DUA VEYA ARAPLIBELİ / Teyfik KARADAŞ


Benim liseyi bitirdiğim yıllarda her ilde üniversite ikinci basamak sınavı yapılmazdı. Maraş’ta ikinci basamak sınavı yapılmadığı için ikinci basamak sınavına girmek için Eskişehir’e giderek, sınava Anadolu Üniversitesi Bademlik Yerleşkesinde girmiştim. Sınavdan çıktıktan sonra üniversite sınavının açıklanacağı günü adeta iple çekmeye başladım. Sınav yapılalı bir ay olduğu halde sınav sonuçlar bir türlü açıklanmıyordu. Bu sırada temmuz ayı bitmiş ağustos ayının ilk haftasına girilmişti. On üç bültenini sunan radyo spikeri “Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezinden yapılan açıklamaya göre, Üniversite sınavı sonuçları yarın açıklanacaktır” diye bir haber verdi. Haberin verildiği anda evimizde öğle yemeği yiyorduk. Haberi duyduktan sonra benim boğazımdan lokmalar geçmez oldu. Heyecanlandım. Tansiyonum yükseldi. Sırtımdan soğuk soğuk ter akmaya başladı. Yaşadığım rahatsızlık halini ailem fark etmesin diye alelacele sofradan kalktım. Evimizin önündeki ceviz ağacının altında serili olan kilimin üzerine sırt üstü uzandım. Yerde yattığım halde; kalbim küt küt atıyor, heyecanım bir türlü yatışmıyordu. Sınavı kazanacak mıyım, kazanamayacak mıyım, kazanırsam nereyi kazanacağım gibi yüzlerce soru kafamın içinde birbirlerine çarpmadan cirit atıyordu… Bizim köyde benden başka üniversite sınavına giren, derdimi paylaşacağım, kritik yapacağım bir Allah kulu yoktu. Vermiş olduğum ani bir karala şehre gittim. Sınava birlikte hazırlandığımız arkadaşlarımdan Ejder ve Mehmet ile Batı Park’ta buluştuk. Koyu gölgeli bir çınarın altına oturup, sınavla ilgili sohbet etmeye başlayınca heyecanım bıçakla kesmişçesine kendiliğinden yatıştı.

Akşam Ejder’in evinde misafir oldum. Ejder’in annesi Halime Teyze Ejder’in sınav kazanacağına pek inanmıyordu ama bu durumu da Ejder üzülür diye sesli olarak dile getiremiyordu. Akşam yemeğimizi yedik. Çayımızı içtik. Yatağımıza yatmadan evvel Halime Teyzeye bizi sabah erken uyandırması için tembih ettik. Halime Teyze bizi gün doğmadan evvel sabah ezanı okunurken uyandırdı. Ejder’le birlikte Sınav Sonuç Gazetesi almak için Ulu Caminin Saraçhane tarafındaki gazeteciye gittik. Gazetecinin önüne vardığımızda bizden önce yüzlerce kişinin gelerek sıraya girdiğini gördük. Sıraya giren bütün insanlar Sınav Sonuç Gazetesinin gelmesini bekliyorlardı.  Ev sahibi olması münasebetiyle gazete sırasına bizden de Ejder geçti. Ben de Ulu Caminin köşesinde engin yapılı bir duvarın üzerine oturarak beklemeye başladım. Güneş doğarken arkası brandalı küçük bir kamyonet gazetecinin önüne yaklaşarak gazeteleri balyalar halinde indirdi. Gazeteler iner inmez gazetecinin önünde bir curcuna, bir hareketlilik başladı. Gazete alma esnasında sırada bekleyen insanlar arasında bağrışmalar, çağrışmalar hatta küçük çaplı arbedeler bile oluyordu. Dükkân sahibi işyerinin önünde sükûneti sağlamakta yetersiz kalıyordu. Hâlbuki gelen Sınav Sonuç Gazetesi, orada bekleyen insanların iki katına yetecek miktardaydı. On dakika içinde herkes Sınav Sonuç Gazetesini aldı. Orada yaşanan hadiselerin anlamsız olduğu görüldü. Ejder’de herhangi bir tartışma ve arbedenin içine girmeden sessizce bir tane Sınav Sonuç Gazetesi alıp yanıma geldi.

Ejder ile birlikte Taş Medrese’nin yanındaki bir banka varıp oturduk. Bu arada köylerin, kasabaların minibüsleri otobüsleri peş peşe gelmeye başladı. Şehrin ıssız sokakları, caddeleri, dükkânları birdenbire insanlarla doluverdi. Kıbrıs Meydanındaki lokanta garsonlarının “sıcak, sıcak paçalar, çorbalar” diye avazı çıktığı kadar bağırması çarşıdaki sabah sessizliğini çoktan bozmuştu bile. Bu gürültülü ortam içerisinde önce benim, sonra Ejder’in sonucuna baktık. Ben Selçuk, Ejder Çukurova üniversitesinden öğretmenlik kazanmıştık. Sınav Sonuç Gazetesine defalarca bakıp kazandığımızı iyice teyit edince sevinçten birbirimize sarıldık. Mutluluk gözyaşlarımız sel oldu aktı. Ulu Caminin çatısından kaleye doğru uçan yusufçuk kuşları kanat çırparak bizim mutluluğumuza ortak oldular. Kahramanmaraş semalarında uçan ayağı çıngıraklı güvercinler zil çalıp, dans ederek adeta bizim sevincimizi kutluyorlardı. Kalenin burcunda sessizce bekleyen bayrağımız, birdenbire esmeye başlayan Kahramanmaraş’ın meşhur garbi yeliyle dalgalanmaya başlayıp sevincimize neşe kattı. Rabbimize şükretmek için cebimizden çıkan bozuk paraları Taş Mescidin önünde el açan insanlara sadaka olarak dağıttık. Bir gün önce bozuk olan moralimiz, birdenbire düzelivermişti.

Kahvaltımızı yapmak için Taş Medresenin yanından yürüyüp, Çukur Hamamın önünden geçerek, hızlı adımlarla Ejdergilin Acemli Mahallesindeki evlerine gittik. Ejder’in annesi Halime Teyzenin sınavı kazandığımızı duyunca nasıl sevindiğini anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır. Babası Ali amca asık suratlı, güldüğü görülmemiş bir insan olduğu halde bize “hayırlı olsun çocuklar” derken sevinçten gözlerinin içi parlıyordu.

Ejder ile bir güzel kahvaltımızı yaptık. Çayımızı içtik. Ben vakit kaybetmeden kayıt için gerekli evrakları temin etmek üzere çarşının yolunu tuttum. Adliye, Verem Savaş Dispanseri gibi kurumları dolaşarak mesai bitimine kadar bütün evrakları topladım. Akşamüzeri son sıradaki Çavuş Hasan’ın otobüsüne binip köye (Döngel) doğru hareket ettim. Otobüsün içinde on kadar fazladan yolcu, bağlacında da bir o kadar fazladan yük vardı. Otobüs Kılavuzlu köyünü geçip Harmancık rampasını zorlanarak çıksa bile, Ali kayasına varınca sağ arka tekeri top attı. Şoför tecrübeli olunca otobüsü ani bir manevrayla kaza yapmadan yolun şarampolünde durdurdu. Muavin, şoför ve yolcular stepneyi elbirliğiyle otobüse takmak isterken araçtaki krikonun arızalı olduğu ortaya çıktı. Otobüsün muavini Celal iki kilometre ilerideki Şadalak köyüne giderek bir traktör krikosu bulup getirdi. Kriko gelince hemen stepneyi takıp yola revan olduk. Bizim köyde “Sen acele etmeyeceksin, işin acele edecek” diye bir atasözü meşhurdur. Ben köye bir an önce gitmeyi, aileme kavuşmayı düşünürken, yolda tekerin top atması nedeniyle köye vardığımızda yatsı ezanı okunuyordu.

Kapıdan içeri girer girmez, sınavı kazandığımı söylediğimde annem, babam ve kardeşlerim sevinçlerinden havaya uçtular sanki. Mutluluktan herkesin gözleri yaşardı. Ben ise sınavı kazandığım için sevindiğim halde fakirlik yüzünden okuyamam diye üzülüyordum ama üzüntümü kimseye hissettirmiyordum. Yüce Rabbimin bir kapıyı kapatıp, bin kapıyı açacağına kalben inanıyordum.  Sınavla ilgili mutluluk safahatı sona erince kardeşlerim Âdem, Rıdvan, Nezihe ve Orhan uyudular. Annem şükür namazı kılmaya gitti. Babam ise bana bildiği, duyduğu olaylardan örnekler vererek, üniversiteye gidince örgüt üyesi olmamam, siyasi olaylara karışmamam için nasihat etmeye başladı. On iki eylül öncesi bizim komşu köylerden ülkücü ve solcu gençlerden mağdur olmuş insanlar vardı. Babam arada bir benim yüzüme bakarak “bir derdin, bir sıkıntın mı var, moralin bozuk görünüyor oğlum?” diye soruyor, ben de “yok baba, biraz yorgunum” diyordum. Babam bundan sonra nasihatlerine yeniden devam ediyordu. Aslında babam benim ne için sıkıntıya girdiğimi hissediyordu. O da çaresizlikten bana yardımcı olamadığı için üzülüyor, benim daha fazla üzülmemem için sıkıntısını dışa vurmuyordu. Bana arada bir, yirmi otuz bin lira harçlık göndermek  için çektiği çileleri göreve başladıktan sonra anamdan öğrendim. Babam benim mağduriyet yaşamamamı, yöremizdeki mağdur olmuş insanların durumuna düşmemi istiyordu. Gerçi ihtilalci paşalar sağdan da soldan ’da bir sürü genci adaletsiz bir şekilde yargılatmış bir kısmını idama mahkûm ettirerek asmışlar, bir kısmını da cezaevi hücrelerinde işkenceler yaptırarak ölüme terk ettirmişlerdi. Kısacası bizim neslin teşkilatçılık, örgütçü lük yapma imkânı yoktu. Babacığım ümmi bir insan olduğundan ve köyde yaşadığından, ülkemizin sosyal şartlarından haberi yoktu. Babamın amacı benim boş yere sıkıntıya girip, mağduriyet yaşamamamdı. Babam ile sohbetimizi ancak horozlar ötmeye başlayınca sonlandırabildik. Sabah namazından sonra ben yatağıma giderek derin bir uykuya daldım.

Kuşluk vakti uyandım. Benim üniversite sınavını kazandığımı komşularımız ve akrabalarımız başta olmak üzere köyümüzün tamamı duymuş; bazıları beni tebrik etmek için evimize gelmişti bile. Benim sınav kazanmam köyümüzün kundaktaki bebeğinden, eli bastonlu ihtiyarına, ilkokul öğrencisinden, okuryazar olmayan vatandaşına kadar herkesi alakadar ediyordu. Döngel köyünden ilk defa bir kişi üniversitede okuyacaktı. Ben köyün bütün gençleri için iyi veya kötü bir örnek olacaktım. Bu nedenle benim sınav kazanmam bizim köydeki her insanı uzaktan ya da yakından ilgilendiriyordu ama “eldeki yara duvardaki kovuk” misali benim sıkıntımı kimse bilmiyordu. Babam rahatsız olduğu için çalışamıyordu. Kardeşlerim küçüktü. Ailemin ekonomik yönden, durumu çok kötüydü. Ben gurbet ellerde parasız, pulsuz nasıl okuyacaktım. Paramızın olmadığına üzülsem de halkın hüsnü teveccühüne mazhar olmak beni yine de mutlu ediyordu. Bütün zorluklara rağmen, bir yolunu bulup okuyacaktım. Okumalıydım. Başka çarem yoktu.

Ağustos ayının son haftası kayıt için Niğde’ye gittim. Kayıt esnasında tanıştığım, kayıt için gelen yeni arkadaşlar ile bütünleme sınavı için orda bulunan üst sınıf ağabeylerin tamamına yakını milliyetçi, muhafazakâr ve yardım sever insanlardı. Kısa bir süre içinde kalacağım evi ayarladılar. Evlerinde beni üç gün misafir ettiler. Okul arkadaşı olacağım insanların bana karşı davranışları, zihnimde yaşadığım sıkıntıları nispeten hafifletmiş oldu. Kayıttan sonra memlekete kısmen de olsa mutlu olarak döndüm.

Kayıta gittiğimde yurt çıkmadığı için kalacağım evi ve ev arkadaşlarını ayarladım. Kayıttan gelir gelmez Niğde’ye götüreceğim malzemeleri tedarik etmek için hazırlıklara başladım. Anam ile birlikte evimizde yaptığımız bulgur, tarhana, pekmez, salça, turşu gibi ürünlerden azar azar paketleyip büyükçe bir koliye yerleştirdik. Götüreceğim yorganı, yastığı simit yapıp bir saman telisinin içine koyduk. Elbiselerimi parlamet mavisi battal boy emektar valizime bıraktık. Yaz tatilinde bir abinin vermiş olduğu sermaye ile alıp sattığım buğdayın parasını köylülerimizden topladım. Yaptığım hesaba göre buğday satışından epey para kazanmıştım. Süleyman abiden aldığım parayı ödedim. Bana kâr olarak kalan parayı cebime koydum. Bir yıl boyu bu parayla okuyacaktım. Memleketten başka para gelme imkânı yoktu. Böylece bütün hazırlıklarımı tamamlamış oldum. Pusulasını almış asker misali gideceğim günü beklemeye başladım. Okul açılmadan bir gün önce pazar günü arkadaşlarım beni yolcu etmek için bizim eve geldiler. Ben annem, babam, kardeşlerim ve diğer yakınlarımla vedalaşıp hüzünlü bir şekilde evimizden ayrıldım. Arkadaşlarım beni köyümüzün yakınlarındaki kamyoncu lokantasına götürdüler. Lokantanın sahibi Hamza abi beni bir kamyona bindirerek Kayseri’ye gönderdi. Kamyon hareket etmeden önce köyümüzün dağlarına, bağlarına, evlerine can alıcı gözle, son kez bir daha baktım. Bu esnada gözlerim yaşardı, içim burkuldu. Yolculuk yaptığım kamyonun şoförü Osman usta önceden tanıdığım bir adamdı. Bizim komşu köyümüz Tanırdandı. Şakayı seven çok nüktedan bir insandı. Bizim köyden Kayseri’ye kadar o anlattı. Ben güldüm. Böylelikle yaşadığım üzüntüyü birazcık unutmuş oldum. Sarız’ın Dokuz dolambaç mevkiinde meydana gelen trafik kazası nedeniyle yolda iki saat beklemek zorunda kaldık. Yolun açılmasını beklerken çevreyi tanımak için engince bir tepenin üstüne çıktım. Binboğa dağlarından esen rüzgârın getirdiği kekik kokusunu teneffüs ederken, bulunduğum tepeye bir kurşun atımı mesafedeki koyun otlatan yörük çobanının çaldığı kavalı dinledim. Çobanın çaldığı kaval ruhumu en derin noktalarına kadar rahatlattı. Tepenin sağ tarafındaki sulak bir derenin içinde bir hayvan leşi vardı. Bu leşi yiyerek karnını doyurmaya çalışan kartallarla tilkilerin mücadelesini fark ettim. Tavukları öldürürken aslan kesilen tilkilerin kartalları görünce pençe korkusundan kayalıkların arasına nasıl saklandıklarına tanıklık ettim. Karayollarının Ekipleri gelip yolu açınca kaldığımız yerden yola devam ettik. Yolda geçirdiğimiz süre uzayınca planladığım saatte Kayseri’de olamadım.  Yardım sever, temiz kalpli Osman usta benden yol parası almadığı gibi, koca kamyonla şehir içine girip beni Kayseri Otogarında indirdi.

Okulların açılma zamanı olduğu için otogara varır varmaz Niğde’ye otobüs bulamadım. Gece saat on ikiye Antalya’ya giden bir otobüsten bilet aldım.  Bir bankın üzerine oturup otobüsün hareket saatini beklemeye başladım; ama otobüsün hareket etmesine daha beş saat vardı. Bekleyerek zaman geçirmenin ne kadar zor olduğunu orada anladım. Kaybolur veya çalınır endişesiyle eşyaların başından ayrılamıyordum. Beklemekle zaman geçmiyor, bekledikçe de olumsuz şeyler düşünerek üzülüyordum. Oturduğum yer biraz karanlık olduğu için kitap okuma şansımda yoktu. Zaman geçirmek için bazen karşımdaki apartmanları seyrediyor, bazen de otogarın üs tarafındaki ana caddeden geçen araçları sayıyordum ama saat bir türlü ilerlemiyordu.  Böyle bir halet-i ruhiye içindeyken liseden takım arkadaşım İsa’yı gördüm. İsa’yı görünce nasıl sevindiğimi anlatamam. “İsa” diye bağırdım.  İsa geriye dönüp beni görünce koşar adımlarla yanıma geldi. İsa ile birbirimize sarıldık. Kucaklaştık. Muhabbet edip hasret giderdik. İsa bana kısaca Kayseri’deki akrabalarını ziyaret etmek için geldiğini, ziyaretlerini tamamladığını, birazdan da Devran otobüsüyle Göksun’a gideceğini anlattı. İsa’nın gideceği otobüs benim gideceğim otobüsten yarım saat sonra kalkacaktı. İsa benim eşyalarımı bekledi. Ben Otogar Camisine gidip yatsı namazını eda ettim. Bir simit, iki poğaça alıp yiyerek karnımı doyurdum. İsa’nın gelmesiyle moralim düzeldi. Canım sıkılmaz oldu.

Otobüsün hareket saati yaklaşınca İsa ile birlikte eşyaları götürüp otobüsün bağıcına yerleştirdik. İsa beni otobüse bindirip Niğde’ye uğurlayıncaya kadar yanımdan ayrılmadı. Otobüse bindiğimde yanımda oturan beyefendi ile de hemen tanıştık. Adam bana “Niğde’de bir lisede öğretmen olarak çalıştığını, memleketinin Kayseri olduğunu, Niğde’den her hafta Kayseri’ye gidip geldiğini” anlattı. Ben de “Kahramanmaraşlı olduğumu, Niğde’de üniversitede okuyacağımı” söyledim. Otobüs Kayseri çıkışındaki Ankara Niğde yol ayırımına varmadan yanımdaki adam uyudu. Havanın güzel, yolun sakin olmasından dolayı otobüs İncesu’dan Yeşilhisar’a doğru yaydan çıkmış ok gibi ilerliyordu. Bu esnada ben ve şoför haricindeki bütün yolcular uyumuştu. Otobüsün içinde motor sesi haricinde bir fısıltı dahi duyulmuyordu. Ben de uykum geldiği halde Niğde’de uyanamam da daha ileriki yerlere giderim düşüncesiyle uyumamak için kendimi zorluyordum. Hatta arada bir yüzüme su serpiyordum. Otobüs Yeşilhisar’ı geçip düz yol bitince 1452 rakımlı Araplı belinin rampasına doğru bir karayılan gibi tırmandı. Ben de bu esnada “maddi destek bulamazsam ne yapacağım, nasıl okuyacağım” diye kara kara düşünüyor, bir çıkış yolu için zihnimde planlar yapıyordum. Birdenbire ayın şavkı yüzüme vurdu. Ayın şavkının yüzüme vurmasıyla gözlerim fal taşı gibi açıldı. Aniden irkildim. Bu irkilmenin ruhumdaki etkisi bitince elimi havaya kaldırıp “Ey yerleri ve gökleri yaratan Yüce Allah’ım. Sana sığındım. Sana güvendim. Benim senden başka kimsem yok. Bu gurbet ellerde beni muhannete muhtaç etme” diyerek sıdkı bütün bir imanla Rabbime dua ettim. Dua bitip âmin dedikten sonra içimdeki, ruhumdaki karamsarlıklar yok oldu. Ruhumdaki karamsarlıkların yerini huzur ve mutluluk doldurdu. Cesaretim arttı. Kendimi güçlü hissetmeye başladım.

***

Üniversiteye başladıktan sonra benim için bütün kapılar açıldı. Hiç tahmin etmediğim yerlerden krediler burslar aldım. Aldığım paralar fazla geldiği için tanıdığım muhtaç öğrencilere yardım etmeye çalıştım. Kimi zaman aile bütçemize de katkı sağladım. Allah’ın izniyle duam kabul olmuştu. O günden sonra hiçbir maddi sıkıntı yaşamadım.

Yüce Rabbimiz Mümin Suresinin 60. Ayetinde “Bana dua edin ki, duanızı kabul edeyim” buyurmaktadır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) bir hadisi şeriflerinde “Dua ibadetin özüdür” demektedir. Büyük İslam Mütefekkiri Mevlâna Celalettin Rumi Hazretleri ise “Dua kapı çalmaktır. Gerisine karışmak haddi aşmaktır” diye söylemektedir.

Ben de bir Müslüman olarak Rabbime her zaman dua ediyorum. Başımın dara düştüğü zamanlar dada daha çok dua ediyorum. Sizlere de her zaman Rabbimize dua etmenizi tavsiye ediyorum. Rabbim gerçek bir imanla ettiğimiz duayı geri çevirmez.

Şems-i Tebrizi Hazretleri de “Hayatta olabileceğiniz en güzel şey; bir duanın içinde yer almaktır” ifadesiyle duanın önemini farklı bir pencereden dile getirmektedir. Ben de her zaman sizlerin duasının içinde yer almayı ve ettiğiniz duaların kabul olmasını diliyorum.

1 yorum:

  1. Her insanın, her öğrencinin okuması gereken çok güzel bir yazı .. Eline gönlüme sağlık.

    YanıtlaSil