Akşam
Ejder’in evinde misafir oldum. Ejder’in annesi Halime Teyze Ejder’in sınav
kazanacağına pek inanmıyordu ama bu durumu da Ejder üzülür diye sesli olarak
dile getiremiyordu. Akşam yemeğimizi yedik. Çayımızı içtik. Yatağımıza yatmadan
evvel Halime Teyzeye bizi sabah erken uyandırması için tembih ettik. Halime
Teyze bizi gün doğmadan evvel sabah ezanı okunurken uyandırdı. Ejder’le
birlikte Sınav Sonuç Gazetesi almak için Ulu Caminin Saraçhane tarafındaki
gazeteciye gittik. Gazetecinin önüne vardığımızda bizden önce yüzlerce kişinin
gelerek sıraya girdiğini gördük. Sıraya giren bütün insanlar Sınav Sonuç
Gazetesinin gelmesini bekliyorlardı. Ev
sahibi olması münasebetiyle gazete sırasına bizden de Ejder geçti. Ben de Ulu
Caminin köşesinde engin yapılı bir duvarın üzerine oturarak beklemeye başladım.
Güneş doğarken arkası brandalı küçük bir kamyonet gazetecinin önüne yaklaşarak
gazeteleri balyalar halinde indirdi. Gazeteler iner inmez gazetecinin önünde
bir curcuna, bir hareketlilik başladı. Gazete alma esnasında sırada bekleyen
insanlar arasında bağrışmalar, çağrışmalar hatta küçük çaplı arbedeler bile oluyordu.
Dükkân sahibi işyerinin önünde sükûneti sağlamakta yetersiz kalıyordu. Hâlbuki
gelen Sınav Sonuç Gazetesi, orada bekleyen insanların iki katına yetecek
miktardaydı. On dakika içinde herkes Sınav Sonuç Gazetesini aldı. Orada yaşanan
hadiselerin anlamsız olduğu görüldü. Ejder’de herhangi bir tartışma ve
arbedenin içine girmeden sessizce bir tane Sınav Sonuç Gazetesi alıp yanıma
geldi.
Ejder
ile birlikte Taş Medrese’nin yanındaki bir banka varıp oturduk. Bu arada
köylerin, kasabaların minibüsleri otobüsleri peş peşe gelmeye başladı. Şehrin
ıssız sokakları, caddeleri, dükkânları birdenbire insanlarla doluverdi. Kıbrıs
Meydanındaki lokanta garsonlarının “sıcak, sıcak paçalar, çorbalar” diye avazı
çıktığı kadar bağırması çarşıdaki sabah sessizliğini çoktan bozmuştu bile. Bu
gürültülü ortam içerisinde önce benim, sonra Ejder’in sonucuna baktık. Ben
Selçuk, Ejder Çukurova üniversitesinden öğretmenlik kazanmıştık. Sınav Sonuç
Gazetesine defalarca bakıp kazandığımızı iyice teyit edince sevinçten
birbirimize sarıldık. Mutluluk gözyaşlarımız sel oldu aktı. Ulu Caminin
çatısından kaleye doğru uçan yusufçuk kuşları kanat çırparak bizim
mutluluğumuza ortak oldular. Kahramanmaraş semalarında uçan ayağı çıngıraklı
güvercinler zil çalıp, dans ederek adeta bizim sevincimizi kutluyorlardı.
Kalenin burcunda sessizce bekleyen bayrağımız, birdenbire esmeye başlayan Kahramanmaraş’ın
meşhur garbi yeliyle dalgalanmaya başlayıp sevincimize neşe kattı. Rabbimize
şükretmek için cebimizden çıkan bozuk paraları Taş Mescidin önünde el açan
insanlara sadaka olarak dağıttık. Bir gün önce bozuk olan moralimiz, birdenbire
düzelivermişti.
Kahvaltımızı
yapmak için Taş Medresenin yanından yürüyüp, Çukur Hamamın önünden geçerek,
hızlı adımlarla Ejdergilin Acemli Mahallesindeki evlerine gittik. Ejder’in
annesi Halime Teyzenin sınavı kazandığımızı duyunca nasıl sevindiğini anlatmaya
kelimeler kifayetsiz kalır. Babası Ali amca asık suratlı, güldüğü görülmemiş
bir insan olduğu halde bize “hayırlı olsun çocuklar” derken sevinçten
gözlerinin içi parlıyordu.
Ejder
ile bir güzel kahvaltımızı yaptık. Çayımızı içtik. Ben vakit kaybetmeden kayıt
için gerekli evrakları temin etmek üzere çarşının yolunu tuttum. Adliye, Verem
Savaş Dispanseri gibi kurumları dolaşarak mesai bitimine kadar bütün evrakları
topladım. Akşamüzeri son sıradaki Çavuş Hasan’ın otobüsüne binip köye (Döngel)
doğru hareket ettim. Otobüsün içinde on kadar fazladan yolcu, bağlacında da bir
o kadar fazladan yük vardı. Otobüs Kılavuzlu köyünü geçip Harmancık rampasını
zorlanarak çıksa bile, Ali kayasına varınca sağ arka tekeri top attı. Şoför
tecrübeli olunca otobüsü ani bir manevrayla kaza yapmadan yolun şarampolünde
durdurdu. Muavin, şoför ve yolcular stepneyi elbirliğiyle otobüse takmak isterken
araçtaki krikonun arızalı olduğu ortaya çıktı. Otobüsün muavini Celal iki
kilometre ilerideki Şadalak köyüne giderek bir traktör krikosu bulup getirdi.
Kriko gelince hemen stepneyi takıp yola revan olduk. Bizim köyde “Sen acele
etmeyeceksin, işin acele edecek” diye bir atasözü meşhurdur. Ben köye bir an
önce gitmeyi, aileme kavuşmayı düşünürken, yolda tekerin top atması nedeniyle
köye vardığımızda yatsı ezanı okunuyordu.
Kapıdan
içeri girer girmez, sınavı kazandığımı söylediğimde annem, babam ve kardeşlerim
sevinçlerinden havaya uçtular sanki. Mutluluktan herkesin gözleri yaşardı. Ben
ise sınavı kazandığım için sevindiğim halde fakirlik yüzünden okuyamam diye
üzülüyordum ama üzüntümü kimseye hissettirmiyordum. Yüce Rabbimin bir kapıyı
kapatıp, bin kapıyı açacağına kalben inanıyordum. Sınavla ilgili mutluluk safahatı sona erince
kardeşlerim Âdem, Rıdvan, Nezihe ve Orhan uyudular. Annem şükür namazı kılmaya
gitti. Babam ise bana bildiği, duyduğu olaylardan örnekler vererek,
üniversiteye gidince örgüt üyesi olmamam, siyasi olaylara karışmamam için
nasihat etmeye başladı. On iki eylül öncesi bizim komşu köylerden ülkücü ve
solcu gençlerden mağdur olmuş insanlar vardı. Babam arada bir benim yüzüme
bakarak “bir derdin, bir sıkıntın mı var, moralin bozuk görünüyor oğlum?” diye
soruyor, ben de “yok baba, biraz yorgunum” diyordum. Babam bundan sonra
nasihatlerine yeniden devam ediyordu. Aslında babam benim ne için sıkıntıya
girdiğimi hissediyordu. O da çaresizlikten bana yardımcı olamadığı için
üzülüyor, benim daha fazla üzülmemem için sıkıntısını dışa vurmuyordu. Bana
arada bir, yirmi otuz bin lira harçlık göndermek için çektiği çileleri göreve başladıktan sonra
anamdan öğrendim. Babam benim mağduriyet yaşamamamı, yöremizdeki mağdur olmuş
insanların durumuna düşmemi istiyordu. Gerçi ihtilalci paşalar sağdan da soldan
’da bir sürü genci adaletsiz bir şekilde yargılatmış bir kısmını idama mahkûm
ettirerek asmışlar, bir kısmını da cezaevi hücrelerinde işkenceler yaptırarak
ölüme terk ettirmişlerdi. Kısacası bizim neslin teşkilatçılık, örgütçü lük
yapma imkânı yoktu. Babacığım ümmi bir insan olduğundan ve köyde yaşadığından,
ülkemizin sosyal şartlarından haberi yoktu. Babamın amacı benim boş yere
sıkıntıya girip, mağduriyet yaşamamamdı. Babam ile sohbetimizi ancak horozlar
ötmeye başlayınca sonlandırabildik. Sabah namazından sonra ben yatağıma giderek
derin bir uykuya daldım.
Kuşluk
vakti uyandım. Benim üniversite sınavını kazandığımı komşularımız ve
akrabalarımız başta olmak üzere köyümüzün tamamı duymuş; bazıları beni tebrik
etmek için evimize gelmişti bile. Benim sınav kazanmam köyümüzün kundaktaki
bebeğinden, eli bastonlu ihtiyarına, ilkokul öğrencisinden, okuryazar olmayan
vatandaşına kadar herkesi alakadar ediyordu. Döngel köyünden ilk defa bir kişi
üniversitede okuyacaktı. Ben köyün bütün gençleri için iyi veya kötü bir örnek
olacaktım. Bu nedenle benim sınav kazanmam bizim köydeki her insanı uzaktan ya
da yakından ilgilendiriyordu ama “eldeki yara duvardaki kovuk” misali benim sıkıntımı
kimse bilmiyordu. Babam rahatsız olduğu için çalışamıyordu. Kardeşlerim
küçüktü. Ailemin ekonomik yönden, durumu çok kötüydü. Ben gurbet ellerde
parasız, pulsuz nasıl okuyacaktım. Paramızın olmadığına üzülsem de halkın hüsnü
teveccühüne mazhar olmak beni yine de mutlu ediyordu. Bütün zorluklara rağmen,
bir yolunu bulup okuyacaktım. Okumalıydım. Başka çarem yoktu.
Ağustos
ayının son haftası kayıt için Niğde’ye gittim. Kayıt esnasında tanıştığım,
kayıt için gelen yeni arkadaşlar ile bütünleme sınavı için orda bulunan üst
sınıf ağabeylerin tamamına yakını milliyetçi, muhafazakâr ve yardım sever
insanlardı. Kısa bir süre içinde kalacağım evi ayarladılar. Evlerinde beni üç
gün misafir ettiler. Okul arkadaşı olacağım insanların bana karşı davranışları,
zihnimde yaşadığım sıkıntıları nispeten hafifletmiş oldu. Kayıttan sonra
memlekete kısmen de olsa mutlu olarak döndüm.
Kayıta
gittiğimde yurt çıkmadığı için kalacağım evi ve ev arkadaşlarını ayarladım.
Kayıttan gelir gelmez Niğde’ye götüreceğim malzemeleri tedarik etmek için
hazırlıklara başladım. Anam ile birlikte evimizde yaptığımız bulgur, tarhana,
pekmez, salça, turşu gibi ürünlerden azar azar paketleyip büyükçe bir koliye
yerleştirdik. Götüreceğim yorganı, yastığı simit yapıp bir saman telisinin
içine koyduk. Elbiselerimi parlamet mavisi battal boy emektar valizime
bıraktık. Yaz tatilinde bir abinin vermiş olduğu sermaye ile alıp sattığım
buğdayın parasını köylülerimizden topladım. Yaptığım hesaba göre buğday
satışından epey para kazanmıştım. Süleyman abiden aldığım parayı ödedim. Bana
kâr olarak kalan parayı cebime koydum. Bir yıl boyu bu parayla okuyacaktım.
Memleketten başka para gelme imkânı yoktu. Böylece bütün hazırlıklarımı
tamamlamış oldum. Pusulasını almış asker misali gideceğim günü beklemeye
başladım. Okul açılmadan bir gün önce pazar günü arkadaşlarım beni yolcu etmek
için bizim eve geldiler. Ben annem, babam, kardeşlerim ve diğer yakınlarımla vedalaşıp
hüzünlü bir şekilde evimizden ayrıldım. Arkadaşlarım beni köyümüzün yakınlarındaki
kamyoncu lokantasına götürdüler. Lokantanın sahibi Hamza abi beni bir kamyona
bindirerek Kayseri’ye gönderdi. Kamyon hareket etmeden önce köyümüzün
dağlarına, bağlarına, evlerine can alıcı gözle, son kez bir daha baktım. Bu
esnada gözlerim yaşardı, içim burkuldu. Yolculuk yaptığım kamyonun şoförü Osman
usta önceden tanıdığım bir adamdı. Bizim komşu köyümüz Tanırdandı. Şakayı seven
çok nüktedan bir insandı. Bizim köyden Kayseri’ye kadar o anlattı. Ben güldüm.
Böylelikle yaşadığım üzüntüyü birazcık unutmuş oldum. Sarız’ın Dokuz dolambaç
mevkiinde meydana gelen trafik kazası nedeniyle yolda iki saat beklemek zorunda
kaldık. Yolun açılmasını beklerken çevreyi tanımak için engince bir tepenin
üstüne çıktım. Binboğa dağlarından esen rüzgârın getirdiği kekik kokusunu
teneffüs ederken, bulunduğum tepeye bir kurşun atımı mesafedeki koyun otlatan yörük
çobanının çaldığı kavalı dinledim. Çobanın çaldığı kaval ruhumu en derin
noktalarına kadar rahatlattı. Tepenin sağ tarafındaki sulak bir derenin içinde
bir hayvan leşi vardı. Bu leşi yiyerek karnını doyurmaya çalışan kartallarla
tilkilerin mücadelesini fark ettim. Tavukları öldürürken aslan kesilen
tilkilerin kartalları görünce pençe korkusundan kayalıkların arasına nasıl
saklandıklarına tanıklık ettim. Karayollarının Ekipleri gelip yolu açınca
kaldığımız yerden yola devam ettik. Yolda geçirdiğimiz süre uzayınca
planladığım saatte Kayseri’de olamadım.
Yardım sever, temiz kalpli Osman usta benden yol parası almadığı gibi,
koca kamyonla şehir içine girip beni Kayseri Otogarında indirdi.
Okulların
açılma zamanı olduğu için otogara varır varmaz Niğde’ye otobüs bulamadım. Gece
saat on ikiye Antalya’ya giden bir otobüsten bilet aldım. Bir bankın üzerine oturup otobüsün hareket
saatini beklemeye başladım; ama otobüsün hareket etmesine daha beş saat vardı.
Bekleyerek zaman geçirmenin ne kadar zor olduğunu orada anladım. Kaybolur veya
çalınır endişesiyle eşyaların başından ayrılamıyordum. Beklemekle zaman
geçmiyor, bekledikçe de olumsuz şeyler düşünerek üzülüyordum. Oturduğum yer
biraz karanlık olduğu için kitap okuma şansımda yoktu. Zaman geçirmek için
bazen karşımdaki apartmanları seyrediyor, bazen de otogarın üs tarafındaki ana
caddeden geçen araçları sayıyordum ama saat bir türlü ilerlemiyordu. Böyle bir halet-i ruhiye içindeyken liseden
takım arkadaşım İsa’yı gördüm. İsa’yı görünce nasıl sevindiğimi anlatamam.
“İsa” diye bağırdım. İsa geriye dönüp beni
görünce koşar adımlarla yanıma geldi. İsa ile birbirimize sarıldık.
Kucaklaştık. Muhabbet edip hasret giderdik. İsa bana kısaca Kayseri’deki
akrabalarını ziyaret etmek için geldiğini, ziyaretlerini tamamladığını,
birazdan da Devran otobüsüyle Göksun’a gideceğini anlattı. İsa’nın gideceği
otobüs benim gideceğim otobüsten yarım saat sonra kalkacaktı. İsa benim
eşyalarımı bekledi. Ben Otogar Camisine gidip yatsı namazını eda ettim. Bir
simit, iki poğaça alıp yiyerek karnımı doyurdum. İsa’nın gelmesiyle moralim
düzeldi. Canım sıkılmaz oldu.
Otobüsün
hareket saati yaklaşınca İsa ile birlikte eşyaları götürüp otobüsün bağıcına
yerleştirdik. İsa beni otobüse bindirip Niğde’ye uğurlayıncaya kadar yanımdan
ayrılmadı. Otobüse bindiğimde yanımda oturan beyefendi ile de hemen tanıştık.
Adam bana “Niğde’de bir lisede öğretmen olarak çalıştığını, memleketinin
Kayseri olduğunu, Niğde’den her hafta Kayseri’ye gidip geldiğini” anlattı. Ben de
“Kahramanmaraşlı olduğumu, Niğde’de üniversitede okuyacağımı” söyledim. Otobüs
Kayseri çıkışındaki Ankara Niğde yol ayırımına varmadan yanımdaki adam uyudu.
Havanın güzel, yolun sakin olmasından dolayı otobüs İncesu’dan Yeşilhisar’a
doğru yaydan çıkmış ok gibi ilerliyordu. Bu esnada ben ve şoför haricindeki
bütün yolcular uyumuştu. Otobüsün içinde motor sesi haricinde bir fısıltı dahi
duyulmuyordu. Ben de uykum geldiği halde Niğde’de uyanamam da daha ileriki
yerlere giderim düşüncesiyle uyumamak için kendimi zorluyordum. Hatta arada bir
yüzüme su serpiyordum. Otobüs Yeşilhisar’ı geçip düz yol bitince 1452 rakımlı
Araplı belinin rampasına doğru bir karayılan gibi tırmandı. Ben de bu esnada “maddi
destek bulamazsam ne yapacağım, nasıl okuyacağım” diye kara kara düşünüyor, bir
çıkış yolu için zihnimde planlar yapıyordum. Birdenbire ayın şavkı yüzüme
vurdu. Ayın şavkının yüzüme vurmasıyla gözlerim fal taşı gibi açıldı. Aniden
irkildim. Bu irkilmenin ruhumdaki etkisi bitince elimi havaya kaldırıp “Ey
yerleri ve gökleri yaratan Yüce Allah’ım. Sana sığındım. Sana güvendim. Benim
senden başka kimsem yok. Bu gurbet ellerde beni muhannete muhtaç etme” diyerek
sıdkı bütün bir imanla Rabbime dua ettim. Dua bitip âmin dedikten sonra
içimdeki, ruhumdaki karamsarlıklar yok oldu. Ruhumdaki karamsarlıkların yerini
huzur ve mutluluk doldurdu. Cesaretim arttı. Kendimi güçlü hissetmeye başladım.
***
Üniversiteye
başladıktan sonra benim için bütün kapılar açıldı. Hiç tahmin etmediğim
yerlerden krediler burslar aldım. Aldığım paralar fazla geldiği için tanıdığım
muhtaç öğrencilere yardım etmeye çalıştım. Kimi zaman aile bütçemize de katkı
sağladım. Allah’ın izniyle duam kabul olmuştu. O günden sonra hiçbir maddi
sıkıntı yaşamadım.
Yüce
Rabbimiz Mümin Suresinin 60. Ayetinde “Bana dua edin ki, duanızı kabul edeyim”
buyurmaktadır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) bir hadisi şeriflerinde “Dua
ibadetin özüdür” demektedir. Büyük İslam Mütefekkiri Mevlâna Celalettin Rumi
Hazretleri ise “Dua kapı çalmaktır. Gerisine karışmak haddi aşmaktır” diye
söylemektedir.
Ben
de bir Müslüman olarak Rabbime her zaman dua ediyorum. Başımın dara düştüğü
zamanlar dada daha çok dua ediyorum. Sizlere de her zaman Rabbimize dua
etmenizi tavsiye ediyorum. Rabbim gerçek bir imanla ettiğimiz duayı geri
çevirmez.
Şems-i
Tebrizi Hazretleri de “Hayatta olabileceğiniz en güzel şey; bir duanın içinde
yer almaktır” ifadesiyle duanın önemini farklı bir pencereden dile
getirmektedir. Ben de her zaman sizlerin duasının içinde yer almayı ve
ettiğiniz duaların kabul olmasını diliyorum.
Her insanın, her öğrencinin okuması gereken çok güzel bir yazı .. Eline gönlüme sağlık.
YanıtlaSil