diye anneler ve babalar mücadele ediyorlar….

Şartlar değişti, asır değişti…

Kırk yıl sonra geriye dönüp baktığımda bizim köyün, Türkiye’nin ve bütün dünyanın değiştiğini görüyor bazen ağlıyor, bazen de seviniyor ve gülüyorum.

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder