ÇARESİZLİK / Teyfik KARADAŞ


1980’li yılların sonu 1990’lı yılların başlarında Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizin birçok ilinde terör eylemleri zirve yapmıştı. Sınır karakollarımız PKK’lı teröristler tarafından basılıyor, köyler yakılıyor ve öğretmenlerimiz görev yaptıkları okulların bayrak direklerine asılarak şehit ediliyordu. Hükümet terörle daha etkin mücadele edebilmek için terör eylemlerinin yoğun olarak yaşandığı 16 ilde Olağanüstü Hâl ilan etmiş; Diyarbakır’da çok geniş yetkilere sahip Olağanüstü Hal Bölge Valiliği kurulmuştu.

O yılarda televizyon haberleri terör eylemleriyle başlıyor, şehit haberiyle bitiyordu. Olağanüstü Hal Bölgesindeki illere tayin olan doktor, hemşire ve öğretmen gibi kamu görevlilerinin yarısından fazlası istifa ederek görev yerine gitmiyordu. Kısacası o yıllar Güneydoğuda yaşayan insanlar ve çalışan memurlar için sıkıntılı yıllardı.  O günler gitsin de bir daha gelmesin.

Olağanüstü Hâl Bölgesinin böylesine sıkıntılı, böylesine yaşanmaz olduğu bir dönemde; 1990 yılının aralık ayında serhat vilayetimizin birinin şirin bir ilçesine öğretmen olarak tayin oldum. Tayinimin doğuya çıkması nedeniyle annem ninem halalarım, teyzelerim, komşularımızın hanımları benim için günlerce göz yaşı döktü. Dedemin, babamın amcamın moralleri bozuldu. Ben tayinim çıktığı için mutlu olamadım. Ailemin ve yakın akrabalarımın çoğunluğunun görev yerine gitmemi istememesine rağmen ben görev yerime giderek vazifeme başladım. Benim haberlerde gördüğüm doğu ile görev yaptığım doğu arasında çok fark vardı. Çalıştığım ilçenin halkı kamu görevlilerine karşı oldukça saygılı ve devlet yanlısıydı.                                                                                                                  

Çalıştığım okulun öğretmenleri, öğrencileri ve velileriyle kısa bir süre içerisinde kaynaştım. Lise yıllarımda güreş yaptığım için görev yaptığım ilçede bulunan Tugayın güreş takımına ihtiyaca binaen kısa bir süre antrenörlük yaptım. Çalıştırdığım güreş takımda kolordu şampiyonasında derece yaptı. Bu nedenle; öğretmen arkadaşlar bana “Pehlivan Hoca” lakabını taktılar. Bu lakap sayesinde bölge genelinde kısa sürede tanındım. İlçenin memurları, öğretmenleri, esnafları hatta kaymakamı bile bana Pehlivan Hoca diye hitap ediyordu. Pehlivan Hoca lakabından rahatsızlık olmadığım gibi bilakis gurur duyuyordum. İlçedeki memurlar, esnaflar, öğrenciler ve halkın tamamına yakını pehlivan olmamdan dolayı bana sevgi gösteriyordu. Bende insanların bana gösterdiği iltifata layık olabilmek için ilçede icra edilen kültürel ve sosyal faaliyetlere katkı sağlamaya çalışıyordum. Yaşadığım ilçe olağanüstü hâl bölgesinde olmasına rağmen terör bakımından bir tehlikesi yoktu. Bazı derneklerle iş birliği yaparak konser, ozanlar gecesi gibi geniş katılımlı etkinlikler bile düzenliyorduk. Beş öğretmen aynı evde kalıyor, öz kardeş gibi huzurlu şekilde yaşayıp gidiyorduk. Böylesine aktif, böylesine güzel bir ortamda 2 yıl görev yaptıktan sonra ücretsiz izne ayrılarak vatani görevimi ifa etmek üzere askere gittim.

Sivas 5. Piyade Er Eğitim Tugayında 2 ay temel askerlik eğitimi gördüm. Temel askerlik eğitimini tamamladıktan sonra öğretmen olarak görev yaptığım ile asker öğretmen olarak gönderildim.

Askerlik dönüşü görev yaptığım ile gittiğimde, çalıştığım ilçenin Kargalı Köyü İlkokuluna asker öğretmen olarak atandığım haberini aldım. İlçeye gittiğimde ise Kargalı Köyünde can güvenliğinin olmadığını, bu nedenle köyün ilkokulun üç-dört yıldır kapalı olduğunu öğrendim. Daha önceden de o bölgede askerlerle teröristler arasında çatışma çıktığını, iki teröristin ölü olarak ele geçirildiğini biliyordum. Kargalı köyüne gitmemek için ilçe milli eğitim müdürü ve kaymakamla görüştüm, hatırı sayılır insanları devreye soktum, elimden gelen her şeyi yaptım ama tayinimi bir türlü durduramadım. Ben adeta kalemi kırılmış bir mahkûmun darağacına gönderildiği gibi, kasıtlı olarak bile bile ölüme gönderiliyordum. Yarıyıl tatili olduğu için okullar kapalı olduğundan bir hafta kadar ilçede kaldım. İlçede kaldığım her günüm bir yıl, her gecem bir ömür gibi geçiyordu. Kargalı köyüne gitmemek için uçan kuştan yardım diliyordum. Aman dilediğim, yardım beklediğim insanlar, derdime bir türlü çare olamıyorlardı.  Umudum tükenmişti. Asker öğretmen olduğumdan istifa etme şansımda olmadığından köye gidip görev yapmaya karar verdim.

İlçe Kadastro Müdürü Bilal Bey hemşerimdi. Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesindendi. Ankara’dan sürgün gelmişti. Askere gitmeden önce Bilal Bey’i bazen ziyaret eder çayını içerdim. Hem sürgün gelmesi hem de mevcut siyasi iktidara muhalif bir dünya görüşünde olmasından dolayı derdime derman olamayacağı kanaatinde olduğumdan tayinim konusunda Bilal Bey’in yanına gitmemiştim. Bilal Bey benim sıkıntımı duymuş, Kadastro Müdürlüğünün önündeki caddeden geçerken beni görmüş, derhal hizmetliyi göndererek yanına çağırttı.

Selamın aleyküm diyerek Bilal Bey’in odasına girdim. Bilal Bey “Ve aleykümselam, hemşerim, hoş geldin” diyerek beni karşıladı. Bana çay söyleyerek kapıyı kapattırdı. Çayımızı içerken Bilal Bey bana tayinimle ilgili sıkıntımı ve konuyla ilgili kendisinin yanına niye varmadığımı sordu.

Ben ise:

-Askerlik dönüşü Kargalı Köyüne tayin oldum. O köyde can güvenliği olmadığını öğrendim. Tayinimi durdurmak için kaymakam, milli eğitim müdürü ve diğer yetkililerle görüştüm. Ancak; tayinimi bir türlü durduramadım abi. Sizin de yardımcı olacağınızı tahmin etmediğimden yanınıza gelmedim diyerek Bilal Bey’in sorusunu cevapladım.

Bilal Bey tekrar söze girerek:

-Hemşerim ben de senin tayini durduramam ama senin orda rahat etmeni sağlarım diyerek hizmetli Şaap Efendiyi yanına çağırdı. Şaap Efendi içeri girerek buyurun müdürüm dedi.

Bilal Bey:

-Şaap Efendi çarşıya git. Kargalı Köyünün muhtarı Zırva Hazar’ı al bana getir. Sen onun nerede olduğunu bilirsin dedi.

Şaap Efendi jet hızıyla kapıdan dışarı çıktı. Aradan on dakika geçmeden görevini eksiksiz yerine getirmiş bir asker edasıyla Kargalı Köyü muhtarı Zırva Hazar’ı, Bilal Bey’in yanına getirdi.

Bilal Bey:

-Hoş geldin muhtar. Nerelerdesin? Ne iş yapıyorsun diyerek muhtarı karşıladı Muhtara beni tanıttı. Çay söyledi ve böylelikle koyu bir sohbet başladı.

Muhtar Zırva Hazar.

-Bana hocam senin bizim köye gelmek istemediğini duydum. Bizim köyümüz çok güzel. Gelirsen seni misafir ederim. Sana en iyi şekilde bakarız. Bizim köyümüzde bir sıkıntı yok. Bizim köye gelirsen iyi olur, güzel olur dedi.

Ben ise:

-(Durumu inkar ederek) Muhtarım o ben değilim. O öğretmen başka yere gitti. Sizin köye ben geleceğim dedim ama muhtarı pek inandıramadım.

Bilal Bey:

-Muhtarım bu öğretmen benim akrabam. Adı Teyfik. Teyfik’e köyde sahip çıkacaksın. Eğer onun başına bir hal gelirse; köyünüze bir metre kare tapu vermem. Bütün arazileri hazineye yazarım, köyünüzün üstüne benzin döktürüp yakarım. Teyfik’i önce Allaha, sonra sana emanet ediyorum diyerek beni muhtara emanet etti.

Muhtar Zırva Hazar.

-Emanetin başımın üstüne Bilal Bey. Hocama her türlü desteği sağlarım dedi ve benim köye ne zaman gideceğimi sordu.

Ben:

-Muhtarım yarın geleceğim. Minibüsünüz nereden kalkıyor dedim.

Muhtar Zırva Hazar.

-Viran caddesinden kalkar. Yarın saat üçte oraya gel hocam dedi.

Böylelikle Bilal Bey’in odasındaki görüşmemiz tamamlanmış oldu. Muhtarla birlikte Kadastro Müdürlüğünden ayrıldık. Muhtar köyüne gitmek üzere minibüs durağına, ben hazırlık yapmak için evime gittim. Bu görüşme sonrası biraz rahatlamış olsam da beynim de yine de fırtınalar kopuyordu. Ölürsem şehit olacağım için ölüm korkusunu yenmiştim. Teröristlerin beni öldürmeden dağa kaçırıp işkence yapacaklarından korkuyordum. Bütün bu çaresizlikler içinde Yüce Mevla’ma güveniyor, onun beni koruyacağına güçlü bir imanla inanıyordum. Böylesine hızlı değişen bir haleti ruhiye içinde eve vardım. Ev arkadaşlarım Abdullah, ilhan, Bekir ve Özer’e vaziyeti anlattım. Onlarda bana olumlu manada telkinde bulundular.

Arkadaşlarla birlikte akşam yemeğimizi yedik, çayımızı içtik. Çayımızı içtikten sonra köye götüreceğim valizi hazırlamaya başladım ama pijamaları, gömlekleri valizin içine koymaya elim varmıyordu. Valize her koyduğum giyeceğin ağırlığı bin katına çıkıyor, benim gücümün yetmeyeceği hacme ulaşıyordu.  İstemediğin bir işi yapmanın ne kadar zor olduğun orada anladım. Gözümden dışarı akması gereken yaşlar kalp damarlarımın içine akıyordu. Kalp damarların içine giren göz yaşlarım tüm bedenimi çaresiz bir şekilde yakıyordu. Zor da olsa köye götüreceğim valizi hazırladım.

Yatağıma yattım ama gözlerime uyku girmiyordu. Yarın köyde ne ile nasıl karşılaşacaktım. Öğrenciler okula gelecek mi, cuma günü ilçeye sağ dönebilecek miyim gibi onlarca senaryo, binlerce soru beynimi tırmalıyordu. Kalkıyorum, dolaşıyorum uzun kış gecesi sabah olmuyordu. Sabah vakti yaklaşıp horozlar ötmeye başlayınca uyumuşum. O gece gördüğüm rüyaları anlatsam bir roman olur. Sabah kalktığımda kuşluk vakti olmuştu. Arkadaşlarım okullarındaki görevlerine gitmiş ben evde yalnız kalmıştım. Üzerimi giydim, valizimi aldım kahvaltı yapmak ve kahvaltıdan sonrada Kargalı köyüne gitmek üzere evden ayrıldım.

Hacı Dayı Kahvaltı Salonunda Halil Baba köyünün ağası Samet Güler ile karşılaştık. Samet Ağa benim bir akrabam ile Kayseri Cezaevinde hapis yatmış, varlıklı ve devlet yanlısı bir zattı. Kendine daha önce bizim köydeki arkadaşından hediye getirmiştim ve bu vesileyle de tanışmıştık. Samet Ağada o günden sonra beni nerde görse sahip çıkar, halimi hatırımı sorardı. Samet Ağa beni görünce masasına davet etti. Kahvaltı yaparken ben tayınımla ilgili durumu Samet Ağaya kısaca anlattım.

Samet Ağa:

-Ağızını kulağıma yaklaştırıp kısık bir sesle hocam; muhtarın gelini benim kızım. Benim kızım seni tanır ama sen benim kızıma tanışlık verme. Benim kızım tehlikeli bir durumdan haberdar olursa sana bilgi verir. Sen canını oradan bizim köye atarsan, sen ateşin içine dahi girsen seni kurtarırım. Ayrıca köyün fahri imamı Gaffur Hocada devlet yanlısı bir adam. Ben seni ona da tembih ederim. Gerisi de Allah’ın dediği olur diyerek bana moral verdi.

Ben İse:

-Samet Ağaya teşekkür ederek kahvaltı salonundan ayrıldım.

Kırtasiyeden defteri kalemi olmayan öğrencilere dağıtmak üzere birer düzine çizgili ve kareli defter ile bir düzine kalem alarak Viran Caddesindeki köy durağına gittim. Köy muhtarı Zırva Hazar’ı buldum. Çayımızı içtikten sonra muhtarla birlikte minibüsün ön koltuğuna oturduk. Muhtar beni minibüsteki yolculara, dolayısıyla köy halkına tanıttı. Yolcular bana “hoş geldin muallim” diyerek sevgi gösterisinde bulundu. Muhtar Kürtçe olarak “benim toprak komisyonu müdürünün akrabası olduğumu, istihbaratçı olabileceğimi, yanımda her şeyin konuşulmamasını” yolculara anlattı. Ben Kürtçe konuşmasını bilmesem de muhtarın konuşmalarının içinde geçen Türkçe kelimeler yardımıyla ne dediğini anlıyordum.

Minibüs saati gelince hareket etti. Beş dakika kadar ilçenin ovasında hareket ettikten sonra huni şeklindeki bir vadinin içine doğru girmeye başladık.  Vadinin ortasından üç değirmen taşı döndürecek miktarda suyu olan bir çay akıyordu. Bu suyun adı Viran Çayıydı. Çayın etrafında söğüt ve kavak ağaçları geçen yolculara hoş geldiniz dercesine rüzgâr estikçe el sallıyordu. Vadinin girişindeki genişçe alanın sağ ve sol tarafında üç dört tane küçük köy ile köylerden aşağı sol tarafta görünen küçük bir sulama göleti dikkatimi çekiyordu. Vadi daraldıkça etraftaki kayalar yükselmeye, kayalar yükseldikçe gök yüzünden başka bir yer gözükmemeye başladı. Yol daracık vadinin içine doğru ilerliyor, çayın üzerine yapılmış köprülerden bir sağa bir sola geçerek devam ediyordu. Vadi daraldıkça yalçın kayalardan koparak yuvarlanacak bir taş parçasının minibüsün üzerine düşmesi an meselesiydi. Gittiğimiz coğrafyanın tehlikeli hali benim ruhumu karartıyordu. Vadinin içinde on dört köprü geçtikten sonra nihayet genişçe bir alana ulaştık. Burası Samet Ağanın köyü Halil Babaydı. Halil Baba köyündeki köpekler minibüse doğru havlayarak gelince irilikleri gözümden kaçmadı. Köpekler bir yaşındaki eşek sıpasından büyüktü. Evlerin önündeki tezekler mısır piramitleri gibi bir düzen içinde dizilmişti. Halil Baba köyünden üç kilometre kadar daha gittikten sonra minibüs yolun sol tarafındaki değirmenin önünde durdu.

Değirmen çalışmıyor ama değirmenin içindeki çay ocağı açıktı. Bizim muhtarın oğlu Kendal orada hem çaycılık hem de bakkallık yapıyordu. Minibüs durduktan sonra değirmende beş dakika mola verip, birer bardak çay içtik. Köye minibüs gidemediği için değirmenin sağ tarafındaki çığıra doğru yürümeye başladık. Benim valizimi on altı-on yedi yaşlarında bir genç taşıyordu. Bir kilometre kadar yürüdükten sonra Kargalı köyüne vardık. Muhtarın evine gittik. Muhtar evindeki altı odadan birini bana tahsis etti. Köyün fahri imamı Gaffur Hocada muhtarın evinde kalıyormuş zaten.

Muhtarın hanımı, oğlu ve kızıyla tanıştık. İkindi namazından sonra köy imamı Gaffur Hoca muhtarın evine geldi. İmamla da tanıştık. İmam bana Teyfik Hocam yarın ramazan başlıyor. Muhtarın evinde kalacağız, sahuru burada yapacağız ama iftar için her gün bir eve gideceğiz haberin olsun dedi. Ben de iyi olur hocam dedim.  Akşam olmadan okulun durumunu görmek istiyordum. Muhtardan anahtarı aldım. Okula gitmek için yola çıkınca imamda benimle yürüdü. Muhtarın evinden biraz ilerleyince Gaffur Hoca bana köyün ve bölgenin vaziyetini yarım yamalak Türkçesiyle anlatmaya başladı. Bu arada Samet Ağa Kargalı köyündeki kızını telefonla aramış benden bahsetmiş, muhtarın kızı da durumdan imamı bir şekilde haberdar etmişti. Ben imamın konuşmalarından böyle anladım. Bende imama teşekkür ederek, hocam madem fahri imamlık yapıyormuşsunuz Allah rızası için bende sana aylık elli bin lira himmette bulunayım dedim. Çünkü hoca köylülerin verdiği koyunları satarak geçiniyordu. Aylık elli bin lira yardımı duyan imam muhabbeti daha da artırdı. Okula vardım binada bir sıkıntı olmadığını evrakların muhafaza edildiğini ancak gönderdeki bayrağın yıpranmış kullanılmaz durumda olduğunu gördüm. Evrak dolabında yeni bir bayrak buldum. Bayrağı masanın üstüne koydum. İmamla sohbet ederek tekrar eve döndük. Muhtarın evinde akşam yemeğini yedik. İlk teravih namazı için muhtar, imam ve ben üçümüz birlikte camiye gittik.

Teravih namazını kılarken dikkatimi çeken bir durum oldu. Sekiz rekât namaz kıldıktan sonra imam beş dakika mola verdi. Cemaat caminin arka kısmında evden getirdikleri çaydan birer bardak, sardıkları parmak kalınlığındaki tütünden birer tane içtiler. İkinci sekiz rekâtta da yine mola verildi. Çaylar ve sigaralar içildi. Ben bu işe çok sevindim. Çünkü hem çayı çok seviyor hem de sigara içiyordum. Teravih namazından sonra camiden hızlıca çıkıp okulun gönder bayrağını değiştirdim. İmam ve muhtara eve kavuşmadan yolda yetiştim. Onlar benim okula gittiğimi bile fark edemediler.

Sabah erkenden okula giderek öğrencileri topladım. Köyle ilgili kısa bir çevre incelemesi yaptım. Köy yaklaşık iki bin iki yüz rakımlı bir tepenin üzerinde kurulmuş kırk haneli bir yerleşim yeriydi. Köyün doğu, batı ve kuzey yönleri üç bin- üç bin beş yüz rakımlı dağlarla çevriliydi. Ocak ayında köydeki kar kalınlığı iki metreden fazlaydı. Evler çatılı, halkın geçim kaynağı koyunculuk ve elektronik eşya kaçakçılığıydı. Öğrencilerden ve velilerden bu kısa bilgileri aldıktan sonra hemen eğitim öğretimi başlattım. Elli öğrenciden ancak beşinci sınıftaki üç öğrenci okuma yazma biliyordu. Güvenlik nedeniyle okul üç yıl kapalı kalmış öğrencilerin çoğu okuma yazmayı unutmuşlardı. Okuma yazma bilen üç öğrenciden de yardım alarak okuma yazma çalışmasına hızlı bir şekilde başladım. Günlük beş saat yerine on saat ders yapıyordum. Ramazan ayı olması münasebetiyle iftar için imamla her gün bir eve gidiyorduk. Gittiğimiz evlerde hem iftarımızı yapıyor hem de ben çocukların okuma yazma öğrenmesi için velilerin yapması gereken işleri anlatıyordum. Türkçe bilmeyen kadınlarla benim aramda imam tercümanlık yapıyordu. O mevsimde her taraf kar olduğu için öğrenciler okula eksiksiz geliyordu. İftar nedeniyle öğrenci velileriyle yüz yüze görüşmemiz başarıyı artırıyordu. Teravih namazında müezzinlik yaptığım için köydeki kadınların beni şeyh sanıp paltomun kolundan öpmesinden aşırı derecede rahatsız oluyordum. Köylüler bana Kargalı köyünde daha önce namaz kılan öğretmen çalışmadığını söylediler. Ancak, kadınlara fiziki olarak temas edemediğimden ve Türkçe olarak anlaşmakta zorluk çektiğimizden bu durumu engellemekte sıkıntı yaşıyordum. İmama durumun engellenmesi için rica ettiğim halde, bir şey olmaz diyerek beni geçiştirmesine mana veremiyordum.

Muhtarın hanımı çok kıymetli bir insandı. Yemek ihtiyacım, elbiselerimin temizliği gibi görülecek hizmetlerde bana hiçbir sorun yaşatmıyordu. O kıt imkanlar içinde benimle öz annem gibi ilgileniyordu. Muhtarla gece aynı odada yatıyorduk. Muhtar kendi yastığının altına bir kaleşnikof silah, benim yastığımın altına bir tabanca koyuyor, camdan tarafta kendi yatıyordu. Kargalı köyündeki beş teröristin biri muhtarın kızı Gazel’di. Muhtar yatarken bana hocam öldürürlerse önce beni öldürsünler diyerek cesaret veriyordu. Bende böylesine tehlikeli bir atmosfer içerisinde hayatımı idame ettirmeye çalışıyordum. Her gece rüyamda teröristlerle çatışmaya giriyor, bazen şehit, bazen gazi oluyordum. Daha doğrusu her gece ölmeden ölüyordum. Sabah uyandığımda yaşadığımı görünce içten içe seviniyordum. Aslında vaziyet benim anlattığımdan daha vahimdi. Bazı hissettiğim olayları ispat etme imkânım olmadığından yazamıyorum.

Hafta sonları ilçeye gidiyor, arkadaşlarım benim halime üzülmesinler diye yalanlar söylüyor, kargalı köyü hakkında pembe tablolar çiziyordum. Gözümle herhangi bir hadiseye tanıklık etmesem bile köydeki gizemli atmosfer, beni korkutmaya fazlasıyla yetiyordu. Benden yukarıdaki Açık kapı köyünde görev yapan öğretmenin lojmanını taşlamaları, bunun sonucu öğretmenin psikolojisinin bozulması bile zihnimi bulandırmaya kâfi geliyordu. Ben bölgede cereyan eden bu olumsuz hadiselerden ilçedeki arkadaşlarıma hiç bahsetmiyordum. İlçeye her vardığımda bu haftada yaşıyorum diye Ulu Camiye gidip iki rekât şükür namazı kılıyordum. Lokantaya gidip kendime köyde bulunmayan yemeklerden ziyafet çekiyordum. Günlerimiz, haftalarımız ölümle yaşam arsındaki o ince çizgi üzerinde gelip geçiyordu. Muhtarın bana evininin kapısını açması, hanımının misafirperverliği ve köy imamının bana istihbarat toplaması, sahip çıkması hayatımın avantajlı tarafını teşkil ederken, yaşadığımız köyün karakola uzaklığı, sınıra yakınlığı, köy halkının örgüt yanlısı olması ve Kargalı köyünden dağda bulunan beş terörist avantajımı dezavantaja çevirmeye yetiyordu. Birde memlekete telefon ettiğimde anneme babama, kardeşlerime içimi dökememek, sıkıntımı söyleyememek, üzülmesinler diye rahat ve güvenli bir ortamda görev yaptığımı söylemek işin cabasıydı.

Köyde gündüz geçirdiğim her bir anı eğitimle öğretimle geçirmek zihnimde yaşadığım korkuların azda olsa hafiflemesini sağlıyordu. Okulun önünde dalgalanan ay yıldızlı bayrağımızı gördükçe içim ferahlıyor, mutlu oluyordum. Göreve başladığım günden Kurban Bayramı’na kadar geçirdiğim üç aylık sürede öğrencilerin tamamına okumayı ve yazmayı öğrettim. Bu başarıda benden çok velilerin ve imamın katkısı oldu. İnkâr etmek nankörlük olur. Çalıştığım yere milli eğitim yetkililerinin, müfettişlerin gelme ihtimali yoktu. Bütün sorumluluğum Allaha karşıydı. Allahtan korkmasam bir gün dahi ders yapmayabilirdim. Allahtan korktuğum için üç ay boyu gecemi gündüzüme katarak istediğim başarıyı elde ettim. Kurban Bayramı’nda hem yorgunluğumu gidermek hem de bayramı tatilini ailemin yanında geçirmek için memleketim Kahramanmaraş’a gittim.

Kurban Bayramı tatilini memlekette ailemin yanında geçirdim. Tatil bitince Maraş’tan muhtarın eşine, kızına, oğluna ufak tefek hediyeler alarak görev yaptığım ilçeye hareket ettim. Rahatsızlığım nedeniyle pazartesi köye gitmedim. İlçedeki Sağlık Ocağına giderek doktora muayene oldum, ilaç yazdırdım. Salı günü öğleden sonra minibüse binerek görev yaptığım köye gittim. Köye vardığımda ilçeden aldığım bazı özel eşyalarımı bırakmak için önce okula uğradım. Okuldan çıkarken köy imamı Gaffur Hocanın koşar adımlarla okula doğru geldiğini gördüm. Gaffur Hocanın geliş şeklinden ve lisanı halinden köyde anormal bir vaziyetin olduğunu tahmin ettim. Gaffur Hoca okula gelir gelmez kolumdan tutarak beni okulun içine alıp, kısık bir sesle:

-Teyfik Hocam işler kötü. Dün köye üç silahlı terörist geldi. Pehlivan Hoca nerede diye sordular. Muhtarda” burada yok, memleketine gitti. Pehlivan muallim iyi bir insan burada olsa dahi size teslim etmem” dedi. Teröristlere biraz et biraz ekmek vererek gönderdi. Adamlar buradalar. Haberin olsun diyerek okulun alt kısmından köylülere görülmeyecek şekilde camiye doğru hızlıca yol aldı.

Allah kimseyi çaresiz bırakmasın. Bu haber üzerine o buz gibi serin havada sırtımdan soğuk terler akmaya başladı. Dizlerimin bağı çözüldü, felç hastalığı geçirmiş bir adam gibi titremeye başladım. Dünyam karardı. Kısa bir süre düşündükten sonra ilçeye gitmeye karar verdim. İlçeye gideme semde bize beş kilometre mesafede bulunan Halil Baba köyüne intikal edip Samet Ağaya sığınmayı düşündüm. Düşündüm ama bir taraf tanda Halil Baba köyündeki köpeklerde korkuyordum Okuldan yürüdüm muhtarın evine çıktım. Muhtarla, eşiyle ve çocuklarıyla bayramlaştık. Hediyelerini takdim ettim. Hiç oturmadan muhtarım benim Milli Eğitim Müdürlüğünde bir işim var ilçeye gidiyorum diyerek evden çıktım. Muhtar yemek hazırlattım, yarın gidersin dese de cevap vermeden hızlı adımlarla su değirmenin yanındaki köy durağına kavuşmak için hızlı adımlarla yürümeye başladım. Köyün kurulduğu tepenin yamacına gelip köy görülmez olunca bin metrelik hız koşusuna çıkmış atlet misali can havliyle değirmene kadar koştun. Değirmene vardığımda yönünü ilçeye cevirmiş bir minibüsün beklediği gördüm. Minibüsün şoförüne:

-Ustam ilçeye gitmiyor musun diye sordum. Minibüs Şoförü:

-Hocam mazot parasını çıkartacak kadar yolcu olsa giderim dedi

-Mazot parası kaç lira dedim.

-Yüz bin lira dedi.

-Al elli bin lira ben vereyim dedim.

Minibüs şoförü elli bini alınca minibüsü çalıştırıp ilçe istikametine doğru aheste aheste ilerlemeye başladı. Yol güzergâhındaki köylerden de üç-dört yolcu alıp ilçe merkezine intikal ettik. Ben köyde yaşanan durumu anlatmak üzere doğruca Jandarma komutanlığına gittim. İlçe Jandarma Komutanı Zafer Yüzbaşıyı önceden yakinen tanıyordum. Nizamiye nöbetçisi askere Zafer Yüzbaşıyla görüşmek isteğimi söyledim. Nöbetçi asker gerekli görüşmeleri yaptıktan sonra beni Zafer Yüzbaşının odasına gönderdi. Zafer Yüzbaşın odasına girdiğimde iki sivil misafiri vardı. Zafer Yüzbaşı bana hoş geldiniz buyurun hocam diyerek yer gösterdi. Ben:

-Özel görüşecektim komutanım dedim. (Misafirler hemen kalktılar)

Zafer yüzbaşı:

-Hayrola Hocam, ne oldu, (Zafer Yüzbaşı benim yüzümün renginden bir derdimin, bir sıkıntımın olduğunu hemen fark etti.)

Ben:

Komutanım dördüncü bayram günü beni dağa kaçırmak için köye üç tane terörist gelmiş. Ben o anda köyde yoktum dedim ve cümleyi tamamlayamadan ağlamaya başladım.

Zafer Yüzbaşı:

-O köyün tamamı senin kesip attığın bir tırnağı etmez. Senin oraya gitmemen için kaymakamla görüştüm ama …laf dinletemedim. Hocam sen bu hafta buralarda gez dolaş. Ben haftaya o bölgeye komando üst komutanlığı kuracağım. O zaman gelirsin. Ben kaymakama bilgi veririm sen canını sıkma pehlivan kardeşim diyerek beni teselli etti. (Hatta ben çay içerken yanımdan kaymakamı arayarak beni ilçeye getirttiğini söyleyerek sorumluğu üstlendi)

Ben görüşme tamamlandıktan sonra ilçe Jandarma komutanlığından ayrılarak çarşıya gittim. Muhtara telefon ederek istirahatli olduğumu bir hafta köyde olmayacağımı söyledim. Bir hafta kadar ilçede kaldım. Eşi dostu esnafları ziyaret ettim. Bir hafta sonra Kargalı köyüne yedi timden oluşan 150 kişilik komando bölüğünün gittiğini öğrendim. Ben bu haberi duyar duymaz doğruca köye gittim. Köye vardığımda bordo berelileri görünce sevinçten havalara uçtum. Komandolar bir günün içinde çadırları kurmuş, mevzileri kazmışlardı. Okulun lojmanını ben kullanmadığım için askerlere üs komutanlığı olarak tahsis ettim komandolar bölgeye varınca değil teröristler havada uçan yırtıcı kuşlar bile havada görünmez oldu. Askerler oraya gelmeden bana örgüt masalları anlatan kişiler köyü terk ettiler. O akşam muhtar yastıklarımızın altına silah koymadı. O gece ömrümün en rahat uykusunu uyudum.

Sabah okula vardığımda gönderde dalgalanan bayrağımızın bile sevindiğini hissettim. Ne yazık ki okulun kapanmasına iki hafta kadar kısa bir zaman kalmıştı. Karlar eridiği için çocuklar kuzu gütmeye gittiklerinden okula gelmez olmuşlardı. Komando Üs Komutanı Mustafa üsteğmen günde üç kere hatırımı soruyor, öğle yemeğimi asker karavanasından gönderiyordu. Köy Muhtarı Zırva Hazar kerende olsa komandoları günlük ziyaret ediyor, benim hatırımı öncekinin iki katı fazlasıyla sayıyordu. Allah devletimize ordumuza zeval vermesin. Komandoların vardıktan sonra dağlardaki keklikler bile daha güzel ötmeye, çiğdemler, sümbüller daha güzel kokmaya başladı.

Ben bir taraftan öğrencilerle ders işlerken, bir taraftan da okulun diploma defteri, karne kayıt defteri gibi yıl sonu evraklarını hazırlıyordum. Kâbus içinde geçen üç buçuk aydan sonra on beş günde olsa mutlu yaşamak zihnimdeki bütün karamsarlıkları silmeye yetmişti.

Mayıs ayının ortalarında maaşımı almak ve yıl sonu evrakların teslim etmek üzere İlçe milli eğitim Müdürlüğüne gitmiştim. Koridorda karşılaştığımız şube müdürü Cavit bey “müjdemi isterim Teyfik Bey” diyerek bana seslendi. Ben ise.

-Hayrola müdürüm, ne müjdesi dedim.

Şube Müdürü Cavit Bey:

-Okulun kapatıldı. Yol üstü Köyü İlköğretim Okuluna Müdür Vekili olarak atandın hocam dedi.

-Teşekkür ederim müdürüm dedim ama bu habere sevinemedim. Çünkü; tayin evrakını görmediğim için Kargalı Köyünden kurtulduğuma inanamadım.

Atama evrakımı personel bürosundan alarak çarşıya gittim. Kadastro Müdürü Bilal Bey’i ziyaret ederek sevincimi paylaştım ve yardımları için teşekkür ettim. Ev arkadaşlarıma akşam yemeği ısmarladım. Eve geldiğimizde Kargalı Köyünden başıma bir iş gelmeden kurtulduğum için sevinç göz yaşlarımı tutamadım. Sabaha kadar ağladım. Hafta sonunu ilçede geçirdim.

Pazartesi günü ev arkadaşım Hidayet kendi arabasıyla Kargalı köyüne götürdü ve kendisi tekrar ilçeye döndü. Ben mezun olan öğrencilerin diplomasını dağıttım. Okulun evraklarını ve demirbaşlarını muhtara teslim ettim. Muhtarın hanımı, çocukları, gelini ve Gaffur Hocayla vedalaşarak Komando Üs Komutanlığına geldim. Komando Üs Komutanlığındaki arkadaşlarla da vedalaşarak dört ayda ömrümün yarısını bitirdiğim Kargalı Köyünden ayrılarak zırhlı bir askeri araçla ilçeye geldim.

Kargalı Köyünde görev yaptığım dört aylık sürede yaşadığım olayları normal şartlar altında insan mantığının kabul etmesi mümkün değil ama bu hadiseleri orada yaşayanlar bilir. Bir insan ömründe bir kez ölürken ben dört ay boyunca orada her gün öldüm. Samet Ağanın kızı Senem’in orada gelin olması, Gaffur Hocanın orada fahri imam olarak çalışması bir tesadüf olamaz. O zaman fark etmesem de onlar devletin Kargalı Köyündeki azı dişiydi. Büyük Türk Devleti bu gizli kahramanlar sayesinde benim canımı koruyarak, bedenimi kanlı terör örgütüne teslim etmedi.

Allah kimseye benim gibi sıkıntı vermesin, devletimiz zeval görmesin.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder